Bedriye KORKANKORKMAZ
Bilinçaltı Kişiliğinin Ödünsüz Savaşçısı: Sigmund Freud
19 Haziran benim doÄŸum günüm. DoÄŸum günümde evimde kendime randevum vardı. Evimde ruhumun sesini dinlemek ve bilinçaltıma yolculuk yapmak için saÄŸaltıcı koltuÄŸum olan yatağıma uzanıyorum. Gözlerim kapalı kendime soracağım sorular üzerinde düşünüyorum. O an modern psikanalizin babası olan Sigmund Freud’u anımsıyorum. Freud psikoterapi yöntemiyle kendi bilinçaltına yolculuk yapıyor. O da benim gibi savunma kalelerini ortadan kaldırdığında insanın kendisine mi yoksa kendine benzeyen bir baÅŸka insana mı benzediÄŸini merak ediyor. İnsanın kendi çıplak gerçeÄŸiyle yüzleÅŸmeden içsel direncini yenemeyeceÄŸini biliyor. Kendime sorduÄŸum sorulara verdiÄŸim yanıtları içsel direncimin çıplak verileri olarak algıladığım için kendime ÅŸu soruları soruyorum: “Kendimi neye dayanarak sorguluyorum? Bastırılmış duygu/ düşüncelerimi doÄŸru konumlandıramadığım için mi onların dostu olamıyorum? Aşırı duygu ve duyarlılıklarımı törpüleyemediÄŸim için mi kendime saÄŸduyuyla yaklaÅŸamıyorum? Korkularımın deÄŸil; cesaretimin üstüne gittiÄŸim için mi baÅŸarısızım? Ben mi zamanı yoksa zaman mı beni ütülüyor? Gören kör olmak mı yoksa görülmeyeni görmek mi ruhuna yaklaÅŸtırıyor insanı? Kırgınlıklar öç almak için nefreti doÄŸuruyor. Duygularımız mı yoksa düşüncelerimiz mi ruhumuzu parçalıyor? Parçalara ayrılan ruhumuzu bir bütün haline getiren yaÅŸa(ya)madıklarımız mı yoksa hayallerimiz mi? Babamın elleri olduÄŸunu düşündüğüm bir erkek elinin saçımı okÅŸadığını hissediyorum. Bitmesini istemiyorum bu büyülü anın. Gözlerimi bu duygularla açıyorum. Karşımda duran kiÅŸinin babam deÄŸil Sigmund Freud olduÄŸunu görüyorum. ÅžaÅŸkınlık / özlem karışımı bir duyguyla ona sarılıyorum. SessizliÄŸi o bozuyor: “Bedriye, erkek çocuklarının babalarının yerine geçmek için babalarını öldüreceÄŸini düşündüğüm için kızların varlığını babalar için tehlikeli görmüyorum. Bu yüzden 1918’de kızım Anna’yı gizlice analiz ettiÄŸim gibi sana psikoterapi uygulamak istiyorum doÄŸum günü hediyesi olarak.”
Sevgili Freud, monografi/ biyografilerin, yazın ekininin geliÅŸmesinin, bizden sonraki kuÅŸaklara kalıt olarak bırakılmasının tartışılmaz önemini ÅŸimdi daha iyi anlıyorum. Yetkin her biyografi yazarı, hayatını kaleme aldığı yazar, ÅŸair, bilim adamı vb... insanların kiÅŸilik hakları/ yaÅŸamlarını adadığı ilkelerine sonuna kadar sadık kalmalı. Saygın çevirmenler ise bir insanın, yaÅŸamını elinde bulundurmanın, biçimlendirmenin ve o insanı yeniden yaratmanın, zorunlu tarafsızlığını/ sorumluluÄŸunu taşımanın önemini bizlere her koÅŸulda hissettirmeli diye düşünüyorum. Bununla birlikte dilimize çevrilen biyografin ile eserlerini okuyor hakkında çekilen belgeselleri ise izliyorum sık sık. Hakkında edindiÄŸim bilgileri seninle paylaÅŸmanın sevincini yaşıyorum. Seninle karşılıklı sohbet etmeyi psikoterapi yapmana tercih etmem seni incitiyor mu?”
“ Tercihin beni incitmiyor, Bedriyecik.”
“Sevgili Freud, Amalia ve Jacob Freud’un oÄŸlu olarak Sigismund Shlomo Freud Freiberg 6 Mayıs 1856 yılında Moravya’da doÄŸuyorsun. İyimser, dengeli, iÅŸ hırsı olmayan yün tüccarı baban J. Freud, üçüncü eÅŸi olan annenden yirmi yaÅŸ büyük olduÄŸu için aÄŸabeylerin baban, babansa deden olacak yaÅŸta oluyor. YaÅŸlar ve sıfatlar arasındaki uçurumdan dolayı aynı evi paylaÅŸtığın insanların birbirleriyle olan iliÅŸkilerini anlamlandıramıyorsun. On yaşına geldiÄŸinde beÅŸ kız bir erkek kardeÅŸin oluyor ama sen her koÅŸulda annenin vaz geçilmezi olduÄŸun için evde kendine ait çalışma odası olan tek kiÅŸisin. EÄŸitim gördüğün Yahudi okullarında çalışmayı tutku ediniyorsun kendine. Hafızanda silik bir yeri olduÄŸunu düşündüğün baban öldüğünde annenin ölümünden daha fazla seni etkilediÄŸini anlıyorsun. 95yaşında ölen annenin senin üzerinde güçlü bir etkisi oluyor. Baban Ortodoks bir Yahudi kültürüyle yetiÅŸmiÅŸ olmasına ve İbraniceyi iyi bilmesine raÄŸmen, çocuklarının bu kültürle yetiÅŸmelerini istemiyor, çocuklarının bu kültürün önemli bir parçası sayılan, Purim veya Fısıh gibi bayramları bir dini bayram kültürüyle deÄŸil de, aile ve dost toplantıları olarak algılamalarını saÄŸlıyor. Hıristiyan’dan birisi yürüyüşe çıkan babanın başındaki yepyeni kasketini bilinçli olarak yere düşürdükten sonra babana: “Kaldırımdan aÅŸağı in Yahudi!” diye bağırıyor. Babanın adama tepki göstereceÄŸi yerde ezik bir ÅŸekilde kaldırımdan inerek, yerdeki kasketini almasını kabullenmiyorsun. Tarihe mal olmuÅŸ halkının onurlarını kurtaran Musa Peygamber ile Hannibal’a özeniyorsun. ÇocukluÄŸun, Yahudilerin üçüncü sınıf insan muamelesi gördüğü dönemlere rastlıyor. Ağır evlilik vergileri yüzünden evlenemeyen Yahudilerin umarsızlığından, baskıcı yasaların sonuçları ruhsal olarak seni sarsıyor. 1848 yılında Avusturyalı liberallerin, Yahudi düşmanı yasaları ortadan kaldırmaları ve yeni kurdukları hükümette birkaç Yahudi’nin de yer almasına seviniyorsun. EÄŸitimine Viyana’da baÅŸlıyorsun. Öğrenmeye aç bir öğrenci olarak Fransızca, İngilizce, Yunanca ve Latince öğrenmekle yetinmiyor kendi çabalarınla, İtalyanca ve İspanyolca da öğreniyorsun. GeleceÄŸin idealist cesur ve yürekli bilim adamı olacağını ödünsüz iradenle kanıtlıyorsun.
“Sevgili Bedriye, sen yaÅŸadıklarımı bana anımsatarak sohbete hızlı bir giriÅŸ yapıyorsun ama ben senin hakkında konuÅŸmak istiyorum. Psikoloji/ felsefe ile çok yakından ilgileniyorsun. Hayatını bir bütün olarak gözden geçirdiÄŸinde kendinden ÅŸikâyetçi olduÄŸun yanların mı yoksa kendinden memnun olduÄŸun yanların mı daha fazla?
“Sevgili Freud, ruhumu bir bütünün parçaları olarak duygu mikroskobumda incelediÄŸim de memnuniyetsiz yanlarımın fazla olduÄŸunu görüyorum. İnsan beynindeki her hücrenin aslında beyninin alfabesi olduÄŸunu düşünüyorum. Ruhumun alfabesiyle yeni tanışan birisi olarak okuduklarımın dışında senin kelimelerinle meslek ve özel yaÅŸantının bilmezliÄŸine ortak olma ayrıcalığını doÄŸum günü hediyesi olarak benden esirgememeni istiyorum senden.
“Benden sıra dışı bir armaÄŸan isteyen Bedriye’yi kırabilir miyim? Çocukken ünlü bir avukat olmak istiyorum.1873’te tercihimi tıptan yana yapıyorum ve Viyana Üniversitesi’nde tıp öğrencisi oluyorum. Ünlü zoolog Carl Brühl’ün “Kucaklayan Ana” adlı, doÄŸa üzerine yazdığı tutkulu bir ÅŸiirini dinledikten sonra bilim adamı olmaya karar veriyorum. Öğrenciyken Sigismund olan adımı da Sigmund olarak deÄŸiÅŸtiriyorum. BaÅŸarıya ve üne açım. AraÅŸtırmacı/ sabırlı ve kararlı olmamı buna borçluyum. Tabuları yıkmak istiyorum. Ciddi anlamda etkileniyorum bilim adamı Biyolog C. Darwin’den. Darwin, 1871’de yayımladığı “İnsanın TüreyiÅŸi” adlı yapıtında, insanın da diÄŸer organizmalar gibi evrime tabi olduÄŸunu ve ‘kıllı, kuyruklu, dört ayaklı” bir hayvandan türediÄŸini yazıyordu. O dönemde pek çok insan gibi bu düşüncenin hem insanlara hem de tanrıya bir hakaret olduÄŸunu düşünmüyorum. Ben, antropolojinin Feuerbach teolojisinin yerine insanın evrimini ve geliÅŸimini incelenmesi gerektiÄŸine inanıyorum. Hayatım boyunca birçok felsefe ve teoloji görüşüne bu yüzden karşı çıkıyorum. Karşı çıkma düşüncesi farklılığı fark etmemi saÄŸlıyor. ÖğrenciliÄŸimin üçüncü yılında araÅŸtırmacı ruhum beni , “yaÅŸayan organizmaların ve onların hücre, doku, organ gibi bileÅŸenlerinin iÅŸleyiÅŸinin incelenmesine tahsis edilmiÅŸ bir fizyoloji laboratuvarına katılmaya itti.”
