ISSN 1308-8483
“Fayton”a “Payton” Diyenlerdenim…. / Gündüz Akagündüz
  Yayın Tarihi: 31.10.2008    


“Fayton”a “Payton” Diyenlerdenim….

“Gezgen” e sual olunmaz… Nereden esti de bu yaşam koşturmacası arasında dert edindim payton mu fayton mu?..

Epey zamandır kullanma kılavuzlarından başkaca okuduğum kitap da yok ki… Sabahattin Ali’nin Gramofon Avrat’ını da okumadım gerçi ama filmini izleyeli de çokça zaman oldu… Aysun-Ali Kocatepe’nin körfez vapurlarıyla dans ettirdiği Kordon boyu faytonları da dinlemedim ki, çağrışım yapsın “payton”lar…

-Biz faytona ne zaman bindik, en son ne zaman.

Şapkası sünnet gözleri cennet hocam o zaman.

Çoook zamanlar olmuş, paytona binmeyeli… Paytonlar daaa…. gözleri cennet hocamlardaaa….

*******************

Anneannemlerin bir paytoncusu vardı… Haftalık pazar alışverişini eve taşıyan… O zamanlar karpuz 20-30 tane alınır, yüklüğün bir köşesine dizilirdi… Her bir sebze-meyveden bu kadar çok alınınca ve paytoncu habire eve bir şeyler taşıyınca ailenin tanıdıklarından biri oluyordu herhalde ki, çıkınlarla hamama gitmeler de bu paytonla yapılırdı, uzaklardaki akraba ziyaretleri de… Anneannem çamurlukların arasındaki basamaktan paytona binerken körük sağa sola epeyce savrulurdu. O deri koltuğa tüm heybetiyle kurulduğunda körüğün sallanması durur ve sıra bize gelirdi… Paytoncu koltuk altlarımızdan bizi yakalayıp içeri savurunca ben tekrar iner o basamaktan çıkardım ve tabii ki anneanneme “bak şemsiye hiç sallanmadı ki” Biz çocukları paytoncunun sırtına ama anneannemlerin yüzüne dönük açılır-kapanır dar ve tahta bir oturağa oturturlardı… Paytoncu da bir körük sarsıntısı yaşatıp ön taraftaki yüksekçe yerine tırmanırdı… Dizginleri eline aldığı ve henüz deh demediği arada ben tabii ki paytoncu amcanın yanında oluverirdim.

*****************

Şefik Ustanın dedesi Ali 1928’lerde Akhisar’da at arabası yapanlardan. Şefik Ustanın babası İsmail’de bir ucundan bulaşmış o işlere. Şefik Usta ise Şaban Ustanın yanında öğrenmiş bu işleri… Başlığa, on tane parmak sıkılamayı, on parmağa beş tane espit (*) çakmayı öğrendiği ve ilk dükkanını açtığı zamanlar, benim ilk paytona binme zamanlarımdan bile öncesine denk geliyor.…

Şefik Ustadan çocukluğumda beni oturtamadıkları o dar oturağın adını 35 yıl sonra da olsa öğrendim. O oturağın adı “evet efendim“ imiş…. Bu nasıl bir oturak adıdır ki, 35-..?...135 belki 1350 yıldır başta eğitim olmak üzere yönetim sisteminin de tam bir tanımlayıcısı….

Şefik ustanın oğlu Bülent… O da baba mesleğine devam ediyor. Ama biraz farklı olarak.!..

1390’da Osmanlı yönetimine geçen, 1923’de Saruhan Sancağı’nın en önemli tarım alanlarına sahip kazası Akhisar, 1927‘de Manisa vilayetinin birinci Türkiye’nin sekizinci büyük ilçesi. Çiftçiliğin yaygın geçim biçimi olması, at arabacılığının gelişimini sağlamış ve ”Akhisar Yaylısı” belli bir üne kavuşmuş.

