ISSN 1308-8483
BAHARAT ÜLKESİ HİNDİSTAN / Güzin TÜMER
Güzin TÜMER    
  Yayın Tarihi: 22.4.2016    


BAHARAT ÜLKESİ HİNDİSTAN

Ellili yaşlarımın sonunda Hindistan’a gitme şansım oldu. Gittim, gördüm ve geldim. Tüm ezberleri bozan bir ülke… Hindistan, çıplaklığın kutsandığı, tapınmanın hobi olduğu, korna çalmanın sıradan bir alışkanlık haline geldiği, yaşamın sokaklarda sürdüğü, kadınların rengarenk kıyafetleri içinde göz doldurduğu bir ülke…



Ben küçük bir grupla 15 günlük bir kuzey Hindistan turu yaptım. Ülkeyi anlamak, tanımak için bu süre çok ama çok yetersiz. Birçok ülkeyi tanıma fırsatı olan bendeniz için Hindistan çok özgün bir ülke diyebilirim… Şaşırarak izledim her şeyi… Kimi zaman kalabalıktan ürktüm kimi zaman gürültüden sıkıldım. Ancak döndükten sonra bu ülkeye tekrar gitmeliyim dedim.



Yıllar önce bir arkadaşımın anlattığı bir fıkra ya da küçük hikaye ile devam edeyim. Trafiğin yoğun olduğu bir yolda adamın biri karşı kaldırıma geçmek ister. Karşıya geçmek için çok çabalar ama çabaları bir işe yaramaz. Sonunda karşı kaldırımdaki başka birine “nasıl geçtin karşıya” diye sorar. Karşıdan gelen cevap ilginçtir. Cevap “ben bu tarafta doğdum” dur. Aslında bu küçük hikaye ile başıma gelen bir olayı ilişkilendirmek isterim. Ben de karşı kaldırımdaki bir büfeden bir şeyler almak için uzun bir mücadeleden sonra karşıya geçtim. Bir süre yolu izledim. Dönüş bana imkansız gözüktü. Geçeceğim yolun geniş olmadığını da belirtmeliyim. Bir çözüm bulmalıydım. Bir motosikletli arkadaşa beni karşıya geçirmesi için rica ettim. Mutlu son! Karşıya geçmiştim. Motosikletli arkadaşın arkasına binerek saniyeler içinde karşıya geçtim. Sanırım bu durum size Hindistan trafiği ile ilgili bilgi vermiştir.

İngilizlerden kalan alışkanlıkla trafik soldan işliyor deniyor ama… Trafiğin nereden işlediğini anlamak mümkün değil. Bisikletliler, üç tekerlekli rikşa adı verilen araçlar, motosikletliler, inekler, keçiler trafiği oluşturan öğeler. Gerçekten görülecek cinsten. Eller de sürekli kornada olunca insanı gerçeklik duygusundan uzaklaştırıyor. Trafik içinde en şanslı olanlar inekler. Çünkü her daim geçiş üstünlüğü onlarda. Bir ülke düşünün ki korna çalmanız için sizi uyarıyor.

Yönetmeni, Ritesh Batra olan “Sefer tası” adlı bir film seyretmiştim. Beşbin sefer tası dağıtıcısının oluşturduğu bir grup var. Babadan oğula geçen bir meslek. Kadınların evde yaptıkları sıcak yemekleri kocalarının işyerlerine taşıyorlar. Hardward Üniversitesi bu konuda bir araştırma yapmış. Sekiz milyon sefertasından sadece bir tanesi yanlış adrese gidiyormuş. İşte bu film o bir tanesinin hikayesi… İlgiyle izlediğim ve sevdiğim bir film olmuştu. Oradayken böylesi bir trafiğin içinde o yemekler soğumadan nasıl işyerlerine ulaştırılır diye düşünmekten kendimi alamadım.