Viyanalı bilim adamı Ernst Brücke’den olaÄŸanüstü etkileniyorum. Bu saygın bilim adamıyla birlikte beÅŸ yıl fizyoloji üzerinde çalışıyorum. BeÅŸ yılda balıkların /kerevitlerin salt sinir sistemleriyle ilgilenmiyor aynı zamanda yılan balıklarının cinsel organlarının yapısıyla da ilgileniyorum. Elde ettiÄŸim verileri baÅŸka dokulardan ayırmanın neden / sonuçlarını yeni bir yöntem olarak lanse ediyorum makalelerimde. ÖğrenciliÄŸimde sık sık depresyona giriyorum. Bir Alman askeri doktorunun raporunda, kokainin askerlerin dayanıklılığını arttırdığını okuyunca, kokainle ilgileniyorum. Kokaini kendi üzerimde deneyerek dayanıklılığı artırdığına ikna oluyorum ve bu düşüncemi güvendiÄŸim bir meslektaÅŸlarıyla paylaşıyorum. Benim kokain üzerine anlattıklarından ilham alıyor arkadaşım C. Koller, göz ameliyatlarında kokainin kullanılabilecek bir lokal uyuÅŸturucu fikrini tamamen kendisine mal ediyor. C. Koller bu buluÅŸuyla göz cerrahisinde büyük bir çıkış yaptığı gibi paraya ve şöhrete ulaşıyor. Bense genç, parasızlıktan evlenememiÅŸ yoksul bir doktorum hâlâ. Ne ki Koller’in on dokuzuncu yüzyılda kendine ait olmayan onur kırıcı/ yüz kızartıcı şöhreti yirmi birinci yüzyılda da peÅŸini bırakmıyor onun. Adı benimle ile ilgili yazılan tüm eserlerde, çekilen belgesellerde bilim etiÄŸinin alnına kara leke süren insan olarak anılıyor/ anılacak. Akademik birçok ÅŸansızlık yaşıyorum. Aklım bilim dünyasına yakacağım meÅŸalelerin ne türden meÅŸaleler olacağı fikri ile büyüleniyor. Bunun için çok çalışıyorum. Çalışmalarım/ hırsım ve baÅŸarılarım okulumda gerekli karşılığı bulmuyor. Ailevi nedenlerden dolayı da paraya çok gereksinim duyuyorum. Viyana Genel Hastanesi’nde stajyer Dr. olarak çalışmaya baÅŸlıyorum; çünkü evlenmek istiyorum. Yirmi yaşında âşık oluyorum eÅŸime. Utangaç ve ateÅŸli bir âşığım. Çalışma disiplinim kadar kadınlar hakkında engin bilgim/ deneyimim olmuyor. İflah olmaz bir romantik olduÄŸunu bilmeni istiyorum. NiÅŸanlıma yazdığım romantik mektuplardan ciltler dolusu roman yazılacağını düşünüyorum. Otuzunda evlendiÄŸim eÅŸimden altı çocuÄŸum oluyor. EÅŸim Martha Bernays eÄŸitimli Alman edebiyatıyla da ilgilenen iyi bir okuyucu olduÄŸu kadar altı çocuÄŸuna ideal bir anne saÄŸduyulu ve sakin kiÅŸiliÄŸiyle bana da mükemmel bir eÅŸ oluyor.
“ Freud Baba, histeri neden ilgi alanın oluyor senin?”
“Bedriye, yazgım beni 1885 yılında Viyana Genel Hastanesi’nde sinir hastalıklarını uzmanlık alanım yaparak ödüllendiriyor. Hastalarımın birçoÄŸu histeri ve histeriye baÄŸlı hastalıklardan dolayı mustaripti. Bilinçaltı kralı histeriydi. Histeri hastalarını soÄŸuk suya koyacak ve onlara zincir takacak kadar umarsızdık. İnsanlığı tehdit eden bu hastalığı yenmek istiyorum. BaÅŸarıya ulaÅŸmanın yolu ise deneme/ yanılma yönteminden geçiyordu.
1870’lerde Fransa’da hipnoz uygulamalarında dünyayı hayrete düşüren büyük bir geliÅŸme sergiliyordu sara (“Grand Mal Epilepsy: nöbetlerle kendini gösteren bir sinir sistemi hastalığı”) hastalığında. Histerinin sadece tanımları yapılıyor ama yapılan tanımların hiçbiri histeriyi tanımlamıyordu. Histeri Yunancada rahim anlamına geliyordu (uterus kelimesi de aynı kökten geldiÄŸi için on dokuzuncu yüzyıl sonlarına kadar histerinin kadınların üreme organlarından kaynaklanan kadınlara özgü bir hastalık olduÄŸu sanılıyordu.) EvlenmemiÅŸ veya dul kadınların cinselliÄŸe duyumsadıkları açlık histeriyi bir kadın hastalığı yapıyordu. Daha sonraları Charcot’un, histerinin beynindeki bir lezyonun neden olduÄŸu zihinsel bir hastalık olduÄŸu yönündeki bulguları sayesinde histerinin bir kadın hastalığı olmadığı anlaşılıyordu.
1885 yılında Ernst Brücke’nin bana saÄŸladığı bursla hipnotizma yöntemiyle dünyayı hayrete düşüren Sinir Hastalıkları Uzmanı Fransız bilim adamı Dr. Jean Martin Charcot’un çalışma ve mesai arkadaşı olmak için Paris’e gidiyorum. Oradan histeri hastalarını soÄŸuk su ile zincirden kurtaran hipnozla tanışıyorum. Histeri hastalarının hipnozla tedavi edilmesi beni insanlığın bu hastalığı yeneceÄŸine inandırıyor. En önemlisi umutsuzluÄŸa kapılmamam gerektiÄŸini anlıyorum. İnsan ruhunu mercek altına almayı öğreniyorum. Viyana’ya geri döndüğümde aklımdaki fikirleri hayata geçiriyorum. Branşımdaki tüm hastalıklar beyni kapsadığı için ben de beyin felci nörolojik hastalıkların nedenlerini inceliyorum ve incelemelerimde elde ettiÄŸim bulgular üzerinde makaleler yazıyorum. DoÄŸumla baÅŸlayan yaÅŸam/ cinsellik ve ölüm gibi elzem konularla ilgileniyorum. Paris dönüşü hastaları hipnoz etmek için mütevazı bir muayene açıyorum. Hipnozu Charcot, zihnin gizli kalmış bölümüne ikinci zihin olarak algılıyordu. Ben de onun ikinci zihin dediÄŸi bölümü bilinçaltına dönüştürmeyi deneyimliyorum hastalarımın üzerinde. Hastalarımın ikinci zihnine giriyor ve histerisine verdiÄŸim hiprotik komut aracılığıyla hastamı histerisinden kurtarmayı düşünüyorum. Hipnozda hayal kırıklığına uÄŸruyorum bu yüzden kaplıca su terapisi gibi farkı tedavi yöntemlerine yöneliyorum. Mıknatıs aracılığıyla da hastanın bulgularının bedeninin bir tarafından diÄŸer tarafına transfer ediyor hastalığın beyin üzerindeki gücünü ortadan kaldıracağıma inanıyorum.
Benim ilk psikanaliz hastam olan Bertha Pappenheim’i bana arkadaşım Joseph yönlendiriyor. Bertha’nın sorunu diÄŸer hastalarımın sorunlarından farklı. Hastamda psikanaliz yöntemi baÅŸarılı oluyor. Bende hastam sayesinden bu türden ÅŸikâyetleri olan her hastanın histeri olmadığını algılıyorum. İnsanlık ve benim için bir mucize oluyor bir tabunun yok olması. KonuÅŸmanın insan zihni üzerindeki muhteÅŸem mucizesine tanık oluyorum. Hastalarımın ruhlarında travma yaratan olaylarla tanışıyorum. Emin oluyorum insanı içine düştüğü umarsızlıktan yine insanın kendisinin kurtaracağına. İnsanlığın devrimi olarak algılıyorum bu geliÅŸmeyi; çünkü hastalar hasta sıfatından “insan” sıfatına terfi ediyor. Bilinçaltı denilen o karanlıkta müthiÅŸ bir aydınlığın da var olduÄŸuna inanıyorum. Mikroskobum duygular oluyor. Hastalarımın bilinçaltlarına duyguları aracılığıyla yaptığım yolculuklarda onları histerik eden olayların ve olguların başında çocukluklarında yaÅŸadıkları travmatik cinsel deneyimlerin neden olduÄŸuna inanıyorum. Hastalarımın Nevrotik olmalarına da cinselliÄŸin neden olduÄŸunu düşünüyorum. Çocuk ya cinsel tacizden ya da baskı altında tutulan baskın suçluluk duygusu sonucunda kafasından bir dizi cinsel fanteziler kuruyor.
“ En sık karşılaÅŸtığın hastalık türlerinden birisi de Nörotik erkeklik sendromu. Erkeklerin Nevrotik olmamaları için niye dikkat etmeleri gerekiyor sana göre?
“Bana göre bir erkek Nörotik olmak istemiyorsa kadınıyla özgürce cinsel iliÅŸkiye girmeli. Duyguların kuması olarak algılıyorum prezervatif ile mastürbasyonu. EÅŸler arasındaki duygusal alış veriÅŸi prezervatifin baltaladığını düşünüyorum. Küçük kızım dünyaya geldikten sonra bu düşüncemden dolayı cinsel perhize giriyorum ve kendimi kadınların deÄŸil bilimin koynuna atıyorum”
“Freud Baba, çalışmalarını doÄŸru yorumlayacak birikimden yoksunum. Bu yüzden çalışmalarınla insanlığın kütüphanesine kazandırdığın yapıtların hakkından beni bilgilendirir misin?
“Bedriye, hayatımı, biseksüellik, histeri, çocuk cinselliÄŸine iliÅŸkin, psikanalist olarak negatif ve erotik transferanslar, rüyaların yorumları, yas ve melankoli, toplum ve birey arasındaki iliÅŸkiler vb... insanın duygu ve düşünce dünyasındaki bütün karanlıkları aydınlatmak için yapıtlar ile denemeler yazıyorum. Psikanaliz ve histeri üzerinde yayımladığım önemli demeler ile eserlerimin bazılarını anımsayacak olursam: (1895) “İrma’nın Enjeksiyonu Rüyası’na eÄŸiliyorum. Histeri Üzerine Çalışmalar’ı yayımlıyorum.(1905) Sırasıyla: Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme (1914); Narsisizm Üzerine, ( 1920); Haz İlkesinin Ötesinde,( 1926); Alaylı Analiz Sorunu, ( 1929); Uygarlık ve HoÅŸnutsuzlukları (1938 ) Bir Yanılsamanın GeleceÄŸi ile Musa ve Tektanrıcılık’ı yayımlıyorum.
Psikanalizi uluslararası toplum tarafından kabul edilmesi için mücadele ediyorum. 1925’de “YaÅŸamım ve Psikanaliz”de şöyle diyorum: “İnsanlık tarihinin olayları, insan doÄŸası, kültürel geliÅŸim ve ilkçaÄŸlardaki yaÅŸantının tortuları (bunların en önde geleni din olmak üzere) arasındaki etkileÅŸimlerin, psikanalizin bireyde incelediÄŸi, ego, id ve süperego arasındaki dinamik çatışmaların bir yansımasından baÅŸka bir ÅŸey olmadığını, daha geniÅŸ bir ölçekte yinelenen aynı süreçten ibaret olduÄŸunu, ÅŸimdi her zamankinden daha açık algılıyorum.”
