ACİL İNSANLIK KURSU
Jorge Luis Borges Buenos Aires üniversitesi İngiliz ve Amerikan Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyeliğine tek cümlelik bir yazıyla başvurmuş. “Bütün hayatım boyunca hiç farkında olmadan bu göreve değer kıldım kendimi”. Diğer adayların, o güne kadar yaptıkları çalışmaların eksiksiz listesini içeren kalın başvuru dosyalarının yanında pek boynu bükük kalan bu dilekçe değerlendirmeye alınmış ve kabul edilmiş. Bu olayda beni en çok etkileyen, yazarın sıradan bir insana inanılmaz gelen özgüveninden çok bu tek cümlelik başvuruya olumlu yanıt veren insanların öngörüsü oldu. Bürokrasinin yarattığı kalıpları ellerinin tersiyle itebilmeleri. Ülkemizde de bu göreve kendini hazır hisseden bir kütüphane memurunun benzer bir başvuruda bulunmasını ve kabul görmesini ne çok isterdim. Sanırım o zaman başka bir toplum olurduk.Yıllardır tek yaşam biçimi sanarak içinde debelendiğimiz bir çok sorundan kurtulmuş, daha aydınlık, huzurlu bir insan topluluğu.
Varlığını sürdürmek isteyen her organizma savunma mekanizmalarını oluşturmak zorundadır. En basit doğa yasasıdır bu, anlaşılabilir ve kaçınılmaz; ancak ipin ucu kaçtığında savunma amaçlı önlemler varoluş sebebine yönelik bir silaha dönüşmekte kendi kendini yiyip bitirmeye başlamaktadır. Yukarıdaki örnekten yola çıkarsak, bir üniversiteye öğretim elemanı olunabilmesi için oluşturulmuş kurallar sadece iyi bir özgeçmişe, düzgün hazırlanmış bir dosyaya indirgenirse o üniversiteden bilim ve yaratıcı düşünce bekleme olanağı kalmaz. Amaçla araç arasındaki orantı her alanda korunmalı, hep göz önünde tutulmalıdır.
Sadece üniversitede değil yaşamın her alanında yaratılan bu bürokratik cambazlıklar süreçte de katlanarak devam etmekte…Geldiğimiz nokta itiş kakış içinde edindikleri koltukları, mevkileri mülk edinip kale kumandanları gibi kanının son damlasına kadar savunan, bilmem kaçıncı derecenin bilmem neyinci bareminden emekli olmaktan başka hesaba kafa yormayan irili ufaklı derebeyleri.(Bakanlık çaycısının bile kendine göre bir otorite alanı var ) Kendilerini var eden topluma zerre kadar katkı sağlamayan, neredeyse varlığından habersiz kendi kumdan kalelerinde, ardına sığındıkları şatafatlı isimlerin arasında yaşayıp giden bir güruh…
Hangi devlet dairesine kendi işyerinize gidermiş gibi bir rahatlıkla, iç ferahlığıyla adım atabiliyorsunuz? En masum, en doğal başvurularınızın bile “bu Allah’ın belası da nerden çıktı şimdi” der gibi bir bakışla karşılanmadığı bir gün oldu mu? Kafka’nın romanlarını gerçekçi bulmayanlar Tapu dairelerinden birinden eski tarihli bir evrak çıkartmaya çalışsınlar da görelim. Kafka Şato’yu ya da Dava’yı Türkiye’de yaşayarak yazmadı ama ben bizim bürokratların bu romanlardan fena halde etkilendiklerini düşünüyorum.Bu bürokratik labirentler iş takipçisi diye bir sektör yaratarak işsizlik sorununa az buçuk katkı da sağlamış olabilir ama zararın yanında devede kulak , faydası kendinden menkul bir yarar.
Sözün başına, üniversiteye geri dönersek asıl değinmek istediğim üniversitelerin toplumumuzdaki işlevi yada işlevsizliği. İdealize edilmiş bir dünyada herkesin iyi eğitimli olması umulur ancak günümüz gerçeğinde bu hedefe hiçbir toplum ulaşamamıştır.En gelişmiş saydığımız ülkelerde bile iyi eğitim almış kişi sayısı azınlıktadır. Çoğunluğu sağduyuya yönlendirme görevini de bu eğitimli azınlık üstlenir. Toplumun onlara sağladığı bilgiye ulaşma ayrıcalığını, sorumluluklarını yerine getirerek öderler.
Her yeri geldiğinde büyüklüğüyle övünen bu ülkede bunca üniversite tabelası ve o ismin altında kartvizit edinmiş onca öğretim görevlisi varken bu kördüğüm olmuş sorunların vebalini, gırtlağa çıkmış cehaletin sebebini onlardan da sormak gerekmez mi? Bahaneler hep vardır, herkes için varolmuştur ancak dünya kurulalı beri ne yapılmışsa bu bahanelere, engellere karşın başarılmıştır. Bilgi üreten kurumların mensubu olma saygınlığını son damlasına kadar tepe tepe kullanan Öğretim Görevlilerinden sorumluluklarını yerine getirmelerini beklemek hakkımızdır. Bir avuç Don Kişot’u dışarda bırakırsak hangisi bu toplumun sorunları için kafa yoruyor dersiniz? Ulaşabildiğim verilere göre 2005 yılında Türkiye’deki Profesör sayısı on bir binin üstünde. Doçentler, daha alt kademedekiler , lise ve diğer okulların öğretmenlerini saymıyorum bile. (Sayıları bir milyon civarı inanır mısınız?) Bu kadar insanın bırakın başkalarını eğitmesini sadece kendileri bile gerçekten eğitimli olsalar bu toplumun standartları değişmez mi? Tam bu konu üstüne kafa yorarken Bir yerlerde William Blake’ in şu dizelerine rastladım.
Tanrı’ya şükürler olsun okula yollamadılar beni,
Kurtuldum aptalca davranışlara güdülenmekten.
Belki de artık insan yetiştirme işinin okullara bırakılmayacak kadar önemli olduğunu anlayıp daha etkili yöntemler aramaya başlamanın zamanıdır. Dünya’nın gidişine bakılırsa geç bile kaldık sanırım…
İlk önlem olarak Dünya’yı yönettiğini iddia edenlere hızlandırılmış insanlık kursu açılmasını talep ediyorum. Acilen…
|