Bütün olay gırtlak!
Dikkat ederseniz tarih boyunca en güncel en hassas işler; açlık ve tokluk arasındaki o müstesna zaman diliminde gerçekleşmekte...
Kalbe giden yolun mideden geçtiğini, karnın tokluğuyla sırtın pekliğini ve canın boğazdan geldiğini boşuna dememiş atalarımız. Şimdilerde de durum farklı değil. Bir yeme içme furyasıdır aldı başını gidiyor, herşey mutfak-sofra-gırtlak üçgenine adeta çivilenmiş. Bütün televizyon dizileri, filmler yemek sofralarında çekiliyor, edebiyat ve felsefe tartışmaları, dedikodular, şarkı, türküler, danslar, moda magazin sohbetleri, siyaset, ekonomi tartışmaları akla gelen herşey sofrada, ocak başında, mutfakta yapılır oldu. Ülke ve dünyayı kurtarmalar işin cabası...
Yeni değil ki bütün bunlar diyeceksiniz evet, yeme-içme gereksinimi ve ona dair şeyler; insanlığın varolduğundan bu yana süregelen doğal devinim ve edimlerdir. Bedenen olamasa bile ruhen öyle hızlı yaşıyoruz ki; bir çoğumuz yemek yapıp sofra kurmayı öğrenecek zaman bulamamış oluyoruz. Farkında mısınız, alttan alta eğitim, üretim ve yoğun bir sosyal tüketim koşturmacası arasına sıkışan bir nesil gelmekte. Ne, durup etrafa bakınacak, ne de yemek pişirecek zamanı yok bu gençlerin, velev ki bunu meslek olarak seçmiş küçük azınlık olsunlar ki onlar parantezin dışında zaten. Kaç yaşında olunursa olsun yemek yapmaya heveslenip sıra gelindiğinde, zaten artık bu işin okulu, kursu var, öğretmeni, gurusu pardon gurmesi var. Öğreniliyor!
Sıradan insanın olmazsa olmaz gündelik eylemi sayılan yemek pişirmek; günümüzde hobi kategorisine yerleşti. Bütün gazetelerin "bugün ne pişirsem" köşelerinin işgal ettiği alanlar değişti genişledi ve tam sayfalık yaşama sanatı elbisesine büründü. Yemek yazarlarına, tadımcılara, moda ismiyle gurmelere günlük gazete ve dergilerde gitgide daha büyük alanlar ayrılmaya başlandı. Yeme-içme müdürlükleri önemli görevler hanesinde yerini çoktan aldı, meşhur restoran ve marka aşçıların, şeflerin (moda haliyle chef) hazırladıkları yemeklerin akıbeti, gurmelerin iki dudağı arasına sıkıştı!
Salt Türkiye de böyle değil, bu furya tüm dünyayı kasıp kavurmakta hem de uzun yıllardır. Bu modanın bizim ülkemize biraz geç geldiğinden bile söz edilebilir. Sağolsun kitle iletişim araçları, özellikle de internet ve uydu yayınları. Yabancı kaynaklı yemek programları, realty show halleriyle eğlendirerek öğretiyorlar! Çevremizde yetişmeyen malzemelerin yerine kullanmamız gereken yedek oyuncuların isimlerini, az bulunur pahalı sebze, meyve ve baharatları, özel krema ve peynirleri, sosları, şarapları ezberledik. Rachael Ray'den, Emeril'den, Martha'nın ukela ve kendinden emin hallerinden, dünya insanının gırtlak yolculuğu hakkında epey şey öğrendik! Ne güzel.
En azından Amerikalılar gibi, oovvv, ohhhtt, vaavvvv gibi alışık olmadığımız yemek tezahüratları dilimizde artık. Hoş, vaktiyle seks inilti ve gürültülerini de öğrenmemiş miydik Amerikan filmlerinden... Bütün olay gırtlak!
Bu kadar gırtlak, yemek, sofra dedim durdum, bari bu günlerde pişirip taşırdığım Aşçı Fok'ca bir lezzeti, (gelen istek üzerine) paylaşayım sizlerle...
Kış mevsimi için sofralara uygundur diyorum. (Özellikle vejateryan ve etten uzak durmak zorunda olanların sofraları için önerebilirim.) Bildiğimiz pirinci küçük doğranmış mantar ve havuçlarla zeytinyağında soteleyip demliyorum, ardından içine taze çekilmiş karabiber ve biraz yenibaharı, arzuya göre tuzu fiskeliyorum. Diğer tarafta bolca yıkadığım taze roka yapraklarını kocaman bir tabakta hazır ediyorum sonra da roka yapraklarının içine bir kaşık pilav koyup sarıp hooop afiyet olsun.
Bu sarma işleminin öyle çok konforlu olması gerekmiyor, bohçalama şeklinde de dürüp büküp yenebilir, ayrıca roka yerine başka sevdiğiniz sebze yaprakları da kullanabilirsiniz mesela; baharda taze sürgün veren asma yapraklarının en körpeleri, marul ve pazı yaprakları, kuzukulağı yaprakları bu pilav sarma işleminde kullanılabilir, yanına da ayran pek yakışabilir. Sarma işlemi el oyaladığından yeşilliği bu şekilde tüketmek pilavı daha az yemeyi sağlıyor olabilir (!) bundan pek emin olmasam da...
www.ascifok.com
|