BİR OYUN OYNAYALIM MI?
Gece korumacı ebeveyn pelerinini örterken yaşadığımız beldeye, yaramaz bir baykuşun seslenişiyle birlikte bir an gülümsedim. Yıldız tozu ilham perileri kulağıma şunu fısıldadı “Tıp”.
Çocukken hiç “Tıp” oyunu oynadınız mı? Oyuncular bir araya toplanırlar ve bir kişi “Tıp” der ve nefesler yerine tüm sesler tutulur ta ki biri bu sessizliği bozuncaya kadar devam eder bu oyun.
Baykuş tüm geceye sığınanlara seslenmiş ve oyunu başlatmış olsaydı şayet; Gecenin ve şehrin kilometrelerce uzağında bile ayrılmazımız olan araçlar öylece donsaydılar. Asfaltı yalayan tekerlek sesleri kesilseydi. Kah öfkeli, kah uyuşuk motor homurtuları ki gündüz için direksiyonun ikiz kardeşi muamelesi gösterilen korno seslerini de ekleyin siz buna. Aynı anda far ışıkları da gecenin masumiyetini almaktan vazgeçseydi hani…
Yerleşkeyi çevreleyen köyün, karşı kıyıda denize cömertçe gölgelerini sunan şehrin, sahipliliği ispatlar gibi yanan sarı beyaz hatta uzaklığa göre kırmızıya çalan ışıkları sönse.
Tepelerin ardından gökyüzüne doğru görsel bir şölen gibi sunulan havai fişekler “Aa pardon gökyüzünde siz asılıyken bizim ne haddimize” deyip patlamaktan vazgeçseler yıldızların eteklerinde.
Cırcır böceğinin katılımcı seslenişiyle oyun daha da zevkli bir hal almaya başladı “Yetmez, oyun bozanlar var onlar da katılsınlar derhal” peki onları da dahil ediverelim elimiz değmişken oyuna seni mi kıracağız sevgili cırcır böceği.
Kim mi onlar? Evrene tomar tomar gönderilen mesajların kaynağı insanlar. İyilik yapıp denize atanların iyilikleriyle boğulmalarının son nefesleri, çocuklarının her yaptığına tahammül gösteremeyen ebeveynlerin, ana babalarının ellerinde “İşte ebeveyn doktoranız” diyerek dünyaya sunulduğunu düşünen çocukların dinmeyen isyanlarının, sevgilileriyle iletişimin ve katmerli sevginin hep didişmekle var olduğunu varsayan sevdalukların, çaresizliğe saplanıp kalıp bakış açısını değiştirmediği için hayatı hep ıskalayanların “Bu da mı gol değil?” haykırışlarının, sesli çığlıklar ile varlığını “Ben… bennnn” diye bağıranların yanında Düden şelalesinin sesini bastıran içsel çığlıklar atanların. Ama bu gecenin çenesi amma düşükmüş yaz yaz sonu gelmeyecek gibi.
Tıp…
Sükut altın değerine kavuştu. Hayat ana rahmine geri döndü sanki. Cenin oldu ve yaşam suyunun içinde öylece bekliyor. Sadece kalp atışı gibi hayvanların nadiren çıkan sesleri var. Ki onlar da bu oyunu başlatanlar ve yönlendirenler. Sesleri gerektiği kadar ve yeteri kadar çıkıyor. Fazlası yok.
Oyun sürerken; duygular da katılıyor korku hissetmezsen olmam yok varsay sen beni; heyecan beni de diye atlıyor, çekingenlik usulca yerini alıyor, özgüven had çizgisini çiziveriyor, sevgi esaretsiz var olur ve büyürüm diyerek yerini alıyor.
Şarj oluyor yaşam hem de kablosuz. Tüketmeden.
Rüzgar hafiften dokunuyor gecenin çenesi düşüklüğüne rağmen oynadığı bu “Tıp” oyununa… gıdıklandığından mıdır bilinmez bir iki damla yaz yağmurunun damlası öpüveriyor “Pıt” diye bahçemi. Haylaz bulut huzurun çekiciliğine dayanamadı muhtemelen.
Bu beş dakikalık oyundan öğrendiğim “Tıp” la “Pıt” arasında şikayetlerimizin, memnuniyetlerimizin üç harften ötesinin hayatımızdan ya da hayatlardan çalan hırsızlardan öte gitmediği oldu… Çenesi düşük gece bir yıldız kayışının sessizliğinde ne güzel ders vermişti bana. Kim bilir 24 saatin 5 dakikası oynamalıydık bu oyunu kendi yaşamımızın kıymetinin değerlilik sigortası olarak.
“Tıp” sırası ben de…
arzudincer0@gmail.com
|