1895’te “Histeri Üzerine Çalışmalar”ı yayımlıyorum. Eserde farklı bir görüşü olan histerinin psikolojik yanını ortaya koyuyorum. Histeriklerin ruhlarında tahribat yaratan ezici duyguların bilinçaltındaki bastırılmış duygulardan kaynaklandığını imliyorum. Anlıyorum ki, zihninde yaralı duygular taşıyan herkes histerik olabilir. Benim çocukluluk arkadaşımdır rüyalarım. Çocuk yaÅŸta gördüğüm rüyaları yazarak kayıt altına alıyorum. Rüyalarımı kahramanlarla ölümsüzleÅŸtiriyorum. Rüyalarımın kahramanlarından birisi de Napolyon’du; çünkü onun ÅŸahsında savaşı/ savaÅŸları kazanmanın imparatorluÄŸu vardı. O dönemde Viyana’da Yahudi karşıtlığı beni Napolyon’a çekiyor. Benim en belirgin özelliklerimden birisi çalışkanlığım diÄŸeri de savaşçı yanımdır. Yenilmek deÄŸil yenmek için dünyaya geldiÄŸime inanıyorum. İnsanlığın bilinçaltı Napolyon’u benim. MesleÄŸimde otorite olduÄŸum dönemlerde rüyalarımı daha farklı yorumlamaya baÅŸlıyorum. Bana göre rüya gören kiÅŸi rüyası aracılığıyla kendi gerçek arzularıyla yüzleÅŸiyor bu yolla kendi savunma sistemini harekete geçiriyor. İnsanın ve insanlığın en büyük tehdidi olarak algılıyorum iç savunma mekanizmasını. İç savunma mekanizması bilinçli ya da bilinçsiz sansür uyguluyor insanın duygularına. Hastalarımdan çocukken aile bireyleri tarafından cinsel saldırıya maruz aldıklarını dinliyorum. Hastalarımın anlattıklarından şüpheye kapıldığım an kendi bilinçaltıma dört yıl süren bir yolculuk yapıyorum ki, bu yolculuÄŸumu bir devrim olarak algılıyorum. YolculuÄŸum kanalıyla en büyük korkum olan yolculuk hobimi yeniyorum. Kendi anılarım gördüğüm rüyalarımın beynimde çaktığı ÅŸimÅŸekten aldığım ilhamla duygularıma dair yaptığım analizlere de yer verdiÄŸim “ Rüyaların Yorumu’ nu yazıyorum. Rüyaları; rüyayı gören kiÅŸinin serbest çaÄŸrışım aracılığıyla bastırılmış/ açığa çıkmaya ihtiyaç duyduÄŸu duyguların çığlıkları olarak yorumluyorum. Hastalarımın gördüğü rüyalarına göre hastalıklarını teÅŸhis ediyorum. Rüyaları kuramlara indirgiyorum. En sık karşılaÅŸtığım rüya türü anksiyete rüya türü. Anksiyete rüyaları görenler bilinçaltında bastırılmış cinsel arzularıyla rüyalarında tanışıyorlar. DiÄŸer bir deyiÅŸle hasta libidoya dönüştürdüğü enerjisini yatağı boÅŸ olduÄŸu için rüyasında yaÅŸayarak cinsel doyuma ulaşıyor. Bana göre hastalarımın duygusal ve ruhsal ihtiyaçlarına göre deÄŸiÅŸiyor gördükleri rüyalar. Eserim çok tutuluyor. Eserin diÄŸer baskısında ÅŸunları yazıyorum: “ Rüyaların yorumu, zihnin bilinçdışı etkinliklerinin bilgisine giden ana yoldur.” Yazdığım Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme (1914)’de cinselliÄŸin masum olduÄŸunu ve en gizil döneminin de çocukluk dönemi olduÄŸunu vurguluyorum. Daha sonra cinselliÄŸi indirgediÄŸim üç aÅŸamayı şöyle açıklıyorum: “DoÄŸumdan beÅŸ yaşına kadarki cinsel bakımdan aktif olunan evre; çocuÄŸun cinselliÄŸini unutup yok sayıldığı dönem olan beÅŸ yaşından buluÄŸ çağına kadarki gizlilik evresi; buluÄŸ çağında baÅŸlayan eriÅŸkin cinsellik evresi.”Eserimin en büyük kusuru cinsel haz ile cinsel uyarlamayı insan aklında şüphe bırakmayacak kadar net bir biçimde tanımlayamamış olmamdır. Bir diÄŸer boÅŸluÄŸun da kadın/ erkeÄŸin cinsel serüvenlerine dayalı önyargılarımın bıraktığı boÅŸluk olduÄŸunu düşünüyorum. Cinsel araÅŸtırmalarımı tek eÅŸlilik ile serbest cinsel iliÅŸkiler üzerinde yoÄŸunlaÅŸtırıyorum. Evli bir erkeÄŸin eÅŸiyle yaÅŸadığı birlikteliÄŸin nitelikli cinsel birliktelik olduÄŸunu söylüyorum. Buna karşı serbest cinsel iliÅŸkilerin tek eÅŸli iliÅŸkilerden farklı olarak kadını ve erkeÄŸi eÅŸit oranda özgürleÅŸtireceÄŸini düşündüğüm için serbest cinsel iliÅŸkiyi yüreklice destekliyorum. CinselliÄŸi özgürleÅŸtirmek için etkin doÄŸum kontrol yöntemlerinin çoÄŸaltılarak aktif bir ÅŸekilde günlük yaÅŸamdaki yerini almasının önemini de vurguluyorum sık sık.
Alfred Adler ile nevroz üzerindeki kuramlarımız örtüşmüyor. Kuramlar arası tartışmalar bir yana Adler’in kuramlarıma yaklaşımından dolayı “Uygarlık ve HoÅŸnutsuzlukları” yapıtımda Alman yazar Heinrich Heine’nin “ İnsan düşmanlarını bağışlamalı, ancak asılmalarından sonra” saptamasını alıntılıyorum. Bilimsel alan aynı zamanda rekabet alanıdır. Bu alandaki çekiÅŸmelerin boyutu ürkütüyor beni. Ben eserlerim kadar yazdığım makalelerimi de önemli buluyorum. Psikanaliz için en yararlı makalem bana göre “Tedaviye BaÅŸlamak Üzerine” dir. Makalemde psikanalizin gerçekte hastaların serbest çaÄŸrışımlara verdiÄŸi tepkilerin toplamı olduÄŸunu savunuyorum. Makalemde önemine sık sık vurgu yaptığım transferlerle ilgili düşüncelerimi “ Transferansın Dinamikleri” ile “Transferans Yasası Üzerine Gözlemler” adıyla yazdığım yazılarımda belirtiyorum. ÖnemsediÄŸim bir diÄŸer denemem ise “Yas ve Melankoli Üzerine” dir. Melankolinin depresyonu biçimlendirdiÄŸine inanıyorum. Kendini cezalandırma düşüncesi bir bütün halinde iÅŸlev gören egodan ayrılarak oluÅŸturduÄŸu özerk egonun yardımıyla kiÅŸinin kendisini yargılama sonucunda cezalandırdığını açıklıyorum. “ Totem ve Tabu” dört denemeden oluÅŸuyor. Erkekler gibi kadınların da penisi olduÄŸunu savunuyorum. Kızların iÄŸdiÅŸ edildiklerini erkeklerin ise babalarının penislerini yok edeceklerinden korktuklarını açıklıyorum. Çocukken anneye duyulan ateÅŸli arzuları da Oidipus kompleksi olarak adlandırmakla yetinmiyor konuya dair ÅŸu haklı saptamada bulunuyorum: “ Bu kader bizi etkiler; çünkü bu bizim kaderimiz olabilir. İlk cinsel güdülerimizi annemize ilk nefret ve öldürme güdülerimizi ise babamıza yöneltmemiz sanırım hepimizin ortak bir kaderidir. Rüyalarımız bize bunun böyle olduÄŸunu söylüyor.” 1924’te yazdığım “Oidipus KarmaÅŸasının Yok EdiliÅŸi” yazımda ise “ Bu deÄŸiÅŸimler, yetiÅŸtirilmenin ve çocuÄŸu sevgiyi kaybetme tehdidi altında bırakan dış kaynaklı göz korkutmaların sonucu gibi görülmekte” saptamasını yapıyorum. “ Cinsler Arasındaki Anatomik Ayrımın Bazı Fiziksel Sonuçları” yazımda da şöyle açıklıyorum: “ Kadınlar için ahlaki normallik düzeyinin erkeklerinkinden farklı olduÄŸu, kimsenin karşı koyamayacağı bir gerçektir.” Kadınlara dair farklı bir saptamamam da ÅŸu: “ Kadın erkekten daha düşük adalet duygusuna sahiptir, hayatın önemli zaruretlerine boyun eÄŸme eÄŸilimi daha azdır, kararlarında ÅŸefkat ya da düşmanlık duygusu daha çok etkili olur.”
Kızım Anna’nın varlığında yetkin bir psikanalist olmak için ille de eÄŸitimin gerekmediÄŸine inandığım için eÄŸitimsiz analizi ÅŸiddetle savunuyorum analizi doktorlardan korumak için. Bu duygularımı “EÄŸitim Görmeksizin Analiz Sorunu( 1926)’nda yanlış anlaşılmaya meydan bırakmadan yazıyorum. Günlük yaÅŸamda bilinçaltının birey hayatı üzerindeki görülmeyen etkisini basite indirgeyerek anlatıyorum Freudyen Dil Sürçmesi’nde. Yapıtta bireyin gördüğü rüyalar, küçük unutkanlıklar ile dil sürçmelerinin altında yatan asıl nedenin dilimizin deÄŸil; beynimizin sürçtüğünü anımsatıyorum. Benim devrim olarak algıladığım en önemli buluÅŸlarımdan birisi de ensest/ erkeklik fantezileri olduÄŸunu düşünüyorum. Hayatını inkârla sonlandırmak istemeyen benim için yapmam gereken tek ÅŸey toplum tabularını ve baskılarını karşıma almamdır. Zaaflar da kirlilik de güzellikte… kafa tasımızın içindedir. Bilinçaltımda deneyimlediÄŸim bulguları adlandırıyorum kategorilere ayırmak için. Ben toplumun çocuÄŸun masum ruhunda kopan fırtınaların ne türden günahları içinde barındırdığını görünür kılıyorum. Ben de çocukken erkek kardeÅŸimin ölmesini istiyor, annemi de bir erkek olarak arzuluyordum. Bilincimin kolladığı duyguları yargılamadığım gibi ahlaki/ ahlaksız olarak da konumlandırmıyorum da. Anlıyorum ki çocukların dünyası büyüklerinkinden daha karmaşıktır.
Kavramlar gibi kuramlara da düşkünüm. İnsan gerçeÄŸinde oynadıkları rollere göre önem kazanan aÅŸk ve ölüm… gibi kavramların insanbilimi ile birlikte edebiyatta da hak ettiÄŸi yeri almasını istiyorum. En önemlisi savunduklarımı aÅŸmak için beynimi özgür bırakıyorum. Benim zihinsel özgürlüğüme olan düşkünlüğüm o dönemde cinsel sapkınlık olarak algılanıyor. SavunduÄŸum her düşünceyi bilimin fay hattına görüşlerimi ise fay segmentlerine benzetiyorum. Son kitabım olan,“Musa ve Tektanrıcılık”’ta Musa’nın Yahudi deÄŸil; Mısırlı olduÄŸunu yazıyorum. Yahudi cemaatinden aldığım olumsuz eleÅŸtiriler hakkında Tarihçi Charles Singer’a yazdığım mektubumda konuya iliÅŸkin düşüncelerimi şöyle açıklıyorum: “Söylemeye bile gerek yok, kendi halkımı darıltmaktan hoÅŸlanıyor deÄŸilim. Ama ne yapabilirim ki? Tüm hayatımı, kendi insanlarım için rahatsızlık verici ve nahoÅŸ da olsa, bilimsel hakikat olarak gördüğüm ÅŸeyleri savunmak yolunda harcadım. Sonunu bir inkârla getiremem.“
“ Sevgili Freud, bilimsel serüveninin bir kısmına tanık olmanın haklı onurunu yaşıyorum. Seni dinlerken senin kiÅŸiliÄŸini gözleme ÅŸansım oluyor. Bilimsel buluÅŸların gibi kiÅŸiliÄŸinin de yanlışı ya da doÄŸrusuyla insanlık için bir kazanım olduÄŸunu düşünüyorum. KiÅŸiliÄŸin hakkındaki düşüncelerimi karşında yanılmayı göze alarak seninle paylaÅŸmak istiyorum.”
