Seyfi GÜL
UZAKLARDAN FOÇA’YA UZ-ANMAK
Bir sabah uyanıp baktım ki baÅŸka bir diyardayım. DoÄŸru; dün gece yollardaydım. Varılacak yere saÄŸ salim varmışım.Yorgunluktan bayılırcasına uykuya dalmışım. Sabah gözümü açtığımda gün doÄŸumunu göreceÄŸim diye BaÄŸarası taraflarına baktığımı sanmışım. Heyhat; güneÅŸ bir baÅŸka yerlerin üzerinden doÄŸmakta. Rüzgarsız, fırtınasız, kuytu bir yerlerde sabah olmakta. “Sabah oldu, at’ı alan Üsküdar’ı geçti”nin Üsküdar’ına yakın bir yerlerdeyim. Gerçi bir nefeslik yol var daha otobüsle ya ...
Simit alayım diye çıkıyorum Dörtler Ekmek Fırını yönüne. Adı deÄŸiÅŸik, yeri eve uzak fırının, kendi soÄŸuk, tadı baÅŸka bir tad, sabah simidinin. Bir koÅŸu dönüyorum eve, beni bekleyenler var. Düz ayak eve giriÅŸler gözümün önünde, apar topar atıyorum kendimi asansöre. Kat kat çıkışlar, kapıyı çalışlar, “nerde kaldın”lı açışlar.
Varla yok arasındaki güneÅŸi gözlüyorum. Belki mevsim gereÄŸi, buralarda pek yüzünü göstermiyor. Gösterse de gülmüyor, güneÅŸ gülmüyor, hüzün akıyor ışıklarından. Hep aÄŸlamaklı bir hava, kasvetli, her an kararmaya ya da ıslatmaya hazır. Kara kara bulutlar buranın yerlisi gibi. Gözüm uzaklarda yine; kış güneÅŸi de olsa bulutların arasından gülerek doÄŸsa, gün boyu yayını çizerek Fener adasına doÄŸru gelse, sonra aheste aheste selam verircesine, poz verircesine, otur kardeÅŸim seyret bu güzelliÄŸi, fotoÄŸrafını çek, adım adım iniÅŸini çek, denize süzülüşünü çek, denize gömülüşünü çek dercesine inse, sevgili yarine, denizine kavuÅŸsa. Sabaha kadar bizi rahatsız etmeyin çapkın gülümsemesiyle ortalığı kızıla boyayarak sevdiÄŸine ulaÅŸsa…
Balık tutmaya çıkmış ahali. Bayanlar, erkekler, çocuklar, orta yaÅŸlılar, gençler, her zaman genç kalanlar hep beraber sahildeler. Pek çoÄŸu ellerinde kepçeler; hemen sahilde birikmiÅŸ yeÅŸilliklere daldırıp, küme küme yosun çıkarıyorlar. Sonra o yosunlar arasından oltaya takacakları yemi, “teke”leri ayıklıyorlar. Sülünez, boru kurdu, midye, madya, ahtapot kolları, kalamar kolları bulunmuyor buralarda. Galiba bizim mamun’a da kaçamarmara diyorlar. Arkadaşım, getirdiÄŸim kalamar’ı “bu çok güzel Karagöz yemi olur, buradaki yemleri çeke çeke dağıtıyor, bunu dağıtamaz” deyince; içimden “nimeti ziyan edeceksin arkadaşım, o Karagöz’ün deÄŸil senin aÄŸzına layık” diye geçirdiysem de tercih onun. Balığın bol olduÄŸu mevsim. Her oltada iri iri ve bazen ikiÅŸer balık var. Balık = Mırmır. Ara sıra istavrit, isparoz, tek tük de kefal. Sohbet ediyoruz da “Pek makbul balık deÄŸil Mırmır, lezzeti tadı yok, diÄŸer balıkları da denizin kirliliÄŸinden şüphemiz yüzünden gönül rahatlığıyla yiyemiyoruz” diyorlar. Tutsa da konu komÅŸuya dağıtıp yemeyenleri var. “Bizimki dudak tiryakiliÄŸi gibi bir ÅŸey. Balığı tutmayı seviyoruz. Burada olta sallamayı, rast gelirse yarenlerle muhabbeti”. “Sen gel” diyorum “Foça’da çipura’yı, levrek’i, lüfer’i, karagöz’ü, sargoz’u, ispari’yi, isparoz’u, mercanı, tekiri, granyozu, tavuk balığını, kalamarı, hatta kefal’i ve hatta sarpa’yı tutta yeme. Hatta sabah erken tekneyi kollayıp da aldığın sardalya’nın köftesini yapıp götürme. İmanıma mübarek aÄŸlar, ah eder ardından. İlenir ağız tadın olmasın bir daha diye. Aman ha”…
