ISSN 1308-8483
BİR FİLM – “AZRAİLİ BEKLERKEN” <br>BİR KİTAP – “HER ŞEY BEYİNDE BAŞLAR” / Zuhal ÖZÜGÜL
Zuhal ÖZÜGÜL    
  Yayın Tarihi: 9.9.2012    


BİR FİLM – “AZRAİLİ BEKLERKEN”
BİR KİTAP – “HER ŞEY BEYİNDE BAŞLAR”



AZRAİLİ BEKLERKEN

Her zamanki gibi isim değiştirme ‘üstatları’ bu filme de dokunmuşlar. Bulunan isim konuya ne kadar uysa da asıl adı “ERİKLİ TAVUK”. Bu yemek İran’ın en sevilen yemeği. Kahramanımız Nassır Ali (Mathieu Amalric) de bu yemeği yediği zaman “zevkten dört köşe” oluyor.

Nassır Ali bir keman sanatçısı. Kemanı ile tek vücut olmuş. Karısı, kemanını bir tartışmada kırınca onun da kalbi kırılıyor. Karısına kızsak da hak vermeden olmayacak. Evi, barkı geçindirmeye çalışan, iki çocuğu yetiştirmeye uğraşan o. Günün tüm yükünü taşıyor. Kocasının bir sanatçı olduğunu unutarak ondan çok şey bekliyor. Biraz yardım, biraz ilgi, destek görmek tek isteği. Nassır Ali ise kemanı bir yana dünya bir yana yaşıyor. Kendine yeni bir keman almak için uzun yolculuktan eve döndüğünde, büyük bir hayal kırıklığına uğruyor. Ses, tını aynı değil. Yıkılıyor. Yaşamasının bir anlamı kalmadığı için ölümü tercih ediyor. İntihar çeşitlerini gözünün önüne getirdiğinde yapamayacağını anlıyor. Ölümü yatakta beklemeğe karar veriyor. Bu süreçte (sekiz gün) çocukluğunu, gençliğini hatırlıyor. İlk aşkı İrane (Golshifteh Farahani) ile evlenememesinin nedenini öğreniyoruz. Kızın babası “sanatçı aile geçindiremez, ona kız verilmez” diye reddediyor. Bundan sonra Nassır’ın yaşamının bir anlamı kalmıyor. Sevdiği bu kızı hiç unutamıyor. Öteki gün, keman hocasını ve onun kemanını hediye etmesini düşünüyor. Daha sonra ünlü bir virtüöz olarak tüm dünya ülkelerinde konserler veriyor. Ülkesine döndüğünde annesinin ısrarıyla Faranguisse (Maria de Medeiros) ile evleniyor. Mutsuz yaşamına iki çocuğu da katılıyor.

Hiç kimse, hatta ‘erikli tavuk’ bile onu ölüm kararından döndüremiyor.

Persepolis filmiyle ünlenen İranlı Marjana Satrapi’nin ülkesine adadığı ikinci filmi bu. Sanatçının ayrıcalığını ve ona duyarlı davranılması gerektiğini vurguluyor. Sanatçı sanatını yapamadığı için ölümü seçecek kadar da yüreklidir. Aşkın ve âşıkların arasına girilmeyeceğini anlatıyor. Filmin jeneriği yine animasyon; müzikleri de kulağa tanıdık geliyor.

Filmi izlerken sık sık aklıma Fazıl Say geliyor. Onun kendisini anlamayan insanların arasında yaşamaya çalıştığını onu mutsuz ettiklerini düşünüyorum. Bu arada “piyanist, besteci, dünya yurttaşı FAZIL SAY” isimli Jürgen Otten’in hazırladığı “kırmızı yayınlarından” çıkan kitabı öneriyorum. Okuduktan sonra, yalnız onu değil tüm sanatçıları anlayabileceğimizi ve onlara hak ettikleri değeri vereceğimizi düşünüyorum. İyi seyirler.


HER ŞEY BEYİNDE BAŞLAR

Önce, hayal kırıklığına uğrasak da, bir yanlışı düzeltelim. Aşk kalpte değil beyinde başlıyor. Beyin kimyasallar salgıladığında bunlar, kalbin etrafında toplanınca biz de sevdiğimizi kalbimizde hissediyormuşuz. İşte bu kadar basit.

Mümin Sekman’ın hazırladığı bu kitap 14 konu başlığından oluşuyor. Bilimsel olduğu halde akademik değil. ‘Normal’ bir vatandaşın anlayabileceği şekilde yazılmış.

Başta, beynimize yapmadıklarımızı anlatmış. Beynimize değer vermiyoruz. Önemsemiyoruz. Onun için beyni geliştiremiyoruz. Onun ne kadar güçlü olduğunu “ıskalıyoruz” ve yararını göremiyoruz. Bize yararı mı var? Hem de nasıl. Duygular, öğrenme, kararlar beynimizde oluşuyor. İnsan 100 milyardan fazla Nöronla doğuyor. Birbirlerine ağlarla bağlı olan Nöronlar duygu ve düşüncelerimizi oluşturuyor. BİR İNSAN NE KADAR ÇOK YENİ ŞEY ÖĞRENİR VE DÜŞÜNÜRSE bağlantılar artıyor. Bu bağlantıların işe yararlılığı da önemli. Örnek, izlediğiniz dizinin işe (beyne) yarayan olanını seçiniz. ( Bu şans var mı?)
Nöronlar yenilik düşkünüdür. Gözü farklı ve yeni olandadır. Mevlana’nın “dün dünle beraber gitti cancağızım, şimdi yeni şeyler öğrenmek lazım” felsefesiyle yaşar. Yeni şeyler düşünürken, yeni fikirler öğrenirken, yeni bir aşk yaşarken, yeni yerler gezerken nöronlarımız çok canlıdır. Yenilik onları uyarır. BEYNİNİZ İÇİN SIK SIK YENİLİK YAPIN!

Beynin içini de incelersek üç katmandan oluştuğunu öğreniyoruz. Beni en çok sürüngen beyin ilgilendirdi. En yaşlı ve tehlikeli olanı. Hayatta kal ve üre/çoğal içgüdüsü taşıyor. Yazara göre “bir toplum ne kadar az gelişmişse sürüngen beyinler o kadar etkin oluyor.” Şöyle bir düşünürsek ülkemizdeki cinayetler, yolsuzluklar, kültürsüzlük, yobazlık ve bir sürü olumsuzlukların nedeni “sürüngen beyinlilerin” etkin olmasından. Yani “kitlesel bir akıl tutulması” (M.Horkheimer) yaşıyoruz. Sonumuz hayrola…

Aklımızı başımıza toplamamız için dünyada Mart ayının 3.cü haftası “Beyin Haftası” olarak kabul edilmiş. M.Sekman ve arkadaşları da Türkiye’de bu haftanın önemsenmesine, yayılmasına uğraşıyorlar.

P.Neruda da işin ‘vehametini’ anlamış ve “otuzunda ölüp altmışında gömülenleri” şöyle anlatmış:

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler.
Vicdanlarında hoşgörüyü barındırmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini bile değiştirmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler,
Heyecandan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki parıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler

Aşkta ve işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.


Siz de kendinizi böyle görüyorsanız HEMEN “HER ŞEY BEYİNDE BAŞLAR”ı okumaya ve değişmeye başlayın. (P.Neruda’nın reçetesi uygulanabilir.)

Yazar: MÜMİN SEKMAN/ ALFA YAYINLARI

İyi okumalar.


Zuhal ÖZÜGÜL



2460











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)