Çünkü onun adı Karşıyaka’dır
Karşıyaka, körfeze bakan karşı yakadır. Kentin çalışan nüfusunun büyük bir kesimi bu yakadan kalkar ve (yol boyu simit-gevrek, kumru, boğaca, boyoz, kaynamış yumurta, kol böreği, kimi kez de sıcak ve taze dökülmüş lokma) kokularının karma şölenleri arasında çeşitli araçlarla kentin karşı yakasına geçer. O nedenle İzmir'in (ve dolayısıyla da Karşıyaka'nın) dileğiniz herhangi bir saat, bir kenara çekilip seyreyleyin) şaşırtıcı bir canlılığa sahip olduğuna tanık olursunuz.
Kentler, kendileriyle ne zaman tanışırsanız, güzelliklerini ve içtenliklerini o zamandan başlayarak sergileyip size verirler. Kimi kentler de vardır, içlerine kapanıktır ve yerli olmayana "güre" gözüyle bakarlar ve onları sürekli dışlarlar, kentin varoşlarına sürerler, geldikleri yerden beraberinde getirdikleri yeni kültürü de yok sayarlar.
Karşıyaka uzun süreler bu çeşitten bir değişime, yanı sıra farklı bir kent anlayışının egemenliğine karşı direnmiş, fakat zamana yenilmekten yakasını kurtaramamıştır. Tarihe bakın, hak verirsiniz; yerleşik düzene geçtiğimizden bugüne dek insanlar değil, hep kentler yenilgiye uğraşmışlardır ve buna en elle tutulur gerçek olarak Truva'nın yedi katlı kent örneğini gösterebilirsiniz.
Karşıyaka değişiyor. Ben seviniyorum; gelin görün ki, atlı tramvaylar artık yokmuş, olmasın. Tomaza'nın adı iki kez değiştirilerek (önce Tomaza, sonra Hacıhüseyinler, sonra da) Şemikler yapılmış da olsa, kargılıklar ve bataklıklar yüksek apartmanlarla dolsa da, denizi denizlikten çıkarılarak metrelerce ötelere sürülse de, bostanlar, narenciye bahçeleri ve gözleri bağlı yaşlı atların sabırla döndürdükleri bostan kuyuları bugün artık namevcut okunsa da...
Siz, bir Karşıyakalı olarak yine de bir Karşıyakalı olma keyfini size duyuran bir "şey"le karşılaşırsınız. Karşıyaka bunu size yapar. Bir demet yaseminle, iki üç nergisle, yeni açmış hanımelleriyle, pencere gülü nazlılığında saksıdaki sardunyalar ile, gökyüzüne yapıştırıverdiği bir parçacık mavi bulutla, sevimsizliği sevimliliğe dönüştürmüş bir körfez vapuruyla, işlemeyen banliyö trenleriyle, usta işi pişirilmiş bol baharatlı kokoreçiyle, hintelmalarıyla, papazerikleriyle, nasılsa gözden kaçıp kurtulmuş göstermelik sakız evleriyle....
Evet, bunu yapar, çünkü onun adı Karşıyaka'dır.
“Karşıyaka da İzmir'in Gülü”
Bu bir zamanlar çok tutunmuş alaturka bir şarkının giriş sözleridir. Annem şarkının ilk çıktığı (ve ortalığı yakıp kavurduğu) günlerde elinde ud, bir avuçluk bahçemizdeki çardağın altında oturarak acemi mızrap vuruşlarıyla şarkıyı geçmeye (çalmaya) çalışır, kısık, yorgun bir sesle de kendi kendine (bizzat) eşlik ederdi. “Karşıyaka da İzmir'in gülü..."
Ben hep onu söylerim; "bir zamanlar bir İzmir vardı, evet" Ama o İzmir şimdi yok, ayrıca o günlerden bugünlere (İnsanın ya da herhangi başka bir yaratıkla eşyanın) değişmeden olduğu gibi kalması doğaya aykırılık değil de nedir?
Eski güzelmiş. Olabilir, ama eskinin eskiden kalma güzelliği kadar (belki de ondan çok) beklediğimiz ya da umduğumuz güzellikler "yeni olanda da (o artık ne ise, onda da) yok mudur dersiniz?
İzmir genelde değişti, buna karşılık Karşıyaka, zorunlu ve kaçınılmaz da olsa, değişimi birdenbire kabullenmedi. İskele önünden başlayıp Mavi Şehir'e dek uzanan (eşi batı kentlerinde görülen) o ikili yol için az mı savaşım verilmiştir?
Denizi aşağılanıp sürgün edilerek doldurulan Kordon’dan geliş gidiş için yararlanılması noktasında az mı kızılca kıyamet koparılmıştır ve inanılmaz rakamlarda "milletin parası" sokağa atılmamış mıdır"
Bunlar hep olur, olmaz demiyorum. Nüfusunun büyük çoğunluğu; ağırlıklı olarak gençlerden oluşan toplumlarda her türlü yeniliğe doğru yönlenme ve ilerleme alttan gelen tutucu bir başka dalga ile engellenmeye çalışılır. Gençler ister, yaşlılar katıca davranarak bu yeniliğe karşı çıkarlar.
Ne var ki. dünya durmaz, dönmesini sürdürür ve yenilikler yenilikleri kovalar. Sizin onca toplum ve bireyleri içinde "yaya" durumuna düşmemeniz için (bir ülke ve bir ulus için en ürkütücü durumdur) zorunlu olan, teknolojik açıdan geri kalmamak ya da geri bırakılmamaktır. Bu yapılmadığı takdirde ise o ülkede öncelikle özgürlükler giderek "yaya" bıraktırılır ve ulus her türlü geriliğin tutsağı olur.
Unutmamak gerek; kentler de içinde yaşattığı toplumların doğasını dışa yansıtırlar. Kültür onun geneldeki yapısına ayna tutar.
|