“ Anlaşılan beni kibarca susturmak istiyorsun. Yanılmaktan korkma; yanılmamayı göze almaktan kork.”
“Freud Baba, “Benim gibi bir insan kendini tümüyle verebileceÄŸi bir konusu olmadan yaÅŸayamaz. BenliÄŸini saran bir hırsa, bir yeteneÄŸe ihtiyacı var. Ben yeteneÄŸimi ve bunu nerede kullanabileceÄŸimi buldum. Sınırlarımı biliyorum,” sözlerini kiÅŸiliÄŸinin mihenk taşı olarak algılıyorum. Senin insan yanını bu yüzden kendime yakın buluyorum. Karşımızdaki insanı bizim için deÄŸerli kılan o insanın davranışlarının içimizdeki karşılığıdır. Benim gibi dostlarından sadece sadakat bekliyor, güvenine ihanet edenlerle tüm iliÅŸkilerini bitiriyorsun. UÄŸradığın hayal kırıklıkları yüreÄŸini benim gibi parçalıyor. Parçalanmış yüreÄŸini koruma altına almak için kendi görüşlerini savunan insanlarla dostluk kuruyorsun. En büyük yanılgının kendini bir insan olarak deÄŸil de bir erkek olarak analiz ettiÄŸinin farkına varmamak olduÄŸunu düşünüyorum. Aksi takdirde “Kadınlar ne ister?” diye sorduÄŸun soruyu “Kadınların baÅŸlıca sorunu erkeklik organına duyduÄŸu kıskançlıktır,” diye yanıtlamaz, üstün insan olmayı da erkeklik organına indirgemezdin. Karanlık kıta olarak algıladığın kadınların harikulade erkeklik organından yoksun oldukları için hayatları boyunca kendilerini hep aÅŸağı hissedeceklerine inanmazdın diye düşünüyorum. Üstün insan olmayı erkeklik organı bazında hâlâ ele almak istiyorsan, erkeklerin organları yüzünden içine düştüğü acınası haller üzerine de bir deneme yazmanı öneriyorum sana. Sevgili Freud, erkek olmaktan insan olmaya vakitleri olmayan, ÅŸehvetin kölesi olan erkek ordusunun kadınlara verdiÄŸi zararların tanığı olduÄŸun savaÅŸlardaki kıyımları aratmadığını görmeni çok istiyorum. İnsanın içgüdüleri oldum olası ilgi alanıma giriyor. İnsanın sınırsızlığı vücudunda deÄŸil içgüdülerini yöneten beynindedir. Kendi mahremiyetine düşkünlüğün yüzünden günlüklerin ile el yazmalarını yakmasaydın meslek dışı yazdıklarında senin insan yanının derinliÄŸine inme ÅŸansım daha fazla olurdu diye düşünüyorum.
İnsanın dolayısıyla da insanlığın öldürme hırsına ilk olarak I. Dünya Savaşı’nda tanık oluyorsun. İnsanların kendinden olmayanı öldürmesi seni ürküttüğü kadar geleceÄŸe dair karamsar düşüncelere kapılmana da neden oluyor. Eserlerinde irdelediÄŸin konular deÄŸiÅŸiyor; çünkü insanların ölmek ve öldürmek güdüsünün altında yatan baÅŸlıca nedenin insanların başıboÅŸ bırakıldığı için kendi kendisini öldürmeye duyduÄŸu ihtiyaç olduÄŸunu düşünüyorsun. İnsan zihnindeki insanlığın savaşını dehÅŸet içinde izliyorsun. Savaşın soÄŸuk yüzü evine konuk olduÄŸunda en sevdiÄŸin kızını gıdasızlık ve soÄŸuk yüzünden kaybediyorsun. 1933’te Hitler Almanya’da tahta geçtiÄŸinde senin insanlık adına duyumsadığın en büyük korkun da beynindeki tahta geçiyor. Yetkilerin karanlık içgüdüleri olan insanların eline geçmesini insanlığın intiharı olarak algılıyorsun haklı olarak. İnsanlığın kaderini elinde tutanlar insanlığın kasaplığına savunuyor çünkü. Hitler kitaplarını yaktığında haklı olarak ÅŸu saptamayı yapıyorsun: “Nasıl bir geliÅŸme gösterdik bilmiyorum; ama OrtaçaÄŸda olsaydık beni yakarlardı; ÅŸimdi kitaplarımı yakmakla yetiniyorlar.”
YaÅŸadıkların tanık oldukların seni deÄŸiÅŸtiriyor, araÅŸtırma konularını deÄŸiÅŸtiriyor. Medeniyetlerin dayattığı en büyük sorunun tatminsizlik olduÄŸunu düşündüğün “Medeniyet ve Tatminsizlik Dili” eserinde kültür ve varlıklar arasındaki ruhsal savaşı inceliyorsun. İncelemelerin sonucunda toplumların topyekûn medeni kısıtlamaların dayattığı bir sonuç olarak toplu bir yıkıma doÄŸru hızla gittiklerini anlatıyorsun.
SavaÅŸ gibi puro tiryakiliÄŸi de seni arkandan vuruyor damak kanseriyle. Bu kanser yüzünden sık sık protez deÄŸiÅŸtiriyor ve sayısız ameliyat geçiriyorsun. Acıların en büyüğüyle damağındaki kanserli dokuların oluÅŸturduÄŸu yaraların kötü kokmasıyla tanışıyorsun ama puro içmeyi bırakmıyorsun. Puro tutkunu sadakatin belgesi olarak algılıyorum senin. Puro senin sana raÄŸmen güzel ve temiz kalmış yanını temsil ediyor; bu yüzden kanser düşmanına puroyu teslim etmiyorsun. Ölümünün seni zevk ve yaratıcıkla ödüllendiren tek dostun olan puronun elinden olmasını adil buluyorsun. 1920’li yıllarda herkesin gözünde insan zihnine dair tüm gerçekleri bilen bir bilge oluyorsun. BilgeliÄŸin ünle birlikte dudak uçuklatacak para teklifleri de getiriyor sana. Para tekliflerini ret ediyorsun. 13 Mart 1938’de Almanya’yı Avusturya’ya toprağına katan Hitler’in Viyana’ya yürümesi bir yana Gestapo’nun kızını bir günlüğüne alıkoyması bardağı taşıran son damla oluyor. Öğrencin olan Prenses Maria Bonaparte/ diÄŸer dostlarının ısrarın ve yardımıyla Viyana’dan İngiltere’ye gidiyorsun geride dört kız kardeÅŸini bıraktığını biliyorsun. KardeÅŸlerinin hepsi de toplama kamplarında ölüyor. Gerçek anlamda korkuyla ilk kez tanışıyorsun. Korku sadece rüyalarını deÄŸil, bakışlarını yüz hatlarını hatta mimiklerini de fethediyor. Ölüm anı kapını çalana dek Psikanalizin gerçek bir bilim dalı olarak kabul edilmesi için mücadele ediyorsun. 83 yaşında puronu elinden düşürmeden kendi isteÄŸinle fazla morfinden bir nevi ötenazi yöntemiyle (23 Eylül 1939’da)kendini yaÅŸadıklarıyla gerçekleÅŸtirdiÄŸini bilmenin verdiÄŸi güven ve huzurla gözlerini hayata yumuyorsun. Senin hayata gözlerini yumduÄŸun saat eserlerinin uykudan uyandığı saat oluyor.
Freud Baba, acı ile insan ruhunun boyutlarına ermenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Sen bir bilim adamı ben de bir edebiyatçıyım. GerçeÄŸe bakışımızdaki farkı benim duygusallığa kapılıp katıksız gerçeÄŸin senin de katıksız gerçek olmadığını bildiÄŸin için melez gerçek/ gerçekçiliÄŸin peÅŸinden koÅŸman olduÄŸunu düşünüyorum. Sen kendi hatalarını savunmak yerine hatalarını acımasızca kendine anımsatıyorsun. Adın kökten deÄŸiÅŸimciliÄŸi çaÄŸrıştırıyor ve sözde bilim adamlarını korkutuyor. Görüşlerini dayanaklarıyla ortaya koymakta aşırıya kaçıyorsun. Aşırı alçak gönüllü olduÄŸun kadar aşırı yüreklisin de giriÅŸtiÄŸin her kavgada. Kadınlar bir yanıyla inceleme konun diÄŸer yanıyla eÅŸin kızların ve kardeÅŸlerin senin. Yanından bir an ayrılmayan kızın Anna’ya sırtını korkusuzca yaslıyorsun. KeÅŸke baba kız olmasaydınız Anna ile. İliÅŸkiniz mutlu çiftler için bir model olacağını düşünüyorum. YaÅŸadıkların/ savunduklarında kendinden baÅŸka kahraman çıkarmayanlardan birisin sen. Ne yaÅŸarsan yaÅŸa acının belini bükmesine izin vermeyen yanın tüylerimi diken diken ediyor. Her ÅŸeyi yenmek ve seni yenmek isteyenleri de alt etmek ilken oluyor senin. Bana benzeyen bir yanın da içinde insanlara karşı kırgınlıklarını aÅŸamaman. Kırgınlıklarından dolayı kendine sığınıyor bu da kendinde var olan gücü ortaya çıkarmanı saÄŸlıyor. Ben de ısrarla dürüstlüğün insanı önyargılarından arındırdığını savunuyorum. Heyecana kapılmayan sakinliÄŸinle iç dünyanı dış dünyanın yapaylığından koruyan sen, hastana terapi yapar gibi bilgece ölüme gidiyorsun. Acıya dayanıklı insanlardan bilge insanlar çıkacağı saptamam kiÅŸiliÄŸinle ölümsüzleÅŸiyor içimde. İnsanı aldığı ödüllerin deÄŸil, katlandıklarının düşünce kahramanı yaptığına inanıyorum tıpkı acıların insanı olgunlaÅŸtırdığına inandığım gibi. Kansere raÄŸmen yazıyor ve üretiyorsun.
“Sevgili Bedriye, yanılmayı göze alacak kadar karşımda dürüstçe duygularını ifade ettiÄŸin için sana teÅŸekkür ediyorum. Bir sonraki doÄŸum gününde ben senin psikanalizini yapmak istiyorum. EÄŸer anlaşırsak seni kendinle baÅŸ baÅŸa bırakırım yok anlaÅŸamazsak sözünü etmediÄŸin diÄŸer bilimsel çalışmalarımla kafanı allak bullak etmeyi sürdürürüm.
“AnlaÅŸtık Freud Baba. Önümüzdeki yıl bu odada ve bu saatte benim psikanalizi yapman için seni bekliyor olacağım eÄŸer yaşıyorsam.”
“Seneye görüşmek dileÄŸiyle doÄŸum günün kutlu olsun. MuhteÅŸem olan tamamen bizim içimizi ayaklandıran samimi duygularımla seni sevgiyle kucaklıyorum.”
