Bedriye KORKANKORKMAZ
Hayatı Gibi Ölümünü de Destansı Kılan, Trajedinin, Tutkunun, Aşırlıkların Sanatçısı: Kleist
Almanya'nın en büyük trajedi sanatçısı olan Heinrich Von Kleist'ın mezarındayım. Bugüne deÄŸin onunla ilgili yaptığım araÅŸtırmaları aklımın süzgecinden geçiriyorum. KiÅŸiliÄŸi hakkında aykırı düşüncelere savulmak istiyorum ve ona yaÅŸadıklarından sesleniyorum. Sesimin tınısına yaÅŸadıklarına ödediÄŸi bedellerin sesi karışıyor. “Zıt kutbunla akılcı dünyaya ait olamazdın sen” diyerek sohbetime baÅŸlıyorum. Sevmek, sevilmek, baÅŸkaları tarafından fark edilmek, şöhretli olmak ille de öç almak adına didindin durdun. YaÅŸadıklarının heybeti ürkütüyordu insanları. YaÅŸadıklarının/ yazdıklarının senden sonraki yansımalarını sana anımsatmak istiyorum. Merak ediyorum parçalanmış ruhun mezarda bir bütün olabildi mi? DoÄŸarken mi yoksa ölürken mi daha adildir yazgı? İnsanın kendisine karşı sorumluluklarının içinde kendini öldürmek de var mıdır? AÄŸzının içine tabancayı dayayıp ellerin titremeden tetiÄŸe basarken acının hangi boyutuyla yüzleÅŸiyordun o an? Neden insan, saygısına/saygınlığına deÄŸmeyecekler için kendini tüketiyor senin gibi. Bir yandan hayattan kaçıyordun diÄŸer yandan kendinden. Kendini kendine unutturmak istiyordun. Sürekli yollardaydın. Huzursuz, ruhuna yenilmeyecektin böylelikle. İnsanın kendisi karşısındaki umarsızlığını ölüm karşısındaki umarsızlığa benzetiyorum ben. Göçebe ruhun rehberin oldu senin. Ruhların sustuÄŸu tek dünyadan sana sesleniyorum: Mezarlıklar neden bu kadar sessizdir? TaÅŸkınlıkların, tutkuların, olaÄŸanüstü aşırılıkların adamı! Mezarda sessiz sedasız uyumana inanamıyorum. AyaÄŸa kalk! Yık ortalığı! Ölü ruhlara inat ruhların dansına kaldır beni. İncitilmiÅŸ ruhumu saÄŸaltacak bir iksir ver bana. Ben de senin gibi kendini eserinden yaratan bir yontu heykeltıraşı olmak istiyorum. Tepeden tırnaÄŸa incinmiÅŸ duygularımdan yaratayım kendimi. GüneÅŸi getirdim sana, gecenin karanlığını ver bana; aydınlatayım yaÅŸadıklarımla. Bedellerine benzeyen yüzüm yaÅŸanmışlıkların izleriyle dolu. Korkma yüzüme dokunmaktan. Biz ki, insanları kırmamak adına kendimizi parçaladık. Yüreklerine dokunduklarımızdı ruhumuzu parçalayanlar.
Parçalanmış ruhumun sesi rüzgârın uğultusuna karışıyor ve baştanbaşa yalnızlık kesiliyorum mezarında. Gerçeğin gücü karşısında titriyorum. Üşüyorum. İnsanlığın botanik bahçesi mezarlıklar mıdır? Bitkiler gibi mezarlıkların dünyasında da aykırılıklar farkındalık olarak karşımıza çıkıyor. Sağken birbirlerine kurşun sıkanlar ölürken koyun koyuna birlikte uyuyorlar. Mezarlıkları insanlığın evrenselliğe ulaştığı tek mekân olarak algılıyorum. Bu cennet bu cehennem mekânının tuvalini yüreğime kazıyorum. Kendinden kaçış hastalığına sen de bu mekânda şifa buldun. Hayallerinin hırslarınla el ele verip seni uçuracağına inanıyordun. Uçlarda yaşamalıydın, benim gibi. Özünde kendi derinliklerine kök salmak istiyordun ama isteklerinin kutbu birbirinin zıddıydı. Zıt kutbun burcunda doğanlar iflah olmazlar, kendimden biliyorum. Uçuruma doğru koşarken kendini ölümün kollarına, uçuruma yaklaştığın anda ise yaşamın kollarına atıyordun. İçinin kilometrelerini koşarken hayallerinin derinliklerine dalmak istiyordun.
18 Kasım 1777’de Oder üzerindeki Frankfurt'ta dünyaya geldin. Dâhi olduÄŸunu çocuk yaÅŸta öğrenme ve öğrendiklerini ayrıştırma kabiliyetin belli ediyordu. On bir yaşında anne/babanı yitirdin ve Berlin'deki göçmen bir vaizin koruması altına verildin. Baban gibi subay oldun. Bir yere ait olmama duygusu yetimliÄŸinin armaÄŸanıydı sana. Hayatın soluk soluÄŸa bir duygunun, bir düşüncenin… peÅŸinden koÅŸmakla geçti. Kovalamaca hayatının mihenk taşı oldu. Sıradan bir yüze sahiptin. Yetimlik sende kimsesiz olmakla eÅŸdeÄŸerdi. Kimsesizlerin dış görünüşlerine özen göstermeleri gerekmiyordu. Sevgisizlik kendini ezik bir insan olarak hissetmene neden oluyordu ve duyguların içten içe ruhunu kanatıyordu. Sen de çağının diÄŸer ÅŸair /yazarları gibi toplumda gündemi belirleyen birisi olmak istiyordun. İç dünyanın parlaklığını dış görünüşündeki sertlik, bir aÄŸacı budar gibi buduyordu. Duygularınla ilgilenen yoktu. Dilinin ruhunla kavgaları bitmiyordu. Sözlü olarak kendini ifade edemiyordun. KonuÅŸamadıklarını yazmaya baÅŸladın sen de kahramanlarından kendini yarattın. Hem hayatına hem de ruhuna giren insanları kendi ateÅŸinle yakmayı seviyordun. Kız kardeÅŸinin parasını aldın. NiÅŸanlına tutarsız ahlaki isteklerinden dolayı azap çektirdin. Can dostunu da yalnız bıraktın. SevdiÄŸin herkese kendinle birlikte ölmeyi teklif edecek kadar deliydin. Nihayet senin gibi ölmek isteyen hayattan bıkmış Henriette Vogel ile tanıştın. Kanser onun bedenini senin de ruhunu esir almıştı. Birlikte düğüne gider gibi ölüme gittiniz. Gergin mizacın, tutkularının fazla olmasındandı. Tutkularını dizginlemek yerine ÅŸaha kaldırıyordun. Åžaha kaldırdığın tutkularını ne sözle ne de eylemle tatmin ediyordun. Kanayan ruhunun acısına iraden meydan okuyordu. Tutkularından biri de içini temiz tutmaktı. DoÄŸru dürüst bir insan olmayı baÅŸarmak istiyordun. Düşüncelerin doÄŸruluÄŸa duyguların ise aşırılığa tutkundu. Disiplinli çalışıyordun. Aşırı ahlaklı olman hırslarını hayata geçirmeni engelliyordu. Kafandaki ideal dünyaya benzetiyordun akılcı dünyayı. Duygularını abartılı yaÅŸadığın için, içine ne kadınlar, ne dostların ne de hayallerin sığıyordu. TaÅŸkın ruhun aşırı gururluydu. Gururun kendin gibi herkesi bir kalıba sokamadığı için yaralanıyordu. Ahlaki azap duygunu izah edilmeyecek boyutlara vardırıyordun. İlk yaÅŸadığın cinsellik deneyiminde iradene yenildiÄŸini düşündüğün için ruhun azap içinde kıvrandı uzun bir süre. Cinsellik daha sonraları oyunlarının baÅŸ konuÄŸu oldu. Penthesilea’da cinsellik tavan yapmıştı. Goethe, oyunlarında cinselliÄŸi gereÄŸinden fazla öne çıkardığın için rahatsız oldu. Herkesin yaÅŸadığı günlük olaylara yüklediÄŸin anlamdan bir baÅŸyapıt deÄŸerinde, kütüphaneler dolusu eserler çıkar. Dedim ya zıt kutupların gökyüzü gibiydi kiÅŸiliÄŸin.
