ISSN 1308-8483
Foça Aşığı (!) / Zuhal ÖZÜGÜL
Zuhal ÖZÜGÜL    
  Yayın Tarihi: 20.9.2010    


Foça Aşığı (!)

Bazen duyarım. Kişiler kendilerini “ben Foça aşığıyım” diye tanıtırlar. Bu tanımlama bana yetersiz gelir. Çünkü aşk geçicidir. Benim tercihim “sevmektir” “Ben, Foça’yı seviyorum” demek daha güçlü bir söylem bence. Sevmek, çok derin bir duygudur. Korumaktır. Sevgili için her şeyi göze alabilmektir. Bir insanın bir şeyi sevebilmesi uzun sürer. Çocuğundan başka.

Ben de, Foça ile 15-20 yıldır bu süreci yaşıyorum. Onu, gördüğüm gibi, aşık filan da olmadım. Yavaş yavaş alıştık birbirimize. Ben bir kentliydim. Saksıdaki çiçeklerden, manavdaki sebzelerden başka bir şey bilmeyen. Eski yerleşikler, dağlardaki otları, pazardaki sebzeleri, bahçede büyüttükleri çiçekleri, ağaçları anlattıkça, belli etmez, ama şaşkın, biraz da sabırsız dinlerdim. Acaba, ben de bir gün?...

Sonra, Foça ile birbirimizi karşılıklı denemeye başladık. O bana yol gösterdi. “İngiliz burnuna gel orada bitkiler var, seveceksin” dedi. Her şeyi, saklamadan sundu. Sebzeleri, tarifini pazarcılara sormadan almaya başladım. Meyvelerden reçeller yaptım. Kendimce.

“Bak, yürüyüşlere çıktığında dümdüz karşıya bakma, denizimden gözünü hiç ayırma” dedi. Yaptım. Bu sayede, çevredeki olumsuzlukları görmeden geçtim. “Bir yerde oturduğun zaman arkanı, o canım denize dönme, üzülür” dedi.

İlk zamanlar, hep o beni yönlendirdi. Dar sokaklarını, taş evlerini gösterdi. “Sinirlendiğin, özlediğin, üzüldüğün, sevindiğin zaman Beşkapılar’a git, bir kafede güneş batımını izle. Bak ne oluyor gör.” Yine haklı, binlerce kez haklı. O ne güneş batımı, o ne renkler. Herkes aynı duyguyu yaşıyor olmalı. Önümüzdeki masada oturan, yabancı çift bize dönüp şerefe diyor. Biz yanıtsız bırakır mıyız? Skol diyoruz. Tam isabet. İsveçliler.

Ben artık kendimi, tamamen ona bırakmıştım. Ancak, onun göstermediklerini de görmeye başladım bir süre sonra. Kendini koruyamamasına kızıyordum. Yürüyüşlerimde (İngiliz Burnu’nda özelikle) bağıra çağıra azarladım onu. Sessizce dinledi. Başka bir gün, sanki beni daha çok kızdırmak için, yanmış bir yeri, daha önce var olan ağaçların yerinde olmadığını, çöp yığınlarını gözüme soktu. Tepem atmış aşağıya inerken, birden en sevdiğim -iki kıyının ortasındaki yolda- bulurum kendimi. Deniz, bir yanda dümdüz, bir yanda hafif dalgalı. Her şeyi unutur, bir sağa bir sola yürür, elimi denize daldırırım. Onu azarladığım için pişman olur, sakince anlatmaya çalışırım.

“Bak, ben kaç yaşıma geldim. Artık göçmen olmak istemiyorum. Burada kalacağım. Başka gidecek yerim yok. Sana yapılanları gördükçe tepem atıyor. Ama, yine de hıncımı senden çıkarıyorum.” O da, “o zaman önlemini al, sesini çıkar, gözünü aç” der. Ter içinde olduğumu bilir, tatlı bir rüzgar gönderir. Ah, Foça ve arkadaşları. Nasıl da gönlümü alırsınız!

Onun, öğüdünü tutmak için, içimi döktüğüm bir yazı olan “Foça kazıları” kazı başkanının hışmına uğradı. Aşçı Fok’a “neden böyle yazıları basıyorsunuz” diye soruldu. Katıldığım bir kazı bilgilendirme toplantısında, herkesin içinde “o yazıyı siz mi yazdınız” diye (sanki kötü bir şey yazmışım gibi) soruldu bana. İnsan şaşırıyor birden. Ürktüm de biraz. Ya sabır dedikten sonra, damağımı üç kere kaldırdım. Geçti.

Böylece, Foça’yı korumaya başladığımı, sahiplendiğimi ve onun için fırça yemeyi bile göze aldığımı anladım. Bu da, ilişkimizin olgunlaştığını, dış çevrelerden baskı gelse de, artık bizi ayıramayacaklarını gösterdi. Bundan sonra “ben Foça’yı seviyorum” diye söze başlayabilirim göğsümü gere gere. Hatta “Zuhal Foça’yı seviyor” diye, duvarlara yazsalar bile umurumda değil.


Zuhal ÖZÜGÜL



1832











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)