Mutlu Dölek…
İstanbul doğumlu olan sanatçı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Resim bölümü mezunudur. 1995 yılından itibaren tasarım/yaratı heyecanını tekstil, doğal taş gibi farklı alanlara yansıtırken, ilk kişisel sergisi “Düet bir”i 2007 yılında izleyicisiyle buluşturmuştur. İkinci kişisel sergisi olan “Düet iki”de ise iki farklı üslup kullanarak, kendisiyle düet yaparak gerçekleştirmiştir. Bu sergide, karada yaşayacak yeri kalmayan insanın belki de su altında daha mutlu olabileceği anların yansıması ve bilgiyle donanmış olsa da bazen ne kadar da çaresiz kaldığıyla ilgili, yalnızlığın erdemi, hiyerarşik düzenin sorgulanması kadın estetiğinin şemsiyesi altında ifade etmiştir. Birçok karma sergiye katılan ve yapıtları koleksiyonlarda yer alan sanatçı, sanat ortamının aktif üyesidir. Mutlu Dölek ile İzmir ve Ankara sergileri öncesinde resim ve yaşama dair konuştuk.
-Eserlerinizi ortaya çıkarırken esin kaynağınız nedir?
-Eserlerimde tamamen kendimden yola çıkarım. Referans noktam ben ve şu an neler hissettiğimdir. Kadın kimliğim ile duyumsadıklarımı bu coğrafyada yaşayan birçok kadının da yaşadığını düşünürüm. Düşünsel ve yapıtsal olarak yola çıkarken, hesaplı kitaplı gidemiyorum. Hatta resmin genel uygulamalarından eskiz ile başlayıp, sonrasında tuvale aktaramıyorum. Bos tuvali alıp duyguyu hissetmeye başlayınca yapıtlarım kendiliğinden resme dönüşür. Bende keyifle olacaklara izin veririm. Bunları söylerken önemli bir konuya da değinmeden geçemeyeceğim. Beni etkileyen duygu sağanağı sırasında, benmerkezcilikten çıkıyorum elbette. Her şey o kadar hızla gelişiyor ve durduramadığım bir hal alıyor ki, seçmek zorunda kaldığım anlar kalıyor bana. Bu durumda belki bir şeyleri değiştirebilir olmak adına sosyal problemlere değinmeden/tuvalime yansıtmadan geçemeyeceğimi gözlemliyorum. Dolayısıyla birinin söylediği basit bir sözcükten, her gün kanıksadığımız olaylardan sanat tarihinde birçok kez işlenmiş bir isim ya da bir ustanın işini de konu edinebiliyorum zaman zaman. Serüveni bu heyecanla karşıladığınızda her fikir, size yeni bir armağanla jest yapıyor. O jest benim için tuvale vurduğum son fırçada saklıdır.
-Yaptığınız işleri nasıl tanımlıyorsunuz?
-Yaptığım işleri tanımlamaktan çok, tanımlamamayı tercih ederim. Bende herkes gibi yaşayan, bu ülkenin topraklarında var olma savaşı veren bir insanım. Her sabah uyandığımda yeni bir güne, yeni ve sürprizlerle dolu olaylara merhaba diyorum. Herkes gibi. Rüzgar esiyor kendimi çok özgür hissediyorum, kar yağıyor kendimi esir hissediyorum. Kurgulama olmadan yaşamı yalnızca akışa bırakınca her şey kendi yolunu buluyor. İşlerimde de aynı felsefeyi farkında olmadan uygulayınca çıkan sonuçları seviyorum. Samimi, sıcak yapıtlar ortaya çıkıyor. Sonrasında yapıtımı izleyip, eksik olduğunu düşündüklerimi ekliyorum.
-Konu olarak Kadın’ı ele alıyorsunuz?
- Her kadının estetik olduğunu düşünenlerdenim. Bunun taraflı bir fikir olduğunu da düşünmüyorum. Kadının bazen yuvarlak hatlarını, bazen abartılı yapısını tuvale yansıtmak beni heyecanlandırıyor. Belki de çok fazla kadınla bir arada büyümenin yansımaları bu. Belleğim bu durumla çok yakın ilişkide. Yaşadığınız, bildiğiniz kadına dair birçok duyguyu aktarırken zorlanmıyorum. Bunu çok zevk alarak da aktarıyorum. Belleğimde bir sürü fotoğraf, anı var. Bana kalan yalnızca yansıtmak. Teknik olarak da sorununuz yoksa kim tutar sizi - beni.
-Sizin resim sanatında özgürleşmenizi sağlayan, kendinizi ifade etmenizi kolaylaştıran olaylar nelerdir?.