19 Haziran 2013-07-03 Mersin.
Bedriye KORKANKORKMAZ
"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...
19 Haziran benim doÄŸum günüm. DoÄŸum günümde evimde kendime randevum vardı. Evimde ruhumun sesini dinlemek ve bilinçaltıma yolculuk yapmak için saÄŸaltıcı koltuÄŸum olan yatağıma uzanıyorum. Gözlerim kapalı kendime soracağım sorular üzerinde düşünüyorum. O an modern psikanalizin babası olan Sigmund Freud’u anımsıyorum. Freud psikoterapi yöntemiyle kendi bilinçaltına yolculuk yapıyor. O da benim gibi savunma kalelerini ortadan kaldırdığında insanın kendisine mi yoksa kendine benzeyen bir baÅŸka insana mı benzediÄŸini merak ediyor. İnsanın kendi çıplak gerçeÄŸiyle yüzleÅŸmeden içsel direncini yenemeyeceÄŸini biliyor. Kendime sorduÄŸum sorulara verdiÄŸim yanıtları içsel direncimin çıplak verileri olarak algıladığım için kendime ÅŸu soruları soruyorum: “Kendimi neye dayanarak sorguluyorum? Bastırılmış duygu/ düşüncelerimi doÄŸru konumlandıramadığım için mi onların dostu olamıyorum? Aşırı duygu ve duyarlılıklarımı törpüleyemediÄŸim için mi kendime saÄŸduyuyla yaklaÅŸamıyorum? Korkularımın deÄŸil; cesaretimin üstüne gittiÄŸim için mi baÅŸarısızım? Ben mi zamanı yoksa zaman mı beni ütülüyor? Gören kör olmak mı yoksa görülmeyeni görmek mi ruhuna yaklaÅŸtırıyor insanı? Kırgınlıklar öç almak için nefreti doÄŸuruyor. Duygularımız mı yoksa düşüncelerimiz mi ruhumuzu parçalıyor? Parçalara ayrılan ruhumuzu bir bütün haline getiren yaÅŸa(ya)madıklarımız mı yoksa hayallerimiz mi? Babamın elleri olduÄŸunu düşündüğüm bir erkek elinin saçımı okÅŸadığını hissediyorum. Bitmesini istemiyorum bu büyülü anın. Gözlerimi bu duygularla açıyorum. Karşımda duran kiÅŸinin babam deÄŸil Sigmund Freud olduÄŸunu görüyorum. ÅžaÅŸkınlık / özlem karışımı bir duyguyla ona sarılıyorum. SessizliÄŸi o bozuyor: “Bedriye, erkek çocuklarının babalarının yerine geçmek için babalarını öldüreceÄŸini düşündüğüm için kızların varlığını babalar için tehlikeli görmüyorum. Bu yüzden 1918’de kızım Anna’yı gizlice analiz ettiÄŸim gibi sana psikoterapi uygulamak istiyorum doÄŸum günü hediyesi olarak.”
Sevgili Freud, monografi/ biyografilerin, yazın ekininin geliÅŸmesinin, bizden sonraki kuÅŸaklara kalıt olarak bırakılmasının tartışılmaz önemini ÅŸimdi daha iyi anlıyorum. Yetkin her biyografi yazarı, hayatını kaleme aldığı yazar, ÅŸair, bilim adamı vb... insanların kiÅŸilik hakları/ yaÅŸamlarını adadığı ilkelerine sonuna kadar sadık kalmalı. Saygın çevirmenler ise bir insanın, yaÅŸamını elinde bulundurmanın, biçimlendirmenin ve o insanı yeniden yaratmanın, zorunlu tarafsızlığını/ sorumluluÄŸunu taşımanın önemini bizlere her koÅŸulda hissettirmeli diye düşünüyorum. Bununla birlikte dilimize çevrilen biyografin ile eserlerini okuyor hakkında çekilen belgeselleri ise izliyorum sık sık. Hakkında edindiÄŸim bilgileri seninle paylaÅŸmanın sevincini yaşıyorum. Seninle karşılıklı sohbet etmeyi psikoterapi yapmana tercih etmem seni incitiyor mu?”
“ Tercihin beni incitmiyor, Bedriyecik.”
“Sevgili Freud, Amalia ve Jacob Freud’un oÄŸlu olarak Sigismund Shlomo Freud Freiberg 6 Mayıs 1856 yılında Moravya’da doÄŸuyorsun. İyimser, dengeli, iÅŸ hırsı olmayan yün tüccarı baban J. Freud, üçüncü eÅŸi olan annenden yirmi yaÅŸ büyük olduÄŸu için aÄŸabeylerin baban, babansa deden olacak yaÅŸta oluyor. YaÅŸlar ve sıfatlar arasındaki uçurumdan dolayı aynı evi paylaÅŸtığın insanların birbirleriyle olan iliÅŸkilerini anlamlandıramıyorsun. On yaşına geldiÄŸinde beÅŸ kız bir erkek kardeÅŸin oluyor ama sen her koÅŸulda annenin vaz geçilmezi olduÄŸun için evde kendine ait çalışma odası olan tek kiÅŸisin. EÄŸitim gördüğün Yahudi okullarında çalışmayı tutku ediniyorsun kendine. Hafızanda silik bir yeri olduÄŸunu düşündüğün baban öldüğünde annenin ölümünden daha fazla seni etkilediÄŸini anlıyorsun. 95yaşında ölen annenin senin üzerinde güçlü bir etkisi oluyor. Baban Ortodoks bir Yahudi kültürüyle yetiÅŸmiÅŸ olmasına ve İbraniceyi iyi bilmesine raÄŸmen, çocuklarının bu kültürle yetiÅŸmelerini istemiyor, çocuklarının bu kültürün önemli bir parçası sayılan, Purim veya Fısıh gibi bayramları bir dini bayram kültürüyle deÄŸil de, aile ve dost toplantıları olarak algılamalarını saÄŸlıyor. Hıristiyan’dan birisi yürüyüşe çıkan babanın başındaki yepyeni kasketini bilinçli olarak yere düşürdükten sonra babana: “Kaldırımdan aÅŸağı in Yahudi!” diye bağırıyor. Babanın adama tepki göstereceÄŸi yerde ezik bir ÅŸekilde kaldırımdan inerek, yerdeki kasketini almasını kabullenmiyorsun. Tarihe mal olmuÅŸ halkının onurlarını kurtaran Musa Peygamber ile Hannibal’a özeniyorsun. ÇocukluÄŸun, Yahudilerin üçüncü sınıf insan muamelesi gördüğü dönemlere rastlıyor. Ağır evlilik vergileri yüzünden evlenemeyen Yahudilerin umarsızlığından, baskıcı yasaların sonuçları ruhsal olarak seni sarsıyor. 1848 yılında Avusturyalı liberallerin, Yahudi düşmanı yasaları ortadan kaldırmaları ve yeni kurdukları hükümette birkaç Yahudi’nin de yer almasına seviniyorsun. EÄŸitimine Viyana’da baÅŸlıyorsun. Öğrenmeye aç bir öğrenci olarak Fransızca, İngilizce, Yunanca ve Latince öğrenmekle yetinmiyor kendi çabalarınla, İtalyanca ve İspanyolca da öğreniyorsun. GeleceÄŸin idealist cesur ve yürekli bilim adamı olacağını ödünsüz iradenle kanıtlıyorsun.
“Sevgili Bedriye, sen yaÅŸadıklarımı bana anımsatarak sohbete hızlı bir giriÅŸ yapıyorsun ama ben senin hakkında konuÅŸmak istiyorum. Psikoloji/ felsefe ile çok yakından ilgileniyorsun. Hayatını bir bütün olarak gözden geçirdiÄŸinde kendinden ÅŸikâyetçi olduÄŸun yanların mı yoksa kendinden memnun olduÄŸun yanların mı daha fazla?
“Sevgili Freud, ruhumu bir bütünün parçaları olarak duygu mikroskobumda incelediÄŸim de memnuniyetsiz yanlarımın fazla olduÄŸunu görüyorum. İnsan beynindeki her hücrenin aslında beyninin alfabesi olduÄŸunu düşünüyorum. Ruhumun alfabesiyle yeni tanışan birisi olarak okuduklarımın dışında senin kelimelerinle meslek ve özel yaÅŸantının bilmezliÄŸine ortak olma ayrıcalığını doÄŸum günü hediyesi olarak benden esirgememeni istiyorum senden.
“Benden sıra dışı bir armaÄŸan isteyen Bedriye’yi kırabilir miyim? Çocukken ünlü bir avukat olmak istiyorum.1873’te tercihimi tıptan yana yapıyorum ve Viyana Üniversitesi’nde tıp öğrencisi oluyorum. Ünlü zoolog Carl Brühl’ün “Kucaklayan Ana” adlı, doÄŸa üzerine yazdığı tutkulu bir ÅŸiirini dinledikten sonra bilim adamı olmaya karar veriyorum. Öğrenciyken Sigismund olan adımı da Sigmund olarak deÄŸiÅŸtiriyorum. BaÅŸarıya ve üne açım. AraÅŸtırmacı/ sabırlı ve kararlı olmamı buna borçluyum. Tabuları yıkmak istiyorum. Ciddi anlamda etkileniyorum bilim adamı Biyolog C. Darwin’den. Darwin, 1871’de yayımladığı “İnsanın TüreyiÅŸi” adlı yapıtında, insanın da diÄŸer organizmalar gibi evrime tabi olduÄŸunu ve ‘kıllı, kuyruklu, dört ayaklı” bir hayvandan türediÄŸini yazıyordu. O dönemde pek çok insan gibi bu düşüncenin hem insanlara hem de tanrıya bir hakaret olduÄŸunu düşünmüyorum. Ben, antropolojinin Feuerbach teolojisinin yerine insanın evrimini ve geliÅŸimini incelenmesi gerektiÄŸine inanıyorum. Hayatım boyunca birçok felsefe ve teoloji görüşüne bu yüzden karşı çıkıyorum. Karşı çıkma düşüncesi farklılığı fark etmemi saÄŸlıyor. ÖğrenciliÄŸimin üçüncü yılında araÅŸtırmacı ruhum beni , “yaÅŸayan organizmaların ve onların hücre, doku, organ gibi bileÅŸenlerinin iÅŸleyiÅŸinin incelenmesine tahsis edilmiÅŸ bir fizyoloji laboratuvarına katılmaya itti.”