Takıntılarından biri de hayat planı yapmaktı. Ölmek de hayat planlarının arasındaydı. İsteklerin kırpık ipler gibi dikiÅŸ tutmuyordu. Parçalanmışlık ruhunda tiryakilik yaratmıştı. Sen ne ünlüydün ne de diÄŸer sanatçılar gibi üniversite eÄŸitimi görmüştün. GeleceÄŸin için kaygılanan kimsen de olmamıştı senin. En büyük tutkun müzikti ve müzik alanında eÄŸitim alman yasaklanmıştı sana. En sevdiÄŸin flütü bile gizli gizli çalıyordun. Sen de kendi doktorun oldun ve yarana neÅŸter vurdun. Ruhuna ait olmayan askerlikten ayrılarak yetiÅŸkin insan olma yolunda ilk adımı attın. Felsefe, matematik, doÄŸa bilimleri özellikle de edebiyat tarihlerini okuyarak kendi öğretmenin oldun. Hayatın gerçeÄŸini bilgiyle kavramak istiyordun. Kültürlü olduÄŸun kadar erdemli de olacaktın. Erdemlerinden kendini yaratacaktın. Kendi çabalarıyla Latince/Yunanca öğrendin. Çabalarının amacı kendine ulaÅŸmaktı. Kant’la tanıştın. Kant, senin hayatını altüst etti. Kant, felsefesiyle senin hakikat olduÄŸuna inandığın bilgi birikimini yerle bir etti. Amaçsızlık amacın oldu. Bilginin cefalı yolundan ayrıldın. YerleÅŸik hayata/hareketliliÄŸe karşı tiksinti duydun. Çiftçi oldun. Yalnız ve sade hayat huzursuz ruhunu dinlendirmediÄŸi gibi teselli de etmedi. ÇiftçiliÄŸi bırakıp Paris’e döndün. Kendi derinliÄŸinde boÄŸulma duygusuyla edebiyata yöneldin. Yazmak ruh cehenneminin tek cennet köşesiydi. Hırsın o tek cennet köşeyi de cehenneme çevirdi. Aşırılık ile mübalaÄŸa olan düşkünlüğün, ruhunu rahat bırakmadı. İlk eserinle edebiyat dünyasının, önünde diz çökmesini bekledin. Gerçeklerle yüzleÅŸtiÄŸinde sık sık hayal kırıklığı yaÅŸadın. Sevgisiz olduÄŸun kadar mutsuzdun da. Sözcüklerin ne munis ne mütevazı ne de olgundu. Sözcüklerinin her biri cehennem ateÅŸinde yanan kütüktü. Acılarının hak ettiÄŸi tek ödül ölümsüzlüktü. Kendini tüketircesine tutkuyla baÄŸlandın sözcüklere. Asıl yurdun trajediydi. Eserlerinin anahtarıyla açacaktın trajedi yurdundaki kilitli kasalarını. Seni ayakta tutan güç ünlü olacağına olan inancındı. Hırsının kazanının altına atabildiÄŸi kadar odun atıyordun bunun için. Oyunlarını, ÅŸiirlerini, mektuplarını… kanınla yazmaya baÅŸladın. Yazdığın her sözcük senin ruhunda ayaklanan halkın sesiydi. Aklında ayaklanan sözcüklere hırs kırbacıyla saldırıyordun sen. Kendini iyi hissetmenin tek yolu kan aÄŸlayan sözcüklerin eserini yazmaktı. Ne yazma hırsından ne aşırı gururundan ne aÅŸağılık duygundan ne de ünlü olma beklentinden vazgeçtin. Yazdığın eserleri ve birçok taslağını da bu yüzden yaktın. Eserlerinin her biri kendine karşı verdiÄŸin savaşın er meydanıydı. YaÅŸadıklarından aldığın yaralar seni drama itti. Bir yandan sanatı seni ayakta tutan bir güç gibi görüyor diÄŸer yandan da sanatı sırtında taşıyamayacağın ağır bir yük haline getiriyordun beklentilerinle. Beynindeki depremin artçı sarsıntıları yansıyordu eserlerine.