Hint yemeklerine gelince… Sebzenin, tahıl ürünlerinin ve baharatın baş tacı olduğu Hindistan mutfağını çok sevdiğimi söylemeliyim. Bir baharat ülkesi olan Hindistan dünyada kullanılan baharatın yüzde yetmişini üretiyormuş. Hindistan’ın meşhur baharatı “köri” ile ilgili küçük bir bilgi vermek isterim. Aslında Hint mutfağında her yemeğin kendine has bir baharat karışımı varmış. Baharat karışımının adı köri imiş. Bilen bilir ama ben yeni öğrendim. Mutfakta üreten değil tüketen olunca bazı şeyleri öğrenmek ileriki yaşlara denk geliyor.


Thali adı verilen bu tepsi içindeki yemekler, Hint usulü tabldot. Beş lira civarında. Benim yediklerimde baharatlı yeşil mercimek yemeği, pilav, yoğurt ve sebzeli patates yemeği vardı. Çok lezzetli olduklarını söyleyebilirim. Nan, capati gibi bazlama cinsi ekmeklerle servis ediliyor.

Tattığım tüm süt ürünlerinin tadı hala damağımda… Yaygın olarak süt tüketimi olduğuna çok kere tanık oldum. Akşamüzerleri sokak köşelerinde büyük kazanların içinde süt kaynatıyorlar. İnsanlar kazanın etrafında ayakta durmuş hem sohbet edip hem de süt içiyorlar. Sonradan anladım ki Hintliler eve gitmeden önce bir bira içmek yerine sıcak süt içiyorlar. Süt ürünlerindeki lezzetin kaynağı manda sütüymüş.

Süt seven Hintliler, üç tekerlekli ucuz ulaşım aracı rikşaların arkasına “yeni yılı viski yerine süt ile kutlayın” diye yazı yazmışlardı.



Hindistan alkol ve sigara tüketiminin çok yaygın olmadığı bir ülke. Ama pan adı verilen uyuşturucu çiğneme alışkanlığı çok yaygın.


Çiğnenmek üzere uyuşturucu hazırlayan bir Hintli... Yaprağın içine bir başka bitki koyarak hazırlanıyor. Onu dolma gibi yapıp ağzınıza atıyorsunuz. Ben çiğneyemedim. Çok tatlıydı. İyice çiğneyip yere tükürüyorlar. Adım başı tükürdükleri kırmızı bitki posasını görmek mümkün. Bu Varanasi'de çok yaygın. Görüldüğü üzere alenen satılıyor. Dükkanlar da ilginç. Kimi zaman küçük bir dolap büyüklüğündeki yerlerde bişeyler satıyorlar. Kimi zaman da dükkanların restoranların içine ayakkabı ile girmek yasak. Tapınaklarda çoraba bile izin verilmiyor.

Hindistan’da birçok dini grup var. Bunlardan biri Sih'ler. Sih dininde sigara ve içki içmek yasak. Sih dininin Hinduizm’den ve İslamiyetten etkilenmiş bir din olduğu söylendi. Sih dini, Hinduizm’de yer alan kast sistemine karşı gelmiş. Tek tanrıcılığı benimseyen bir din. Yeniden doğuşa inanıyorlarmış ama kurban kesmeye karşı duruyorlarmış. Herkesin yaşam hakkının olması, eşitlik, paylaşmak gibi değerleri dini kural olarak benimsemişler.


İşte renkli türbanları ile iki Sih

İşte bu gezi sırasında beni en çok etkileyen yer; Sih'lere ait Altın Tapınak (Golden Temple). Sihlerin “herkesin yaşam hakkı olmalı” düsturu Altın Tapınak’ta tamamiyle gerçeğe dönmüş. Altın Tapınak’taki işleyişe tanık olmak benim için çok heyecan vericiydi. Sadece bağışla ve gönüllülerin desteği ile günde ellibin kişinin doyurulduğu Altın Tapınak’taki işleyiş hayal ötesi.


