YAPAY HAYATLAR / Sedat YALÇIN
Sedat YALÇIN

Sedat YALÇIN

YAPAY HAYATLAR



(M.Akif Ersoy’u bile kendinden utandıran...)

Tüm yaşantımız hep başka kişilere yönelik sanki. Kendimize başkalarının gözü ile bakıyoruz. Kişiliğimiz adeta başkalarının bakış açısı ile değerleniyor. Başkalarının gözündeki değerimiz her şeyden daha önemli. Başkalarının gözünde saygınlığımız önemlidir; ancak ondan daha önemli olan kendi kendimize olan saygımızdır. Kendimize olan saygımızı yitirdiğimiz zaman, işte o zaman, yıkılırız. Ne yazık ki başkalarının gözünde saygın olabilmek için kendimizden çoğu zaman vazgeçiyoruz. Sanki iki yaşantımız var. Gerçek ve yapay.

Çevremizdekilere, hatta ailemizdekilere dahi, yapay yaÅŸantı ÅŸeklimizle görünmeye çalışıyoruz. Tamamen yansız olarak bakalım bir an yaptıklarımıza, söylediklerimize. Adeta çift kiÅŸilik taşıyoruz. Çevremizdekilerin gözünde deÄŸerli olabilmek adına kendi deÄŸerlerimizden, inandıklarımızdan ne kadar kolay vazgeçebiliyoruz. Toplum içerisinde yaşıyoruz. Gayet tabii ki herkesle iliÅŸki içerisinde bulunacağız. İliÅŸkilerimizde kendi gerçek kiÅŸiliÄŸimizle, yapmacıksız, sahte davranışlar ve sözler olmadan, sadece kendi gerçek halimizle neden görünmüyoruz çevremize. BaÅŸkalarının gözündeki deÄŸerimiz adeta bizim varlık nedenimiz. BaÅŸkaları tarafından takdir edilmek tabii ki güzel bir ÅŸey. Bu takdirin yapay kiÅŸiliÄŸimize yapılması bize ne kazandırır. Herkesi kandırabiliriz ama kendi kendimizi asla kandıramayız. İçimizde bir yerlerde bir boÅŸluk, hiçlik duygusu, bir gerilim, hep bir huzursuzluk yatar durur. Gerçek anlamda hayattan tat almayız. Belki de mutsuzluÄŸumuzun, stres içindeki yaÅŸantımızın kaynağı bu. Hep diken üzerindeyiz. Çünkü yapay olan tüm yaÅŸantımız çok dikkatli olmamızı gerektirir. En ufak bir dikkatsizlik gerçek kimliÄŸimizin açığa çıkmasına neden olur. Asırlar öncesinden Mevlana da bu hususa gönderme yapmıyor mu; ”Ya olduÄŸun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyerekten.

Mehmet Akif de bir şiirinde aynı konuyu işlemiyor mu?

Resmim İçin

Dış yüzüm öyle ağardıkça ağarmakta, fakat,
Sormayın iç yüzümün rengini: Yüzler karası!
Beni kendimden utandırdı, hakikat şimdi,
Bana hiç benzemeyen sûretimin manzarası!


Çevremizden hep ilgi görmek isteriz.İnsanın çevresindeki insanlardan ilgi görmesi gayet tabi ki hoş bir olgu. Aslında bu ilgi görmenin temelinde de yukarıda bahsettiğimiz yapay yaşantımızın olduğu yatar. Çevremizde ne kadar çok insan olursa, ne kadar çok aranırsak o kadar başarılıdır yapay yaşantımız. Çevremizdekilerin sayısı bizim değerimizin bir ölçütüdür. Bu sayı ne kadar çok ise yapay kişiliğimiz o kadar mutlu olur. Bunun için çok acımasızca davranışlar dahi sergileyebiliriz. Başkalarının ilgisini üzerinde toplamak için her şeyi yapmaya hazırdır.