Almanya'da Goethe ve Schiller'le tanışman yararına olmadı senin. Goethe, samimiyetinde samimiydi ama senin garip yapını benimsemedi. Onun ünü ve toplum yapısı üzerindeki büyülü gücünü kıskanıyordun. Goethe, her sanatçının yaÅŸanmışlıklarının eserine farklı yansıyacağını unuttuÄŸu için senden de kendi eserlerinin bir benzerini yazmanı istiyordu. Ünlüler yazdıklarına dair görüşlerini önemseyen aday sanatçılara karşı yaklaşımlarında daha duyarlı olmalılar. Goethe ünlü olmak için ne kimsenin karşısında ezildi ne de sanat dehasını baÅŸkalarına onaylatmak ihtiyacı duyacak kadar kendine güvenini yitirdi. Senin acılarından ve aşırılıklarından yarattığın her karakter Goethe’ninkinden de daha saygındır; çünkü insanın yıkımları/ diriliÅŸleri… tüm çıplaklığıyla yansıyor eserine. Goethe önce olay örgüsü üzerinde düşünüyor sonra düşündüklerini felsefenin süzgecinden geçiriyordu. Düşünsel geliÅŸimine katkı saÄŸlayan saÄŸlam düşüncelerle eserlerini yazmaya özen gösteriyordu. Senin gibi ruhunu bir anda kusmuyordu eserine. Goethe’nin sahip oldukları ile senin sahip olamadıkların ancak eÅŸit olabilirdi. Seni de rahatsız eden eÅŸitliÄŸin bu türüydü. YaÅŸadığın her duygu sende bir yıkıma neden oluyordu. Düşündüklerini eyleme geçirememe, ruhunu kalbura çevirmiÅŸti. Ruh saÄŸlığını korumak da aklının ucundan geçmiyordu, benim gibi. Hayatın doÄŸal akışına kendini bırakmak ve hayatta payına düşene razı olmak doÄŸanda yoktu. YaÅŸadıklarını hafife almanın bir insana kazandırdığı ruhsal avantajdan da yoksundun. Duygularını acılarınla sivrileÅŸtirdikçe ruhunun nefes aldığını hissediyordun. Hayatın gibi eserlerin de uzun soluklu hazırlık dönemine, akla hayale gelmeyen karmakarışıklığa ille de dramın dolambaçlı dehlizlerine ihtiyaç duyuyordu. Eserlerinde duygularının zirvesine çıkmak bile seni tatmin etmedi. Kendine iÅŸkence etmekten aldığın zevkin tadına varmak için sürekli gerilimin dozunu yükseltiyordun bir eroinman gibi. Sinirlerini benzer yöntemlerinle patlamak üzere olan bir volkan haline getiriyordun. Eserlerinde ya bir kabadayı gibi böbürlenme ya okyanuslarla yarışacak kadar derin olan yaÅŸam sevinci ya ölüme kendini adamışlık ya ölüm döşeÄŸindeki bir hastanın bitkinliÄŸi ya da bildiklerini mezara götüren ketumluk hâkimdi. Gücünü yalnız ve tek insan olmandan alıyordun. Sert sözcüklerini nihayet Kohlhaas eserinde olduÄŸu gibi insancıl bir boyuta yükselterek yumuÅŸatmıştın. Ahenk duygusu hayatında olmadığı gibi sözcüklerinde de yoktu. TaÅŸkınlığını tersinden akan bir okyanusa benzetiyorum ben. Tersten akan bir ırmağın götürdüğü yeri yüreÄŸinin seni götürdüğü yer olarak algılıyordun. Tersten gitmeliydin yüreÄŸinin götürdüğü yere. DeÄŸerlerine saygı duyduÄŸun ülkenin senin deÄŸerlerine de saygı duyacağını düşünüyordun. Düşüncelerinde yaÅŸadın sen; düşüncelerinde! Kendi karanlığına gömülen duyguları görmekte mahirdin. İç dengeni dengesizlikler ayakta tutuyordu. Kahramanların şöhretli deÄŸil; senin gibi uçlarda yaÅŸayan insanlardı. İnsan ruhunun derinliÄŸini kıskıvrak kavrıyordun. Ruhundaki duygusal yoÄŸunluÄŸa kahramanların bile dayanamıyordu. Vatansız olan ruhundu. Ruhunun vatanı da duygularınla hayallerindi. Dramınla sarstığın okuyucuyu aynı anda olaÄŸanüstü coÅŸkunla baÅŸka dünyalara götürüyordun. Bir anda ölümden yaÅŸama dönüşü yaÅŸatıyordun okuyucuna. Yazdıkların senin dramındı. Senin kadar gerçek olmaları doÄŸaldı. Seni üzenleri eserlerin aracılığıyla okuyucuna ÅŸikâyet ediyordun. Okuyucunun gözünde dramlarını sıra dışı yapan da senin kendini anlatmaya/anlaşılmaya duyumsadığın isteÄŸinin paramparça ettiÄŸi ruhunun kanlı fotoÄŸraflarıydı. Prinz Friedrich von Homburg en iyi dramından birisidir. Dramında yaratılışının özünü oluÅŸturan trajediyi zirveye çıkarıyordun. Hayatının iniÅŸ ve çıkış basamaklarında okuyucuyla birlikte çıkmayı / inmeyi seviyordun ve yalnız olmadığını hissettiÄŸin zamanlar kendini bu duygunun büyüsüne kaptırdığın zamanlardı. İmkânsızı baÅŸarmak gibi bir anlamı vardı yaÅŸadıklarının. Aşırılıklarını bu yüzden törpülemek istemiyordun. Yazgının sana kurduÄŸu tuzaÄŸa düştün. BaÅŸta ilgisi ve sevgisi senin için önemli olan Goethe sırtını döndü sana. İşinden ayrıldın. YaÅŸama nedeni saydığın dergin yasaklandı. Oyunların boÅŸ sahnelerde sahneleniyordu. Halk seninle alay etmeye baÅŸladı. Kitaplarını basmıyordu yayıncılar. Çalışacak iÅŸ bulamadığın gibi dostların ile kız kardeÅŸin de seni terk etti. Ustalık eserin olan Prinz Friedrich von Homburg’un, hayalini kurduÄŸun üne seni kavuÅŸturacağını algılayacak durumda deÄŸildin. Hayat standardın düştükçe düşüyordu. Pespaye giysilerinle bir ayyaÅŸ gibi ortalıkta dolaşıyor, zaman zaman da izini kaybettiriyordun. Ne yaÅŸadıklarının ne hislerinin ne de isteklerinin bir deÄŸeri yoktu ülkende. Tanıdıkların kendilerinden yardım istediÄŸin için senden kaçıyorlardı. Dizginlemeye kıyamadığın dik baÅŸlı ruhunu hayat dışlıyor, aÅŸağılıyor, yerden yere vuruyordu gözlerinin önünde. İçindeki Azrail karşına dikildi. Umarsızlığın kıskacında seni kurtaran meleÄŸindi. Kıskandıklarının hiçbirinin cesaret edemediÄŸi kendini öldürme cesaretine sahiptin sen. Yerinde olmak istediÄŸin insanlara bir meydan okumaydı intiharın. Seni/deÄŸerlerini dikkate almayan topluma yalnız ölmeyerek bir nanik attın. Senin gibi ölmeye meraklı olan bu kadının varlığıyla tanışacak, kıskanacaktı sana sırtını dönenler. İlk aÅŸkına karşılık vermeyen kadından da öcünü alacaktın. Ölüm ortaklığından öte, kadına yüklediÄŸin anlamlar çoÄŸuldu. Bu kadın hasret gideremediÄŸin annene duyduÄŸun özlemdi. Bu kadın, senin tam bir erkek olduÄŸunu ispatlayan duygu raporuydu. Bu kadın hasretini duyumsadığın hayallerinin sigortasıydı. Bu kadın yazdıklarının seni şöhrete taşıyan mucizesiydi. Bu kadın yazgının, acımasızlığını sana unutturan kıyağıydı. Ölmeden önce kız kardeÅŸine ve seni sevmekten vazgeçmeyen gönül dostun Marie von Kleist’e veda mektupları yazdın. Otuz dört yaşında önce Henriette Vogel’i sonra da kendini vurarak ölüme de imzanı attın. Ait olmadığın bir dünyadan ait olduÄŸun dünyaya göçtün. Trajedinin ÅŸairi, aşırılıkların kefenine sarıldı vücudun. Goethe gibilerinden ölüme gidiÅŸ biçiminle, ölümünü destansı kılarak öcünü aldın. Goethe, senin gibi halkın yaÅŸama ve ölüme boyun eÄŸiÅŸindeki evrensel hayatı da aÅŸan adanmışlığın çılgınlığını ne yaÅŸamaya ne de yazmaya cesaret edebilir. Yazık ki, sen bu gerçekten bihaber ayrıldın dünyadan. Ölerek kendini ölümsüzlük mertebesine yükselttin. Cesedini kendin gibi acının, hasretin, sevgisizliÄŸin, aÅŸağılanmanın… parçaladığı ruhlara ithaf ettin. Bu yüzden oyun yazarı olmuÅŸtun. Hayatın sahnesinde yaÅŸadıklarını sahneleyecektin okuyucularına. Schroffenstein Ailesi, Kırık Testi, Robert Guiskardsu’yla oyunların birbirini takip etmiÅŸti.