Viyanalı bilim adamı Ernst Brücke’den olaÄŸanüstü etkileniyorum. Bu saygın bilim adamıyla birlikte beÅŸ yıl fizyoloji üzerinde çalışıyorum. BeÅŸ yılda balıkların /kerevitlerin salt sinir sistemleriyle ilgilenmiyor aynı zamanda yılan balıklarının cinsel organlarının yapısıyla da ilgileniyorum. Elde ettiÄŸim verileri baÅŸka dokulardan ayırmanın neden / sonuçlarını yeni bir yöntem olarak lanse ediyorum makalelerimde. ÖğrenciliÄŸimde sık sık depresyona giriyorum. Bir Alman askeri doktorunun raporunda, kokainin askerlerin dayanıklılığını arttırdığını okuyunca, kokainle ilgileniyorum. Kokaini kendi üzerimde deneyerek dayanıklılığı artırdığına ikna oluyorum ve bu düşüncemi güvendiÄŸim bir meslektaÅŸlarıyla paylaşıyorum. Benim kokain üzerine anlattıklarından ilham alıyor arkadaşım C. Koller, göz ameliyatlarında kokainin kullanılabilecek bir lokal uyuÅŸturucu fikrini tamamen kendisine mal ediyor. C. Koller bu buluÅŸuyla göz cerrahisinde büyük bir çıkış yaptığı gibi paraya ve şöhrete ulaşıyor. Bense genç, parasızlıktan evlenememiÅŸ yoksul bir doktorum hâlâ. Ne ki Koller’in on dokuzuncu yüzyılda kendine ait olmayan onur kırıcı/ yüz kızartıcı şöhreti yirmi birinci yüzyılda da peÅŸini bırakmıyor onun. Adı benimle ile ilgili yazılan tüm eserlerde, çekilen belgesellerde bilim etiÄŸinin alnına kara leke süren insan olarak anılıyor/ anılacak. Akademik birçok ÅŸansızlık yaşıyorum. Aklım bilim dünyasına yakacağım meÅŸalelerin ne türden meÅŸaleler olacağı fikri ile büyüleniyor. Bunun için çok çalışıyorum. Çalışmalarım/ hırsım ve baÅŸarılarım okulumda gerekli karşılığı bulmuyor. Ailevi nedenlerden dolayı da paraya çok gereksinim duyuyorum. Viyana Genel Hastanesi’nde stajyer Dr. olarak çalışmaya baÅŸlıyorum; çünkü evlenmek istiyorum. Yirmi yaşında âşık oluyorum eÅŸime. Utangaç ve ateÅŸli bir âşığım. Çalışma disiplinim kadar kadınlar hakkında engin bilgim/ deneyimim olmuyor. İflah olmaz bir romantik olduÄŸunu bilmeni istiyorum. NiÅŸanlıma yazdığım romantik mektuplardan ciltler dolusu roman yazılacağını düşünüyorum. Otuzunda evlendiÄŸim eÅŸimden altı çocuÄŸum oluyor. EÅŸim Martha Bernays eÄŸitimli Alman edebiyatıyla da ilgilenen iyi bir okuyucu olduÄŸu kadar altı çocuÄŸuna ideal bir anne saÄŸduyulu ve sakin kiÅŸiliÄŸiyle bana da mükemmel bir eÅŸ oluyor.
“ Freud Baba, histeri neden ilgi alanın oluyor senin?”
“Bedriye, yazgım beni 1885 yılında Viyana Genel Hastanesi’nde sinir hastalıklarını uzmanlık alanım yaparak ödüllendiriyor. Hastalarımın birçoÄŸu histeri ve histeriye baÄŸlı hastalıklardan dolayı mustaripti. Bilinçaltı kralı histeriydi. Histeri hastalarını soÄŸuk suya koyacak ve onlara zincir takacak kadar umarsızdık. İnsanlığı tehdit eden bu hastalığı yenmek istiyorum. BaÅŸarıya ulaÅŸmanın yolu ise deneme/ yanılma yönteminden geçiyordu.
1870’lerde Fransa’da hipnoz uygulamalarında dünyayı hayrete düşüren büyük bir geliÅŸme sergiliyordu sara (“Grand Mal Epilepsy: nöbetlerle kendini gösteren bir sinir sistemi hastalığı”) hastalığında. Histerinin sadece tanımları yapılıyor ama yapılan tanımların hiçbiri histeriyi tanımlamıyordu. Histeri Yunancada rahim anlamına geliyordu (uterus kelimesi de aynı kökten geldiÄŸi için on dokuzuncu yüzyıl sonlarına kadar histerinin kadınların üreme organlarından kaynaklanan kadınlara özgü bir hastalık olduÄŸu sanılıyordu.) EvlenmemiÅŸ veya dul kadınların cinselliÄŸe duyumsadıkları açlık histeriyi bir kadın hastalığı yapıyordu. Daha sonraları Charcot’un, histerinin beynindeki bir lezyonun neden olduÄŸu zihinsel bir hastalık olduÄŸu yönündeki bulguları sayesinde histerinin bir kadın hastalığı olmadığı anlaşılıyordu.
1885 yılında Ernst Brücke’nin bana saÄŸladığı bursla hipnotizma yöntemiyle dünyayı hayrete düşüren Sinir Hastalıkları Uzmanı Fransız bilim adamı Dr. Jean Martin Charcot’un çalışma ve mesai arkadaşı olmak için Paris’e gidiyorum. Oradan histeri hastalarını soÄŸuk su ile zincirden kurtaran hipnozla tanışıyorum. Histeri hastalarının hipnozla tedavi edilmesi beni insanlığın bu hastalığı yeneceÄŸine inandırıyor. En önemlisi umutsuzluÄŸa kapılmamam gerektiÄŸini anlıyorum. İnsan ruhunu mercek altına almayı öğreniyorum. Viyana’ya geri döndüğümde aklımdaki fikirleri hayata geçiriyorum. Branşımdaki tüm hastalıklar beyni kapsadığı için ben de beyin felci nörolojik hastalıkların nedenlerini inceliyorum ve incelemelerimde elde ettiÄŸim bulgular üzerinde makaleler yazıyorum. DoÄŸumla baÅŸlayan yaÅŸam/ cinsellik ve ölüm gibi elzem konularla ilgileniyorum. Paris dönüşü hastaları hipnoz etmek için mütevazı bir muayene açıyorum. Hipnozu Charcot, zihnin gizli kalmış bölümüne ikinci zihin olarak algılıyordu. Ben de onun ikinci zihin dediÄŸi bölümü bilinçaltına dönüştürmeyi deneyimliyorum hastalarımın üzerinde. Hastalarımın ikinci zihnine giriyor ve histerisine verdiÄŸim hiprotik komut aracılığıyla hastamı histerisinden kurtarmayı düşünüyorum. Hipnozda hayal kırıklığına uÄŸruyorum bu yüzden kaplıca su terapisi gibi farkı tedavi yöntemlerine yöneliyorum. Mıknatıs aracılığıyla da hastanın bulgularının bedeninin bir tarafından diÄŸer tarafına transfer ediyor hastalığın beyin üzerindeki gücünü ortadan kaldıracağıma inanıyorum.
Benim ilk psikanaliz hastam olan Bertha Pappenheim’i bana arkadaşım Joseph yönlendiriyor. Bertha’nın sorunu diÄŸer hastalarımın sorunlarından farklı. Hastamda psikanaliz yöntemi baÅŸarılı oluyor. Bende hastam sayesinden bu türden ÅŸikâyetleri olan her hastanın histeri olmadığını algılıyorum. İnsanlık ve benim için bir mucize oluyor bir tabunun yok olması. KonuÅŸmanın insan zihni üzerindeki muhteÅŸem mucizesine tanık oluyorum. Hastalarımın ruhlarında travma yaratan olaylarla tanışıyorum. Emin oluyorum insanı içine düştüğü umarsızlıktan yine insanın kendisinin kurtaracağına. İnsanlığın devrimi olarak algılıyorum bu geliÅŸmeyi; çünkü hastalar hasta sıfatından “insan” sıfatına terfi ediyor. Bilinçaltı denilen o karanlıkta müthiÅŸ bir aydınlığın da var olduÄŸuna inanıyorum. Mikroskobum duygular oluyor. Hastalarımın bilinçaltlarına duyguları aracılığıyla yaptığım yolculuklarda onları histerik eden olayların ve olguların başında çocukluklarında yaÅŸadıkları travmatik cinsel deneyimlerin neden olduÄŸuna inanıyorum. Hastalarımın Nevrotik olmalarına da cinselliÄŸin neden olduÄŸunu düşünüyorum. Çocuk ya cinsel tacizden ya da baskı altında tutulan baskın suçluluk duygusu sonucunda kafasından bir dizi cinsel fanteziler kuruyor.
“ En sık karşılaÅŸtığın hastalık türlerinden birisi de Nörotik erkeklik sendromu. Erkeklerin Nevrotik olmamaları için niye dikkat etmeleri gerekiyor sana göre?
“Bana göre bir erkek Nörotik olmak istemiyorsa kadınıyla özgürce cinsel iliÅŸkiye girmeli. Duyguların kuması olarak algılıyorum prezervatif ile mastürbasyonu. EÅŸler arasındaki duygusal alış veriÅŸi prezervatifin baltaladığını düşünüyorum. Küçük kızım dünyaya geldikten sonra bu düşüncemden dolayı cinsel perhize giriyorum ve kendimi kadınların deÄŸil bilimin koynuna atıyorum”
“Freud Baba, çalışmalarını doÄŸru yorumlayacak birikimden yoksunum. Bu yüzden çalışmalarınla insanlığın kütüphanesine kazandırdığın yapıtların hakkından beni bilgilendirir misin?
“Bedriye, hayatımı, biseksüellik, histeri, çocuk cinselliÄŸine iliÅŸkin, psikanalist olarak negatif ve erotik transferanslar, rüyaların yorumları, yas ve melankoli, toplum ve birey arasındaki iliÅŸkiler vb... insanın duygu ve düşünce dünyasındaki bütün karanlıkları aydınlatmak için yapıtlar ile denemeler yazıyorum. Psikanaliz ve histeri üzerinde yayımladığım önemli demeler ile eserlerimin bazılarını anımsayacak olursam: (1895) “İrma’nın Enjeksiyonu Rüyası’na eÄŸiliyorum. Histeri Üzerine Çalışmalar’ı yayımlıyorum.(1905) Sırasıyla: Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme (1914); Narsisizm Üzerine, ( 1920); Haz İlkesinin Ötesinde,( 1926); Alaylı Analiz Sorunu, ( 1929); Uygarlık ve HoÅŸnutsuzlukları (1938 ) Bir Yanılsamanın GeleceÄŸi ile Musa ve Tektanrıcılık’ı yayımlıyorum.
Psikanalizi uluslararası toplum tarafından kabul edilmesi için mücadele ediyorum. 1925’de “YaÅŸamım ve Psikanaliz”de şöyle diyorum: “İnsanlık tarihinin olayları, insan doÄŸası, kültürel geliÅŸim ve ilkçaÄŸlardaki yaÅŸantının tortuları (bunların en önde geleni din olmak üzere) arasındaki etkileÅŸimlerin, psikanalizin bireyde incelediÄŸi, ego, id ve süperego arasındaki dinamik çatışmaların bir yansımasından baÅŸka bir ÅŸey olmadığını, daha geniÅŸ bir ölçekte yinelenen aynı süreçten ibaret olduÄŸunu, ÅŸimdi her zamankinden daha açık algılıyorum.”
