ISSN 1308-8483
FOÇA İSTANBUL’DA OLABİLİR Mİ? / Prof.Dr.Serkan ODAMAN
  Yayın Tarihi: 14.12.2009    


FOÇA İSTANBUL’DA OLABİLİR Mİ?

Yer İstanbul, Bostancı’da sahil yolundayım, ilginçtir ki trafik fazla yoğun değil, halbuki Cuma akşamı. Tam da yağmur kendisini göstermeye başlamışken Maltepe’ye doğru ilerliyorum. Hava soğuk mu soğuk, kış iyice bastırmış İstanbul’a. Niyetimiz yoğun ve yorgun bir günün sonrasında birkaç lokma bir şeyler atıştırıp uyumak. Hatta bir ara bir çorba içip otelde sızmayı bile düşünüyorum ama ah şu gırtlak zevki, hangi coğrafyada olursa olsun, insanın peşini bırakmıyor. Sağ tarafta deniz sol tarafta sırayla dizilmiş mekanlar. İşte o anda ne olduysa oldu. Aman Tanrım, “Foça” yazıyor işte. Birkaç saniye içinde bu mekanı gazete yazısında okuduğumu hatırlıyorum. Geleneksel düşüncem kendini gösteriyor: “Demek orası burasıymış”. Şeytan diyor gir içeri ve yaşa bu zamanı. Ama duruyorum bir anda, hayal kırıklığına uğramaktan korkuyorum, Foça öylesine etkileyici, öylesine büyüleyici ki ruhumda, bu sihrin zarar görmesinden, zedelenmesinden çekiniyorum. Girmiyorum içeriye. Kimbilir belki de neler kaçırıyorum.

Oldum olası bir yerin isminin başka bir coğrafyada kullanılmasına karşıyımdır. Köln’deki “Pamukkale” ya da “Kuşadası” adını taşıyan lokantalar ya da işi daha da beter hale getirip Paris’teki kebapçıya doğrudan “Elazığ” adının koyulması. Üstelik içeride domuz etinden çakma İskender ve Adana-Urfa benzerleri yapılırken. Elazığ’a da hakarettir bu bence. Bunun benzerlerini İzmir’de de görürüz. Saint Joseph yıllarımdaki ünlü mekan, Mahmut abinin “İstanbulburger”i gibi. Sevemedim gitti şu ismi, kendisine de söyledim kaç defa. En rahatsız olduğum konu ise kırk yıllık Amerikan hamburgerine “İstanbulburger” adını takması ve öyle pazarlamasını yapmasıydı. Ama Allah’ı var, her şeyi çok güzel yapıyordu. Ben ise hamburger ve türevlerine toptan karşı olduğumdan yine de Mahmut abiye gider ancak ya bizim köftemizden ya da ciğer, böbrek, yürek karışık yerdim ekmek arasında. İçeridekilerin tiksinen bakışları arasında sadece tuz atarak ve etin tadını bozmadan yuvarlardım yarım ekmeği.

Ama yine de deniz insanıyız biz. Balık severiz, hem de iyisini severiz. Deniz çipurası isteriz rahmetli Piriştina gibi. Kahkahalarla güleriz rakı masalarında ama adabını bilir, saygı duyarız masaya. Rakıya soğuk su katar, buzun rakıyı bozduğunu biliriz. Büyüklere saygı duyarız masada, biz varken onlara sakilik yaptırmayız. Küçüğümüzden de bunu bekleriz elbette. En çok da Foça’da severiz bu mereti. Ama Foça’nın ismine başka yerde dayanamayız, o nedenle de girmeyiz mekana. Peki ne yaparız? Biraz daha ilerler ve Maria’nın Bahçesine dalarız. İçerde Rumca şarkılar, saat 22.00 itibariyle sirtaki için kalkan misafirler, benzerini Cunda’da Bay Nihat’ta bulabileceğiniz mezeler ve işte teklif zamanı. Hangi balığı tercih ederiz? Çipura mı levrek mi? Hayır sevgili garson kardeşim, hayır, geç bunları anam babam, geç bunları, bilirim ben yiyeceğimi. O saydığın balıkların kralını yerim ben Foça’da. Anne sütünden kesildiğimizde bu balıklarla başladık biz yaşamaya. Sen kalkan getir ama biliyorum daha yeteri kadar yağlanmadı sizin balık. Izgara olmayacak, sen tava yap o zaman. Mekan da güzel, girdim lavaboya, sanki otel banyosu, o ne samimiyettir, o ne hoş bir havadır. “Hayatta ya tozu dumana katarsın, ya tozu dumanı yutarsın”. Güzel yazmışlar da mekana uymamış, zira mekanda hayat durmuş gibi, böyle iddialı olmaya ne lüzum var ki? Az sonra çıkacağız soğuğa ve ertesi sabah başlayacak yarış, o zaman hatırlarız belki bu satırları.

Feride Çiçekoğlu ne diyordu “Suyun Öte Yanında”? “……….. ve mutlak rakıdır buralarda”. İçimiz biraz buruk, memleketten ayrı olmanın verdiği keyifsizlikle kadehlerimizi kaldırıyoruz Foça’ya ve onu yaşayabilen geniş yürekli güzel insanlara…..


Prof.Dr.Serkan ODAMAN



1781











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)