Michael Kohlhaas’da iki yağız at olayından yola çıkarak toplum mekanizmasının iÅŸleyiÅŸini irdeliyorsun. Bu iÅŸleyiÅŸte aksayan yönlerin bireyin hayatı üzerindeki olumsuz etkilerini bir belgesel gerçekçiliÄŸiyle ele alıyorsun. Öyküde sevdiÄŸin diÄŸer bir feylesof olan Rousseau’nun etkisi hissettiriyor kendini. Rousseau Toplum SözleÅŸmesi adlı eserinde bireyin özgürlüğünü elinden almadan bireyin kiÅŸiliÄŸi ile malını korumak sorumluluÄŸu yüklenir topluma. Bireyler yasal haklarından eÅŸit yararlanıp her tür insani iliÅŸki içerisine girsinler birbirleriyle; sadece kendi kanunlarına boyun eÄŸerek özgürlüklerini/özgünlüklerini korusunlar. Öykü bu görüşün manifestosu gibi. Senin manifeston da tutkuların deÄŸil; insanların basit olduÄŸudur. Senin en büyük yanılgın kendine âşık olduÄŸunu anlamamandı. Bu yüzden kendinde görüp sevdiÄŸin yanlarını toplumun da görüp seni senin kadar sevmesini/ benimsemesini bekleyip durdun. Kibrinle kinini yarıştırdın. AteÅŸle baruttansa ateÅŸle ateÅŸi yarıştırdığın gibi. Kibrin bir kalkandı içinde ezildiklerinin karşısında ezilmemek için. Beyaz sayfalar senin poker kağıtlarındı. Hayatının kumarını oynuyordun beyaz sayfalarda. Sözcüklerin ruletinde ya kendini kazanıyor ya da kaybediyordun. Melekleri deÄŸil ÅŸeytanları dansa kaldırıyordun. Eserlerindeki ÅŸeytana özgü zekâ kıvraklığı tesadüf deÄŸil. Özverini edebiyatta adadın. Sözcükleri özverinle kendine âşık ettin. Ve bir erkek olarak ateÅŸle yatan sözcükleri dölledin. HissettiÄŸin her duyguya kendini koÅŸulsuz adadığın için adın –Ada- olmalıydı senin. Kuduz köpekler gibi sen de sözcükleri kudurtun. Karakterlerin ya tam bir varlık olarak kendilerini benimsiyorlar ya da varlıklarını bir bütün olarak dışlıyorlardı Kohlhaas’ta olduÄŸu gibi. İki yağız at yüzünden; karısını, uÅŸağını, malını kaybediyor. Katil oluyor. İdama giderken mutludur; çünkü insanlığı terk eden hak ve adaleti tekrar insanlığa armaÄŸan etmiÅŸtir. Gerilim eserlerinin kalbiydi. Guiskard’da oyunun bir nevi çil çil altınlar gibi bir anda dökülüyor sahneye. Bunun aksine Homburg, Penthesiles, Hermannsschla adlı oyunlarının olay örgüsü deÄŸiÅŸiyor. İzleyici bir çırpıda oyunun gizine eremiyor. Oyun karakterlerin her biri birbirinin bire bir eÅŸitiymiÅŸ gibi baÅŸlayan oyunun ortasında bir anda karakterlerin her biri kendilerini tamamlayan tutkularına hırsla sarılıyorlar ve birbirlerinden kopuyorlar. Oyunlarında iç içe geçen tutkular nasıl bir bütün halinde birbirini var ediyorsa aynı tutkular bir bütün halinde birbirinden ayrılarak kendi tutkularını yaratıyorlar.
Karakterlerini dengesiz insanlardan seçmeni anlıyorum. Dengesiz insanlar ancak akılcı dünyanın dengesini bozabilirler. Dengesizler içten pazarlıklı değildir senin gibi. Ve dengesizlerin ne dünyaları ne de duyguları küçüktür. Sen bir insanın bir başka insan karşısında küçülmesine tahammül edemiyordun, benim gibi. Akılcı dünyanın insanlarının duyguları çıkarlarının boyutuna göre değişiyor oysa. Adiliğin kol kanat gerdiği dünyada kendi kendini kırmızı bültenle arıyordun.
Sevgili Kleist, tüyler ürperten öykün aşırı cömert davranarak yüreÄŸini beynini… saÄŸlığında tükettiÄŸini kanıtlıyor. Tutkuya dönüşen iç tepkilerin şöhretin ayrıcalıklarından yararlanmana izin vermezdi yaÅŸasaydın da. Yani kendini de fani dünyayı da tüketerek ayrıldın aramızdan. Kısa ömrüne asırlar sığdırdın. Dönek şöhretin zehrinden içmediÄŸin için ÅŸanslısın. Başını mezarından kaldır da yirmi birinci yüzyılda eserlerinin seni halkın sanatçısı yaptığını gör. Mezarının başında “Dünyadan Bir de Kleist Geçti…” derken bak yıldızlar ÅŸapkalarını çıkarıyorlar göklerin zirvesinde sana. İşte zirvedesin! Gururlarının yücelttiÄŸi insanlar baÅŸları dik mezara uzanırlar ki, ölüm bile gururlarını yerlerde sürümesin.
Evet, kimsenin eli sana kalkmayacak bundan böyle. Hayat da zaaflarının üstüne giderek senden mükemmel bir savaşçı çıkarmıştı. Küçülmeden, insanlığından ödün vermeden, kimseye benzemeden, acıyı, ihaneti, sevgisizliÄŸi, aÅŸağılanmayı… yüreÄŸinin derinliklerinde his ede ede ayrıldın cücelerin dünyasından. Cücelere deÄŸil ölüme boyun eÄŸdin. Boyun eÄŸerek ölümün elindeki hayatının kontrolünü aldın. Ona da boyun eÄŸmiÅŸ sayılmazsın böyle düşündüğümde.
Mezarının başına bir buket kır çiçeği gibi bırakıyorum duygularımı. Sevgimin seni terk etmeyeceği bildiğim gibi mezarında da üşütmeyeceğini biliyorum. Sevgilerimle.
