İki Kelime, Bir Kelime
Bizim eve bir ekinoks ritüeli lazımdı.
İlk bahar ekinoksu hem baharı hem yazı müjdeler ve asıl önemlisi günlerin uzamaya yüz döndüğünü fısıldar, kuzey yarıküredeki canlılara. Bu haliyle elbet, güz ekinoksundan daha kıymetli benim için. Her ne kadar Ekim’i sevsem de, kışı sevmiyorum; ne edeyim?!
Ne diyordum? Ritüel… Evi şenelten, aileyi süsleyen şeyler ritüeller... Geleneksel olanın ötesinde, o aileye mahsus ya da en azından benzer ailelerin paylaştığı hoşluklar olmalı… Eni konu, sosyolojik anlamda “cemaat ruhu” bu aradığım; ama elde değil… İnsan, yaşamında bu küçük simgeleri arıyor, ister istemez.
Baharın gelişiyle yeşeren toprak, evlerimize dolmak ister. Madem ki kutucuklar yaptık kendimize, girdik onların içine, hiç olmazsa toprak ananın bu arzusunu geri çevirmemek gerek, dedim. Çıkıp şöyle bir dolansam, belki yenilebilir otlar bulabilirdim sokakta. Keza kaldırım kenarları ballıbabalarla coşmuş halde, burada bile! Ama işimi sağlama alıp, yakınımızdaki dev markete gittim.
Yeşilliklerin olduğu reyon pek bir neşeli göründü gözüme. Kıvırcıklar, rokalar, reyhanlar, naneler. Birkaç demedi toparladım, koydum sepete. O an, birkaç gün önce aldığım menekşeme bir arkadaş edinmek fikri geldi aklıma. Dışarı çıkıp, saksılara göz attım.
“Vah gariplerim, iki gün önce hepiniz iyi kötü gülümsüyordunuz. Pek solmuşsunuz!” dedim. İçlerinden birini daha evlat edinip, hayata döndürmeyi düşündüm. Ancak henüz eldekine hakkıyla bakıp bakamayacağımı bilemediğimden, evde solduracağıma ecelleriyle gitmelerini daha uygun buldum.
O ara, bir dizi uzunca fide ilişti gözüme. “3 yaşında meyve fideleri” yazmışlar önlerine. Kimi kiraz, kimi nar, kimi limon… İçlerinde bir tanesi çiçeğe durmuş. Görür görmez tanıdım; şeftaliydi o. İlkin, Selçuk yolunda trenin penceresinden seyrettiğim, o sonsuz görünen şeftali bahçelerinin büyülü pembesiyle aşık olmuştum bu ağaca. Bahçeli bir evde yaşamayı hiç arzulamamıştım, o fideyi gördüğüm ana kadar. Garip…
Büktüm boynumu, döndüm marketin içine. Cazip başka ot var mı diye bakındım; bulamadım. Bu sefer, arka tarafa doğru ilerleyip, sevgili menekşeme toprak aldım. Menekşemi alırken niyetim buydu. Saksısını değişmeyi ekinoksa bırakacaktım. Bahar ekinoksuna… Nevruza…
Nevruz dediğimiz, Farsçada kök salmış iki kelimenin birlikteliği… “Yeni” ve “gün/gün ışığı”… Yenigün… Yenigün ışığı… Hem ışık, hem yeni… Bir garip umut işte, bu korktuğumuz kelime…
Hıdrellez kadını ben, bu sene ümidimi bahar ekinoksuna, nevruza bağladım. Eve geldim. Yeşilliklerimi bir tas suya koydum. Menekşemi, Menemen’den gelen seramik çanağa yerleştirdim. Usul usul döktüm yeni toprağını. Ve kulak dolgunluğu ile can suyunu verdim. Bu nevruzda evimi şenelten küçük mor menekşem, parlak günlerin, temiz bir geleceğin öncüsü olasın.
Söz, seneye 21 Mart’ta yanına bir arkadaş getireceğim. Gitme, olur mu?
bal@karafakiden.com
www.karafakiden.com
|