Pİ’nin YAŞAMI
Bu filmi izlemenizi hararetle öneriyorum.
Aslında bir filmi “illa görün” diye sıkboğaz etmem kimseyi. Bir filmi beğendiysem cümlelerimden havalarda uçtuğum anlaşılır. Ama, bu film için aklıma gelen tüm önerileri yapıyorum. Yakanıza yapışıp sarsıyorum. “Bak yemin verdim” git gör, valla çok beğeneceksin filan gibi ısrarcı oluyorum. Belki yaka silkip gidersiniz.
Haydi, bir ayırım yapayım. Kimler yüzde yüz görmeli diyeyim.
Başlıyoruz:
Hayattan ümidini kesmiş olanlar. Kendini yalnızlığa mahkûm edenler. “Cesaretim yok” “Artık kuvvetim kalmadı” diye mızmızlananlar “Arkadaşsız da olur” diye düşünenler. En sevdiklerine “seni seviyorum” demeyi çok görenler. “Denize bir torba atsam ne olur” diyen geri zekâlılar. Küçücük, yavrucuk balıkları avlayıp satışa sunanlar ve onları kızartıp yiyen oburlar. Hayvanlara eziyet eden vicdansızlar. Bir kaplanı gözünde büyütüp “bundan adam olmaz(!)” diyenler. Korkup sinenler. Gökyüzüne uzun uzun bakmayanlar. Çocukken babasının nasihatlerini dinlemeyenler (çoğumuz) Tehlike karşısında pes edip kendini bırakanlar. Güzellikleri göremediğini fark etmeyenler. Ağaç kesenler. “Off çok canım sıkılıyor” diye hayıflananlar. Beş duyusunu yitirenler. Duygularını törpüleyenler. Ve ve ve “BANA NE” diyenler.
İsmi Pi olan 17 yaşındaki genç, bir sandalda Richard Parker isimli kaplanla 227 gün okyanusta cebelleşirken işte bu soruların yanıtını da gösteriyor bize. Bir gemi kazası sonunda anne, baba, ağabeyini ve tüm hayvanlarını da kaybediyor. (Gemide hayvanların ne aradığını yazmayacağım) Poseidon’un en kızgın günlerinde bile onunla başa çıkarak zorlu bir macera yaşıyor.
Kızlara yaptıkları işkenceler, Ganj’da yıkanma ayini ve birçok garip inanç ve geleneklerinden, Hintlilere biraz mesafeliyimdir. Yönetmen Ang Lee sanki bunu biliyormuş gibi hiç oralarda dolaşmadı. Hiç beklemediğimiz bir anda kendimizi görsel güzelliklerin içinde bulduk. Pi’nin başına gelene üzülmeye zaman kalmadı.
Sanki baştan beri her şeyin iyi olacağını anlamıştık. Pi başaracak gibiydi. 17 yaşındaki bir çocuk bu güveni bize nasıl veriyordu? Deniz, gökyüzü, balıklar, yıldızlar ve kaplan Mister Richard Parker onun cesaretine, yardımseverliğine, yaşama isteğine, saygı gösterdiler. Korudular onu. O yaşarsa bir hikâyenin doğacağını biliyorlardı. Önce, 2001 yılında, Yann Martel tarafından bir roman yazıldı. Yönetmen Ang Lee renklerin, görselliğin doruğa çıktığı bir film yaptı. Sonuna kadar güzelliklerden, renklerden ve ışıltılardan nefesimiz kesilerek izledik.
Bu doğada yaşadığım için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm.
Doğa ne kadar adaletli. Doğa ne kadar sevecen. Doğa ne kadar koruyucu.
İşte bu yüzden yakanıza yapışıyorum. Filme gidin, izleyin, üzülün, sevinin, cesaretlenin de her türlü Doğa katliamına karşı çıkalım.
Dünyanın canına kıyanlara da Pi’nin 227 gününü yaşamalarını, asla kurtulmamalarını reva gördüm. Onları, deniz tanrılarının tanrısı Poseidon’a havale ediyorum. Üç dişli yabası ile denizleri allak bullak etsin, karaları sarssın, depremler yollasın inşallah.
Not: Filmde, canlı, yaşam dolu denizi izlerken, termik santralin Aliağa’ya yapılıyor olması tüylerimi diken diken yaptı. Bu kötü insanları, bir adayı sarmış yemyeşil et oburu ağaçlara (filmden) atmak geliyor içimden.
Ah bir elime geçseler!!!
|