ISSN 1308-8483
Bayramın Koçu Var Danası Var,<br>Ama Kavurmanın Tadı Yok! / Nilgün ÖZARAR
Nilgün ÖZARAR    
  Yayın Tarihi: 9.12.2008    


Bayramın Koçu Var Danası Var,
Ama Kavurmanın Tadı Yok!


Bundan önceki bayramda da buna benzer bir başlık atmıştım,
Bayramının adı var, şekerin tadı yok demiştim. Zira bayram arifesi seyrek bıyıklı asabi hükümet adamı canımızı sıkmış, bayramın adıyla kafamızı karıştırmış, kiminle nasıl bayramlaşacağımızı şaşırıp kalmıştık.

Bu bayrama çok şükür bir ad kargaşası yaşamadan girdik. Olası bir kargaşa yaşansaydı acaba neler olabilirdi diye aklımdan geçirdim.
“Koç bayramı”, “Dana Bayramı”, “Deve Bayramı” gibi olasılıklar karşısında afallamış durumdayım. Düşünsenize, bu bayramın adı ne? Kurban meee.. herkes kestiğine göre adlandırsa acaba nasıl olurdu!

__Efendim dana bayramınız mübarek olsun,
__Nice deve bayramlarına,
__Koç gibi maşallah bu bayram.

Neyse bu kadar zırvalık yeter, ben şimdi sizleri çocukluğumun ve benim jenerasyonumun bayramlarına götürmek istiyorum.

Komşulukların, dostlukların en sıcak yaşandığı “komşuda pişer, bize de düşer” lafının dile pelesenk değil, gerçek olduğu zamanlardı.
Bayram gelişinin bir heyecanı, bir sıcaklığı vardı. Son hafta her evin camından balkonundan sallanan halılar müjdesini verirdi bayramın yaklaştığını, evler de bayram temizliği yapılırdı. O haftaki pazar yeri başka türlü kurulurdu, renkli kağıtlara sarılmış bayram şekerleri gök kuşağının tüm renklerini insanların üstüne sererdi. Mahalleye getirilen koçların kınaları yakılır, çoluk çocuk elimize bir tutam ot alıp yanına koşardık.

Bayram yeni elbise ayakkabı demekti bizim için, kapı kapı dolaşıp mendil içinde lokum harçlık toplamak demekti. Anamızın babamızın aklının ucundan geçmezdi “bu bayram nereye kaçsak” fikri.

Biz mi büyüdük? Bayramların tadı mı kaçtı?

Yaşadığım yerin semt pazarındaydım bu hafta;

İnsanların yüzlerine baktım, acı ve çaresizlik içinde ellerindeki pula dönmüş paralarla neyi neye denkleştireceklerine bakıyorlardı, anasının eteğini çekiştiren çocuk tezgahta gördüğü eteklik için dil döküyordu.

Kadın çaresiz, babanın yüzü kasılmış. Tezgahtarlar bağırıyorlardı.

“Gel gel bayrama gel, şekere gel”

Şimdi her şey çok farklılaştı, ekmek kavgasında insanlar sevinçlerini yaşayamaz hale geldiler, istedikleri her şey kursaklarında kalıyor. Bayramda bir komşudan gelebilecek bir lokma etin hayal edildiği bir düzende bayram mı kalırmış!

Bayramın ilk günü sabah erken kalkılırdı, geceden baş ucumuza koyduğumuz ayakkabının kösele kokan rahiyasıyla uyanırdık.

Karşımızda duran sandalyenin üstündeki giysiye gülümseyerek bakar, sıcak yatağımızda kedi gibi gerinerek fırlardık.

Kurbanlıklar biz kalktığımızda çoktan kesilmiş, ortalıktan kaldırılmış olur, biz sadece mutfaktan odalara yayılan kavurmanın kokusunu duyardık. Üstümüzde yeni esvaplarımız (giysi), yüzümüzde tebessüm, el öpmeye başlar, topladığımız bayram harçlıklarımızı, bayram yerinde kurulan salıncaklardaki çingenelere kaptırırdık.

Bayram yerleri yok artık, nereye gidiyor çocuklar?

Kapımızı çalan yok artık, nereye gidiyor kurbanlıklar?

Bugün bayram ne kapımızı çalan bir çocuk var, ne de bayram ziyaretimize gelenler, keşke büyümeseydik, keşke çocuk kalabilseydik, keşke zaman o zaman dursaydı.

Televizyonda bilmiş bir ses tonuyla anons yapılıyor, ekranda bir dana resmi “ Alo danam kaçtı hattını arayın 444…….”


Nilgün ÖZARAR

nilgun.ozarar@gmail.com


1577










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)