ÖLÜ CANLAR..
Gogol’ün romanıyla sadece isim benzerliği var bu başlığın. Konu tamamen apayrı. Anlatacağım.
2004 yıllarıydı galiba. Almanya’da müthiş bir tartışma başladı. Kıyasıya sürüyordu. İnsanlar tamamen ikiye bölünmüştü. Evet-Hayır’dı yanıtlar. Ara yol yoktu. Konu ise gerçekten “bıçak sırtı gibi çok inceydi” Çok nazik bir konuydu.
Prof.Dr. Hagens isminde bir bilim adamı çıkmış “ben cesetleri iç organları da görünecek şekilde mumyalayacağım (plastinasyon) ve sergileyeceğim” Birçok kesimden insanlar özellikle tutucular buna karşı çıkıyorlardı. “Vücutlar tabularımızdır. İnsanları mezarlarında rahat bırakın” gibi. Medya onu şarlatan ilan etmişti. Oysa Hagens bu cesetlere sanki can veriyordu. Evet “Ölü Canlardı” onlar. O, plastinasyon adı verilen biyolojik doku örneklerini korumak için bir teknik geliştirmişti. Neyse, adama yapmadıklarını bırakmadılar. Onlar, bir ekip olarak çalışıyorlardı, direndiler ve sergilemeye başladılar. Bu kez sergiyi gezenlerden yorumlar gelmeye başladı.
“Midem kalktı, bayılmamak için kendimi zor tuttum, çocuğum korktu ağlamaya başladı çıktık ama tekrar girdik, çok şey öğrendim, ölümden korkum kalmadı gibi” Ben ise, tam anlamıyla meraktan çatlıyordum. Anlatılanları duydukça, resimlere baktıkça bu sergiyi görmek için neler vermezdim. Ancak olmadı. Yaşadığım kente çok uzak bir yerde sergilendi. Örneğin, üstünde üç biniciyle bir at, aşık çiftler, satranç oynayanlar v.s. hiç aklımdan çıkmadı. Geçenlerde, gazetede bu serginin ilanını görünce soluğu orada aldım. Ancak bu, o sergi değil, küçük bir taklidiydi. (Human Body Exhibition) Olsun. Sergi boyunca yetkili gençlere at nerede? diye sordum. Onlar da beni aydınlattılar. Bu “O” değildi.
Sergiden kısaca söz etmek gerekirse: her galeri, bedenin belli bir sistemine odaklanıyor. Organlar tek tek hatta dilim dilim sergileniyor. Video ile işlevi izlenebiliyor. İlk girişte bir iskelet karşılıyor. Hani şu korku filmlerinde gördüğümüz her tarafı sallanan çıngır çıngır ses çıkaran. Hayal kırıklığı. Ancak, biraz ötesinde küreğine dayanmış, dinlenen ‘birinin’ hazırlanmış iskeletini görüyoruz. Hah işte bu diyoruz. Bir başka galeride, basket atan sporcunun kaslarının gerilimi görünüyor. Sinirlerimizi gördüğümüz zaman hayretler içinde kalıyoruz. Sanki mücevher gibi. Al, boynuna kolye diye tak. Sigara içenlerin hızla önünden geçerken, yine de yan gözle baktıkları akciğerler. Buraya çocuklar gençler gelmeli. Ya sigaraya başlamazlar ya da o dakka bırakırlar. Üreme için ayrı bir pavyon var nedense. Girerken bir yetkili “aman orayı atlamayın” diyor. Embrio’nun anne karnındaki gelişimini sırasıyla izleyebiliyoruz.
Bedenlerin gözlerinin çekikliğinden onların Çinli olduklarını kolayca (!) anlıyoruz. Söylenene göre Çin’de aileler ölülerini gömecek para bulamadıkları için bağışlıyorlarmış. Zaten, Prof. Hagens’e de sergiden sonra yüzlerce beden bağışı yapılmış. Hatta isminin yazılmasını bile isteyen olmuş. “Ebediyen yaşayacağım” niyetiyle...
Prof. Hagens de kendi bedenini karısı ve oğluna, ekibe bağışlamış. Anlatması zor, görmesi kolay. İzmir Kültür Park Atlas Pavyonu’nda sürüyor. Kaçırmayın.
Daha bitmedi.
Kafamda binbir soru, aklımda bir düşünce. Peki, insanlar birbirini neden öldürüyor? Kafam dağılsın diye TV düğmesine basıyorum. Büyük bir soğukkanlılık ve alışkanlıkla, cinayet haberi veren spiker kadın çıkıyor. “Karısına kurşunları boşalttı, iki kurşun dalağa, biri...
Öff.. Ben dalağı gördüm. Kalbe, böbreğe, mideye, beyine kurşun girdiği zaman nasıl dağıldığını gözümün önüne getirebiliyorum artık. Kitaplarda, dergilerde gördüğümüz resimler bu kadar etkilemiyor. Gözüne kapsül girdiği anki acı, gözün dağılması. Bunları düşünebiliyorum. Bir tek duyduğu acıyı hissedemiyorum. Kimsenin başına gelmesini de istemiyorum. Şimdi, katillere bir ceza(?) veriliyor ya, onları, bir de, bu sergiye götürmeli yaptıkları hasarı, ölü bedenler üzerinden göstermeliler. Sergiyi gezerken Ali İsmail oğlumuzun tekrar tekrar gösterilen dayak videosu geliyor gözümün önüne. Katillerin yumrukları, sopalar, tekmeleri onun iç organlarını parçalamış, kemiklerini kırmış, nefesini kesmiş. Ayakta duran bir bedenin sırtına, yüzüne, göğsüne, yanağına, kafasına, çevresinde döne döne bakıyorum. İnsan vücudu dayanıklı ancak kırılgan ve savunmasız. Organlarının belki bir süre direndiğini, ancak onca tekmeden sonra yaralanıp, parçalandıklarını düşünüyorum.
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de, ne yazık ki eline “öldürücü aracı” alanlar, bir bedenin güzelliğini, işlevini sonlandırmak için saldırıyorlar. Hakkı varmış gibi! Medyada, ölenler ya Kurban olarak gösterilir ya da önemsenmez. Kurban bazen hayvan olur, bazen çocuk, çoğunlukla kadındır.
Tekrar sergiye döneceğim. Prof. Hagens kendi sergisine “Bedenlerin Dünyası” adını vermişti. Ne kadar doğru. Tek fark, biz ‘şimdilik’ canlıyız, oradaki bedenler ölü.
Tüm canavarların (savaş çığırtkanları, katiller, onlara göz yumanlar) bir gün, öyle veya böyle, sonları gelecek.
İNSAN DOĞAR, YAŞAR, ÖLÜR...
|