Bedriye KORKANKORKMAZ
"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...
Almanya'nın en büyük trajedi sanatçısı olan Heinrich Von Kleist'ın mezarındayım. Bugüne deÄŸin onunla ilgili yaptığım araÅŸtırmaları aklımın süzgecinden geçiriyorum. KiÅŸiliÄŸi hakkında aykırı düşüncelere savulmak istiyorum ve ona yaÅŸadıklarından sesleniyorum. Sesimin tınısına yaÅŸadıklarına ödediÄŸi bedellerin sesi karışıyor. “Zıt kutbunla akılcı dünyaya ait olamazdın sen” diyerek sohbetime baÅŸlıyorum. Sevmek, sevilmek, baÅŸkaları tarafından fark edilmek, şöhretli olmak ille de öç almak adına didindin durdun. YaÅŸadıklarının heybeti ürkütüyordu insanları. YaÅŸadıklarının/ yazdıklarının senden sonraki yansımalarını sana anımsatmak istiyorum. Merak ediyorum parçalanmış ruhun mezarda bir bütün olabildi mi? DoÄŸarken mi yoksa ölürken mi daha adildir yazgı? İnsanın kendisine karşı sorumluluklarının içinde kendini öldürmek de var mıdır? AÄŸzının içine tabancayı dayayıp ellerin titremeden tetiÄŸe basarken acının hangi boyutuyla yüzleÅŸiyordun o an? Neden insan, saygısına/saygınlığına deÄŸmeyecekler için kendini tüketiyor senin gibi. Bir yandan hayattan kaçıyordun diÄŸer yandan kendinden. Kendini kendine unutturmak istiyordun. Sürekli yollardaydın. Huzursuz, ruhuna yenilmeyecektin böylelikle. İnsanın kendisi karşısındaki umarsızlığını ölüm karşısındaki umarsızlığa benzetiyorum ben. Göçebe ruhun rehberin oldu senin. Ruhların sustuÄŸu tek dünyadan sana sesleniyorum: Mezarlıklar neden bu kadar sessizdir? TaÅŸkınlıkların, tutkuların, olaÄŸanüstü aşırılıkların adamı! Mezarda sessiz sedasız uyumana inanamıyorum. AyaÄŸa kalk! Yık ortalığı! Ölü ruhlara inat ruhların dansına kaldır beni. İncitilmiÅŸ ruhumu saÄŸaltacak bir iksir ver bana. Ben de senin gibi kendini eserinden yaratan bir yontu heykeltıraşı olmak istiyorum. Tepeden tırnaÄŸa incinmiÅŸ duygularımdan yaratayım kendimi. GüneÅŸi getirdim sana, gecenin karanlığını ver bana; aydınlatayım yaÅŸadıklarımla. Bedellerine benzeyen yüzüm yaÅŸanmışlıkların izleriyle dolu. Korkma yüzüme dokunmaktan. Biz ki, insanları kırmamak adına kendimizi parçaladık. Yüreklerine dokunduklarımızdı ruhumuzu parçalayanlar.
Parçalanmış ruhumun sesi rüzgârın uğultusuna karışıyor ve baştanbaşa yalnızlık kesiliyorum mezarında. Gerçeğin gücü karşısında titriyorum. Üşüyorum. İnsanlığın botanik bahçesi mezarlıklar mıdır? Bitkiler gibi mezarlıkların dünyasında da aykırılıklar farkındalık olarak karşımıza çıkıyor. Sağken birbirlerine kurşun sıkanlar ölürken koyun koyuna birlikte uyuyorlar. Mezarlıkları insanlığın evrenselliğe ulaştığı tek mekân olarak algılıyorum. Bu cennet bu cehennem mekânının tuvalini yüreğime kazıyorum. Kendinden kaçış hastalığına sen de bu mekânda şifa buldun. Hayallerinin hırslarınla el ele verip seni uçuracağına inanıyordun. Uçlarda yaşamalıydın, benim gibi. Özünde kendi derinliklerine kök salmak istiyordun ama isteklerinin kutbu birbirinin zıddıydı. Zıt kutbun burcunda doğanlar iflah olmazlar, kendimden biliyorum. Uçuruma doğru koşarken kendini ölümün kollarına, uçuruma yaklaştığın anda ise yaşamın kollarına atıyordun. İçinin kilometrelerini koşarken hayallerinin derinliklerine dalmak istiyordun.
18 Kasım 1777’de Oder üzerindeki Frankfurt'ta dünyaya geldin. Dâhi olduÄŸunu çocuk yaÅŸta öğrenme ve öğrendiklerini ayrıştırma kabiliyetin belli ediyordu. On bir yaşında anne/babanı yitirdin ve Berlin'deki göçmen bir vaizin koruması altına verildin. Baban gibi subay oldun. Bir yere ait olmama duygusu yetimliÄŸinin armaÄŸanıydı sana. Hayatın soluk soluÄŸa bir duygunun, bir düşüncenin… peÅŸinden koÅŸmakla geçti. Kovalamaca hayatının mihenk taşı oldu. Sıradan bir yüze sahiptin. Yetimlik sende kimsesiz olmakla eÅŸdeÄŸerdi. Kimsesizlerin dış görünüşlerine özen göstermeleri gerekmiyordu. Sevgisizlik kendini ezik bir insan olarak hissetmene neden oluyordu ve duyguların içten içe ruhunu kanatıyordu. Sen de çağının diÄŸer ÅŸair /yazarları gibi toplumda gündemi belirleyen birisi olmak istiyordun. İç dünyanın parlaklığını dış görünüşündeki sertlik, bir aÄŸacı budar gibi buduyordu. Duygularınla ilgilenen yoktu. Dilinin ruhunla kavgaları bitmiyordu. Sözlü olarak kendini ifade edemiyordun. KonuÅŸamadıklarını yazmaya baÅŸladın sen de kahramanlarından kendini yarattın. Hem hayatına hem de ruhuna giren insanları kendi ateÅŸinle yakmayı seviyordun. Kız kardeÅŸinin parasını aldın. NiÅŸanlına tutarsız ahlaki isteklerinden dolayı azap çektirdin. Can dostunu da yalnız bıraktın. SevdiÄŸin herkese kendinle birlikte ölmeyi teklif edecek kadar deliydin. Nihayet senin gibi ölmek isteyen hayattan bıkmış Henriette Vogel ile tanıştın. Kanser onun bedenini senin de ruhunu esir almıştı. Birlikte düğüne gider gibi ölüme gittiniz. Gergin mizacın, tutkularının fazla olmasındandı. Tutkularını dizginlemek yerine ÅŸaha kaldırıyordun. Åžaha kaldırdığın tutkularını ne sözle ne de eylemle tatmin ediyordun. Kanayan ruhunun acısına iraden meydan okuyordu. Tutkularından biri de içini temiz tutmaktı. DoÄŸru dürüst bir insan olmayı baÅŸarmak istiyordun. Düşüncelerin doÄŸruluÄŸa duyguların ise aşırılığa tutkundu. Disiplinli çalışıyordun. Aşırı ahlaklı olman hırslarını hayata geçirmeni engelliyordu. Kafandaki ideal dünyaya benzetiyordun akılcı dünyayı. Duygularını abartılı yaÅŸadığın için, içine ne kadınlar, ne dostların ne de hayallerin sığıyordu. TaÅŸkın ruhun aşırı gururluydu. Gururun kendin gibi herkesi bir kalıba sokamadığı için yaralanıyordu. Ahlaki azap duygunu izah edilmeyecek boyutlara vardırıyordun. İlk yaÅŸadığın cinsellik deneyiminde iradene yenildiÄŸini düşündüğün için ruhun azap içinde kıvrandı uzun bir süre. Cinsellik daha sonraları oyunlarının baÅŸ konuÄŸu oldu. Penthesilea’da cinsellik tavan yapmıştı. Goethe, oyunlarında cinselliÄŸi gereÄŸinden fazla öne çıkardığın için rahatsız oldu. Herkesin yaÅŸadığı günlük olaylara yüklediÄŸin anlamdan bir baÅŸyapıt deÄŸerinde, kütüphaneler dolusu eserler çıkar. Dedim ya zıt kutupların gökyüzü gibiydi kiÅŸiliÄŸin.
