ISSN 1308-8483
FELSEFE VE DİL / Oğuz ÖZÜGÜL
Oğuz ÖZÜGÜL    
  Yayın Tarihi: 25.8.2009    


FELSEFE VE DİL

Dilbilimin ve dilin felsefi temellerini incelemek genelde bilimsel bilgi teorisinin oluşması ve gelişmesi için zorunlu önkoşuldur. Ama önce dil sorununun çağdaş felsefelerde niçin güncel ve merkezi bir tema haline geldiğini açıklamak gerekir. Çağdaş filozofların yayımlanan çalışmalarında bu fenomeni açıklamaya yönelik sayısız deneme yer alır. Dil sorunu büyük felsefe sistemlerinin hiçbirinde önemli bir rol oynamamış, yüzyıllar boyunca filozofların dikkatini çekmemiştir; bugün ise dil felsefesi sorunlarına gösterilen ilgi o denli artmıştır. “Bacon’un idol öğretisinden bu yana açık ya da gizli bir dil düşmanlığı gözleniyor, özgün bir dil felsefesini geliştirenler Paul ya da Jaspersen, de Saussure ya da Saphir gibi dilbilimcilerdir; ama meslekten filozoflar dile hiç ilgi göstermiyor ve yardımcı olmuyor.” Bu görüşü savunanların kanısına göre, Cassirer, Lipps, Heidegger vb. gibi filozofların çalışmalarıyla ve özellikle de dil felsefesi sorunlarının Anglo-Sakson ülkelerindeki işleviyle bu durum temelden değişiyor.

Çağdaş filozofların görüşleri özellikle şu ifadede açıkça belli oluyor: “Dil hazır, önceden biçimlendirilmiş bir gerçekliği sadece yansıtma işleviyle sınırlandırılırsa kavramsal belirsizlik bir eksiklik olarak ortaya çıkabilir. Buna karşılık tüm yaşamsal işlevi içinde, dünyamızı her zaman yorumlamış ve görüşlerimizi hep belirlemiş, yönetmiş üretici zihinsel bir etkinlik olarak ele alınırsa, o zaman bu ‘belirsizlik’in onun özüne ait olduğu, elde ettiği değerli başarılara olanak sağladığı görülür. Dili bu zihinsel özü içinde tahrip etmeden bu eksikliği ortadan kaldırmaya çalışmak mümkün değildir.”

Jaspers ile Heidegger’den kaynaklanan bu varoluşçu dil anlayışı ve Oxford okulunun Wittgenstein’a dayanan analitik dil felsefesi tartışmaların ana konusunu oluşturuyor. Dilbilimsel Yapısalcılığın ve ampirizmin önemli savlarını ele alırken yalnız dilden değil, felsefenin temel sorunlarından hareket etmek gerekir. Dil ile düşünme arasındaki mantıksal-bilgi kuramsal bağlamların araştırılması ve dilin bilgi sürecindeki etkin rolünün incelenmesi bilimsel felsefi araştırmaların teorik açıdan büyük önem taşıyan sorunları arasındadır.

Dil sorunlarına giderek artan ilgi şu beş görüş açısı altında sorgulanıyor :

Epey eski olan birincisi Humboldt’un düşüncelerine denk düşer; buna göre insan kendi diline o kadar bağlıdır ki, şeyleri (nesneleri) sadece dilin kendisine sevk ettiği şekilde algılayabilir.

