GÜZİN NEW YORK'TA
New York'ta gezdiğim gördüğüm yerlerle ilgili gözlemlerime devam ediyorum. New York'ta yaklaşık sekiz gün kaldım. Brooklyn Köprüsü New York'da ziyaret ettiğim ilk yer oldu. Bu köprü Manhattan adasını Brooklyn'e bağlıyor. Köprüden yürüyerek Manhattan'a geçtim. Elbette başım göğe ermedi, ama kenti karşıdan yok yok kenti değil Manhattan'ı karşıdan görme fırsatım oldu. Brooklyn köprüsünden değil de herhangi bir köprüden geçseydim farklı şeyler mi görecektim? Elbette hayır! Ama bu köprünün üzerinde bir yaya yolu oluşturulmuş. Gezmen ruhuyla ben de üzerime düşeni yaptım. İşte köprüden çektiğim birkaç fotoğraf..
Hemen köprü hakkında küçücük bir bilgi vereyim. Köprünün açılış günü 24 Mayıs 1883 New York şehrinde tatil ilan edilmiş; o gün yaklaşık yüzellibin yayanın köprüden geçerek suya 1 cent attığı söyleniyor. Gotik tarzda yapılmış bu köprü, 19. yüzyıl mühendisliğinin doruk noktası ve dünyanın 8. harikası olarak kabul görülmüş.
New York'ta yaşamın taştığı yerlerden biri Times Square... Eğlenceli ve tuhaf... Her milletten insan büyük çok büyük reklam panolarının arasında etrafa bakınarak, yemek yiyerek ya da fotoğraf çekerek kendine yer bulmaya çalışıyor. Aslında ben burayı meydan olarak düşünürdüm. Birkaç sokaktan oluşan bir yer... Hepimizin yakından bildiği renkli neon lambalı reklam panoları insanı yiyecekmiş gibi duruyor. Bu panolar görevlerini en iyi şekilde yaptıkları için sağlı sollu dizilmiş dükkanlar dolup dolup boşalıyor. Yaşasın kapitalizm! Kazan ve harca... İşte birkaç fotoğrafta buradan...
Times Square aynı zamanda tiyatroların da yer aldığı bölge... Çeşit çeşit müzikal... Seç beğen al...
En çok yapmak istediğim şeylerden biri fotoğrafta da görülen Gospel caz gezisi idi. Sadece Çarşamba ve Cumartesi günleri düzenleniyormuş. Ben bunu kaçırdım. İlgilenenlere duyurulur. Caz barlardan sonra burada yapılacak en güzel gezilerden biri. Elbette bu benim düşüncem...
Her zaman tren istasyonlarını çok sevmişimdir. Belki kavuşma ve ayrılma noktası olduğu için... Ama otobüs terminalleri ve havaalanları da öyle... Tren istasyonlarının benim için daha özel olmalarının nedeni belki eski olmaları... Görünenin ötesinde hikaye barındırmaları.. Ankara Garı ve Haydarpaşa İstasyonu da benim için özeldir. New York'un Grand Central İstasyonu da kalbimde yer edinenlerden.. Bu istasyon 1871’den beri hizmet veriyormuş. Gerçekten çok şık bir istasyon. İstasyonun içinde turlar düzenleniyor. Birkaç fotoğrafta buradan..
New York'taki insan profili yurdum insanından çok farklı. Oldukça renkli oldukları söylenebilir. Trenlerde elinde kitap ya da gazete olan hiç kimse görmedim. Fakirlikleri her hallerinden belli olan Latinler trenlerde uyuyor. İnsanların hemen hepsinin elinde akıllı telefonlardan var. Yollarda, trenlerde telefonlar ciddi bir şekilde insanları meşgul ediyor. Yaşasın teknoloji.. Bu bir şaka değil! Bilindiği üzere yurdum insanı da aynı yolda hızla ilerliyor. İşte birkaç fotoğraf New Yorklulardan...
New York'un biraz Avrupa tarzı yaşam biçimi geliştirmiş semtleri var. Village, Brooklyn, Williamsburg gibi bu semtler bugünlerde oldukça popülermiş. Geçmişte çok da güvenli olmayan bu semtler bana alternatif bir yaşam tarzı sunuyormuş gibi geldi. Kırmızı tuğlalı yüksek olmayan binalar, yeşil sokaklar, açık hava kafeteryaları ile bana Londra'yı hatırlattı. Birkaç fotoğrafta oralardan...
New York gerçekten keyifli bir şehir... New York'a bir turist olarak gelmek yerine burada bir süre yaşamın içine dahil olmak kentin olanaklarından yararlanmak isterdim. Kozmopolit yapısı şehrin belki de en ilginç yanlarından biri. İlk gün kalacağım yere gittiğimde kapının önündeki merdivenlerde oturuyordum. Yan apartmanın merdivenlerinde oturan kadına yavaşça gülümsediğim zaman kadın yavaşça yanıma geldi oturdu. İngilizce İspanyolca karışımı kırık bir dille anlaşmaya çalıştık. Dominik Cumhuriyeti'ndendi. Çocukları ve torunları ile birlikte yaşıyordu. Isabella hoş güzel bir kadındı.
Isabella...
Bir anda yoldan geçen arkadaşları durdu, kalabalık bir grup olduk. Biri Ekvadorlu, diğeri Kolombiyalı, bir diğeri Kübalı çoluk çocuk bir sürü insan kapı önü sohbeti yaptık. Sonra Isabella'nın evinde kendimi onlarla ayakta dua ederken buldum. Meğer Isabella çok dertliymiş. Bu dua onun kaybettiği çocuğu içinmiş. Yüzü gözyaşlarına boğulan Isabella, hemen duadan sonra rujunu tazeledi. Eski şen haline dönüverdi. Bu da Latin kültürü olsa gerek.
Bir diğer hikaye, bindiğim Kübalı taksi şoförü ile ilgili. Beni biraz sorguladıktan sonra New York'ta nasıl ucuz yaşanacağının sırlarını verdi. Beni istediğim yere götürdü. Nasıl gezmem gerektiğini iyice açıkladı. Bahşişini de yüksek tutman gerektiğini hatırlattı. New York'ta bahşiş zorunlu. Kendi içinde çelişki var. Benim bildiğim bahşiş isteğe bağlı bir şeydir. Restorantta yemek yedikten sonra fiş geliyor onun üzerine bahşişi ilave ediyorsunuz genel toplamı kendi ellerinizde yazıp ödemenizi yapıyorsunuz. New York'un bu kozmopolit yapısı gerçekten orası için ve orada yaşayanlar için bir renk. Bu yazıyı burada bitireyim. 13 Temmuz 2013 Quito, Ekvador
|