MASUM DEĞİLİZ
Deniz kıyısında epeyce yürüdüm, zihnim sürekli gitgellerde, yorgunum. Meydandaki alçak sandalyelerin birine oturdum, çayım da geldi. Zihnim hala durulmuyor, niye tedirginim?
Aniden kızlı erkekli, 8-10 yaşlarında 20 kadar çocuk doluşuverdi meydana. Birkaçı top oynamaya başladılar, çoğunluğu elele tutuşup gerilerek hızla dönmeye başladılar. Meydanda cıvıl cıvıl çocuk sesleri, kuşlar gibi. Beyaz bir köpek gürültüye renk katıyor, etraflarında telaşla havlayarak zıplıyor. Dönenler ‘Pinokyo’ deyip durdular, bazıları karşılıklı bir şeyler söylüyorlar. Neşeli çığlıkları içimi ısıtıyor. Bazıları da bisikletle etraflarında hain hain tur atıp oyunu engellemeye çabalıyorlar. Top oynayan gurubun topu nereye, köpecik oraya. Oyunu bırakıp onu seviyorlar, tekrar oyuna dönüyorlar. Ne güzel, hem oyunu seviyorlar, hem köpeği.
Yan masadaki bayanların biri homurdanıyor: “Bu gürültü ne böyle, hiç başım götürmüyor, çocuk sesine dayanamıyorum.”
Göz gözeyiz, bereket güneş gözlüğüm var. Suskun ama haberliyiz cümlelerimizden sanki. Ne güzel sesleri, her tondan. Ne kadar neşeliler, coşkulular, mutlular. Ne hoş anıları olacak onların kim bilir. “Bu meydanda, denizin yakınında oyun oynardık, palmiyeler vardı, iki mi üç mü şimdi tam anımsamıyorum, sandallar bağlı olurdu kıyıda, hemen şuracıkta insanlar çay içerlerdi. Hiç akşam olmasın isterdik.” diyerek hatırlayacaklar belki de.
Cırlak, üst perdeden bir sesle “Aaa yeter ama, çok bağırıyorsunuz, burası çocuk parkı mı, gidin başka yerde oynayın” diye bağırıyor kadın en sonunda.
Bol pantolonlu, sarı kazaklı, toraman bir oğlan dönüyor: “Çocuk parkı değil ama biz burada oynamak istiyoruz.” dese de kadın vazgeçmiyor, “Nedenmiş, burada oturmuş konuşuyoruz, büyükleri rahatsız ediyorsunuz. Ufaklık hiç oralı değil, son golü atıyor kadına. “Biz çocuğuz, oturmuş boş boş konuşmuyoruz, oyun oynuyoruz,oyun” deyip, arkasına bakmadan oyuna koşuyor. Hafiften gülümsetiyor herkesi.
Çocuk olmak ne güzel, insanın en doyamadığı çağları. En çetin sorun oyun saatlerini istediği gibi düzenlemektir, gerisi kendiliğinden sürüp gidiyor nasılsa. Eve geç kalmayı göze alabilir, oynarken yırtılan gömleği de halledebilir, hatta yarına tamamlanmamış ödevi de. “İki gün sonra karne, boş ver, nasılsa son günler. Eve dönünce zaten kızacak annem, yarın da öğretmen. “Hepsine katlanabilir ama asla oyun kalmaz, oynanmalı, hem de en çok ben oynamalıyım” dercesine daha bir hırsla asılıyorlar oyuna..
GÜMMM! O da ne, tam halkanın ortasına kıpkırmızı bir şey düştü, alev topu sanki, yanıyor, koca bir çukur açıldı. Herkes fırlıyor yerinden, etraf duman, taş, toprak, göz gözü görmüyor. Adamlar, kadınlar koşuşturuyorlar, çığlıklar azaldı sanki, cılız “Anne, kurtarın, baba, anam, uyy öldüm, yanıyorum” sesleri zor duyuluyor. Kan var taşlarda,”önümde küçük çocuk parmakları, az ötede kazağın içinde kopmuş çocuk gövdesi. Saçlar, saçlar saçılmış her yere, kanayan etlere yapışmış saçlar. Çukur alev alev yanıyor, içinde paramparça kafalar, kollar. Köpeğin karnı patlamış sanki, kırmızı bir et yığını. Her yer kan, üstüm başım kan içinde, herkes kana bulanmış sanki. Belediyenin pencerelerinden insanlar sarkmış, bankadakiler koşuyor, sirenler, ambulans sesleri karıştı. Oynayan çocuklar parçalandı, lime lime oldular, inliyorlar, ağlıyorlar, ölüyorlar. Ateşin sıcağı bacağıma, ellerime ulaşıyor. Koşup almak istiyorum kucağıma, kıpırdayamıyorum. Elimde kızıl bir ıslaklık, yanıyorum, canım acıyor.