Akhisar’da en eski ve ünlü ustalardan Enver Kırkıkoğlu’ndan bu yana pek çok usta yetişmiş. Şimdilerdeyse yaşları 57-82 arası olan ustalar artık “Akhisar Yaylısı”nın bırakın talep edilmesini 1985’lerden bu yana traktörün yaygınlaşması ile, tamirat işlerinin bile giderek azalması üzerine Şefik Usta, Faik Usta, Mehmet Usta, Hüseyin Usta gibi halen mesleklerini sürdüren ustalar dekoratif amaçlı minyatür at arabası imalatına başlamışlar. Turistik otel ve tesislere, evlerin şark köşelerine, parklara hatta benzin istasyonlarının girişlerine koymak için satın alınan minyatür at arabalarının imalatı bugünlerde gittikçe azalmış. Faik Usta “Ne zaman ki asfalt çıktı, o zaman bitti bizim meslek.” diyor. Mehmet Usta ise fiyatların değişkenliğinden yakınıyor. Şefik Usta kalitenin düşmesinden, artık arabalarda kolay işlenir ve ucuz çınar ağacının kullanılmasından dertli. Eskişehir’de, Balıkesir’de, Bursa’da, Isparta’da da imal edilen minyatür at arabasına talebin azalması ile yeni arayışlara girmiş “Akhisar Yaylısı” ustaları.. Bir “mecmua”da iki yanı tekerlekli bank görmüşler, banklar yapmışlar bahçeli restoranlara… Sonra tekerlekten sehpalar yapmışlar ahşap dekorasyon mağazalarına… Tekerlek avizeler de eklenmiş ürün kataloğuna.

Şefik Ustanın oğlu Bülent ilkokul mezunu. Babasının yanında başlamış mesleğe. 37 yaşında. Minyatür at arabalarının pazar payının giderek azalması üzerine “fayton” imalatına yönelmiş. Dediğine göre Türkiye’nin ilk ve tek fayton fabrikasını kurmuşlar üç ortak. Sayacısı, tekerlekçisi, döşemecisi, boyacısı, demircisi ile aynı çatı altında çeşitli modellerde fayton imalatı yapıyor.

*********************

1979 yılında askeri öğrenci olarak okuldan arkadaşlarla İstanbul Büyükada’ya gezmeye gittik. İstanbullu arkadaşlar adada araba olmadığını ya paytonla ya da eşekle adayı tam olarak gezebileceğimizi anlatıyorlardı. Paytona ilk kez sekiz yaşlarında bindiğimi anlatmıştım, harçlıklara kıyıp paytona binelim demiştim. 8 yaşında bile “evet efendim”e oturmayan ben, askeri üniformayla paytoncunun da yanında oturamayacağıma göre koltuk kapmalıyız dememiştim. İskelenin hemen karşısında paytonları görünce koltuk sevdası mıdır, “evet efendim”ci kalmamak için midir, koşturdum koltuk kapmaya. Daha uzun bir paytondu. Her iki tarafta da deri kaplı koltuklar vardı. Koltukların arkasında da körükler. Karaçam ormanları arasında, ahşap konakların rengarenk çiçekli bahçeleri önde, fonda deniz manzarası payton sefasının tadına varıyorsunuz adada. Harçlıklarına kıyamadıkları için eşekle tur yapan okuldan arkadaşlara rastladıkça sefanın şamatası da artıyor tabi. (Beş gün sonra okuldaki içtimada yapılan tebliği hatırlıyorum -resmi elbiseyle eşeğe binmek suçundan- bir hafta sonu izne çıkamamak ve 4 disiplin notu ceza)

***********************

Bir akademisyen ya da tarihçi değilim. Hele hele tarih yorumcusu hiç değilim. Daha da hele hele araştırmacı-yazar hiç değilim. Bir “gezgen” olarak çokça detaya girmeden aşağıda yazacağım bilgileri paylaşmak istiyorum.

M.Ö.IV yy. da Türklerin arabayı kullandıkları yazmaktadır tarih kitaplarında. Oğuz destanında ise kağnının icadından bahsedilir. Araba kelimesinin Türkçe’den diğer dillere geçmiş olduğu söylenir.(1) “At, bir çok kavmi sırtında taşır, ama Hun Kavmi at sırtında ikamet eder.” demiş batılı yazarlardan Sidonius.(2) Fayton ise M.Ö. 2800 yıllarında Mısır’da ortaya çıkmış. “Fayton” ve “Kupa” yapımı 1500’lerde İngiltere’de başlamış, 1600’lerde ise “Berline” denilen fayton modeli Fransa’da başlamış. Görülen o ki; kağnıyı dünyaya kültür mirası olarak ihraç etmişiz. Faytonu ithal etmişiz. Tarihsel tutarlılığımız olsa gerek ki 2008 yılında bile Türk Malı bir binek araba üretimimiz olmamasına karşın, tümüyle ithal birçok otomobilimiz var. Öldüklerinde atları ile gömülen, atın efendisi Türkkler olarak, ikiden fazla (HP) beygir gücü olan arabalara yetişememişiz.

