Foça'nın perili evleri
Yılların suskunluğunu atıp silkelercesine savuruyor omuzlarındaki kalın örgü şalı. Şal ki ne şal her yanı dökülmüş lime lime. Sökük şalın havalandırdığı toza bakakalmışken şalına olan ilgim canını sıkmış olacak ki, bu defa başını kaşır gibi yapıp taramadığı için iyice keçeleşen saçlarının örgü topuzunu yokluyor eşarbının altından. Göz temasından özellikle kaçınıyor gibi görünüyorsa da üzerinde durmuyorum, zira onu ürkütüp uzaklaştırmak istemiyorum odaklandığımız andan. Tanrı misafiri. Apansız geldi sabah sabah. Yeni satın aldığım bu evin eski sahibi ne de olsa…
Şifahane gibi bu taş evler, bu sokaklar, hele bu martılar şifa perileri sanki bana ilaç gibi geliyorlar diyorum ortak bir şeyler bulma umuduyla. Gözlerini olabildiğince açıp ne dediğimi anlamadığını hissettiren bir bakış atıyor yüzüme; ellerimi iki yana açarak omuzlarımı silkiyorum susuyoruz… Birden deniz tarafını işaret edip, sabahları kafamı camdan uzatınca denizi koklamak öyle hoşuma gidiyor ki diyerek muhabbete yelteniyorum yine. Sanki arkadaşımmış gibi sevecen bir gülümseme yalıyor yüzümü. Ve arka bahçedeki kuyudan su çekmekten de ne kadar hoşlandığımı anlatmaya çabalıyorum. Evet, çabalıyorum…
Adeta savaşıyor gibiyim bu yaşı belli olmayan Foçalıyla. Bu taş evi onun oğlundan satın almış olmam bende nasıl bir erinç yaratmış olabilir ki! Tuhaf bir durum... İçimi ezen duygularımla her an çoğalan bir teslimiyet hali bu. Niye eksikleniyorum ki, birileri satar diğerleri satın alır hep...
Yaşlı kadınla ne yapıyoruz biz sahi! Kadın davetsiz çıktı geldi işte, zaten günlerdir taşınma yorgunuyum. Yan cepheden Marsilya Meydanı’na bakan evimi, daracık sokağımı, komşularımı, Foça’yı tanıyacağım, yepyeni Ege güzellikleriyle tanışacağız. Ne iyi ettim de kaçtım o koskoca şehirden…
Aceleyle, bir bardak limonata içer misiniz diye soruyorum yaşlı kadına. Cevap vermiyor, bu defa başımı ona doğru eğerek cevabını beklediğimi belli etmeye çalışıyorum.
Oturduğu bahçe koltuğunda hiç kıpırdamadan kaybettiği bir şeyi arar gibi kuyuya çeviriyor gözlerini ve cevabını çok önceden bilenlerin gayet emin ses tonuyla, tanıştın mı onunla diye soruyor.
Limonata diyorum, limonata içer miydiniz? Kiminle tanıştım mı?
Başıyla kuyuyu işaret ederek işte o, bu evin perisi Susak Kızı söylüyorum, tanışmışsındır tabi, kaç gün oldu geleli… Aceleyle sıraladıklarını anlamaya çalışırken o konuşmaya devam ediyor; kuyunun yanına susak koymamışsın nasıl yıkayacak taşlıkları?
Kim? Kim yıkayacak, susak ne?
Bilmeye ne var, te işte kabaktan yapılan su tası, sukabağından yapılan. Zaten o yüzden adını Susak Kız koymuşlar. Rahmetli kayınvalidem sıkı sıkıya tembihlemişti vaktiyle, aman demişti sakın susaksız bırakma yoksa evdeki bardak çanağını bir bir kırar!
Amanın ne diyorsunuz siz? Kim kırar çanağı çömleği?
Bana meram anlatamayacağını düşünen yaşlı kadın, bıkkın bir halde a be diyom işte, Susak Kız, bizim peri kızı, bu evin perisi. Başka yere öldürsen gitmez. Bak ben kaç yıl oldu buradan taşınalı, bu gece geleyim anında görünür bana. Görünür de, şu terlikçiklerimi de yıkayıverir. Her gece yıkardı eskiden. Eğer bahçede bırakırsan burada ne varsa yıkar temizler. Susak Kız suyla oynamayı pek sever, diyorum ya susaksız bırakma kuyunun yanı başını. Ben susakları çift koyardım işini çabuk bitirsin hem de biri kaybolsa diğeriyle yıkasın diye.
Bir keresinde fırtınalı bi gece kuyunun yanındaki susak rüzgâra kapılıp uçmuş gitmiş başka bahçeye, aman Allahım o gece sabaha kadar rahat bırakmadı ev halkını, bahçedeki mutfakta kırılmadık fincan bardak kalmadıydı. Perileri sinirlendirmek olmaz, sakın ha susaksız bırakma.
Bu anlattıklarınızdan hiçbir şey anlamadım ben diyorum, bu zamanda böyle şeyler olur mu hiç, hurafe bunlar inanmıyorum.
Benden söylemesi diyor yaşlı kadın, sen bil de göreceklerine şaşırma diyor. Sonra da üzerinden ağırca bir yükü atmışçasına içerim, limonatandan içerim diyor. Bizim Foça’nın taş evlerinin perileri meşhurdur bilmiyor muydun yoksa? Ha her birinin ismi de vardır, bak şu karşı köşedeki bakkalın yanındaki taş evin perisi Yağcı Kız’dır. Zeytinlerin sıkılma zamanı her istediği yapılır ki yağın bereketi bol olsun. Peri hoş tutulursa bir fıçı zeytinyağı hiç eksilmez, bütün yıl boyu yeter de etraf komşulara bile artar. Yalnız israfı sevmezdi peri kızı, yere dökülen bir gram yağ bile ziyan olsa o gece gürültü çıkarıp ayak sesleriyle kimseyi uyutmazmış. Ah ah, Saliha yengem ne çekerdi o Yağcı Kız’dan, korkarak kullanırdı güzelim zeytinlerinin yağını. Onunki de başkaydı işte, bizimki suyla onunki yağ ile oynardı…
Şaşkınım. Afallamış bir halde elim raftaki limonata bardaklarına uzanıyor ki, tek bir tanesi sağlam değil hepsi kırılmış. Taşınırken kırılmış olamaz, buraya sıralarken hepsi sağlamdı!
Bardaklar kırılmış diye mırıldanıyorum yavaşça ama duyuyor beni. Dedim ben sana, susaksız bırakma kuyuyu.
|