ISSN 1308-8483
İNANMIYORUM ! / Zuhal ÖZÜGÜL
Zuhal ÖZÜGÜL    
  Yayın Tarihi: 10.12.2009    


İNANMIYORUM !

Huyum kurusun, ben her söylenene hemen inanmam, mesafeli dururum önce. Eşim ve oğlum, “yine öküz altında buzağı arıyorsun” derler. Ama yararlıdır böyle duruş; gerçeği bulmama, sakınmadan eleştiri yapmama yardımcı olur. Son günlerde gözlerimle gördüklerim kulaklarımla işittiklerim beni buna iyice inandırdı. Şöyle ki: Bayram akşamı TV açıldı ve görüntüler başladı. Kanlı, gözler dönmüş. Üst baş pislik ve kan içinde. Ellerde satırlar koşuşturan insanlar.. Hayvanlara açıkça işkence ediyorlar. Hele kameraya yakalanan işkenceci. Genç bir adam. Karısına sabırlar.. Kadın dedim de. O hayvan etlerinin, kemiklerinin ortasında kolları sıvalı, kolunda bilezikler, göbeğinin üstü kan içinde, saçı başı dağılmış kadınlar.. İnsan nasıl bu hale geliyor? Bunu araştırmış bir antropolog, sosyolog veya herhangi bir “log” var mı? Acaba diğer Müslüman ülkelerde de böyle mi yaşanıyor?

Bunların Müslümanlığına İNANMIYORUM!

Yaşananlar hemen unutuluyor. Hani hafifçe sırıtarak “burası Türkiye” diyorlar ya, kafa yapısını iyice belli ediyor. Kötüyü kanıksamak, hiçbir şey olmamış gibi sürdürmek mücadele etmemenin bir yolu olmalı. Mücadele dedim de. Hemen bir konuşmaya bağlamak istiyorum. Geçen akşam bir kanalda (Naberküt, Çambalı hanımın) programı vardı. Katılımcılardan biri ünlü bir kadın yazarımızdı. Bu arada şu kanal için bir iki satır yazmak istiyorum. Başıma ne gelirse ondan geliyor. Sakin sakin otururken pat başlıyorlar. Beynimdeki sinirlerden birine fena giriyorlar. Kendimi tutamıyorum. İşte sonucu okuyorsunuz (inşallah)!

Yazarın birçok kitabını okudum, hoşuma da gitti. Elimde sonuncusu var, bir türlü ilerlemiyor. Belki bir iki tüyo verir de bitirebilirim diye düşündüm. Güzelce hazırlandım akşama. Bitki çayım, fındık fıstığım, yastığım, battaniyem.. Pür dikkat dinliyorum.. Biraz sonra of puflarım arttı, yok ya abarttınlara dönüştü. Oğuz sürekli sağdan “neden okuyorsun ki bunu, gördün işte hiç iş yokmuş, o gazetede yazdığında ne olduğunu anlamıştım. Zaten kocasını da sevmemiştim. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş”, diye homurdanıyor. Aslında orada yazması benim de tuhafıma gitmişti. Ne de olsa 68’den geliyor. Demek ki maddi manevi zor durumdaydı birçoğu gibi.

Neyse “sağımı” savuşturdum. Programın adı da “solun sola ihaneti” gibi bir şeydi.

Yazar bu arada ilk “golü“ attı. “Çok kesin, artık benim lügatımda mücadele kelimesi yok” dedi. Şaşırdım. Be kadın nereden başlayayım? Tüm yaşam “mücadele” değil mi? Sabahtan akşama kadar ufacık şeylerle mücadele ediyorsun da, politik mücadeleyi mi dışlıyorsun? İkinci gol geldi. Ben ezelden beri Enternasyonalistim dedi. Oooo, başladılar üstü kapalı, büyük laflar etmeye, “dünya değişti, Türkiye değişmeye çalışıyor ama bırakmıyorlar.”

Burada bir duralım. Bu aydınlara bir genç (15-20 yaşları arasında), “dünya nasıl değişti? Böyle üstü kapalı konuşmak yerine biraz açsanız hocam”, dese ne anlatacaklar acaba? Gençler de sormuyor, ne söylense kabul ediyorlar galiba. Genç aklından şöyle geçirse: dünyanın birçok yerinde savaş, iç savaş, ekonomik krizler, sosyal patlamalar, halkların yoksulluğu.. Bunlar mı değişim? Teşekkür almayayım, der mi yoksa… Ya ülkemizdeki olumlu değişimlerin neler olduğunu sorsa neleri sayarlar? Ama öyle bir dil konuşuyorlar ki anlayan ileri gelsin. Üstü kapalı ama demokrasi kelimesinin sık sık vurgulandığı laf kalabalığı..

Şu evrenselliği de bir anlatsan, müptelası olmuşsun. Yeniyor mu içiliyor mu?