İkinci görüş açısına göre dil, özel birer dünya görüşünü canlandıran öteki dillerin yanında her zaman özel bir dildir; bu yüzden genelgeçer insani bir bilgiye ulaşmak asla mümkün değildir, çünkü bizler hep belirli bir dilin ufkuna bağlı kalırız. Bu görüş açısı dilbilimsel görelilik ilkesiyle de desteklenir: “Dilbilimsel göreliliğe karşın dilin sınırlarını aşarak anlaşma sağlanabileceği ve bir dilin başka bir dile çevrilebileceği olgusu bile, artık ilkesel olarak dilin yardımına başvurmadan betimlenemeyecek bir genelliğin varlığını kanıtlar.” Bu genelliğe biçim kazandırmak bilimsel araştırmaların başlıca nesnesidir. “Dilde sadece genellik mevcuttur. Genelliğin anlamı çelişkilidir: O cansızdır, saf değildir, yetkin değildir vs., ama somutun idrak edilmesine varan yolda sadece bir aşamadır da, çünkü somutu tam olarak asla idrak edemeyiz. Genel kavramların, yasaların vs. sonsuz toplamı, yetkinliği içindeki somutu verir.”

Üçüncü görüş açısı, tüm sözcük dağarcığı, sözdizimi ve içsel biçimiyle dil diye geçerli olan daha yüksek bir düzeyde dilin yardımıyla biçimlenen bir yapı içinde tekrarlandığını öne sürer; ki biz bu yapıyı tekil sözcüklerden farklı olarak atasözlerinden ve sloganlardan, vecizelerden ve deyimlerden başlayıp en yüksek şiirsel biçimlere, sanat eserlerine kadar, dilsel kalıplar, sözler diye tanımlayabiliriz. “Hazır bulduğumuz ve önceden biçimlendirilmiş dilsel formasyonların bize aktardığı şekilde düşünürüz, hissederiz, duyumsarız ve yaşamımıza biçim veririz.”

Dördüncü olarak, mevcut ve eldeki dil diye, dilsel yapılar diye geçerli olan şeyler, özellikle konuşmanın somut süreçleri ve insanın konuşurken sözcüğe biçim veriş tarzı için geçerlidir. Sözcük önceden mevcut bir gerçekliği yansıtmaz ve sözcüğün gerçekliği yorumladığını söylemek de yeterli olmaz, o bu gerçekliği dönüştürüp biçimlendirir, yani gerçekliği etkisi altına alır.

Beşinci görüş açısına göre dilin gücü, özellikle somut, belirli bir durumda konuşulmuş ve sorumluluğu konuşan kişiye ait sözün gücü, sadece dış gerçekliğe değil insanın kendi oluşumuna da dayanır.

İnsanın özünü gerçekleştirmesi dile yakından bağlıdır. Ama dili toplumsal ilişkilerinin çok katmanlılığı içinde ele almak gerekir. İnsanın oluşumu ile dil arasındaki ilişkiyi araştırırken bilimsel bir görüş açısına başvurmalıdır. Dildeki gelişmeler göreli, kendine özgü yasalara göre ilerliyor, ne var ki öte yandan dildeki gelişmelerin toplumsal gelişmeye bağlı olduğu da yadsınamaz. Dil ile toplum ve dil ile düşünme arasındaki ilişkileri dilbilimsel, hele hele mantıksal-bilgi kuramsal araştırmalar alanından dışlamak mümkün değildir. Bu sorunların çözümü dilin özgül yasallıkları ile toplumsal yaşamın genel gelişme yasaları arasındaki ilişkilerin doğru anlaşılmasını şart koşar. “Filozoflar için en zor sorunlardan biri düşünce dünyasından gerçek dünyaya inmektir. Düşüncenin dolaysız gerçekliği dildir. Filozoflar nasıl ki düşünmeyi bağımsız hale getirdilerse, aynı şekilde dili de kendine özgü bir dünya olarak bağımsızlaştırmak zorundaydılar. Felsefi dilin gizi işte budur; düşünceler burada sözcükler halinde kendi içeriklerine sahip olur. Düşünceler dünyasından gerçek dünyaya inme sorunu, dilden yaşama inme sorununa dönüşür… ne düşünceler ne de dil kendilerine özgü bir dünya oluşturabilir; onlar sadece gerçek yaşamın dışavurumlarıdır.”


Oğuz ÖZÜGÜL

oguzozugul@hotmail.com


1611











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)