ISSN 1308-8483
UZAKLARDAN FOÇA’YA UZ-ANMAK / Seyfi GÜL
Seyfi GÜL    
  Yayın Tarihi: 11.12.2008    


UZAKLARDAN FOÇA’YA UZ-ANMAK

Bir sabah uyanıp baktım ki başka bir diyardayım. Doğru; dün gece yollardaydım. Varılacak yere sağ salim varmışım.Yorgunluktan bayılırcasına uykuya dalmışım. Sabah gözümü açtığımda gün doğumunu göreceğim diye Bağarası taraflarına baktığımı sanmışım. Heyhat; güneş bir başka yerlerin üzerinden doğmakta. Rüzgarsız, fırtınasız, kuytu bir yerlerde sabah olmakta. “Sabah oldu, at’ı alan Üsküdar’ı geçti”nin Üsküdar’ına yakın bir yerlerdeyim. Gerçi bir nefeslik yol var daha otobüsle ya ...

Simit alayım diye çıkıyorum Dörtler Ekmek Fırını yönüne. Adı değişik, yeri eve uzak fırının, kendi soğuk, tadı başka bir tad, sabah simidinin. Bir koşu dönüyorum eve, beni bekleyenler var. Düz ayak eve girişler gözümün önünde, apar topar atıyorum kendimi asansöre. Kat kat çıkışlar, kapıyı çalışlar, “nerde kaldın”lı açışlar.

Varla yok arasındaki güneşi gözlüyorum. Belki mevsim gereği, buralarda pek yüzünü göstermiyor. Gösterse de gülmüyor, güneş gülmüyor, hüzün akıyor ışıklarından. Hep ağlamaklı bir hava, kasvetli, her an kararmaya ya da ıslatmaya hazır. Kara kara bulutlar buranın yerlisi gibi. Gözüm uzaklarda yine; kış güneşi de olsa bulutların arasından gülerek doğsa, gün boyu yayını çizerek Fener adasına doğru gelse, sonra aheste aheste selam verircesine, poz verircesine, otur kardeşim seyret bu güzelliği, fotoğrafını çek, adım adım inişini çek, denize süzülüşünü çek, denize gömülüşünü çek dercesine inse, sevgili yarine, denizine kavuşsa. Sabaha kadar bizi rahatsız etmeyin çapkın gülümsemesiyle ortalığı kızıla boyayarak sevdiğine ulaşsa…

Balık tutmaya çıkmış ahali. Bayanlar, erkekler, çocuklar, orta yaşlılar, gençler, her zaman genç kalanlar hep beraber sahildeler. Pek çoğu ellerinde kepçeler; hemen sahilde birikmiş yeşilliklere daldırıp, küme küme yosun çıkarıyorlar. Sonra o yosunlar arasından oltaya takacakları yemi, “teke”leri ayıklıyorlar. Sülünez, boru kurdu, midye, madya, ahtapot kolları, kalamar kolları bulunmuyor buralarda. Galiba bizim mamun’a da kaçamarmara diyorlar. Arkadaşım, getirdiğim kalamar’ı “bu çok güzel Karagöz yemi olur, buradaki yemleri çeke çeke dağıtıyor, bunu dağıtamaz” deyince; içimden “nimeti ziyan edeceksin arkadaşım, o Karagöz’ün değil senin ağzına layık” diye geçirdiysem de tercih onun. Balığın bol olduğu mevsim. Her oltada iri iri ve bazen ikişer balık var. Balık = Mırmır. Ara sıra istavrit, isparoz, tek tük de kefal. Sohbet ediyoruz da “Pek makbul balık değil Mırmır, lezzeti tadı yok, diğer balıkları da denizin kirliliğinden şüphemiz yüzünden gönül rahatlığıyla yiyemiyoruz” diyorlar. Tutsa da konu komşuya dağıtıp yemeyenleri var. “Bizimki dudak tiryakiliği gibi bir şey. Balığı tutmayı seviyoruz. Burada olta sallamayı, rast gelirse yarenlerle muhabbeti”. “Sen gel” diyorum “Foça’da çipura’yı, levrek’i, lüfer’i, karagöz’ü, sargoz’u, ispari’yi, isparoz’u, mercanı, tekiri, granyozu, tavuk balığını, kalamarı, hatta kefal’i ve hatta sarpa’yı tutta yeme. Hatta sabah erken tekneyi kollayıp da aldığın sardalya’nın köftesini yapıp götürme. İmanıma mübarek ağlar, ah eder ardından. İlenir ağız tadın olmasın bir daha diye. Aman ha”…