Hastalık çevrenin ilgisini üzerinde toplamanın çok güzel bir yoludur. Gerek kendimizin gerekse ailemizin veya yakınlarımızın hastalığını çevremize duyurmak birinci görevimizdir. Amaç çevremizdekilerin bizi araması, bize ilgi göstermesini saÄŸlamaktır. Herkes hasta olabilir. Kendimizin veya ailemizin hastalığını çevreye duyurmanın ne gibi amacı olabilir. EÄŸer bizim hastalığımız sırasında gerek maddi gerekse manevi desteÄŸe ihtiyacımız varsa dostumuzu arayıp yardım talebinde bulunabiliriz. Bu dostumuz bize yardım edebilir. Yok eÄŸer edemezse o zaman baÅŸka bir dostumuzu arayıp durumu ona açabiliriz. Ama her ÅŸeyde olduÄŸu gibi burada da yapmacık, sahte davranış düşüncemiz devreye girer. Bize der ki; “sen niye arıyorsun bırak onlar arasın, onlar sana yardım teklif etsin”. Hastalığımızı herkese duyurmanın bir nedeni de bu yaklaşım tarzı olabilir. Bir diÄŸer nedeni ise; rahatsızlığımın benim bulunmadığım ortamlarda söz konusu edilerek adımın unutulmamasını saÄŸlamaya yöneliktir. Adet yerini bulsun diye arayarak ilgi göstermeleri bizi memnun eder, çünkü adımızın unutulmadığının bir göstergesidir. Bizi ne kadar çok kiÅŸi ararsa o kadar deÄŸerli olduÄŸumuzu düşünürüz. Beni kötü zamanımda arayan benim gerçek dostumdur deriz hep. Benim eÄŸer gerçek dostum varsa; ihtiyaç duyduÄŸum anda benim ilk aramam gereken kiÅŸi de odur. EÄŸer ben o kiÅŸiyi aramaktan çekiniyorsam, karşı taraftan talep bekliyorsam, o kiÅŸi benim gerçek dostum deÄŸildir. Bu nedenle çevreden laf olsun diye beni aramalarının bir anlamı yoktur. Hatta hastalık sırasında veya sonrasında beni arayıp geçmiÅŸ olsun demeyenlerin çetelesini tutarız. Bu bile olayı ne kadar trajikomik bir hale getirdiÄŸimizin göstergesi deÄŸil midir?

Aynı ÅŸekilde ilgi çekmenin diÄŸer acımasız bir yönü de ölüm gibi bir olayı dahi kullanmamızdır. Ölüm muhakkaktır ki acı verici bir olaydır. AteÅŸ düştüğü yeri yakar sözü son derece doÄŸrudur. Üzülmemek elde deÄŸildir. İnsanlar böyle zamanlarda çevrelerinde insan kalabalığı toplanmasını ister. Acı paylaşıldıkça azalır derler. Vah vahçıların fazlalığı acıyı azaltmaz. Tam tersi artırmaz mı? Çevremizde hep aÄŸlayan, sızlanan, insanların mevcudiyeti beni ÅŸahsen rahatsız eder. Eski dönemlerde cenazelerde aÄŸlayıcı, feryad edici, üstünü başını paralayarak ölüm evinde yasa iÅŸtirak eden para ile tutulmuÅŸ bu iÅŸi profesyonelce yapan gurupların olduÄŸu hepimizce malumdur. İster para ile tutulmuÅŸ olsun, ister etraftan, çevreden toplanmış kalabalık olsun acıyı azalttığını söylemek ne derece doÄŸrudur. Belki de eskiden para ile tutulan vah vahçıların yerini günümüzde “aman etraftan ne derler” diye gelmiÅŸ insan kalabalığı almış olmasın! Etrafta ne kadar fazla kalabalık toplayabilirsek bizim toplum içerisindeki deÄŸerimizin o kadar fazla olduÄŸunun bir göstergesi yanılgısına düşeriz. Bunu da her fırsatta “duyan geldi, duyan geldi iÄŸne atsan yere düşmezdi, o kadar kalabalıktı“ diyerek bir nevi övünme vesilesi yaparız. Bu gizli övünmeye de acının azaltılması olarak kulp takarız.