Vakit akÅŸam olmuÅŸ, çay içmenin zamanı. Şöyle Neco’daki gibi tahta bir masaya kurulmak, denize yüzünü vererek, neredeyse ayağını sokarak demi ayarında, tadı damağında bir çay içmek geçiyor içimden. Kafe’ler pek çok. Nedense hepsinin de yüzü deÄŸil, sırtı denize dönük. Her biri çay içmekten ziyade maç seyretmek için dizayn edilmiÅŸ. Tabii maç giriÅŸleri parayla. Maç varsa “Ben çay içmeye geldim” deme hakkın yok. Hala ısrarcıysan bir kilo çay fiyatına bir bardak çay senin. Memlekette özgürlük var, paran da varsa sorun yok. Tezahüratlar arasında denize sırtını verip çayını afiyetle içebilirsin.
Herkesler yürüyorlar. Sabah erken saatlerde, akÅŸam saatlerinde. Kimi alışkın belli. Kimi ise doktor tavsiyesiyle, zorunluluklardan. Nefes alıp veriyor, veriyor da hangi havayı alıp veriyor ona dikkat eden pek yok gibi. Karşıda, Foça ile İncir adası arası kadar bir mesafede petrol rafinerisinin bacaları fosur fosur tütüyor. Yanıyor gece gündüz, metan gazı alev alev. Filtreler çalışıyormuÅŸ, sorun yokmuÅŸ, hava kirlenmezmiÅŸ hikayeleri dillerde. Karayolu, demiryolu, denizyolu, havayolu hepsi buralardan geçip gitmekte. Reel sektör, finans sektörü iÅŸi para olan her sektör burada. İthalat, ihracat buralarda dönmekte. Her türlü sanayi ve her çeÅŸit kirlilik yaÅŸam mahalleriyle neredeyse iç içe. Birtakım zorunluluklardan dolayı buralara dönüş yapmış dostlardan biri “Bir süredir adı konulmamış hastalıklar türedi sanki” diyor. “hemen her gün, daha genç yaÅŸta aramızdan göçenler, göçmeyip hasta sürünenler takip edilemeyecek çoklukta”. Termik santral kurulmasın diye eylem yollarına çıkan Foça, Yenifoça, Gencelli, Çakmaklı, BaÄŸarası, Gerenköy, Helvacı, Menemen, AliaÄŸa, Seyrek insanını, “gavur İzmir”! insanının elele veriÅŸini anımsıyorum, ne kadar haklı olduklarıyla birlikte.
Bende yürüyorum aynı kirli havayı soluyarak, kulaklarımda müzikçalardan gelen sevdiğim şarkılar. Şarkılar, Mersinaki tarafından olanca hızıyla esen rüzgarla karışık. Aklım gibi.
Pencerenin perdesini havalandıran Rüzgar
Denizleri köpük köpük dalgalandıran Rüzgar
Gir içeri usul usul
Beni bu dertten kurtar
KarataÅŸ’ın etkileri mi, baÅŸka bir ÅŸey mi aklımı karıştıran. Foça’dan uzakta olmakla mı izah edilir gördüklerimi karıştırmak, karşılaÅŸtırmak. Foça’mı ayrı bir yer yaÅŸamak için, diÄŸer yerler mi ayrı kılıyorlar kendilerini Foça’dan yaÅŸanmazlıklarıyla.
Foça’ya dönmeden bitmiyor bu karmaÅŸa.