Vakit akşam olmuş, çay içmenin zamanı. Şöyle Neco’daki gibi tahta bir masaya kurulmak, denize yüzünü vererek, neredeyse ayağını sokarak demi ayarında, tadı damağında bir çay içmek geçiyor içimden. Kafe’ler pek çok. Nedense hepsinin de yüzü değil, sırtı denize dönük. Her biri çay içmekten ziyade maç seyretmek için dizayn edilmiş. Tabii maç girişleri parayla. Maç varsa “Ben çay içmeye geldim” deme hakkın yok. Hala ısrarcıysan bir kilo çay fiyatına bir bardak çay senin. Memlekette özgürlük var, paran da varsa sorun yok. Tezahüratlar arasında denize sırtını verip çayını afiyetle içebilirsin.


Herkesler yürüyorlar. Sabah erken saatlerde, akşam saatlerinde. Kimi alışkın belli. Kimi ise doktor tavsiyesiyle, zorunluluklardan. Nefes alıp veriyor, veriyor da hangi havayı alıp veriyor ona dikkat eden pek yok gibi. Karşıda, Foça ile İncir adası arası kadar bir mesafede petrol rafinerisinin bacaları fosur fosur tütüyor. Yanıyor gece gündüz, metan gazı alev alev. Filtreler çalışıyormuş, sorun yokmuş, hava kirlenmezmiş hikayeleri dillerde. Karayolu, demiryolu, denizyolu, havayolu hepsi buralardan geçip gitmekte. Reel sektör, finans sektörü işi para olan her sektör burada. İthalat, ihracat buralarda dönmekte. Her türlü sanayi ve her çeşit kirlilik yaşam mahalleriyle neredeyse iç içe. Birtakım zorunluluklardan dolayı buralara dönüş yapmış dostlardan biri “Bir süredir adı konulmamış hastalıklar türedi sanki” diyor. “hemen her gün, daha genç yaşta aramızdan göçenler, göçmeyip hasta sürünenler takip edilemeyecek çoklukta”. Termik santral kurulmasın diye eylem yollarına çıkan Foça, Yenifoça, Gencelli, Çakmaklı, Bağarası, Gerenköy, Helvacı, Menemen, Aliağa, Seyrek insanını, “gavur İzmir”! insanının elele verişini anımsıyorum, ne kadar haklı olduklarıyla birlikte.

Bende yürüyorum aynı kirli havayı soluyarak, kulaklarımda müzikçalardan gelen sevdiğim şarkılar. Şarkılar, Mersinaki tarafından olanca hızıyla esen rüzgarla karışık. Aklım gibi.

Pencerenin perdesini havalandıran Rüzgar
Denizleri köpük köpük dalgalandıran Rüzgar
Gir içeri usul usul
Beni bu dertten kurtar

Karataş’ın etkileri mi, başka bir şey mi aklımı karıştıran. Foça’dan uzakta olmakla mı izah edilir gördüklerimi karıştırmak, karşılaştırmak. Foça’mı ayrı bir yer yaşamak için, diğer yerler mi ayrı kılıyorlar kendilerini Foça’dan yaşanmazlıklarıyla.

Foça’ya dönmeden bitmiyor bu karmaşa.


Seyfi GÜL



2546










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)