Bir yakınımızı (anne-baba-akraba..vs) başka bir kentte kaybedebiliriz. Biz bu kente gidip geldikten sonra bulunduğumuz yerde hemen yayına başlarız. İlk görevimiz yayın işidir. Sonra oturup başsağlığı mesajları bekleriz; telefonla veya ziyaretlerle. Bizi kimlerin arayıp aramadıklarını da bir güzel not ederiz. Amaç acının paylaşılması değil, çevrenin ilgisini üzerimizde toplayabilmektir.

Bu şekilde davranmak geleneklerimizdendir diyebiliriz. Tüm gelenekleri doğru olarak kabul etmek sanırım gerçekçi olamaz. İnsan fani bir varlıktır. Her canlı ölümü tadacaktır ayeti insanımızı pek ilgilendirmemekte/bağlamamaktadır. Çünkü gelenekler ve çevre daha önemlidir bizim için. Ölüm olayı tarafımızdan kolay kolay bitirilmez. Her fırsatta etraftan başsağlığı dilekleri almak isteriz. Bu süre ne kadar uzun olursa bizim için o kadar iyidir. Hala hatırlanıyoruzdur çünkü. Halbuki acının sürekli hatırlatılması değil midir başsağlığı dilemeleri. Hatta kimlerin başsağlığı dilemediklerinin çetelesi de aynı hastalıkta olduğu gibi tutulur. Sadece bu husus bile ölüm olayının nasıl tarafımızdan kullanıldığının bir göstergesi değil midir? Ateşin düştüğü yeri yaktığı vecizesi doğrultusunda kendi acımızı yaşamalıyız. Kendi acımıza zorla başkalarını ortak etmek ne derece doğrudur. Zorla kelimesini bilinçli olarak kullanıyorum. Gelenek, görenek, çevre baskısı adına ne derseniz deyin insanları içten duymadıkları acıyı, sanki hissedermiş, duyarmış gibi göstermelerini istemek bir nevi zorlamadır.

Şunu söyleyebiliriz. Ben üzülürken başkaları mutlu olmamalı. Onlar da içten üzülmese bile şeklen de olsa benim üzüntüme katılsın. Ben üzüntülü iken başkalarının mutlu, sevinçli olmasına dayanamam. Bu bir saygı belirtisi diyebilirsiniz. Aslında herkesin üzüntüsünün yüzeysel olduğunun bilincindeyizdir. Bizimle birlikte olduğu zaman süresince yapmacık bir mahsunlaşma ifadesi takınıldığını da biliyoruzdur. Yanımızdan ayrıldığı anda kişilerin zihninde en ufak bir üzüntü belirtisinin de kalmadığını aslında bilir iç dünyamız. Ama olsun zihnimiz bizi aldatmaya devam eder. Eğer bu tarz bir yaklaşım arzulanıyor ise ölüm ve hastalık olayını etrafa yaymak faydalıdır diyebiliriz.

Sonuç olarak iliÅŸkilerimizde yapmacık sahte parlak bir imaj bırakmak yerine daha sade ama içten, sadece kendimize ait olan, kabullenici, gösteriÅŸten uzak daha basit bir görünüm sergilesek daha huzurlu olamaz mıyız? M.Akif’i bile kendinden utandıran “Bana hiç benzemeyen suretimin manzarası” yerine içi dışı bir, Mevlana’nın deyiÅŸiyle “olduÄŸu gibi görünen” bir insan olmak daha anlamlı deÄŸil midir?

Belki çevremizde daha az insan bulunur. Çevremizde az ama gerçek dostlarımız olması bizi daha mutlu etmez mi? Ne dersiniz ?


Sedat YALÇIN

syalcin50@yahoo.com



6 Ocak 2009 Salı / 2050 okunma



"Sedat YALÇIN" bütün yazıları için tıklayın...