1895’te “Histeri Üzerine Çalışmalar”ı yayımlıyorum. Eserde farklı bir görüşü olan histerinin psikolojik yanını ortaya koyuyorum. Histeriklerin ruhlarında tahribat yaratan ezici duyguların bilinçaltındaki bastırılmış duygulardan kaynaklandığını imliyorum. Anlıyorum ki, zihninde yaralı duygular taşıyan herkes histerik olabilir. Benim çocukluluk arkadaşımdır rüyalarım. Çocuk yaÅŸta gördüğüm rüyaları yazarak kayıt altına alıyorum. Rüyalarımı kahramanlarla ölümsüzleÅŸtiriyorum. Rüyalarımın kahramanlarından birisi de Napolyon’du; çünkü onun ÅŸahsında savaşı/ savaÅŸları kazanmanın imparatorluÄŸu vardı. O dönemde Viyana’da Yahudi karşıtlığı beni Napolyon’a çekiyor. Benim en belirgin özelliklerimden birisi çalışkanlığım diÄŸeri de savaşçı yanımdır. Yenilmek deÄŸil yenmek için dünyaya geldiÄŸime inanıyorum. İnsanlığın bilinçaltı Napolyon’u benim. MesleÄŸimde otorite olduÄŸum dönemlerde rüyalarımı daha farklı yorumlamaya baÅŸlıyorum. Bana göre rüya gören kiÅŸi rüyası aracılığıyla kendi gerçek arzularıyla yüzleÅŸiyor bu yolla kendi savunma sistemini harekete geçiriyor. İnsanın ve insanlığın en büyük tehdidi olarak algılıyorum iç savunma mekanizmasını. İç savunma mekanizması bilinçli ya da bilinçsiz sansür uyguluyor insanın duygularına. Hastalarımdan çocukken aile bireyleri tarafından cinsel saldırıya maruz aldıklarını dinliyorum. Hastalarımın anlattıklarından şüpheye kapıldığım an kendi bilinçaltıma dört yıl süren bir yolculuk yapıyorum ki, bu yolculuÄŸumu bir devrim olarak algılıyorum. YolculuÄŸum kanalıyla en büyük korkum olan yolculuk hobimi yeniyorum. Kendi anılarım gördüğüm rüyalarımın beynimde çaktığı ÅŸimÅŸekten aldığım ilhamla duygularıma dair yaptığım analizlere de yer verdiÄŸim “ Rüyaların Yorumu’ nu yazıyorum. Rüyaları; rüyayı gören kiÅŸinin serbest çaÄŸrışım aracılığıyla bastırılmış/ açığa çıkmaya ihtiyaç duyduÄŸu duyguların çığlıkları olarak yorumluyorum. Hastalarımın gördüğü rüyalarına göre hastalıklarını teÅŸhis ediyorum. Rüyaları kuramlara indirgiyorum. En sık karşılaÅŸtığım rüya türü anksiyete rüya türü. Anksiyete rüyaları görenler bilinçaltında bastırılmış cinsel arzularıyla rüyalarında tanışıyorlar. DiÄŸer bir deyiÅŸle hasta libidoya dönüştürdüğü enerjisini yatağı boÅŸ olduÄŸu için rüyasında yaÅŸayarak cinsel doyuma ulaşıyor. Bana göre hastalarımın duygusal ve ruhsal ihtiyaçlarına göre deÄŸiÅŸiyor gördükleri rüyalar. Eserim çok tutuluyor. Eserin diÄŸer baskısında ÅŸunları yazıyorum: “ Rüyaların yorumu, zihnin bilinçdışı etkinliklerinin bilgisine giden ana yoldur.” Yazdığım Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme (1914)’de cinselliÄŸin masum olduÄŸunu ve en gizil döneminin de çocukluk dönemi olduÄŸunu vurguluyorum. Daha sonra cinselliÄŸi indirgediÄŸim üç aÅŸamayı şöyle açıklıyorum: “DoÄŸumdan beÅŸ yaşına kadarki cinsel bakımdan aktif olunan evre; çocuÄŸun cinselliÄŸini unutup yok sayıldığı dönem olan beÅŸ yaşından buluÄŸ çağına kadarki gizlilik evresi; buluÄŸ çağında baÅŸlayan eriÅŸkin cinsellik evresi.”Eserimin en büyük kusuru cinsel haz ile cinsel uyarlamayı insan aklında şüphe bırakmayacak kadar net bir biçimde tanımlayamamış olmamdır. Bir diÄŸer boÅŸluÄŸun da kadın/ erkeÄŸin cinsel serüvenlerine dayalı önyargılarımın bıraktığı boÅŸluk olduÄŸunu düşünüyorum. Cinsel araÅŸtırmalarımı tek eÅŸlilik ile serbest cinsel iliÅŸkiler üzerinde yoÄŸunlaÅŸtırıyorum. Evli bir erkeÄŸin eÅŸiyle yaÅŸadığı birlikteliÄŸin nitelikli cinsel birliktelik olduÄŸunu söylüyorum. Buna karşı serbest cinsel iliÅŸkilerin tek eÅŸli iliÅŸkilerden farklı olarak kadını ve erkeÄŸi eÅŸit oranda özgürleÅŸtireceÄŸini düşündüğüm için serbest cinsel iliÅŸkiyi yüreklice destekliyorum. CinselliÄŸi özgürleÅŸtirmek için etkin doÄŸum kontrol yöntemlerinin çoÄŸaltılarak aktif bir ÅŸekilde günlük yaÅŸamdaki yerini almasının önemini de vurguluyorum sık sık.
Alfred Adler ile nevroz üzerindeki kuramlarımız örtüşmüyor. Kuramlar arası tartışmalar bir yana Adler’in kuramlarıma yaklaşımından dolayı “Uygarlık ve HoÅŸnutsuzlukları” yapıtımda Alman yazar Heinrich Heine’nin “ İnsan düşmanlarını bağışlamalı, ancak asılmalarından sonra” saptamasını alıntılıyorum. Bilimsel alan aynı zamanda rekabet alanıdır. Bu alandaki çekiÅŸmelerin boyutu ürkütüyor beni. Ben eserlerim kadar yazdığım makalelerimi de önemli buluyorum. Psikanaliz için en yararlı makalem bana göre “Tedaviye BaÅŸlamak Üzerine” dir. Makalemde psikanalizin gerçekte hastaların serbest çaÄŸrışımlara verdiÄŸi tepkilerin toplamı olduÄŸunu savunuyorum. Makalemde önemine sık sık vurgu yaptığım transferlerle ilgili düşüncelerimi “ Transferansın Dinamikleri” ile “Transferans Yasası Üzerine Gözlemler” adıyla yazdığım yazılarımda belirtiyorum. ÖnemsediÄŸim bir diÄŸer denemem ise “Yas ve Melankoli Üzerine” dir. Melankolinin depresyonu biçimlendirdiÄŸine inanıyorum. Kendini cezalandırma düşüncesi bir bütün halinde iÅŸlev gören egodan ayrılarak oluÅŸturduÄŸu özerk egonun yardımıyla kiÅŸinin kendisini yargılama sonucunda cezalandırdığını açıklıyorum. “ Totem ve Tabu” dört denemeden oluÅŸuyor. Erkekler gibi kadınların da penisi olduÄŸunu savunuyorum. Kızların iÄŸdiÅŸ edildiklerini erkeklerin ise babalarının penislerini yok edeceklerinden korktuklarını açıklıyorum. Çocukken anneye duyulan ateÅŸli arzuları da Oidipus kompleksi olarak adlandırmakla yetinmiyor konuya dair ÅŸu haklı saptamada bulunuyorum: “ Bu kader bizi etkiler; çünkü bu bizim kaderimiz olabilir. İlk cinsel güdülerimizi annemize ilk nefret ve öldürme güdülerimizi ise babamıza yöneltmemiz sanırım hepimizin ortak bir kaderidir. Rüyalarımız bize bunun böyle olduÄŸunu söylüyor.” 1924’te yazdığım “Oidipus KarmaÅŸasının Yok EdiliÅŸi” yazımda ise “ Bu deÄŸiÅŸimler, yetiÅŸtirilmenin ve çocuÄŸu sevgiyi kaybetme tehdidi altında bırakan dış kaynaklı göz korkutmaların sonucu gibi görülmekte” saptamasını yapıyorum. “ Cinsler Arasındaki Anatomik Ayrımın Bazı Fiziksel Sonuçları” yazımda da şöyle açıklıyorum: “ Kadınlar için ahlaki normallik düzeyinin erkeklerinkinden farklı olduÄŸu, kimsenin karşı koyamayacağı bir gerçektir.” Kadınlara dair farklı bir saptamamam da ÅŸu: “ Kadın erkekten daha düşük adalet duygusuna sahiptir, hayatın önemli zaruretlerine boyun eÄŸme eÄŸilimi daha azdır, kararlarında ÅŸefkat ya da düşmanlık duygusu daha çok etkili olur.”
Kızım Anna’nın varlığında yetkin bir psikanalist olmak için ille de eÄŸitimin gerekmediÄŸine inandığım için eÄŸitimsiz analizi ÅŸiddetle savunuyorum analizi doktorlardan korumak için. Bu duygularımı “EÄŸitim Görmeksizin Analiz Sorunu( 1926)’nda yanlış anlaşılmaya meydan bırakmadan yazıyorum. Günlük yaÅŸamda bilinçaltının birey hayatı üzerindeki görülmeyen etkisini basite indirgeyerek anlatıyorum Freudyen Dil Sürçmesi’nde. Yapıtta bireyin gördüğü rüyalar, küçük unutkanlıklar ile dil sürçmelerinin altında yatan asıl nedenin dilimizin deÄŸil; beynimizin sürçtüğünü anımsatıyorum. Benim devrim olarak algıladığım en önemli buluÅŸlarımdan birisi de ensest/ erkeklik fantezileri olduÄŸunu düşünüyorum. Hayatını inkârla sonlandırmak istemeyen benim için yapmam gereken tek ÅŸey toplum tabularını ve baskılarını karşıma almamdır. Zaaflar da kirlilik de güzellikte… kafa tasımızın içindedir. Bilinçaltımda deneyimlediÄŸim bulguları adlandırıyorum kategorilere ayırmak için. Ben toplumun çocuÄŸun masum ruhunda kopan fırtınaların ne türden günahları içinde barındırdığını görünür kılıyorum. Ben de çocukken erkek kardeÅŸimin ölmesini istiyor, annemi de bir erkek olarak arzuluyordum. Bilincimin kolladığı duyguları yargılamadığım gibi ahlaki/ ahlaksız olarak da konumlandırmıyorum da. Anlıyorum ki çocukların dünyası büyüklerinkinden daha karmaşıktır.
Kavramlar gibi kuramlara da düşkünüm. İnsan gerçeÄŸinde oynadıkları rollere göre önem kazanan aÅŸk ve ölüm… gibi kavramların insanbilimi ile birlikte edebiyatta da hak ettiÄŸi yeri almasını istiyorum. En önemlisi savunduklarımı aÅŸmak için beynimi özgür bırakıyorum. Benim zihinsel özgürlüğüme olan düşkünlüğüm o dönemde cinsel sapkınlık olarak algılanıyor. SavunduÄŸum her düşünceyi bilimin fay hattına görüşlerimi ise fay segmentlerine benzetiyorum. Son kitabım olan,“Musa ve Tektanrıcılık”’ta Musa’nın Yahudi deÄŸil; Mısırlı olduÄŸunu yazıyorum. Yahudi cemaatinden aldığım olumsuz eleÅŸtiriler hakkında Tarihçi Charles Singer’a yazdığım mektubumda konuya iliÅŸkin düşüncelerimi şöyle açıklıyorum: “Söylemeye bile gerek yok, kendi halkımı darıltmaktan hoÅŸlanıyor deÄŸilim. Ama ne yapabilirim ki? Tüm hayatımı, kendi insanlarım için rahatsızlık verici ve nahoÅŸ da olsa, bilimsel hakikat olarak gördüğüm ÅŸeyleri savunmak yolunda harcadım. Sonunu bir inkârla getiremem.“
“ Sevgili Freud, bilimsel serüveninin bir kısmına tanık olmanın haklı onurunu yaşıyorum. Seni dinlerken senin kiÅŸiliÄŸini gözleme ÅŸansım oluyor. Bilimsel buluÅŸların gibi kiÅŸiliÄŸinin de yanlışı ya da doÄŸrusuyla insanlık için bir kazanım olduÄŸunu düşünüyorum. KiÅŸiliÄŸin hakkındaki düşüncelerimi karşında yanılmayı göze alarak seninle paylaÅŸmak istiyorum.”
