Erol ÇINAR
Savaşın Acılarını Görebilmek
“Bir erkeÄŸin ya da bir kadının vücudu olabilecek bir fotoÄŸraf var karşımda. Her tarafı yanmış, kapkara. Küçülmüş hatta. Beden o denli ÅŸeklini kaybedip bozulmuÅŸtu ki, pekala bir insana ait olmadığını bile düşünebilir okuyucu. Oysa bu kesinlikle ölmüş çocuk bedeniydi. Büyük bir olasılıkla bir bomba binayı göçerterek harabeye çevirmiÅŸti. Belki de çocuk korkudan odaya sığınmıştı. Tir tir titreyerek, korkulu gözlerle çevresini izliyordu. Sonrası ortada. Kadının biri sanırım annesi, cesedin üzerine eÄŸilmiÅŸ, donuk, cansız bedeni kucaklamaya çalışıyor, aÄŸlamaklı gözlerle.”
Sözcüklerin ağırlığını, fotoğrafın şokunu yaşıyorum. Bu aralar her sabah gazetelere göz atabilmek için bile insanda hatırı sayılır derecede bir metanet ve dayanıklılık gücü olması gerekir. İşte her şey önümde masa üstündeki fotoğrafta tüm çıplaklığıyla duruyor. Boy boy yayınlanan savaş fotoğraflarından bahsediyorum. Ürkütücü, rahatsız edici, sarsıcı. Savaşın yaptığı tahribatın görüntüsü hepsi. Sürekli aynı olguyu tekrarlıyor bu fotoğraflar; Ölümü.
Artık savaÅŸlar hepimizin oturma odalarında sükunet içinde seyredilip, dinlenen görüntü ve seslere dönüşmüş durumdadır. Her gün dünyanın dört bir köşesinde olup bitenleri anında biliyoruz. Gazetecilerin istinasız her gün geçtikleri haberlerde anlatılanlar savaÅŸ meydanlarında çekilen acıları olduÄŸu gibi gözler önüne sermekte, kurbanların çığlıkları kulaklarımızda çınlamaktadır. İnsan kısacık ömründe ne kadar çok savaÅŸa tanıklık ediyor. Mesela ben, şöyle bir geriye dönüp baktığımda; 1991 körfez krizinde üstlerine yaÄŸmur gibi inen bombalara hedef olan Iraklı askerlerin yazgısını, PKK’nın kundaktaki çocukları öldürmesine kadar varan cinayetlerini, Bosna’daki dramı, Afganistan’daki savaşın izlerini ve en sonda Gazze’deki sivillerin katlediÅŸini hatırlıyorum.
Bugün Gazze’de yaÅŸananlardan, sakatlanmış, parçalanmış bedenlere ait fotoÄŸraflar savaşın kötülüğünü çıplak gözle seyretmemizi saÄŸlıyor. İnsan böyle karelere baktığında bir iç çalkantı yaşıyor. FotoÄŸrafları dehÅŸet içinde, tiksinç buluyor. İçim burkula burkula, etimi sıkıştırıyorlar sanki. Kazanmaya çalışan gözü dönmüş bir ordunun zafer çığlıkları altında eline düşen sivil halkın katlandığı acılar ve bundan en çok etkilenen çocuklar, yaÅŸlılar, kadınlar.
Savaşın caniliÄŸine çok yakınız ama dünyanın bir yerlerinde bunlar olurken biz neredeyiz?. Aklıma Ekim 1962’de Gardner ve O’sullivan’ın çektiÄŸi fotoÄŸraflar Brady’s Manhattan galerisinde sergilendiÄŸinde The New York Times’da çıkan aÅŸağıdaki yorum yazısı geldi.
“Broadway’i dolduran canlılar, anlaşılan Antietam’daki ölülere çok az ilgi duyuyorlar, ancak biz onları, aynı iÅŸlek caddelerde cepheden yeni dönmüş, kaldırım boyunca uzanan henüz kanı kurumamış cesetlerin yanından aylak adımlarla yürüyüp giderlerken canlandırabiliriz. Yapacakları ÅŸey, en fazla kan bulaÅŸmasın diye eteklerini yukarı toplayıp, yürürken bastıkları yerlere dikkat etmek olurdu….”
Yoksa biz de bu yazıda belirtildiği gibi yaşanan ıstıraplara vicdanımız nasır bağlamışçasına kayıtsızca mı bakıyoruz. Bu fotoğraflara bakıp acı duymamak, bu fotoğrafları görüp irkilmemek, bu yıkıma, bu kıyıma yol açan nedenleri ortadan kaldırmamak için uğraş vermemek, bunlar ahlaktan, vicdandan nasibini almamış bir canavarın vereceği tepkilerdir.
SavaÅŸ uÄŸursuzluktur, barbarlıktır, her ÅŸeyi yırtar ve parçalar. Hareketlilik, düzensizlik ve dramdır. Ancak savaÅŸ bir seyir malzemesi deÄŸildir. İnsan bakmaya dayanamaz. İçimizden haykırmak gelir. “Buna bakılmaz, Bu kötüdür, barbarlar, Bu ne delilik?, artık çok fazla” ve en çok da “Niçin?”.
Bazıları “Savaşı durdurmak için savaÅŸ” diyorlar, diÄŸerleri “Savaşın tarafları deÄŸil, görünmez oyuncuları savaşı körüklüyor, boÅŸuna uÄŸraÅŸma” diyorlar. BaÅŸkalarının acılarına bakabilmek bu kadar zor mu?. Acı çeken insanların acılarını paylaÅŸmamak mümkün mü?. O acıyı içimizde duymamak olası mı?. Bir ÅŸeyler yapmak lazım, insanlık için, onun adına. Okyanusta bir damla da olsa….