GÜMMM! Topları geldi, masadaki bardağa vurdu, parçalandı bardak, çay masaya döküldü. Ellerim titriyor, topu yerden alıp uzatıyorum, top titriyor. Küçük bir kız siyah kahkülünün altındaki mahcup çocuk gözleriyle şaşkın şaşkın bakıyor yüzüme, topu alırken özür diliyor. “Olsun, önemli değil” derken gözlüğümün kenarından iki damla yaş düşüyor, gözlüğe rağmen, O görüyor. “Acıdı mı teyze?”
“Acımadı, hiç acımadı…… yok yok aslında çok acıdı, zaten çok acıyordu, günlerdir acıyordu, kanıyordu yüreğim, her yanım kanıyordu, yanıyordu.
Kalkıyorum, yaşayıp yaşamadığımı bilemediğim o andan kurtulamıyorum. Günlerdir izlediğim trajedi yapışıyor yakama, parçalanmış, yaralı, ölü çocuklar, hiç görmediğim, seslerini duymadığım çocuklar. Yoksul mahallelerinde, oyunlarının üzerine sinsice inen bombalarla çocukken ölen çocuklar, hiç yaramazlık yapamayacak, hiç büyüyemeyecek, anılarıyla yok olan çocuklar. Yahut, anıları yalnızca yoksul bir sokakta çamurdan arabaları, sıkıştırılmış poşetlerden yapılmış topları, kuru bir daldan ibaret oyuncak atlarıyla sınırlı, yarım kalmış oyunları gibi sakatlanmış hayatlara mahkum çocuklar.. Oyunları, düşleri yok edilen çocuklar….
Denizi sonsuz bir hayranlıkla izlerken eskisi gibi mutlu olabilir miyim? Siz olabilir misiniz? Teknoloji çağının biz talihsiz insanları, naklen savaşları, ölümleri izleyip ağız dolusu gülebilir miyiz? Ya da akşam yemeklerimize denk geliveren ana haber bültenlerine bakarak kanıksadık mı acıyı? Küçücük, ölü çocuk bedenler kaşıklarımıza mı karışıyorlar insafsızca? Anasının eteğine yapışmış, yüzüne kan bulaşmış çocuklarla gözgöze gelmek ağır değil mi? Barışır mı hayatla bu yaralı yürekler? Affeder mi büyük insanlığı, kendisine böylesine duyarsızken? Daha dün kucağında uyuduğu babasını sokakta, kanlar içinde gören çocuğun yaraları şifa bulur mu? Kucağındaki yaralı yavrusunu hastaneye koşarak getiren adamdan artık merhamet bekleyebilir mi insanlık? Üç çocuğunun cansız bedeni başında çömelmiş öbür adamı bir daha ayağa kaldırabilir miyiz? Çocuklarını kucağına basmış şu yaralı kadının korkunç çaresizliği biter mi? Biz “İnsanlık Ailesi” bu hesabı nasıl veririz? Yoksa bu hesapta öbürleri gibi açık vererek öylece bekler mi? Hani şu Tutsilerle Hutulara olan borcumuz gibi.100 günde bir milyon Tutsinin öldürüldüğünü taa Otel Ruanda’yı izlerken öğrenişimiz gibi .Kara Afrika’da açlıkla yüzüstü bıraktığımız kara derili kardeşlerimizi televizyonlardaki yemek programlarına dalıp unutuverişimiz gibi. Zulmün el değiştirdiği Irak’ta, başlarına neden bunların (A.B.D) geldiğini anlayamayan çocukların büyüyüverip elleri silahlı ergenler olduklarını kötü bir film izler gibi hala izleyişimizin hesabını nasıl veririz?
Gençten bir adam, elinde mikrofon önümde bitiveriyor. Boynumdaki Mp3’ü işaret ederek. “Müziği seviyorsunuz, biz Foça’da yerel yayın yapan bir radyoyuz, frekansımız…. Perşembe günü saat 15-17 arası istediğiniz müzik parçasını yayınlayabiliriz. Sizin için ne çalmamızı istersiniz? Kimler için gelsin?
“MASUM DEĞİLİZ HİÇ BİRİMİZ”
İNSANLIK İÇİN GELSİN!
|