Fayton ilk olarak İstanbul'a, Sultan Abdülmecit döneminde saray ve konak arabası olarak getirilmiş. Tanzimat döneminde Avrupa’dan gelen ve sadece hükümdarlar tarafından kullanılan faytonların, daha sonra devlet erkanının da kullanmasına izin verilmiş. Abdülaziz’den sonrasında fayton yaygın olarak kullanılmaya başlanılmış. Renkleri ve süslemeleri daha zengin olan “Katipodası” 18.yy. da Osmanlı devletinin fayton modeli olmuş. 19.yy. sonlarında Avrupa’dan ithal iki yanı açık, üstü arkadan körüklü iki kişilik “fayton”. Bu modelin dört kişilik, karşılıklı iki kanepeli ve ön ile arkadan iki körüklü, üstü kapanan modeli olan ”London”.
Her yanı ahşap yapım, kapalı, yan pencereleri camlı, kutu biçiminde dik, iki kişilik model olan “Kupa”. Paytonlardan önce kullanılan “koçu”dan daha kısa ve daha alçak, perdeli bir araba tipi “Talika”. Viyana’dan, Paris’ten ithal edilen parlak, metalik renkli, karoserli, tek at koşulu, yan yana iki kişinin bindiği “Kabriyole”

****************

Eski ustalardan iki tane kalmış İstanbul’da… Bir tanesi Mustafa Serin 74 yaşlarında… Baba mesleğini 57 yıldır sürdürüyormuş. Devam ediyor mudur mesleğe bilmiyorum. Büyükada’da sefa yaptığımız o çift taraflı koltuklu arkası körüklü faytonun modelini 23 yıl sonra öğreniyorum; İngiliz model “london”. Balıkesir öküz arabaları, Tokat kağnıları, Sivas at arabaları, Eskişehir Tatar arabaları, İstanbul çarklısı ünlenmiş bir zamanlar ve Akhisar yaylısı.. Akhisar’da demir işçiliğinin de arttığı bu dönemlerde sayacılık, zaten yaygın olan keçecilik ve araba boyama-süslemeciliği de zengin günlerini yaşıyor. Özellikle araba boyama-süslemeciliğinde at arabasının yan tahtalarına çiçek, bitki, kuş motifleri ile yapılan süslemeler ayrı bir görsel şölen.
Zamanla at arabasının gürgenden yapılan tekerleklerinin yerini otomobillerde kullanılan lastikler alınca arabanın kasası da şekil değiştirmiş ve yan tahtalar tümden kaldırılınca süslemecilik de yok olmaya başlamış. Öyle görülüyor ki yakın zaman sonrasında bu tür örnekleri sadece Bursa’daki Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi’nde göreceğiz.

*****************

Paytona en son Eski Foça’da bindim. Otomobil lastiklerinin üzerine at arabasından bozma, ahşabı az metali fazla koltuk ve pergüleli atlı bir araç. Hatta at bile payton atı değil de sütçü beygiri sanki. “Asfalt çıktı bizim işler bozuldu” bu demek sanırım. Parke taşlı yollarda nal sesleri, ahşap tekerlek gıcırtılarından yoksun bir paytonla yoksul bir sefa. Doğal sonuç olarak, çocukluğumdaki o paytoncu amca tiplemesinden de kırıntı yok.

Faytona “payton” diyenlerdenim ben. Geçmişe özlem değil benimki, nostalji özentiliği hiç değil. Yakın kültürümün hoş esintilerini anımsamak ve yaşaması çabalamamdır bu. “Araba”yı “Kağnı”yı dillere kazandıran uzak geçmiş kültürümün, Fransızların “Phaeton”una “fayton” yerine “payton” diyen yakın geçmiş kültürümün bir neslini tanıyanlardanım.


Dileğim o ki; paytonlar da , paytoncular da hoş esintilerini devam ettirirler. Büyükada’daki “london”lar gibi, Sultan Ahmet Meydanı’nda turistlere Ayasofya’yı ve Süleymaniye’yi gezdiren “fayton”lar gibi, gelin arabası olarak da kullanılacak “kupa”lar gibi paytonlar her daim var kalsınlar. Bit pazarında 70 yaşlarında tenekecilikle geçinen Mehmet amca paytonlara sarıdan (pirinç) yağ kandilli fener, avadanlık yapmaya devam etsin. Paytonların kampanası çalsın, tekerlek gıcırtılarını ve payton atlarının nal seslerini özledikçe duyabilelim.

Hoş kalın…

(Anlaşalım. Ola ki beraber bir payton gezisi yaparsak “evet efendim”e oturmam.)

(*)(Başlık at arabası tekerinin merkezindeki yuvarlak; parmak, dikey ağaçlar, espit parmakların ucuna çakılan eğimli ağaçlar)
(1)Azerbaycan-Sovyet Ansiklopedisi.1976:378
(2)Nemeth 1962:91





Gündüz Akagündüz

www.gunduzakagunduz.com


5489











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)