ISSN 1308-8483
Kitaplar, kitaplar, ve bir film / Zuhal ÖZÜGÜL
Zuhal ÖZÜGÜL    
  Yayın Tarihi: 23.5.2014    


Kitaplar, kitaplar, ve bir film

Arası epeyce açıldı kitaplar yazısının. Omzumun bana oynadığı bir oyun (çıkma) hem de sağ kol, yazı yazamamanın dayanılmaz acısını gösterdi. Neyse şimdi, Çin işkencesine (fizik tedavi) başladım. Yaşasın yazabiliyorum....

Bu arada o kadar çok kitap okudum ki, toparlamakta zorlanıyorum.

Ancak, Gökdelen beni o kadar etkiledi ki hiç unutmadım ve onunla başlıyorum. Yazar J.G.Ballard. Güneş İmparatorluğu, Öteki Dünya, Çarpışma ve daha birçoklarını kaleme almış ve ne yazık ki artık yaşamıyor.

Gökdelen, 40 katlı, 2000 kişinin yaşadığı, içinde insanların ihtiyacı olan her şeyin bulunduğu güvenli(!) yüksek bir kent. Son katın da satılmasıyla, bina sakinleri tamamıyla yerleştiler. Gökdelen sakinlerinin tek amacı kafasını dinlemek. İşten geldikten sonra bir daha dışarı çıkmayacak, kapısını kapatacak, başkalarıyla iletişimi de olmayacak. Birkaç gün sonra, bir elektrik kesintisi tüm huzuru kaçırıyor. Kapılar açılıyor, kafalar yavaş yavaş “ne oluyor” diye dışarıya uzanıyor. Merakla bir adım atarak (her an içeriye kaçacak şekilde) etrafı incelediler. Ertesi gün küçük gruplar halinde toplandılar. Ancak elektrik sorunundan çok öteki komşular incelenmeye başlandı. Zaten “alttakiler ve üsttekiler” diye ayrılmışlardı. Alttakilerin bazı şikayetleri vardı. Üstten atılan kırık şişeler, çöpler ve gürültüleri. Ertesi gün grup biraz daha büyüdü ve bir kişi (çok bilmiş) kendini başkan ilan etti. Üsttekilere kibarca uyarı yapmaya karar verildi. Üsttekiler bunu çok ciddiye almadılar. Alttakiler haksızlığa gelemezlerdi. Madem kibarlıktan anlamıyordu üsttekiler, başka türlü anlatmasını da bilirdi alttakiler. Evlerdeki vurucu, kesici aletleri toplamaya başladılar. Beyzbol sopaları, duvardaki süs tüfek ve kamalar elden geçti. Gruplar gittikçe büyüyerek ve kinlenerek savaşmaya hazırlandılar. Elektrik çoktan gelmişti. Ancak şimdi amaç ötekilere bir ders vermekti. Bundan sonraki süreci anlatmaya dilim varmıyor. Şiddet, gittikçe artan canavarlaşma, insanın zombiye dönüşmesi. Ben okurken sık sık ara verdim; “insan nasıl böyle vahşileşir” diye düşündüm. Unutmadan ekleyeyim, bu şiddet sürecinde insanlar işlerine gidip geldiler, hiç kimsenin polise haber vermek, suçluları bulmak gibi bir düşüncesi olmadı. Sanki, bunu yaşamaları gerektiğine hepsi inanmışlardı. Gerçekten de başladığı gibi bitti. Ben de, akıl almaz vahşeti sarsılarak ama merakla okuyarak sona geldim.

Televizyonlarda gökdelen katların satışlarını gördükçe kıs kıs gülüyorum. Hele Türkiye’de, hoşgörünün gittikçe azaldığı ülkede, alttakiler üsttekilere nasıl tahammül edecekler diye düşünüyorum. Gökdelenlerden de uzak durun, derim.

Bugünlerde, Soma katilinin İstanbul’da 70 katlı Gökdelen inşa ettiğini okudum. Düşündüm de, o beklenen İstanbul depreminde ayakta kalacak mı? Demirden, betondan, çelikten çala çala yapılan binadan hayır gelmez. NOKTA.

Galiz Kahraman”ı elime alırken, düşünceli biraz da sıkıntılıydım. İ.Oktay Anar, acaba daha önceki kitapları gibi zor okunan bir kitap mı yazdı? Gerçekten zorlanmıştım, onları okurken.