Seyfi GÜL
"Seyfi GÜL" bütün yazıları için tıklayın...
Bir sabah uyanıp baktım ki baÅŸka bir diyardayım. DoÄŸru; dün gece yollardaydım. Varılacak yere saÄŸ salim varmışım.Yorgunluktan bayılırcasına uykuya dalmışım. Sabah gözümü açtığımda gün doÄŸumunu göreceÄŸim diye BaÄŸarası taraflarına baktığımı sanmışım. Heyhat; güneÅŸ bir baÅŸka yerlerin üzerinden doÄŸmakta. Rüzgarsız, fırtınasız, kuytu bir yerlerde sabah olmakta. “Sabah oldu, at’ı alan Üsküdar’ı geçti”nin Üsküdar’ına yakın bir yerlerdeyim. Gerçi bir nefeslik yol var daha otobüsle ya ...
Simit alayım diye çıkıyorum Dörtler Ekmek Fırını yönüne. Adı deÄŸiÅŸik, yeri eve uzak fırının, kendi soÄŸuk, tadı baÅŸka bir tad, sabah simidinin. Bir koÅŸu dönüyorum eve, beni bekleyenler var. Düz ayak eve giriÅŸler gözümün önünde, apar topar atıyorum kendimi asansöre. Kat kat çıkışlar, kapıyı çalışlar, “nerde kaldın”lı açışlar.
Varla yok arasındaki güneÅŸi gözlüyorum. Belki mevsim gereÄŸi, buralarda pek yüzünü göstermiyor. Gösterse de gülmüyor, güneÅŸ gülmüyor, hüzün akıyor ışıklarından. Hep aÄŸlamaklı bir hava, kasvetli, her an kararmaya ya da ıslatmaya hazır. Kara kara bulutlar buranın yerlisi gibi. Gözüm uzaklarda yine; kış güneÅŸi de olsa bulutların arasından gülerek doÄŸsa, gün boyu yayını çizerek Fener adasına doÄŸru gelse, sonra aheste aheste selam verircesine, poz verircesine, otur kardeÅŸim seyret bu güzelliÄŸi, fotoÄŸrafını çek, adım adım iniÅŸini çek, denize süzülüşünü çek, denize gömülüşünü çek dercesine inse, sevgili yarine, denizine kavuÅŸsa. Sabaha kadar bizi rahatsız etmeyin çapkın gülümsemesiyle ortalığı kızıla boyayarak sevdiÄŸine ulaÅŸsa…
Balık tutmaya çıkmış ahali. Bayanlar, erkekler, çocuklar, orta yaÅŸlılar, gençler, her zaman genç kalanlar hep beraber sahildeler. Pek çoÄŸu ellerinde kepçeler; hemen sahilde birikmiÅŸ yeÅŸilliklere daldırıp, küme küme yosun çıkarıyorlar. Sonra o yosunlar arasından oltaya takacakları yemi, “teke”leri ayıklıyorlar. Sülünez, boru kurdu, midye, madya, ahtapot kolları, kalamar kolları bulunmuyor buralarda. Galiba bizim mamun’a da kaçamarmara diyorlar. Arkadaşım, getirdiÄŸim kalamar’ı “bu çok güzel Karagöz yemi olur, buradaki yemleri çeke çeke dağıtıyor, bunu dağıtamaz” deyince; içimden “nimeti ziyan edeceksin arkadaşım, o Karagöz’ün deÄŸil senin aÄŸzına layık” diye geçirdiysem de tercih onun. Balığın bol olduÄŸu mevsim. Her oltada iri iri ve bazen ikiÅŸer balık var. Balık = Mırmır. Ara sıra istavrit, isparoz, tek tük de kefal. Sohbet ediyoruz da “Pek makbul balık deÄŸil Mırmır, lezzeti tadı yok, diÄŸer balıkları da denizin kirliliÄŸinden şüphemiz yüzünden gönül rahatlığıyla yiyemiyoruz” diyorlar. Tutsa da konu komÅŸuya dağıtıp yemeyenleri var. “Bizimki dudak tiryakiliÄŸi gibi bir ÅŸey. Balığı tutmayı seviyoruz. Burada olta sallamayı, rast gelirse yarenlerle muhabbeti”. “Sen gel” diyorum “Foça’da çipura’yı, levrek’i, lüfer’i, karagöz’ü, sargoz’u, ispari’yi, isparoz’u, mercanı, tekiri, granyozu, tavuk balığını, kalamarı, hatta kefal’i ve hatta sarpa’yı tutta yeme. Hatta sabah erken tekneyi kollayıp da aldığın sardalya’nın köftesini yapıp götürme. İmanıma mübarek aÄŸlar, ah eder ardından. İlenir ağız tadın olmasın bir daha diye. Aman ha”…