Takıntılarından biri de hayat planı yapmaktı. Ölmek de hayat planlarının arasındaydı. İsteklerin kırpık ipler gibi dikiÅŸ tutmuyordu. Parçalanmışlık ruhunda tiryakilik yaratmıştı. Sen ne ünlüydün ne de diÄŸer sanatçılar gibi üniversite eÄŸitimi görmüştün. GeleceÄŸin için kaygılanan kimsen de olmamıştı senin. En büyük tutkun müzikti ve müzik alanında eÄŸitim alman yasaklanmıştı sana. En sevdiÄŸin flütü bile gizli gizli çalıyordun. Sen de kendi doktorun oldun ve yarana neÅŸter vurdun. Ruhuna ait olmayan askerlikten ayrılarak yetiÅŸkin insan olma yolunda ilk adımı attın. Felsefe, matematik, doÄŸa bilimleri özellikle de edebiyat tarihlerini okuyarak kendi öğretmenin oldun. Hayatın gerçeÄŸini bilgiyle kavramak istiyordun. Kültürlü olduÄŸun kadar erdemli de olacaktın. Erdemlerinden kendini yaratacaktın. Kendi çabalarıyla Latince/Yunanca öğrendin. Çabalarının amacı kendine ulaÅŸmaktı. Kant’la tanıştın. Kant, senin hayatını altüst etti. Kant, felsefesiyle senin hakikat olduÄŸuna inandığın bilgi birikimini yerle bir etti. Amaçsızlık amacın oldu. Bilginin cefalı yolundan ayrıldın. YerleÅŸik hayata/hareketliliÄŸe karşı tiksinti duydun. Çiftçi oldun. Yalnız ve sade hayat huzursuz ruhunu dinlendirmediÄŸi gibi teselli de etmedi. ÇiftçiliÄŸi bırakıp Paris’e döndün. Kendi derinliÄŸinde boÄŸulma duygusuyla edebiyata yöneldin. Yazmak ruh cehenneminin tek cennet köşesiydi. Hırsın o tek cennet köşeyi de cehenneme çevirdi. Aşırılık ile mübalaÄŸa olan düşkünlüğün, ruhunu rahat bırakmadı. İlk eserinle edebiyat dünyasının, önünde diz çökmesini bekledin. Gerçeklerle yüzleÅŸtiÄŸinde sık sık hayal kırıklığı yaÅŸadın. Sevgisiz olduÄŸun kadar mutsuzdun da. Sözcüklerin ne munis ne mütevazı ne de olgundu. Sözcüklerinin her biri cehennem ateÅŸinde yanan kütüktü. Acılarının hak ettiÄŸi tek ödül ölümsüzlüktü. Kendini tüketircesine tutkuyla baÄŸlandın sözcüklere. Asıl yurdun trajediydi. Eserlerinin anahtarıyla açacaktın trajedi yurdundaki kilitli kasalarını. Seni ayakta tutan güç ünlü olacağına olan inancındı. Hırsının kazanının altına atabildiÄŸi kadar odun atıyordun bunun için. Oyunlarını, ÅŸiirlerini, mektuplarını… kanınla yazmaya baÅŸladın. Yazdığın her sözcük senin ruhunda ayaklanan halkın sesiydi. Aklında ayaklanan sözcüklere hırs kırbacıyla saldırıyordun sen. Kendini iyi hissetmenin tek yolu kan aÄŸlayan sözcüklerin eserini yazmaktı. Ne yazma hırsından ne aşırı gururundan ne aÅŸağılık duygundan ne de ünlü olma beklentinden vazgeçtin. Yazdığın eserleri ve birçok taslağını da bu yüzden yaktın. Eserlerinin her biri kendine karşı verdiÄŸin savaşın er meydanıydı. YaÅŸadıklarından aldığın yaralar seni drama itti. Bir yandan sanatı seni ayakta tutan bir güç gibi görüyor diÄŸer yandan da sanatı sırtında taşıyamayacağın ağır bir yük haline getiriyordun beklentilerinle. Beynindeki depremin artçı sarsıntıları yansıyordu eserlerine.