Altın Tapınak, Amritsar


Altın Tapınakta daha önce de belirttiğim gibi günde ellibin kişiye yemek veriliyor. Çorbasından tatlısından tuzlusuna... Elbette bu çok organize bir çalışma ile gerçekleşiyor. Çok sayıda kadın gönüllü yemek pişiriyor, bulaşık yıkıyor, diğer bir grup capati ya da nan adı verilen ekmekleri açıyor, pişiriyor. Kimi kadınlar bulaşıkları kumla yıkıyor ve çalkalıyor. Konuklar, uzun kilimlerin üzerine görevliler tarafından oturtuluyor. Hiçbir kargaşaya neden olmadan beş dakikadan az bir zamanda tüm yemeklerin servisi yapılıyor. Karıncalar bile bu kadar çalışkan olamaz! Bütün bu işler büyük bir sessizlik ve uyum içinde sürdürülüyor.


Altın Tapınak’ta ekmek yapan kadınlar



Sihlerin kutsal kitaplarının adı “Veda”. Bu kutsal kitabın törenle her gece uyutulup sabah da benzer bir törenle uyandırılmasını izlemek çok ilginçti. Aslında ilginç olan inananların her gün aynı özenle bu törene katılmaları… Kesmeleri dinen yasak olan Sih erkekleri saçlarını bir çeşit türbanla kapatıyor. İbadetlerini yaparken Altın Tapınak’taki havuza, başlarındaki sarık ve her an düşman gelebilir diye sarıklarına tutturulmuş çakı ile girmeleri insana tebessüm ettiriyor. Din böyle bir şey… Her yapılan ibadet biçiminin insanı ikna etmesi elbette mümkün değil…

Altın Tapınak’tan birkaç fotoğraf...









Hindistan’da Sihler sosyoekonomik düzeyi en yüksek grupmuş. Bazen böylesi eğitimli bir grubun kimi ibadet şekillerini hiç sorgulamadan benimsemeleri bana çok şaşırtıcı geldi. Hindistan’da ibadet şekilleri gerçekten insanda bir şov duygusu yaratıyor. Başta söylediğimi yineliyorum. Tapınmak yaşamı dolduran en önemli şey, biz ziyaretçiler için de ciddi bir turistik aktivite…

Dünya’nın en kalabalık ikinci nüfusuna sahip olan Hindistan; tüm dünyadaki fakir insanların da yüzde 42’sini barındırmaktaymış. 450 milyondan fazla Hintli günde iki Amerika Doları kazanarak hayatını sürdürmekteymiş. 300 milyondan fazla insan da sokakta doğup, büyüyüp sokakta ölüyormuş.





Durum böyle olunca da sadece Sih tapınaklarında değil, tüm tapınaklarda insanlara yemek ve yatacak yer hizmeti verilmekte.

Hindistan dini açıdan büyük bir çeşitlilik, aynı zamanda renklilik gösteriyor. Hindistan halkının büyük bir çoğunluğunun inandığı Hinduizm anlaması çok kolay bir din değil. En azından benim için. 300 milyondan fazla tanrıdan söz ediliyor. Genellikle tanrıların birbirinin avatarı olduğu belirtiliyor. Çok tanrılı bir din gibi gözükse bile var olan tanrıların tek bir tanrının “Brahman”ın farklı görüntüleri olduğu belirtiliyor. Kaynaklar çok sayıda mezhep olduğunu yazıyor. Tanrıya ulaşmak için kimi zaman bir iki sözcüklük “mantra” adı verilen ilahi sözleri tekrarlıyorlar, kimi zaman meditasyon ya da yoga yapıyorlar.

Dünya nimetlerinden uzaklaşarak yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanlar var. Bu kişilere “Sadu” deniyor. Sadu olmayı seçmek de bir çeşit ibadet biçimi. Kırmızı, turuncu, sarı renkli kıyafet giyen Saduların taklitlerinden kaçınmak gerekir. Çünkü onlar dilenci.