Romanın kahramanı, Kasımpaşa doğumlu İdris Âmil (daha sonra Efendi) tüm yaşamı boyunca didinerek bir yerlere gelmeğe uğraşıyor. Cahil, şakşakçı, saman altından su yürütme, başkalarını gammazlama karakterinin baş unsurları olduğu için her deneyiminde tepeteklak düşmesini bir türlü kendisi de anlamıyor. Arkadaşları haydutlar, sarhoşlar, kısacası sokaktan adamlardı. Aslında, sevdiği Mualla ile evlenmektir tek isteği. Mualla’nın ise bundan haberi yok, olsa da ciddiye almayacaktır. Okurken bazen kıs kıs güldüğüm, bazen de kahkaha attığım oldu. Sevdim bu romanı.

Uzun zamandır beklediğim ve okumaktan zevk aldığım yazarım Ayfer Tunç “Dünya Ağrısı”nı sundu bana. Neşeyle aldım. Okudukça bir ağırlık bastı, bir hüzün, bir çaresizlik içine düştüm. Romanın kahramanı Mürşit’e hem kızıyor, hem de onu anlıyorum. Okurken “Off, bir şeyler yap” diye söyleniyordum. Evet, Mürşit kendine, yalnız kendine bir dünya yaratmış. Ağır, çekilmez bir yaşam. Onu anlıyorum; çünkü gençliğindeki gelecek planlarını gerçekleştiremiyor. İstanbul’da üniversite öğrenimini babasının ölümü üzerine bırakıyor. Bu yüzden her zaman kaçmak istediği sevmediği bu taşra kasabasına dönmek zorunda kalıyor. Annesi ve kardeşlerinin bakımı için babasının işlettiği oteli üstleniyor. Hiç istemediği bir işi yapan insanın yaşamı başlıyor. Mutsuz, yeniliklere kapalı, içine kapanmış, karısı ve çocuklarına uzak bir karakter. Taşra kasabası çok kasvetli, otel müşterileri fakir, taşra sakinleri çaresiz, gerçekten “hava kurşun gibi ağır”. Mürşit’in oğlu Barış, babasının tam tersi bir karakter. Babasını hareketlendirmeye uğraşıyor. “Oteli düzeltelim, iyi müşterileri çekelim” önerilerini babası dinlemiyor. Zaten babasının kuvveti yok. Baba oğul çarpışmaları sıklaşıyor.

Neden okunmasın? Acı gerçeklerden kaçamayız....

Bitirirken bir filmi de sıkıştırayım.

Suudi Arabistan’da ülkenin ilk kadın sinemacısı Haifaa Al-Masour’un çektiği bir film WADJDA (VECİDE). Vecide 11 yaşında, Riyad’da yaşıyor. Kızlar okuluna gidiyor. Televizyonlarda gösterilen, modern Riyad’la ilgisi olmayan arka sokaklarını görüyoruz kentin. Her taraf inşaat içinde tozlu, taşlı. Vecide oldukça modern ve akıllı. Kızlar, simsiyah, upuzun manto giyiyorlar. Kadınların yüzlerini örtmeden dışarı çıkmaları yasak. Kadınların araba kullanmaları yasak, seçme seçilme hakları yok. Vecide arkadaşı Abdullah’ın ve diğer erkek çocukların bisikletlerine gıpta ediyor. Ailesine bisiklet istediğini söylediğinde, ona yasaklar anlatılıyor. Gözüne kestirdiği bir bisikleti (kırmızı) satın almak için para biriktirmeğe başlıyor. Çok girişken. Aşıkların mektuplarını taşıyor, ücretli. Bileklikler yapıp satıyor. Okulda Kuran okuma yarışmasına katılarak, (kazanana para ödülü var) bisikleti alabileceğini düşünüyor. Evde ise annesi üzgün. Babası, bir erkek çocuk için bir kez daha evleniyor. Dört kadın alma hakları (!) var. Balkondan babanın düğününü izlerken annesi sürprizi gösteriyor. Kırmızı bisiklet. Daha sonra Vecide’yi bisikletin üstünde eteklerini ve eşarbını uçururken mutlu görüyoruz. Bu mutluluğun sürmesini istiyorum. Vecide’ye güç diliyorum. Hiç ümidim olmasa da Vecide’lerle başlar özgürlük. Belki bir şeyler olabilir bu yasaklar ülkesinde.

Son sayılara göre Türkiye’de, çocuk gelinler 3 yılda 130 bin, 4 yılda 181bine ulaşmış. Vecide bisiklet için çaba gösterirken bizimkiler evlilik, çocukla uğraşıyorlar. Onlara çocukluklarını, genç kızlıklarını yaşamak yasak. Nerede Vecide’ler?


Zuhal ÖZÜGÜL



1991











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)