Almanya'da Goethe ve Schiller'le tanışman yararına olmadı senin. Goethe, samimiyetinde samimiydi ama senin garip yapını benimsemedi. Onun ünü ve toplum yapısı üzerindeki büyülü gücünü kıskanıyordun. Goethe, her sanatçının yaÅŸanmışlıklarının eserine farklı yansıyacağını unuttuÄŸu için senden de kendi eserlerinin bir benzerini yazmanı istiyordu. Ünlüler yazdıklarına dair görüşlerini önemseyen aday sanatçılara karşı yaklaşımlarında daha duyarlı olmalılar. Goethe ünlü olmak için ne kimsenin karşısında ezildi ne de sanat dehasını baÅŸkalarına onaylatmak ihtiyacı duyacak kadar kendine güvenini yitirdi. Senin acılarından ve aşırılıklarından yarattığın her karakter Goethe’ninkinden de daha saygındır; çünkü insanın yıkımları/ diriliÅŸleri… tüm çıplaklığıyla yansıyor eserine. Goethe önce olay örgüsü üzerinde düşünüyor sonra düşündüklerini felsefenin süzgecinden geçiriyordu. Düşünsel geliÅŸimine katkı saÄŸlayan saÄŸlam düşüncelerle eserlerini yazmaya özen gösteriyordu. Senin gibi ruhunu bir anda kusmuyordu eserine. Goethe’nin sahip oldukları ile senin sahip olamadıkların ancak eÅŸit olabilirdi. Seni de rahatsız eden eÅŸitliÄŸin bu türüydü. YaÅŸadığın her duygu sende bir yıkıma neden oluyordu. Düşündüklerini eyleme geçirememe, ruhunu kalbura çevirmiÅŸti. Ruh saÄŸlığını korumak da aklının ucundan geçmiyordu, benim gibi. Hayatın doÄŸal akışına kendini bırakmak ve hayatta payına düşene razı olmak doÄŸanda yoktu. YaÅŸadıklarını hafife almanın bir insana kazandırdığı ruhsal avantajdan da yoksundun. Duygularını acılarınla sivrileÅŸtirdikçe ruhunun nefes aldığını hissediyordun. Hayatın gibi eserlerin de uzun soluklu hazırlık dönemine, akla hayale gelmeyen karmakarışıklığa ille de dramın dolambaçlı dehlizlerine ihtiyaç duyuyordu. Eserlerinde duygularının zirvesine çıkmak bile seni tatmin etmedi. Kendine iÅŸkence etmekten aldığın zevkin tadına varmak için sürekli gerilimin dozunu yükseltiyordun bir eroinman gibi. Sinirlerini benzer yöntemlerinle patlamak üzere olan bir volkan haline getiriyordun. Eserlerinde ya bir kabadayı gibi böbürlenme ya okyanuslarla yarışacak kadar derin olan yaÅŸam sevinci ya ölüme kendini adamışlık ya ölüm döşeÄŸindeki bir hastanın bitkinliÄŸi ya da bildiklerini mezara götüren ketumluk hâkimdi. Gücünü yalnız ve tek insan olmandan alıyordun. Sert sözcüklerini nihayet Kohlhaas eserinde olduÄŸu gibi insancıl bir boyuta yükselterek yumuÅŸatmıştın. Ahenk duygusu hayatında olmadığı gibi sözcüklerinde de yoktu. TaÅŸkınlığını tersinden akan bir okyanusa benzetiyorum ben. Tersten akan bir ırmağın götürdüğü yeri yüreÄŸinin seni götürdüğü yer olarak algılıyordun. Tersten gitmeliydin yüreÄŸinin götürdüğü yere. DeÄŸerlerine saygı duyduÄŸun ülkenin senin deÄŸerlerine de saygı duyacağını düşünüyordun. Düşüncelerinde yaÅŸadın sen; düşüncelerinde! Kendi karanlığına gömülen duyguları görmekte mahirdin. İç dengeni dengesizlikler ayakta tutuyordu. Kahramanların şöhretli deÄŸil; senin gibi uçlarda yaÅŸayan insanlardı. İnsan ruhunun derinliÄŸini kıskıvrak kavrıyordun. Ruhundaki duygusal yoÄŸunluÄŸa kahramanların bile dayanamıyordu. Vatansız olan ruhundu. Ruhunun vatanı da duygularınla hayallerindi. Dramınla sarstığın okuyucuyu aynı anda olaÄŸanüstü coÅŸkunla baÅŸka dünyalara götürüyordun. Bir anda ölümden yaÅŸama dönüşü yaÅŸatıyordun okuyucuna. Yazdıkların senin dramındı. Senin kadar gerçek olmaları doÄŸaldı. Seni üzenleri eserlerin aracılığıyla okuyucuna ÅŸikâyet ediyordun. Okuyucunun gözünde dramlarını sıra dışı yapan da senin kendini anlatmaya/anlaşılmaya duyumsadığın isteÄŸinin paramparça ettiÄŸi ruhunun kanlı fotoÄŸraflarıydı. Prinz Friedrich von Homburg en iyi dramından birisidir. Dramında yaratılışının özünü oluÅŸturan trajediyi zirveye çıkarıyordun. Hayatının iniÅŸ ve çıkış basamaklarında okuyucuyla birlikte çıkmayı / inmeyi seviyordun ve yalnız olmadığını hissettiÄŸin zamanlar kendini bu duygunun büyüsüne kaptırdığın zamanlardı. İmkânsızı baÅŸarmak gibi bir anlamı vardı yaÅŸadıklarının. Aşırılıklarını bu yüzden törpülemek istemiyordun. Yazgının sana kurduÄŸu tuzaÄŸa düştün. BaÅŸta ilgisi ve sevgisi senin için önemli olan Goethe sırtını döndü sana. İşinden ayrıldın. YaÅŸama nedeni saydığın dergin yasaklandı. Oyunların boÅŸ sahnelerde sahneleniyordu. Halk seninle alay etmeye baÅŸladı. Kitaplarını basmıyordu yayıncılar. Çalışacak iÅŸ bulamadığın gibi dostların ile kız kardeÅŸin de seni terk etti. Ustalık eserin olan Prinz Friedrich von Homburg’un, hayalini kurduÄŸun üne seni kavuÅŸturacağını algılayacak durumda deÄŸildin. Hayat standardın düştükçe düşüyordu. Pespaye giysilerinle bir ayyaÅŸ gibi ortalıkta dolaşıyor, zaman zaman da izini kaybettiriyordun. Ne yaÅŸadıklarının ne hislerinin ne de isteklerinin bir deÄŸeri yoktu ülkende. Tanıdıkların kendilerinden yardım istediÄŸin için senden kaçıyorlardı. Dizginlemeye kıyamadığın dik baÅŸlı ruhunu hayat dışlıyor, aÅŸağılıyor, yerden yere vuruyordu gözlerinin önünde. İçindeki Azrail karşına dikildi. Umarsızlığın kıskacında seni kurtaran meleÄŸindi. Kıskandıklarının hiçbirinin cesaret edemediÄŸi kendini öldürme cesaretine sahiptin sen. Yerinde olmak istediÄŸin insanlara bir meydan okumaydı intiharın. Seni/deÄŸerlerini dikkate almayan topluma yalnız ölmeyerek bir nanik attın. Senin gibi ölmeye meraklı olan bu kadının varlığıyla tanışacak, kıskanacaktı sana sırtını dönenler. İlk aÅŸkına karşılık vermeyen kadından da öcünü alacaktın. Ölüm ortaklığından öte, kadına yüklediÄŸin anlamlar çoÄŸuldu. Bu kadın hasret gideremediÄŸin annene duyduÄŸun özlemdi. Bu kadın, senin tam bir erkek olduÄŸunu ispatlayan duygu raporuydu. Bu kadın hasretini duyumsadığın hayallerinin sigortasıydı. Bu kadın yazdıklarının seni şöhrete taşıyan mucizesiydi. Bu kadın yazgının, acımasızlığını sana unutturan kıyağıydı. Ölmeden önce kız kardeÅŸine ve seni sevmekten vazgeçmeyen gönül dostun Marie von Kleist’e veda mektupları yazdın. Otuz dört yaşında önce Henriette Vogel’i sonra da kendini vurarak ölüme de imzanı attın. Ait olmadığın bir dünyadan ait olduÄŸun dünyaya göçtün. Trajedinin ÅŸairi, aşırılıkların kefenine sarıldı vücudun. Goethe gibilerinden ölüme gidiÅŸ biçiminle, ölümünü destansı kılarak öcünü aldın. Goethe, senin gibi halkın yaÅŸama ve ölüme boyun eÄŸiÅŸindeki evrensel hayatı da aÅŸan adanmışlığın çılgınlığını ne yaÅŸamaya ne de yazmaya cesaret edebilir. Yazık ki, sen bu gerçekten bihaber ayrıldın dünyadan. Ölerek kendini ölümsüzlük mertebesine yükselttin. Cesedini kendin gibi acının, hasretin, sevgisizliÄŸin, aÅŸağılanmanın… parçaladığı ruhlara ithaf ettin. Bu yüzden oyun yazarı olmuÅŸtun. Hayatın sahnesinde yaÅŸadıklarını sahneleyecektin okuyucularına. Schroffenstein Ailesi, Kırık Testi, Robert Guiskardsu’yla oyunların birbirini takip etmiÅŸti.