Bu da çakma bir Sadu

Gün batım ve gün doğumlarında da kutsal suda yıkanmak bir başka ibadet şekli...

Hindular için inek ve Şiva adlı tanrının cinsel organı (lingam) kutsal sayılıyor. Bunun nedeni ise lingam ve ineğin, Tanrı'nın farklı görünümleri olmasıymış. Lingam her yerde turistik eşya olarak satılıyor. Lingam bir güç ifadesi olabilir. Yanına oturup meditasyon yapan batılılara ne demek lazım? Lingam'ın yanına oturarak meditasyon yapıp tanrıya ulaşmaya çalışan bir batılının aklının içine girmeyi çok isterdim. Haksızlık mı ettim!

İnsanın doğayı yüceltmesi, kutsaması çok saygı duyulası bir tavır. Doğa ritüellerle her an kutsanırken, o doğayı gerçek anlamda nasıl korudukları konusunda büyük bir soru işareti var. Çöp atmak için bir yer sorduğunuzda size direk sokağı gösteriyorlar. Bu çok ciddi bir çelişki..

Hinduizmde ineğin dışında birçok hayvan kutsal sayılmakta. Bunun nedeni sanırım tanrıların avatarı olmaları. Bu nedenle maymun, kaplan, yılan, tavus kuşu, fare… Burada saymadığım birçok hayvan kutsal sayılmakta. Kimisinin adına tapınaklar var. Kısacası Hintliler hayvansever insanlar.


Maymun Tapınağı

Hinduizm’de yeniden doğuşa inanılıyor. Ruh bedenden bedene geçerek tekrardan doğuyor. Ruhun bu yolculuğu bir gün son buluyor. Ama bu kurtuluşa ulaşmanın yolu yaşadığınız süre içinde ne kadar iyi olduğunuzla ilintili… Bedenden bedene gezerken yeniden doğuştan kurtulmanın yolu karnenizdeki hal ve gidiş notunuz… Her Hindunun hayali yeniden doğma zincirini kırmak ve özgürlüğe kavuşmak. Her yeniden doğuşta iyi olma yolunda atılan adımlar sonunda ruhsal özgürlüğe kavuşturuyormuş.

Bu düstur belki de insanda kaos duygusu yaratan günlük yaşam içinde Hintlilerin sakinliklerini kaybetmemelerini sağlamakta. Yeniden doğuş döngüsünden kurtulmanın bir yolu da Hinduların kutsal şehri Ganj Nehri kıyısındaki Varanasi’de ölmek. Ganj Nehri de Hinduizm’deki tanrılardan birinin görüntüsü olarak kabul edildiği için kutsal.





Varanasi şehrinin 2000 yıllık bir geçmişi var. Kent labirent gibi… Bu dar sokaklarda daima geçiş üstünlüğü ineklerde.



Oldukça pis görünen Ganj nehrinde çok renkli görüntülere tanık oldum. Ganj nehrine “ghat” adı verilen merdivenlerle iniliyor. Bu merdivenlerde kimi yıkanıyor, kimi çamaşır yıkıyor, kimi diş fırçalıyor. Kimisi oturup saç kestiriyor. Kimileri de rengarenk giysiler içinde yüzleri boyanmış şekilde dilencilik yapıyor. Kimi de ölülerini yakıyor.









Bu yakma işlemlerinde zenginler sandal ağacı kullanırken, orta gelirliler ise daha ucuz bir odun çeşidini tercih ediyor. Fakirler ise yani kast sisteminin son ayağında olanlar elektrik kullanılarak yakılıyor. Hinduizm’in kurallarından olan kast sisteminin -1975 yılında kaldırılmış olmasına rağmen- hala kırsal kesimde sürdürüldüğü söylendi. Hinduların bir kısmı sosyal yaşamda ilerleme şansını elde etmek için İslamiyeti seçiyormuş.

