GÜZEL BİR GÜN... / Zuhal ÖZÜGÜL
Zuhal ÖZÜGÜL

Zuhal ÖZÜGÜL

GÜZEL BİR GÜN...



Güneşli bir günü kaçırmamak için kitabımı alıp sokağa fırladım. Çok yakınımda bulunan Rekreasyon alanının yolunu tuttum. Bu tanımlamayı sevmiyorum ve yakıştırmıyorum. Bahçe, park denebilir. Ben Park diyorum. Park. Aslında bu bahçeler, parklar gerçekten çok güzel düzenlenmiş. Çimenler, ağaçlar, yürüyüş yolları, banklar, masalar. Halk seviyor parkları. Doldurmuşlar her yeri. Kadınlar, erkekler, aileler çocuklarıyla, yaşlılar bastonlarıyla her yönden akın ediyorlar. Uçurtmalar, kaykaylar, bisikletliler, koşucular, sporcular... Herkese yer var bu parkta. Çok seviyorum burada bir bankta kitap okumayı. Bugün, bir yer bulmakta zorluk çekebilirim. Biraz sağa sola baktım. Kalkan bir grubun arkasından kaptım bankı. Ancak yerleri (çekirdek yığını) görünce arkalarından.....!

Çöktüm hemen. Kitabımı bitirmek istiyorum. Alice Munro’yu zevkle, tebessümle, heyecanla okuyorum. “Bazı Kadınlar”ı anlatıyor. Kadınlar hep önde deÄŸil. Çevrelerindeki erkek, kadın, çoluk çocuklarla birlikte halli hamur oluyorlar öykülerde. Öykü deÄŸil hepsi bir roman uzunluÄŸunda. Son öyküdeyim. “Aşırı Mutluluk”ta binsekizyüzlerin sonunda Rusya’da matematik profesörü Sofya’nın yaÅŸamından, aÅŸkından anlatıyor. Sevimli Alice Munro.

Dalmıştım ki “burası boÅŸ mu” diye soruyla uyandım. İki hanım. Yer bulamamışlar. İçimden “illa buraya oturacaksınız. Vır vır konuÅŸursunuz” diye geçirdim. Sanki anlamış gibi “rahatsız etmeyiz” dedi ufak tefek olanı. Utandım. “Rica ederim. Buyrun” Kitabıma döndüm. Sessizlik dürttü. Baktım fısır fısır konuÅŸuyorlar. “Rahatınıza bakın. Sizi duymuyorum bile” Birden denize baktım. Ne kadar sakin, nasıl da kucaklayıcı. Sandallar, biliyorlar onun gücünü. Aklıma Filipinler ve tayfun geliyor. Nasıl bir felaket bu. Bu topraklarda yaÅŸadığıma nasıl nasıl memnunum. Çok şükür böyle doÄŸal felaketlerimiz (henüz) yok. Ama insan eliyle hazırlanan felaketler topraklarımızı mahvediyor. Susuz, topraksız, aÄŸaçsız, kalıyoruz. Prof.Dr.Ali Demirsoy’un sözleri beni çok etkiledi. “Nehirler foseptiÄŸe dönüştüğünde torunlarımız lanetleyecek” En büyük ceza bu iÅŸte.

Öykü kahramanım Sofya profesör oluyor, onu pohpohluyorlar. Ancak iş vermeğe gelince kapılar kapanıyor yüzüne. Hayıflanıyor Sofya.

Birden komÅŸularımın sesleri yükseldi. Bir yöne bakıp sinirli sinirli konuÅŸuyorlar. Baktım, bir gelin ve damat. Galiba son zamanlarda doÄŸada resim çektirmek moda olmuÅŸ. FotoÄŸrafçı pozlar verdiriyor. Bir ara, bir aÄŸacın altında, neredeyse düğüm (!) oldular. Gözüm duvağına iliÅŸti. Türbanının üstüne iliÅŸtirmiÅŸti duvağı. Türban gelinliÄŸe de girmiÅŸti artık (çoktan). İç çektim. Üzüntüm belli olmuÅŸ ki komÅŸum bastırdı: “Her ÅŸeyi deÄŸiÅŸtirdiler, iÅŸte meclise bile girdiler. Güya temizlenmiÅŸler türban takınca. Bizler günahkarız deÄŸil mi?” Çok kızgındı belli ki. Nasıl kızmasın? Ya onu da zorlarlarsa? Zaten, türbana itiraz, gelecekteki baskıyı anladığımız içindi. İşte tek tek uygulanıyor.