Michael Kohlhaas’da iki yağız at olayından yola çıkarak toplum mekanizmasının iÅŸleyiÅŸini irdeliyorsun. Bu iÅŸleyiÅŸte aksayan yönlerin bireyin hayatı üzerindeki olumsuz etkilerini bir belgesel gerçekçiliÄŸiyle ele alıyorsun. Öyküde sevdiÄŸin diÄŸer bir feylesof olan Rousseau’nun etkisi hissettiriyor kendini. Rousseau Toplum SözleÅŸmesi adlı eserinde bireyin özgürlüğünü elinden almadan bireyin kiÅŸiliÄŸi ile malını korumak sorumluluÄŸu yüklenir topluma. Bireyler yasal haklarından eÅŸit yararlanıp her tür insani iliÅŸki içerisine girsinler birbirleriyle; sadece kendi kanunlarına boyun eÄŸerek özgürlüklerini/özgünlüklerini korusunlar. Öykü bu görüşün manifestosu gibi. Senin manifeston da tutkuların deÄŸil; insanların basit olduÄŸudur. Senin en büyük yanılgın kendine âşık olduÄŸunu anlamamandı. Bu yüzden kendinde görüp sevdiÄŸin yanlarını toplumun da görüp seni senin kadar sevmesini/ benimsemesini bekleyip durdun. Kibrinle kinini yarıştırdın. AteÅŸle baruttansa ateÅŸle ateÅŸi yarıştırdığın gibi. Kibrin bir kalkandı içinde ezildiklerinin karşısında ezilmemek için. Beyaz sayfalar senin poker kağıtlarındı. Hayatının kumarını oynuyordun beyaz sayfalarda. Sözcüklerin ruletinde ya kendini kazanıyor ya da kaybediyordun. Melekleri deÄŸil ÅŸeytanları dansa kaldırıyordun. Eserlerindeki ÅŸeytana özgü zekâ kıvraklığı tesadüf deÄŸil. Özverini edebiyatta adadın. Sözcükleri özverinle kendine âşık ettin. Ve bir erkek olarak ateÅŸle yatan sözcükleri dölledin. HissettiÄŸin her duyguya kendini koÅŸulsuz adadığın için adın –Ada- olmalıydı senin. Kuduz köpekler gibi sen de sözcükleri kudurtun. Karakterlerin ya tam bir varlık olarak kendilerini benimsiyorlar ya da varlıklarını bir bütün olarak dışlıyorlardı Kohlhaas’ta olduÄŸu gibi. İki yağız at yüzünden; karısını, uÅŸağını, malını kaybediyor. Katil oluyor. İdama giderken mutludur; çünkü insanlığı terk eden hak ve adaleti tekrar insanlığa armaÄŸan etmiÅŸtir. Gerilim eserlerinin kalbiydi. Guiskard’da oyunun bir nevi çil çil altınlar gibi bir anda dökülüyor sahneye. Bunun aksine Homburg, Penthesiles, Hermannsschla adlı oyunlarının olay örgüsü deÄŸiÅŸiyor. İzleyici bir çırpıda oyunun gizine eremiyor. Oyun karakterlerin her biri birbirinin bire bir eÅŸitiymiÅŸ gibi baÅŸlayan oyunun ortasında bir anda karakterlerin her biri kendilerini tamamlayan tutkularına hırsla sarılıyorlar ve birbirlerinden kopuyorlar. Oyunlarında iç içe geçen tutkular nasıl bir bütün halinde birbirini var ediyorsa aynı tutkular bir bütün halinde birbirinden ayrılarak kendi tutkularını yaratıyorlar.
Karakterlerini dengesiz insanlardan seçmeni anlıyorum. Dengesiz insanlar ancak akılcı dünyanın dengesini bozabilirler. Dengesizler içten pazarlıklı değildir senin gibi. Ve dengesizlerin ne dünyaları ne de duyguları küçüktür. Sen bir insanın bir başka insan karşısında küçülmesine tahammül edemiyordun, benim gibi. Akılcı dünyanın insanlarının duyguları çıkarlarının boyutuna göre değişiyor oysa. Adiliğin kol kanat gerdiği dünyada kendi kendini kırmızı bültenle arıyordun.
Sevgili Kleist, tüyler ürperten öykün aşırı cömert davranarak yüreÄŸini beynini… saÄŸlığında tükettiÄŸini kanıtlıyor. Tutkuya dönüşen iç tepkilerin şöhretin ayrıcalıklarından yararlanmana izin vermezdi yaÅŸasaydın da. Yani kendini de fani dünyayı da tüketerek ayrıldın aramızdan. Kısa ömrüne asırlar sığdırdın. Dönek şöhretin zehrinden içmediÄŸin için ÅŸanslısın. Başını mezarından kaldır da yirmi birinci yüzyılda eserlerinin seni halkın sanatçısı yaptığını gör. Mezarının başında “Dünyadan Bir de Kleist Geçti…” derken bak yıldızlar ÅŸapkalarını çıkarıyorlar göklerin zirvesinde sana. İşte zirvedesin! Gururlarının yücelttiÄŸi insanlar baÅŸları dik mezara uzanırlar ki, ölüm bile gururlarını yerlerde sürümesin.
Evet, kimsenin eli sana kalkmayacak bundan böyle. Hayat da zaaflarının üstüne giderek senden mükemmel bir savaşçı çıkarmıştı. Küçülmeden, insanlığından ödün vermeden, kimseye benzemeden, acıyı, ihaneti, sevgisizliÄŸi, aÅŸağılanmayı… yüreÄŸinin derinliklerinde his ede ede ayrıldın cücelerin dünyasından. Cücelere deÄŸil ölüme boyun eÄŸdin. Boyun eÄŸerek ölümün elindeki hayatının kontrolünü aldın. Ona da boyun eÄŸmiÅŸ sayılmazsın böyle düşündüğümde.
Mezarının başına bir buket kır çiçeği gibi bırakıyorum duygularımı. Sevgimin seni terk etmeyeceği bildiğim gibi mezarında da üşütmeyeceğini biliyorum. Sevgilerimle.
Bedriye KORKANKORKMAZ
"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...