Tekrar Ganj nehrine dönersek… Yakılan ölülerin külleri nehre atıldığı gibi, ermiş kişiler, hamile kadınlar, yılan sokmasından ve çiçek hastalığından ölenler yakılmadan nehre atılıyormuş. Aslında bu nehre yüklenen bu kadarı anlamı bir mantık çerçevesinde anlamak oldukça zor geldi bana…

Ganj Nehri’nin Rishikesh’deki kolu debisi yüksek olduğu için oldukça temizdi. Fakat Varanasi’de Ganj Nehri çok durgundu ve çok kirli gözüküyordu. Arada bir suyun üzerinde yüzen ölülerin de görülebildiği söylendi. Tüm bunlara rağmen Ganj Nehri, suyunu içecek kadar Hinduların yaşamında önemli. Eğitimli Hindular içinde bu durum böyle mi demekten kendimi alamıyorum.

Ganj Nehri kıyısında 365 gün boyunca her gün günbatımında Ganj Ana’yı kutsamak için “Ganga Aarti Törenleri” yapılmakta. Tam bir görsel şenlik. Tören yaklaşık bir saat sürüyor. Tören sonrasında mumlar ve çiçekler suya bırakılıyor.

Varanasi zor bir kent… Zor olduğu kadar da ilginç… Ben oradayken ah keşke birkaç gün daha kalabilseydim dedim. Ama o birkaç günden sonra arkanıza bakmadan kaçma duygusu da yaratabilir. Hindistan gezisi süresince bu ikilemi hep yaşadım.

Ülkedeki başka bir dini grup Jainistler… Jainizm, Budizm ve Hinduizmden etkilenmiş. Bu dini grubun en önemli yaklaşımı barışçıl olmaları. Bir başka özelliği dini liderlerinin (guru) çırılçıplak yaşamlarını sürdürmeleriymiş. Bizim böyle bir lider görme şansımız olmadı ama hikayelerini dinledik. Ellerinde sürekli tavus kuşundan yelpaze taşırlarmış. Bu yelpaze çok fonksiyonlu bir yelpaze. Kimi zaman yerdeki küçük hayvanlara basmamak için önlerini süpürürlermiş kimi zamanda genç hanımları gördüklerinde önlerini kapatırlarmış. Gerisini siz anlayın! Bu dine inanan bazı kişiler soluk alırken havadaki küçük canlıları öldürmemek için maske takıyormuş.

Jainizm, mükemmel olan insandan daha yüksek bir varlığı ya da Tanrıyı tanımayı gerekli görmüyormuş.

Bir başka grup ise Budistler… Budizm, bir inanç şekli olmasına karşın insanın kendini keşfetmesini anlamasına dayalı bir felsefe sistemi olarak kabul edilmekte. Nüfusun küçük bir kısmının Budist olduğu söylendi.

İnanç grupları arasında sayıca Hindular birinci grubu oluştururken Müslümanlar ikinci grubu oluşturmaktaymış.

Hindistan’daki trenlerden söz etmeden olmaz. Bizim bindiğimiz bazı trenler çok iyiydi. En önemlisi temiz ve hızlıydı. Yine bazı trenlerde bitmek tükenmek bilmeyen yemek hizmeti vardı. Elbette biz turistik mevkide seyahat ettiğimiz için halkın yolculuk yaptığı trenleri gözlemleme şansımız olmadı.

Ancak yolculuğumuz süresince bir gece yataklı trenle yolculuk yaptık. Bir vagonun içine yerleştirilmiş ranzalar perdelerle birbirinden ayrılmıştı. Oldukça eğlenceli olduğunu söyleyebilirim. Bir kez denenmeli… Bir kez dediğime bakmayın! Ben çok dinlenmiş olarak trenden inmiştim. Biz bir grup olduğumuz için halkın içine karışarak yolculuk etme imkanımız olmadı.

Gelelim tren istasyonlarına… İstasyonlardan birinde banyo vardı. Bir baktım ki adamın biri yalınayak peştamalı ile ortada dolanıyor. Bizden başka bakan biri var mıydı bilemem, en azından bizim bakışlarımız altında hiç istifini bozmadan giyindi. Sanırım sokakta yaşayan çok insan olduğu için istasyonlarda duş hizmeti veriliyor.