-Aslında hala bunun için resim yapmaya devam ediyorum. Yaptıkça, ürettikçe ortaya yeni etkiler çıktıkça özgürleştiğimi hissediyorum. Sürekli değişen, değişirken, gelişen bir durum bu. Bitmiş bir durum da değil, benim için. Halen resim yapmamın en önemli nedeni aslında bu.
- Çağdaş sanat neden bu kadar çabuk yaşlanıyor?.
- Çünkü çok hızlı tüketiyoruz. Her şey, her an tüketmek üzerine biçimleniyor. Yaşamımız, çağdaş sanat dur diyemiyor bu duruma. Aslında hiçbir şey dur diyemiyor. İnsanlar teknolojinin bize getirdiği komformist durumdan mutlu gibiler. Belki de ilerisini göremediklerinden şimdilik diyelim. Ama bu durum hızlı tüketime itiyor bizi. Havamız bitti, suyumuz bitti, tabiatın dengesi çöküyor. Hayvan türleri azalıyor ve biz sürekli tüketmeye devam ediyoruz. Elimizdekiler hepimize yetecek kadarken yokluklara düşüyoruz. Birbirimizle daha çok ilişkide olup, üretimi çoğaltabilseydik, etrafımızda, dünyada olanları daha büyük bir ilgiyle takip edebilirdik sevgili teknolojimizle. Biz yalnız olmayı, ekran başında başlıklara bakmayı tercih ettik. Hiçbir şeyi beslemediği gibi, bu durum birçok şey gibi Çağdaş Sanatı da içine hapsediyor. Daha çok fırsatımız varken gelişim için tüketim tehlikeli bir silah haline dönüştü.
- Hiç yurt dışına gitmeyi ve orada bir atölye açmayı düşündünüz mü?
- Türkiye’de resim yapabildiğim, kendimle baş başa kalabildiğim bir atölyem var. Zaman zaman 3-4 aylık dönemler halinde Amerika’ya ziyaretlerim oluyor. Yılın büyük bir kısmını İstanbul’da geçirmeyi tercih ediyorum. Şu an yurt dışına yerleşmek gibi bir kararım yok. Gidip gelmek daha bana uygun.
-Türkiye ve çevresindeki sosyal- politik olayların yapıtlarınız üzerindeki etkisi nedir?
- Bir sanatçının ülkesinden ve dünyadan soyutlanması, etkilenmemesi mümkün değil. Olayların etkisini karşısında kendimi rahat bırakıyorum. Hatta onların etkilerini kendi üslubuma kanalize ediyorum. “Ama” duygusunu hissetmeden geçen yaşamlarımız yok sanırım. Bazen bu bir serginin çıkış noktası olurken bazen birkaç yapıtın sonunda mutlaka kendisini hissettiriyor. Başka ressamların, sanatçıların yapıtlarında da bu izleri görmek, insana umut veriyor. Ama kendi sergilerim dışında yaptığım etkinliklerde gündemin etkisini göstermek manevi açıdan da beni besleyen önemli bir unsur.
-Resimden bir araç olarak beklentiniz nedir?.
- Altını çizmek istediğim ya da pozitif bir etki oluşturacağını düşündüğüm samimi işler yapmayı, yapıtlar ortaya koymayı deneyimliyorum. Tuvale yansıyan her dokunuşta, bu süreci de izleyiciyle ayni planda görmek istiyorum. Bunun için cesaretimin, özgürlüğümün ve heyecanımın sürekli beslenmesi gerek.
- Bir sonraki sergide nelerle karşılaşacağız?
- Mart başında İzmir’de Galeri En’de açılacak olan yeni sergide, yaşamı ıskalayan kadınların an'larını, yaşamdan kaçışlarının keyfini anlatmak istedim. “Duet iki”den sonra an'ları yakalamaya çalışan kadının bir türlü yakalayamadıklarının resimleri diye adlandırdım bu yapıtları. Her dönemde bir şeylerden kaçmaya çalışan kadınları görüyorum. Ama herhangi bir sebepten kaçamayan kadınların hikayelerinin birer kareleri diyebilirim. Kaçarken, kaçmak üzereyken, kaçmadan önce bir sürü an. Ama kaçıyorlar. En azından hareket halindeki kadının bir an’ı diye tanımlayabilirim. Sonrasında ise kızgın kadınlar geliyor. Kızgın kadınlarla buluşmamız ise ilk olarak Ankara’da, bu yılın Mayıs ayında izleyenleriyle buluşacak. Kadınların kızgınlıkları klasik bir anlayışla oluşmayabilir. Bambaşka bir ögeden de olabilir bu. Ama kızgınlar. Yapıtlarımın çıkış noktaları bunlar.
erol.cinar@doruk.net.tr
|