“ Anlaşılan beni kibarca susturmak istiyorsun. Yanılmaktan korkma; yanılmamayı göze almaktan kork.”
“Freud Baba, “Benim gibi bir insan kendini tümüyle verebileceÄŸi bir konusu olmadan yaÅŸayamaz. BenliÄŸini saran bir hırsa, bir yeteneÄŸe ihtiyacı var. Ben yeteneÄŸimi ve bunu nerede kullanabileceÄŸimi buldum. Sınırlarımı biliyorum,” sözlerini kiÅŸiliÄŸinin mihenk taşı olarak algılıyorum. Senin insan yanını bu yüzden kendime yakın buluyorum. Karşımızdaki insanı bizim için deÄŸerli kılan o insanın davranışlarının içimizdeki karşılığıdır. Benim gibi dostlarından sadece sadakat bekliyor, güvenine ihanet edenlerle tüm iliÅŸkilerini bitiriyorsun. UÄŸradığın hayal kırıklıkları yüreÄŸini benim gibi parçalıyor. Parçalanmış yüreÄŸini koruma altına almak için kendi görüşlerini savunan insanlarla dostluk kuruyorsun. En büyük yanılgının kendini bir insan olarak deÄŸil de bir erkek olarak analiz ettiÄŸinin farkına varmamak olduÄŸunu düşünüyorum. Aksi takdirde “Kadınlar ne ister?” diye sorduÄŸun soruyu “Kadınların baÅŸlıca sorunu erkeklik organına duyduÄŸu kıskançlıktır,” diye yanıtlamaz, üstün insan olmayı da erkeklik organına indirgemezdin. Karanlık kıta olarak algıladığın kadınların harikulade erkeklik organından yoksun oldukları için hayatları boyunca kendilerini hep aÅŸağı hissedeceklerine inanmazdın diye düşünüyorum. Üstün insan olmayı erkeklik organı bazında hâlâ ele almak istiyorsan, erkeklerin organları yüzünden içine düştüğü acınası haller üzerine de bir deneme yazmanı öneriyorum sana. Sevgili Freud, erkek olmaktan insan olmaya vakitleri olmayan, ÅŸehvetin kölesi olan erkek ordusunun kadınlara verdiÄŸi zararların tanığı olduÄŸun savaÅŸlardaki kıyımları aratmadığını görmeni çok istiyorum. İnsanın içgüdüleri oldum olası ilgi alanıma giriyor. İnsanın sınırsızlığı vücudunda deÄŸil içgüdülerini yöneten beynindedir. Kendi mahremiyetine düşkünlüğün yüzünden günlüklerin ile el yazmalarını yakmasaydın meslek dışı yazdıklarında senin insan yanının derinliÄŸine inme ÅŸansım daha fazla olurdu diye düşünüyorum.
İnsanın dolayısıyla da insanlığın öldürme hırsına ilk olarak I. Dünya Savaşı’nda tanık oluyorsun. İnsanların kendinden olmayanı öldürmesi seni ürküttüğü kadar geleceÄŸe dair karamsar düşüncelere kapılmana da neden oluyor. Eserlerinde irdelediÄŸin konular deÄŸiÅŸiyor; çünkü insanların ölmek ve öldürmek güdüsünün altında yatan baÅŸlıca nedenin insanların başıboÅŸ bırakıldığı için kendi kendisini öldürmeye duyduÄŸu ihtiyaç olduÄŸunu düşünüyorsun. İnsan zihnindeki insanlığın savaşını dehÅŸet içinde izliyorsun. Savaşın soÄŸuk yüzü evine konuk olduÄŸunda en sevdiÄŸin kızını gıdasızlık ve soÄŸuk yüzünden kaybediyorsun. 1933’te Hitler Almanya’da tahta geçtiÄŸinde senin insanlık adına duyumsadığın en büyük korkun da beynindeki tahta geçiyor. Yetkilerin karanlık içgüdüleri olan insanların eline geçmesini insanlığın intiharı olarak algılıyorsun haklı olarak. İnsanlığın kaderini elinde tutanlar insanlığın kasaplığına savunuyor çünkü. Hitler kitaplarını yaktığında haklı olarak ÅŸu saptamayı yapıyorsun: “Nasıl bir geliÅŸme gösterdik bilmiyorum; ama OrtaçaÄŸda olsaydık beni yakarlardı; ÅŸimdi kitaplarımı yakmakla yetiniyorlar.”
YaÅŸadıkların tanık oldukların seni deÄŸiÅŸtiriyor, araÅŸtırma konularını deÄŸiÅŸtiriyor. Medeniyetlerin dayattığı en büyük sorunun tatminsizlik olduÄŸunu düşündüğün “Medeniyet ve Tatminsizlik Dili” eserinde kültür ve varlıklar arasındaki ruhsal savaşı inceliyorsun. İncelemelerin sonucunda toplumların topyekûn medeni kısıtlamaların dayattığı bir sonuç olarak toplu bir yıkıma doÄŸru hızla gittiklerini anlatıyorsun.
SavaÅŸ gibi puro tiryakiliÄŸi de seni arkandan vuruyor damak kanseriyle. Bu kanser yüzünden sık sık protez deÄŸiÅŸtiriyor ve sayısız ameliyat geçiriyorsun. Acıların en büyüğüyle damağındaki kanserli dokuların oluÅŸturduÄŸu yaraların kötü kokmasıyla tanışıyorsun ama puro içmeyi bırakmıyorsun. Puro tutkunu sadakatin belgesi olarak algılıyorum senin. Puro senin sana raÄŸmen güzel ve temiz kalmış yanını temsil ediyor; bu yüzden kanser düşmanına puroyu teslim etmiyorsun. Ölümünün seni zevk ve yaratıcıkla ödüllendiren tek dostun olan puronun elinden olmasını adil buluyorsun. 1920’li yıllarda herkesin gözünde insan zihnine dair tüm gerçekleri bilen bir bilge oluyorsun. BilgeliÄŸin ünle birlikte dudak uçuklatacak para teklifleri de getiriyor sana. Para tekliflerini ret ediyorsun. 13 Mart 1938’de Almanya’yı Avusturya’ya toprağına katan Hitler’in Viyana’ya yürümesi bir yana Gestapo’nun kızını bir günlüğüne alıkoyması bardağı taşıran son damla oluyor. Öğrencin olan Prenses Maria Bonaparte/ diÄŸer dostlarının ısrarın ve yardımıyla Viyana’dan İngiltere’ye gidiyorsun geride dört kız kardeÅŸini bıraktığını biliyorsun. KardeÅŸlerinin hepsi de toplama kamplarında ölüyor. Gerçek anlamda korkuyla ilk kez tanışıyorsun. Korku sadece rüyalarını deÄŸil, bakışlarını yüz hatlarını hatta mimiklerini de fethediyor. Ölüm anı kapını çalana dek Psikanalizin gerçek bir bilim dalı olarak kabul edilmesi için mücadele ediyorsun. 83 yaşında puronu elinden düşürmeden kendi isteÄŸinle fazla morfinden bir nevi ötenazi yöntemiyle (23 Eylül 1939’da)kendini yaÅŸadıklarıyla gerçekleÅŸtirdiÄŸini bilmenin verdiÄŸi güven ve huzurla gözlerini hayata yumuyorsun. Senin hayata gözlerini yumduÄŸun saat eserlerinin uykudan uyandığı saat oluyor.
Freud Baba, acı ile insan ruhunun boyutlarına ermenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Sen bir bilim adamı ben de bir edebiyatçıyım. GerçeÄŸe bakışımızdaki farkı benim duygusallığa kapılıp katıksız gerçeÄŸin senin de katıksız gerçek olmadığını bildiÄŸin için melez gerçek/ gerçekçiliÄŸin peÅŸinden koÅŸman olduÄŸunu düşünüyorum. Sen kendi hatalarını savunmak yerine hatalarını acımasızca kendine anımsatıyorsun. Adın kökten deÄŸiÅŸimciliÄŸi çaÄŸrıştırıyor ve sözde bilim adamlarını korkutuyor. Görüşlerini dayanaklarıyla ortaya koymakta aşırıya kaçıyorsun. Aşırı alçak gönüllü olduÄŸun kadar aşırı yüreklisin de giriÅŸtiÄŸin her kavgada. Kadınlar bir yanıyla inceleme konun diÄŸer yanıyla eÅŸin kızların ve kardeÅŸlerin senin. Yanından bir an ayrılmayan kızın Anna’ya sırtını korkusuzca yaslıyorsun. KeÅŸke baba kız olmasaydınız Anna ile. İliÅŸkiniz mutlu çiftler için bir model olacağını düşünüyorum. YaÅŸadıkların/ savunduklarında kendinden baÅŸka kahraman çıkarmayanlardan birisin sen. Ne yaÅŸarsan yaÅŸa acının belini bükmesine izin vermeyen yanın tüylerimi diken diken ediyor. Her ÅŸeyi yenmek ve seni yenmek isteyenleri de alt etmek ilken oluyor senin. Bana benzeyen bir yanın da içinde insanlara karşı kırgınlıklarını aÅŸamaman. Kırgınlıklarından dolayı kendine sığınıyor bu da kendinde var olan gücü ortaya çıkarmanı saÄŸlıyor. Ben de ısrarla dürüstlüğün insanı önyargılarından arındırdığını savunuyorum. Heyecana kapılmayan sakinliÄŸinle iç dünyanı dış dünyanın yapaylığından koruyan sen, hastana terapi yapar gibi bilgece ölüme gidiyorsun. Acıya dayanıklı insanlardan bilge insanlar çıkacağı saptamam kiÅŸiliÄŸinle ölümsüzleÅŸiyor içimde. İnsanı aldığı ödüllerin deÄŸil, katlandıklarının düşünce kahramanı yaptığına inanıyorum tıpkı acıların insanı olgunlaÅŸtırdığına inandığım gibi. Kansere raÄŸmen yazıyor ve üretiyorsun.
“Sevgili Bedriye, yanılmayı göze alacak kadar karşımda dürüstçe duygularını ifade ettiÄŸin için sana teÅŸekkür ediyorum. Bir sonraki doÄŸum gününde ben senin psikanalizini yapmak istiyorum. EÄŸer anlaşırsak seni kendinle baÅŸ baÅŸa bırakırım yok anlaÅŸamazsak sözünü etmediÄŸin diÄŸer bilimsel çalışmalarımla kafanı allak bullak etmeyi sürdürürüm.
“AnlaÅŸtık Freud Baba. Önümüzdeki yıl bu odada ve bu saatte benim psikanalizi yapman için seni bekliyor olacağım eÄŸer yaşıyorsam.”
“Seneye görüşmek dileÄŸiyle doÄŸum günün kutlu olsun. MuhteÅŸem olan tamamen bizim içimizi ayaklandıran samimi duygularımla seni sevgiyle kucaklıyorum.”
19 Haziran 2013-07-03 Mersin.
Bedriye KORKANKORKMAZ
"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...