İkisi koyu bir tartışmaya giriştiler. Ben katılmadım. Canım istemedi. Ne diyecektim ki. Geline takıldım. Bir erkek ordusu var etraflarında. Nereye gitseler arkalarındalar. Damat dışında tümü sakallı. (Son zamanlarda erkeklerde de, bir çember sakal modası aldı yürüyor. Türban dayanışması mı?) Fotoğrafçı, onları izleyen bir baloncunun balonlarını damadın eline verdi. İkisi de yüksekteki balonları izlerken poz verdiler. Bu resimler evlerinin duvarlarını süsleyecek. En az üç çocuk kadının eteklerinde, elini kolay kaldıran bir koca, parasızlık. Kadın, resimlere baktıkça söylenecek, belki bir gün onları kaldıracak. Aman yine olumsuzluklara daldım. Gelin çok genç. Nerden bilebilir ki seçme seçilme hakkını tüm Avrupalı hemcinslerinden önce aldığını. Seçerken, onu karanlığa gömen bir zihniyete oy verdiğini bilemiyor.(mu?) Alice Munro kadınların eşleriyle anlaşmazlığını, onu, bazen bir üçüncüye kaptırdıklarını anlatıyor da bizim gelin için çoğu zaman eşinin başkasıyla ilişkisi normal oluyor. Gözlerimle takip ediyorum. Siyah, camları boyalı bir minibüse binip kayboldular. Mutluluklar canım.

GüneÅŸ gidiyor. Hafif serinlik çıktı. Kitabı bitiremedim. Ertesi gün izleyeceÄŸim konseri düşündüm. Konserlerde orkestradaki müzisyenler çoÄŸunlukla kadınlar. Çok güçlü ve baÅŸarılılar. Selam verirken “bu alkışlar niye” der gibi utangaç eÄŸilirler. Konser sırasında bu kadınların çocukluklarını, küçücük boylarıyla enstrümanlarını taşımalarını düşünürüm. Okulda derslerinden pekiyi almaları, enstrümanı en iyi çalan olmaları beklenir. Sonra gençlik. Belki aşık olmamalılar. MüziÄŸi ihmal etmemeliler. BebeÄŸini karnında taşırken kemanını, piyanosunu, flütünü de gözünün önünden ayırmaz. Bebekten fırsat buldukça müziÄŸine sarılır. Geçenlerde, Gülsin Onay’ı dinledim.. O ne coÅŸku, o ne mükemmeliyet ve ne tevazu. ÖzgeçmiÅŸinde 6 yaşında ilk konserini verdiÄŸini yazıyor. Demek ki 3 yaşında oturdu piyanonun başına. Küçücük ayakları pedala deÄŸmiyordu bile. O da bu ülkede yetiÅŸti.

Onlar, yeteneklerini kadınların (görece) eşit olabildiği bir ülkede geliştirebildiklerini biliyorlar. Peki bundan sonra ne olacak? Genç kadınların hiç şansı olamayacak mı? Sürekli gözetlenecekler, izlenecekler, jurnallenecekler. Kendilerini toplumda yük olarak görecekler. Haydi kadınlar eve. Koca, Çocuk, Din arasında sıkışıp kalacaklar.

Hani Türbanı savunanlar kadının özgürlüğü savını sallarlardı ya. Güya türbanı takınca evden çıkarmış, çalışırmış filan. Evet, belki çalışıyorlar ama sigortasız, nerdeyse bedavaya. Sömürülen kadın işçi ordusuna katıldılar. Bunları araÅŸtıran yok. “Gözünü aç hanım! Her koyun kendi bacağından asılır”

Bu kadınların gözünü ancak kadınlar açabilir. Belediye seçimlerinde CHP’den aday adayı olan bir kadının söylemini çok doÄŸru ve namuslu buldum. İnci BeÅŸpınar şöyle diyor:”EÅŸit bütçe yapacağım öncelikle, kadın ve erkeÄŸin eÅŸit yararlanacağı...” Kadınlara mutlaka fırsat veriniz. PiÅŸman olmazsınız!

Bu semtte birçok parkta heykeller bulunuyor. Görmeden geçen de oluyor, önünde durup inceleyen de. Her heykelin önünde durduÄŸumda Kars’taki yıktırılan Barış heykeli gözümün önüne geliyor. Tüylerim diken diken. Sanatçının yerine koyuyorum kendimi. Bu vahÅŸete nasıl dayanabildi. Sanki bir çocuÄŸunu boÄŸazlamak gibi. Sanatçıların, sanatseverlerin ne kadar cılız sesi çıktı.

Kafam bu düşüncelerden kazan gibi oldu. Güzel günüm cehenneme dönmeden kalkıp gideyim buradan. Hanımlar çoktan altın gününün faydalarına dalmışlar. Yemek tariflerini ardarda sıralıyorlar. “Kalkıyor musunuz?” “Evet” “Biz de kalkacağız. Yemek filan”

Deniz kenarında yürüdüm uzun uzun. İnsanlar neşeli. (mi)? Gençler umutlu. (mu)?

Şimdilik çocuklar mutlu.


Zuhal ÖZÜGÜL




18 Kasım 2013 Pazartesi / 2300 okunma



"Zuhal ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...