Bir yaşlı kadını da istasyonun hemen dışında çırılçıplak yıkanırken gördüm. Yine bizden başka bakan yoktu. Genç olsaydı bu ilgisizlik olur muydu diye düşündüm.

Bu bakma işi oldukça ilginç Baharat ülkesinin insanları arasında… Gözlerini dikip bizi bir süre süzüyorlardı. Zaman zaman da dokunmak istiyorlar.

Hiçbir yerde yaşamadığım bir kolaylıkla karşılaştım bu ülkede… Fotoğraf çekmeye her daim izin var. Bir de keyifle poz veriyorlar. Daha sonrasında hep birlikte kendi fotoğraf makineleri ile bizi çekmek istiyorlardı. İlginç ülke… Söyleyecek çok şey var.





Hani Hindistan pisliği ile ünlenmiş bir ülke... Kentler için bu pislik konusunun biraz abartılı olduğunu düşünüyorum. Ben gitmeden sokaklarda sürekli tuvaletini yapan insanlar göreceğimi sanıyordum. Kentlerde dolaşırken böyle bir şeye tanık olmadım. Ama trenle yolculuk yaparken trenin penceresinden gördüklerim gerçekten şaşırtıcıydı.

Kendi izlenimlerime geçmeden önce “Slumdog millionere” ya da “Varoş milyoneri” adıyla gösterilen filmden söz etmek isterim.

Jamal, fakir bir mahallede yaşayan yetim bir çocuktur. Çok zor şartlar altında büyümüştür. Bilgi yarışmasına başvurur, kabul edilir. Yirmi milyon rupiyi kazanır. Hiç eğitim almamış birinin ancak hile yaparak yarışmayı kazandığı düşünülür. Tutuklanır. Aslında Jamal her sorunun cevabını yaşadığı sefil hayattan öğrenmiştir.

Bu filmde Jamal’ın Hindistan'da çocukluğunun geçtiği yerleri izlerken yaşanan yokluk ve fakirliğin bir canlandırma olduğunu düşünmüştüm.

Ancak trenin yol alırken penceresinden gördüğüm manzara ile filmde gördüğüm yokluk birebir örtüşüyordu.

Yarısı teneke yarısı bezlerle kapatılmış evler, onların önünde çöp dağları… Önce ilgiyle baktım sonrasında ilgim şaşkınlığa dönüştü. En kötüsü ise bu çöp dağlarının önüne sıra sıra oturmuş geçen trenleri izleyerek hacetini gören insanlar… Hacetini gören insanların arasında koşarak eğlenen çocuklar ve yere oturmuş iskambil oynayan gençler… Bu betimleme ne bir eksik ne bir fazla…


Bu arada ufak bir bilgi. Çocukların gözleri hep sürmeliydi. Sürme çocukların gözlerinin mikrop kapmasını engelliyormuş.



Ancak bu filmlerde olur dedirtecek cinsten… Yaşam her yerde kendi ritminde devam ediyor. Böylesi bir yokluğa Latin Amerika’nın en fakir ülkesi olan Bolivya’da bile rastlamadım.

Gelelim Taç Mahal’e… Herkesin bildiği üzere Babür imparatoru Şah Cihan’ın ondördüncü çocuğunu doğururken ölen karısı Mümtaz Mahal için yaptırdığı bir anıt mezar. Buraya girdiğim zaman hissettiklerimi paylaşmak isterim. Buna benzer duyguları Peru’da Macchu Piccu milli parkına girdiğim zamanda hissetmiştim. İçeri girene kadar hoş bir heyecan. İçeri girdiğim anda bir sıradanlaştırma duygusu. Sanki çok iyi bildiğim bir yer. Çok tanıdık. Bu duygu insanın anlama, gezme ve görme duygusunu da örseliyor. Heyecanını kaybettiriyor. Benim gibi hisseden var mıdır?