Vakit akÅŸam olmuÅŸ, çay içmenin zamanı. Şöyle Neco’daki gibi tahta bir masaya kurulmak, denize yüzünü vererek, neredeyse ayağını sokarak demi ayarında, tadı damağında bir çay içmek geçiyor içimden. Kafe’ler pek çok. Nedense hepsinin de yüzü deÄŸil, sırtı denize dönük. Her biri çay içmekten ziyade maç seyretmek için dizayn edilmiÅŸ. Tabii maç giriÅŸleri parayla. Maç varsa “Ben çay içmeye geldim” deme hakkın yok. Hala ısrarcıysan bir kilo çay fiyatına bir bardak çay senin. Memlekette özgürlük var, paran da varsa sorun yok. Tezahüratlar arasında denize sırtını verip çayını afiyetle içebilirsin.
Herkesler yürüyorlar. Sabah erken saatlerde, akÅŸam saatlerinde. Kimi alışkın belli. Kimi ise doktor tavsiyesiyle, zorunluluklardan. Nefes alıp veriyor, veriyor da hangi havayı alıp veriyor ona dikkat eden pek yok gibi. Karşıda, Foça ile İncir adası arası kadar bir mesafede petrol rafinerisinin bacaları fosur fosur tütüyor. Yanıyor gece gündüz, metan gazı alev alev. Filtreler çalışıyormuÅŸ, sorun yokmuÅŸ, hava kirlenmezmiÅŸ hikayeleri dillerde. Karayolu, demiryolu, denizyolu, havayolu hepsi buralardan geçip gitmekte. Reel sektör, finans sektörü iÅŸi para olan her sektör burada. İthalat, ihracat buralarda dönmekte. Her türlü sanayi ve her çeÅŸit kirlilik yaÅŸam mahalleriyle neredeyse iç içe. Birtakım zorunluluklardan dolayı buralara dönüş yapmış dostlardan biri “Bir süredir adı konulmamış hastalıklar türedi sanki” diyor. “hemen her gün, daha genç yaÅŸta aramızdan göçenler, göçmeyip hasta sürünenler takip edilemeyecek çoklukta”. Termik santral kurulmasın diye eylem yollarına çıkan Foça, Yenifoça, Gencelli, Çakmaklı, BaÄŸarası, Gerenköy, Helvacı, Menemen, AliaÄŸa, Seyrek insanını, “gavur İzmir”! insanının elele veriÅŸini anımsıyorum, ne kadar haklı olduklarıyla birlikte.
Bende yürüyorum aynı kirli havayı soluyarak, kulaklarımda müzikçalardan gelen sevdiğim şarkılar. Şarkılar, Mersinaki tarafından olanca hızıyla esen rüzgarla karışık. Aklım gibi.
Pencerenin perdesini havalandıran Rüzgar
Denizleri köpük köpük dalgalandıran Rüzgar
Gir içeri usul usul
Beni bu dertten kurtar
KarataÅŸ’ın etkileri mi, baÅŸka bir ÅŸey mi aklımı karıştıran. Foça’dan uzakta olmakla mı izah edilir gördüklerimi karıştırmak, karşılaÅŸtırmak. Foça’mı ayrı bir yer yaÅŸamak için, diÄŸer yerler mi ayrı kılıyorlar kendilerini Foça’dan yaÅŸanmazlıklarıyla.
Foça’ya dönmeden bitmiyor bu karmaÅŸa.
Seyfi GÜL
"Seyfi GÜL" bütün yazıları için tıklayın...