Åžubat 2009
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
“Bir erkeÄŸin ya da bir kadının vücudu olabilecek bir fotoÄŸraf var karşımda. Her tarafı yanmış, kapkara. Küçülmüş hatta. Beden o denli ÅŸeklini kaybedip bozulmuÅŸtu ki, pekala bir insana ait olmadığını bile düşünebilir okuyucu. Oysa bu kesinlikle ölmüş çocuk bedeniydi. Büyük bir olasılıkla bir bomba binayı göçerterek harabeye çevirmiÅŸti. Belki de çocuk korkudan odaya sığınmıştı. Tir tir titreyerek, korkulu gözlerle çevresini izliyordu. Sonrası ortada. Kadının biri sanırım annesi, cesedin üzerine eÄŸilmiÅŸ, donuk, cansız bedeni kucaklamaya çalışıyor, aÄŸlamaklı gözlerle.”
Sözcüklerin ağırlığını, fotoğrafın şokunu yaşıyorum. Bu aralar her sabah gazetelere göz atabilmek için bile insanda hatırı sayılır derecede bir metanet ve dayanıklılık gücü olması gerekir. İşte her şey önümde masa üstündeki fotoğrafta tüm çıplaklığıyla duruyor. Boy boy yayınlanan savaş fotoğraflarından bahsediyorum. Ürkütücü, rahatsız edici, sarsıcı. Savaşın yaptığı tahribatın görüntüsü hepsi. Sürekli aynı olguyu tekrarlıyor bu fotoğraflar; Ölümü.
Artık savaÅŸlar hepimizin oturma odalarında sükunet içinde seyredilip, dinlenen görüntü ve seslere dönüşmüş durumdadır. Her gün dünyanın dört bir köşesinde olup bitenleri anında biliyoruz. Gazetecilerin istinasız her gün geçtikleri haberlerde anlatılanlar savaÅŸ meydanlarında çekilen acıları olduÄŸu gibi gözler önüne sermekte, kurbanların çığlıkları kulaklarımızda çınlamaktadır. İnsan kısacık ömründe ne kadar çok savaÅŸa tanıklık ediyor. Mesela ben, şöyle bir geriye dönüp baktığımda; 1991 körfez krizinde üstlerine yaÄŸmur gibi inen bombalara hedef olan Iraklı askerlerin yazgısını, PKK’nın kundaktaki çocukları öldürmesine kadar varan cinayetlerini, Bosna’daki dramı, Afganistan’daki savaşın izlerini ve en sonda Gazze’deki sivillerin katlediÅŸini hatırlıyorum.
Bugün Gazze’de yaÅŸananlardan, sakatlanmış, parçalanmış bedenlere ait fotoÄŸraflar savaşın kötülüğünü çıplak gözle seyretmemizi saÄŸlıyor. İnsan böyle karelere baktığında bir iç çalkantı yaşıyor. FotoÄŸrafları dehÅŸet içinde, tiksinç buluyor. İçim burkula burkula, etimi sıkıştırıyorlar sanki. Kazanmaya çalışan gözü dönmüş bir ordunun zafer çığlıkları altında eline düşen sivil halkın katlandığı acılar ve bundan en çok etkilenen çocuklar, yaÅŸlılar, kadınlar.
Savaşın caniliÄŸine çok yakınız ama dünyanın bir yerlerinde bunlar olurken biz neredeyiz?. Aklıma Ekim 1962’de Gardner ve O’sullivan’ın çektiÄŸi fotoÄŸraflar Brady’s Manhattan galerisinde sergilendiÄŸinde The New York Times’da çıkan aÅŸağıdaki yorum yazısı geldi.
“Broadway’i dolduran canlılar, anlaşılan Antietam’daki ölülere çok az ilgi duyuyorlar, ancak biz onları, aynı iÅŸlek caddelerde cepheden yeni dönmüş, kaldırım boyunca uzanan henüz kanı kurumamış cesetlerin yanından aylak adımlarla yürüyüp giderlerken canlandırabiliriz. Yapacakları ÅŸey, en fazla kan bulaÅŸmasın diye eteklerini yukarı toplayıp, yürürken bastıkları yerlere dikkat etmek olurdu….”
Yoksa biz de bu yazıda belirtildiği gibi yaşanan ıstıraplara vicdanımız nasır bağlamışçasına kayıtsızca mı bakıyoruz. Bu fotoğraflara bakıp acı duymamak, bu fotoğrafları görüp irkilmemek, bu yıkıma, bu kıyıma yol açan nedenleri ortadan kaldırmamak için uğraş vermemek, bunlar ahlaktan, vicdandan nasibini almamış bir canavarın vereceği tepkilerdir.
SavaÅŸ uÄŸursuzluktur, barbarlıktır, her ÅŸeyi yırtar ve parçalar. Hareketlilik, düzensizlik ve dramdır. Ancak savaÅŸ bir seyir malzemesi deÄŸildir. İnsan bakmaya dayanamaz. İçimizden haykırmak gelir. “Buna bakılmaz, Bu kötüdür, barbarlar, Bu ne delilik?, artık çok fazla” ve en çok da “Niçin?”.
Bazıları “Savaşı durdurmak için savaÅŸ” diyorlar, diÄŸerleri “Savaşın tarafları deÄŸil, görünmez oyuncuları savaşı körüklüyor, boÅŸuna uÄŸraÅŸma” diyorlar. BaÅŸkalarının acılarına bakabilmek bu kadar zor mu?. Acı çeken insanların acılarını paylaÅŸmamak mümkün mü?. O acıyı içimizde duymamak olası mı?. Bir ÅŸeyler yapmak lazım, insanlık için, onun adına. Okyanusta bir damla da olsa….
Åžubat 2009
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
"Erol ÇINAR" bütün yazıları için tıklayın...