Bu fotoğraf Zafer Bozkaya tarafından çekilmiştir.

Taç Mahal beyaz mermerden yapılmış. Manzarası çok güzel. Rivayete göre Taç Mahal’i yapan mimarların elleri kesilmiş, benzerini yapmasınlar diye…

Moğollar çok barbar bilinmelerine karşın Hindistan’da Moğol mimarisinin muhteşem örnekleri var. Kaleler, kutsal mekanlar, binalar… Hepsi çok özel ve güzel ama… Gidildiğinde hepsi mutlaka görülmeli diyemeyeceğim. Ben bu kadar çok kale görmek istemezdim. Kültürle buluşma imkanının olduğu yerler her daim tercihimdir.

Biz bu geziye Zafer Bozkaya ile gittik. Hindistan’ı çok iyi bilen, insani değerlerini hiç kaybetmemiş bir insan, Zafer… Onunla gidecek herkesin çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Teşekkürler, Zafer Bozkaya…


Zafer'in çektiği güzel fotoğraflardan biri.


Jaipur'daki Amber Kalesi’ne çıkış... Kale iz bırakmadı ama... Fil üstünde Kale'ye çıkış hiç unutulası değildi. En sevdiğim kaleden söz etmeden olmaz. Bu kale Agra'daki "Agra Fort". Duvardaki işlemelerin içinde ayna kullanılmış. Moğol mimarisi olmasına rağmen Hint kültüründe ayna birçok yerde kullanılmakta. Hindistan’daki dinlerin ortak düsturu "iyi insan olmak". Bunun da ödülü yeniden doğuştan kurtulmak. Acaba iyi insan olma yolunda "ayna" insanın kendisiyle yüzleşmesinin bir aracı olabilir mi?

Yazı oldukça uzun oldu. Kısacık rotadan da söz etmek istiyorum. Önce Delhi’ye gittik. Ardından Agra, Jaipur, Amritsar, Rishikesh ve Varanasi. Sonra tekrar Delhi. Hindistan’dan güzel anılar ve şimdiye kadar hiç aşina olmadığım bilgi ile döndüm. Belki yazılacak çok şey var. Hint kültürü anlaması çok kolay bir kültür değil. Yaşamın ta kendisi olan dini yapıyı özellikle Hinduizmi anlamak çok kolay değil. Okuduklarımdan, gördüklerimden süzebildiklerimi sizinle paylaştım.

Ülkenin inançları zarar vermemek üzerine kurulu olduğu için Hindistan’ın güvenilir olduğu bile söylenebilir. Baharat kokulu, güleç insanları, erotik tapınaklardan Altın Tapınağa kadar binbir çeşit tapınağı ile Hindistan unutulası bir ülke değil. Her türlü yoruculuğuna rağmen insanda tekrar gitme duygusu bile uyandırıyor.

İngiltere’de gezinen, baharat kokulu insanlarla ilgili şöyle bir hikaye var. Bilindiği üzere İngiliz kültürü tamamen mesafe kültürüdür. Bu mesafeli duruş bana Aristokrat bulaşığı gibi gelir. Her neyse… Dolayısı ile yeni tanıdığınız bir İngilizle havanın durumu ile ilgili düşüncenizi söyleyerek sohbete başlarsınız. Mümkünse özel yaşama dair bir şey sormayın. Hintlilere gelince onlar da sohbete “kaç çocuğun var” sorusu ile başlarmış. Elbette bu İngiltere’de Hintlileri yermek için anlatılan bir şey… Gerçekten Hintlilerin yapısı ile de ilgili bilgi veriyor. Özel yaşamın mahrem olmadığı Hint kültürünün en önemli özelliği hayatın zaten herkesin önünde, sokakta akıyor olması.

20.Nisan.2016 FOÇA


Güzin TÜMER



6761










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)