KÜÇÜK AYŞE
Bütün güzel günlerin aydınlık olsun BEBEK.
Bugün yine sana bir anımı anlatacağım. Anlatacağım ama, sen beni iyi tanımadığın için önce biraz kendimden anlatmalıyım sana.
Ben dünyaya özel biri olarak geldiğimi düşünüyorum. Benim gibi bir çok insan var biliyorum. Bizleri saymaya kalksan çok etmeyiz. Bunun da bilincindeyim.
Parada, malda gözüm yok bebek. Geçimimizi sağlayacak kadar para yetiyor bize. Çok para kazanmak için de inanılmaz çaba sarfettiğim gerçek. Özellikle eğitim ve sağlık sorunları olanlara elimden geldiğince koşuyorum. Doktorlar yönünden çok şanslıyım. Deden de benim gibi yardımlaşmayı çok seven biri. Beraberliğimizdeki tek ortak nokta diyebilirim. ( Müzik zevkimiz, tuttuğumuz takım, hoşlandığımız oyunlar filmler, dini inancımızdaki farklılıklar, siyasi görüşümüz, spor, bunları daha uzatabilirim hep ayrı teldeniz anlayacağın.)
Bazı zamanlar yardımlarına koştuğumuz insanlar yüzünden bütçemiz sarsılsa da, bir şekilde o yardımı sürdürebilmenin yollarını açmayı biliyoruz bebeğim. Bu bize huzur veriyor.
Bu yardımların en güzel yanı ne biliyor musun canım? Üniversiteyi bitirip de yanımıza gelen gençlerimizin gözlerindeki parıltının bize gurur olarak geri gelmesi. Bu içimizin rahatlığı dünyalar değerinde. Ne para, ne de mülk! Başka birşey bu.
Tüm bunlar için uğraş verirken elbette tenkitlere uğruyoruz. Yok efendim " neden camii yaptırmıyoruz, neden bu parayı yalnızca din yolunda harcamıyoruz?" Tamam kardeşim! Camii de yaptırdık. Kuran kursuna yolladığım annen ve teyzen az daha tacize uğruyordu. Bu benim inancımı ne arttırdı ne de azalttı. Oysa eğitime ve sağlığa harcadıklarım benim bilim adına, insana yatırım adına bende huzur yarattı. Benim aradığım bu. Gençlerimizin okuması! Onların yükselmesi demek, ülkemizdeki özellikle kız çocuklarımızın geleceğine katkıda bulunmak, onları olmaları gerektiği yere taşımak.
Ben bir veya beş yapabilirim. Diğerleri de bir o kadar yaparsa neler olmaz ki bu güzel vatanda?
Yardım ettiğim gençleri yakından izlemeye çalışırım.
Bunların hiç birini aslında ben yapmıyorum. Ben seçilmiş bir aracıyım yalnızca.
Neyse bebeğiğm, gelelim asıl konumuza.
Orta Anadolu'da bir üniversiteye, öğrenciler için yatılı bir yurt binaları yapıyorduk.
Buradaki amacımız; çevre illerden, ilçelerden gelen öğrencilere barınacakları bir yer sağlamak, ana-babaların gözlerinin arkada kalmasını önlemek, o kasabadaki ufak çapta ticareti canlandırmak, kasaba erkeğini kahvehane köşelerinden kurtarmak, bütün bunlara paralel olarak da önleyebildiğimiz kadar göçü önleyebilmekti.
Büyük bir hızla yurt binalarını bitirdik. Açılış için üniversite bize davetiye yolladı. Deden de " Fahri Doktora" dedikleri özel bir görevle ödüllendirilecekti. Deden,ben, kız kardeşim ve eşi,büyük görümcem ve bir kaç arkadaşımız bu temiz şehrimizin şirin kasabasına gittik.
Sağolsunlar bizi büyük bir coşkuyla karşıladılar. Ben bu törenlerden oldukça sıkılırım bebeğim. Bu işlerin gizliliğinden yanayım. Ben yine çok sıkıldım. Görümcemle beraber oradan uzaklaşıp inşaatın bekçi kulübesine girdik. Kulübenin inşaatı daha bitmediğinden üzeri naylon bir malzemeyle örtülüydü. Hava güneşli olmasına karşın, buz gibi soğuktu. Kapıda birkaç çocuk oynuyordu.
Hepsi ayrı güzellikteki bu çocukların üstü,başı yırtıktı ve pislik içindeydi. Hele dört yaşlarındaki erkek çocuğunun ne ayağında ayakkabı, ne de pantolonu ve donu vardı. Cinsiyetini belli eden minicik organı soğuktan morarmıştı. Kapıyı tıklatarak içeri girdik.Ağır bir et kokusu yayılmıştı odaya. Tek odalı bu evde çok güler yüzlü, güzeller güzeli bir Anadolu kadını utangaç bir halde bizi selamladı. Duvardan duvara bir salıncak kuruluydu. İçinde beş veya altı aylık olduğunu sandığım apalak, güleç bir bebek vardı. Erkek bebekmiş. Evin hanımıyla anlaşamadık. Bir tek kelime Türkçe bilmiyordu. Altı çocuktan yalnızca ikinci kız çocukları Medine konuşabiliyordu Türkçe'yi, bir de babaları Abdülkadir.
Çocukların en büyüğü Ayşe dokuz yaşında, enküçükleri ise salıncakta yatan apalak bebek Recep. Bize kendi " has çaylarından" yani,kaçak çay ikram ettiler. Abdülkadir Mardin'deki terör olaylarından kaçmış. Çocuklarının geleceği ve güvenliği açısından bu kasabaya sığınmış. Büyük kız Ayşe okula gidemiyordu. Okula almıyorlardı. Çünkü iki sene önce kızmık geçirmiş, arkasından kırk gün sonra da menenjit olmuştu. İki ağır ateşli hastalık sonrası kızın kulaklarında ağır bir sekel kalmıştı.
Baba kızını şehrin en iyi doktorlarına götürmüştü ama çözümün hep İstanbulda olacağını söylemiş büyük doktorlar. Diğer çocuklardan ikisi okula başlamışlardı ve Küçük Ayşe boynu bükük onların okula gidişini izliyordu.
devamı......
|