HIRSIZLIK
Selâm Can Kız!
Sen var ya sen? Annene, babana, hepimize yeni bir hayat kaynağısın. Allah seni hepimize bağışlasın...
Sabrediyoruz ve seni bekliyoruz.
Tatlım!
Biliyorum, çok küçüksün ama bugün seninle insanoğlunun başına gelebilecek utanç verici; fakat mutlaka tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlıktan, hırsızlıktan söz edeceğim.
Hırsızlık; kendine ait olmayan bir şeyi haber vermeden almak, çalmaktır. Bu çalmalar salt para, eşya, mal değil; yazılar, fikirler, buluşlar olabilir. Hiçbir hırsızlık cezasız kalmaz. Yanlışlıkla kanunun elinden sıyrılabilen bir hırsız, hırsızlığından dolayı vicdanına sorumlu olur. Hırsızlığı meslek edinenler ise zaten insani duygularını yitirmiş olanlardır.
İnsanlar neden hırsızlık yaparlar? Nasıl bu işe başlarlar? Bu soruları hangi hırsıza sorsan mutlaka bir bahaneyle sana yanıt verirler.
Hırsızlık yapanları şöyle bir incelediğimizde; çocukluk döneminde içinde bulunduğu sosyal çevreden, yakın ilişkilerdeki davranış bozukluklarından veya çatışmalardan ve de arkadaşlarından etkilenen, kolay kanabilen çocuklar olduğunu görebilirsin. Bu işi meslek edinen ailenin çocuklarıysa başka meslek tanımadıkları, bu mesleği doğal gördükleri için hırsızlık yaparlar.
Bazıları için güç gösterisi gibi başlayan bu gibi davranışlar, önlem alınmadığında kısa zamanda alışkanlık olarak çocukta yer eder.
Büyüklerde durum farklıdır ve bilinçli olarak yapılmaktadır. Kendi özel gereksinimlerini, hakkı olmayanı çalarak sahiplenme, ne yasalar karşısında, ne de insanların yanında onları haklı kılmaz.
Bunun yanında kleptomani gibi çalma rahatsızlığı olanlar yasal yolla değil; tıbben otanarak topluma kazandırılmalıdır.
Çok beğendiğin bir şeyi sahibinden izin almaksızın almak ve tekrar yerine koymak bile karşındakine ve sana rahatsızlık verir.
Tıllar önce; Almanya'da bulunduğumuz dönemlerde fazla gelirimiz olmadığı için bir ailenin yanında ikinci kiracı olarak bir oda tuttuk. Bu aile çalıştıkları bira fabrikasının lojmanında çok düşük bir ücret karşılığında oturuyorlardı. Beş odalı bu konuta iki yüz yetmişbeş D.M ödüyorlardı. Bizden de bir oda karşılığı yüz yetmiş beş mark alıyorlardı.
İkinci ev sahibimiz olan bu insanlarla ilişkilerimiz oldukça yüzeyseldi. Üç çocuklu bu aile ara sıra bizi yemeğe alır, bize yöresel yemekler ikram ederlerdi.
Çocuklarıyla olan ilişkilerini gözlemlediğimde; çocuklarda sevgi açlığı görür, özellikle anneyi uyarmaya çalışırdım.
O evde iki yıl kadar oturmak zorunda kaldık. Başka eve çıkmaya ekonomik yönden hazır değildik. Ben Münih Üniversite'sinde kütüphanede iş bulmuştum. Deden ise yüksek lisansını tamamlıyordu. Kazandığım para ancak evkirası, yemek ve yol parasına yetiyordu. Bazı zamanlar hiç paramız olmuyordu. O zamanlarda ofis temizliği, hafta sonu tezgahtarlığı yapıyorduk.
Deden doktorasını da bitirince ben de şehrin biraz dışında ço iyi bir ortopedi kliniğinde ameliyathane hemşireliğine başladım. İşte o evden çıkmamız da böyleydi. Artık durumumuz iyiydi ve çocuk istiyorduk.Hatahaneye yakın, nehir kenarında, ufak ama modern bir daire kiraladık.
Bir yıl sonra da dünyalar güzeli annen bize karıştı, canımıza can kattı.
Bu arada deden başka bir eyalet üniversitesinde asistan olarak işe başlayacağından, ben de kendime o eyalette psikiyatri hemşireliğinde iş buldum. Tam hazırlıklarımızı yaparken, daha önce oturduğumuz bölge polisinden davet mektubu geldi. Telefon ettim Karşılıklı konuşmak istediklerini söylediler. Çok heyecanlanmıştım. Benim polisle ne işim olurdu ki? Ertesi gün gittiğim poliste beni kapı görevlisi yabancılarla ilgili amirinin yanına götürdü. Yıllar sonra bugüne değin dostluğumuzun devam ettiği Herr Roschansky'i işte o gün tanıdım. Herr Roschansky bana M.Y yi tanıyıp tanımadığımı sordu. Tanıyordum. Ancak bir buyçuk yıl kadar oluyordu onu görmeyeli. Herr Roschansky öyküyü anlattı.
M. bir profesörün evinden on binlerce mark değerinde pul kolleksiyonu çalmış. Sevgi Adanır'a yani bana verdiğini söylemiş. Doğruydu. M. iki yıl kadar önce bana bir pul defteri hediye etmişti ve içinde değerini hiç anlamadığım pullar vardı. Anımsadığım kadar annesi bana verilen bu hediyeden çok rahatsızlık duymuştu.
Ben ne puldan ne de değerinden anlamadığım için onu yeğenime, Türkiye'ye yollamıştım. Çalıntı olduğunu duyunca çok üzüldüm. Adımın böyle pis bir işe karışmasından duyduğum utancın yanında; mesleğim, onurum, oturma iznim herşeyim risk altında olabilirdi. Aslında beni ve dedeni çoktan araştırmışlardı. Yabancılar polisinde notumuz çok iyiydi. Pul kolleksiyonunu hemen getirebileceğimi söyledim.
Bir çalıntı mal bana çok iyi bir dostluğun kazanılmasına neden oldu. Ama M.?
Bugün hala M. ve ailesini düşünürüm. Baba son derece despot, yüksek sesle konuşan, okuma- yazmayı bile askerde öğrenmiş bir pfennig üzerine yirmi düğüm atan, karısını ve çocuklarını üç öğün döven bir adamdı. Sevgi onlara hiç uğramamıştı. Anne çok kapalı bir kasabadan gelmiş, baş örtüsünü burada atmış, Allah'ın onca nasibini hiç almamış bir kadındı.
M. bu olaydan sonra hapse düşmüş. Küçük erkek kardeşi efeminen bir durumda S-bahn denilen metrolarda dolaşıyordu. Küçük kız kardeşleriyse on üç yaşında iken hamile kalmış.
Anne, baba daha kendi ülkelerini tanımadan, yabancı bir kültür ortasında kalmış, sevgisiz insancıklardı. Disiplin tutarsızlığı, kültür sapması veya bocalaması beş kişilik bir aileyi yok etmişti.
Canım Torunum!
Sen sen ol, sakın sana ait olmayana dokunma! Sen başkasından rızasız aldığında, karşındakinin göz yaşından, mutsuzluğundan ve sana edeceği bedduadan çekin yavrum.
Dünyanın bütün güzel çocukları iyi şeyler öğrenmeyi hak ediyor. İyilik ve güzellikler hepinizin ve sevgili torunumun olsun.
|