Zar zor “vize” alabilirsen Avrupa’da turistik gezi mi yapıyorsun? Müzeleri, sergileri, konserleri mi izliyorsun? Almanya’nın Türk gettolarına, Fransa’nın Arap banliyölerine, Belçika’daki Kürt mahallelerine bir göz atıyor musun? Ya Afrika? “Vah vah zavallı “Zenciler” hâlâ kurtulamadılar” diye hayıflanıyor musun? Hâlâ onlara Zenci diyen enternasyonalistlere şaşırıyorum.

Bu kelime (Neger) onları aşağılamak için söylenmişti bir zamanlar. Neredeyse dünyanın hiçbir yerinde bu kelime kullanılmaz.

Bir cümlecik daha.. Bireylerin birbirini kıyasıya ezdiği ve bundan kadın cinsinin feci şekilde nasibini aldığı bir ortamda dünyanın değiştiği, evrensellik gibi uzak yıldızlar kimin umurunda! AB’ye girmek istiyorsun önce kendi “çöplüğünü” temizle gel diyorlar. Hiç üstlerine almıyorlar.. (Bir cümlecik dedim dört satırcık oldu)

Sizlerin lafazanlıklarınıza İNANMIYORUM!

Bir hoşgörü söylemi almış gidiyor. Hoşgörülü olmanın ilk maddesi düşünmektir bence. Bir hareketi yapmadan, bir sözü söylemeden önce düşünmeli… İşte örnekler: Arabasına biniyor, gaza basmadan önce besmele çekiyor, ama düşünmüyor. Kadına el kaldırmadan önce bir düşünse.. Satırı eline alıyor düşüyor boğanın peşine. Onun düşüncesi parçalamak. Yanınızdan geçerken öyle bir omuz atıyor ki gözleriniz yerinden fırlıyor. Dönüp “ pardooon” demiyor mu?

Diogenes yolda yürürken adamın biri taşıdığı kütükle ona çarpıyor “dikkat değmesin,” diyor arkadan. Diogones hiddetle dönüyor: “Ne o bir daha mı çarpacaksın”, diyor.

Azınlıklara karşı hoşgörülü olacaksın diyorlar. Zorla olunmuyor ki.. Her iki taraftan da bekleniyor bu. Örneğin Kürt kardeşlerimiz hoşgörü beklerken kendileri kızlarına, kız kardeşlerine, çocuklarına nasıl da acımasızca davranıyorlar.. Onları hoşgörüden mi perişan ediyorlar yoksa?? 17 cm. için sokakları savaş alanına çevireceklerine sağlık, eğitim v.s hizmetleri almak, daha iyi konutlarda oturmak kısacası kendi yaşam koşullarını yükseltmek için seslerini çıkartsalar ya..

Hoşgörü masallarına İNANMIYORUM!

Terör dedim de aklıma Foça’daki Motosiklet “terörü” geldi. Nedir biz yayaların çektiği bunlardan! Bir denetleyen yok mu? Birkaç yıl önce yakınlarda bir beldeyi geziyorduk. Motosikletlerden geçilmiyordu. Çok şükür Foça’da yok demiştik. Bugün daha kötüsünü yaşıyoruz. Kaldırımlar, hatta meydan park yeri oldu. Onların egzoz ve gürültüsünden bir bardak çay içemiyoruz. Bir de küçük arabalar türedi. Meydanda gürültüyle dönüp duruyorlar. Kiralayan dükkan sahibi meydanı kendi arazisi mi sanıyor? Denetleyen, “durun bu kadar da olmaz” diyen yok mu Foça’da?

Benim Belediye yetkililerine, meclis üyelerine, trafik polislerine, zabıta ve diğer sorumlulara naçizane bir önerim olacak. Lütfen bir hafta arabalarınızdan inin ve yayan dolaşın Foça’da.. Yalnız, yürürken etrafa dikkatlice bakın. Marketlerin, lokantaların kaldırımları tamamen kapladıklarını yayaların özgürlüklerini nasıl kısıtladıklarını göreceksiniz. Belki o zaman kimsenin başkalarının hakkını kısıtlamaya cesaret etmemesi gerektiğini anlarsınız.

Seçimlerden önce verilen sözlere, atılan nutuklara, yapılan halk etkinliklerine İNANMIYORUM!

Bu kadar karamsarlıktan sonra iyi haberler de geliyor. İşte, Seferihisar’ın salyangozuna kavuşması gibi. Foça neden olmasın? (Geçenlerde bir sitede, Foça’da kurulmuş 16 dernek, kuruluş saydım.) Sizler ne yapıyorsunuz Allah aşkına? Bir duysak bir görsek…

Küçük ama değerli bir haber de Aliağa’dan geldi. 5 Aralık kadınlara seçme seçilme hakkının verildiği günü kutlamışlar. Foça’da yapıldı da duymadık mı yoksa? (Görüyorsunuz hâlâ ümidimi kesmedim).

Başta söylemiştim, yapıcı eleştiri birlikte yaşamanın en birincil olgusudur bence. Karamsarlığa rağmen “güzel günler görmek için birlikte” diyerek kapatayım.

Hoşça kalın…


Zuhal ÖZÜGÜL



1609











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)