Sonsöz Ruhunu Dansa Kaldıran, Yalnızlığın Dilsiz Dervişi: Bedriye Korkankorkmaz / Bedriye KORKANKORKMAZ
Bedriye KORKANKORKMAZ

Bedriye KORKANKORKMAZ

Sonsöz Ruhunu Dansa Kaldıran, Yalnızlığın Dilsiz Dervişi: Bedriye Korkankorkmaz



Sonsöz

Ruhunu Dansa Kaldıran, Yalnızlığın Dilsiz Dervişi: Bedriye Korkankorkmaz nasıl anlatsam babamın sesiyle kendime kızım diye seslenişimi minik bir serçe gibi o sese konuşumu nasıl anlatsam yaşlandıkça konuşmayı unuttuğumu dedemin paltosu gibi duvarda sallanan yıllarımı yaralarımla kendimi yenilemek isteyişimi minik parmaklarımın yaralarıma dokunamayışını yaşantılar aydınlatmalı karanlığımızı nasıl anlatsam bu yüzden başına gelenleri suları kirlenen çeşmeleri görünce yeni çeşmeler bulmak için yollara düşüşümü her köşe başında duvar diplerinde gömdüğüm gölgemi öptüğümü nasıl anlatsam yaşamı her akşam ekmek gibi evlerine taşıyanlar boşluğa düşen su damlalarının yatağıyım ben gördüklerimin bana nasıl dokunduğunu nasıl anlatsan yaşama kırgınlığımı

bedriye korkankorkmaz

GüneÅŸin göğü terk ettiÄŸi gibi ben de kendimi terk ediyorum. Yıllardır kendime sorduÄŸum sorular yanıtsız kaldıkça kendimi içimde bir giysi askısı gibi taşıyorum. Zamanın adaletsizliÄŸinden yakınıyorum. Kendime/ yaÅŸadıklarıma karşı adil olmak istiyorum. Neden-sonuç iliÅŸkisi içerisinde kendime psikolojik baskı uyguladığımı anlıyorum. ÇocukluÄŸum/ gençliÄŸim ve yaÅŸlılığımla yaptığım sohbetler amacına ulaÅŸmadığı için ruhumun yaÅŸlandığını hissediyorum. YaÅŸlı bir gül olan ruhumun dikeni olduÄŸumu kabullenemiyorum. Dikenlerle dolu bir bahçede “günaydın” diyorum kendime. Dikenlerin çıplak bacağıma yazdıklarını okuyorum. Gül dikeniyle anlamlıdır; çünkü diken gülün kiÅŸiliÄŸidir. Ben gülün kiÅŸiliÄŸini yok sayarak gülü sevmek istiyorum. Güçsüzlüğü, insanın gücüdür. Güç kadar güçsüzlük de insana zarar veriyor. İçimin ekoselerinde yalın ayak yürüyorum. Bu duygularla deniz kenarındaki en yüksek kayanın üzerine oturuyorum. Aynı kayaya birlikte oturduÄŸum kızın varlığı beni rahatsız etmiyor. Uzun bir süre dalgaların sesini dinliyorum. Bir ara kızla göz göze geldiÄŸimi anımsıyorum. Kıza gayri ihtiyari: “Başımı yaslayacak bir omuz arıyorum” diyorum. Kızla konuÅŸtuÄŸum ses tonu dikkatimi çekiyor. Merhamet dilenen bir ses tonum olduÄŸunu bilmiyordum ama içimdeki kalelerden birisinin yıkıldığını biliyordum. O ses benim deÄŸil, içimdeki kölenin sesiydi. O yüzden her ÅŸeyiyle bana aitti. Başımı kızın omzuna bu duygularla yaslıyorum. YaÅŸanmışlıkların durağından sessizliÄŸe kilitlenmiÅŸ birbirine yabancı iki insan… YaÅŸadığımı hissettiÄŸim ender anlardan birini yaşıyorum. Kıza güveniyorum. Sözcükler/ öğretiler/ korkular anlamını yitiriyor kızın yüzüne yansıyan duygu/ düşünce karmaÅŸası karşısında. İfade dili lisana gerek duymadan insanın kendisini ifade edeceÄŸi evrensel bir dil. Kendime benzemek isteyen birisi olarak yıllardır ifade diliyle konuÅŸuyorum insanlarla. Kızla tanışmak ve onunla sohbet etmek istiyorum. Ellerim deÄŸil, içim titriyor. Titreyen duygularımla kıza “ben Bedriye” diyorum. Kız, yaşıyla baÄŸdaÅŸmayan bir ağır baÅŸlılıkla “ben de Songül” diyor. “Memnun oldum,” diyorum. Songül’ün kendisiyle barışık biri olduÄŸunu düşünüyorum içimden. Keder deÄŸil, huzur yansıyor yüz hatlarına. Yanakları elma gibi al. Gözlerinde yaÅŸamı yenecek bir savaşçının inancı var. “Sevgili Songül, hayatla/ kendinle barışık olmayı nasıl baÅŸarıyorsun?” diye soruyorum ona. Kız küçümseyen deÄŸil, acıyan bir ifade ile yüzümü süzüyor. Kibirden uzak anlayışa yakın bir ses tonuyla “kendime/ hayata karşı dürüst davranarak” diyor. İçimde ayaklanan duygularımdan olacak ona “ben kendime / yaÅŸadıklarıma karşı dürüst deÄŸil miyim?” diye soruyorum kızgın bir ses tonuyla. Neye uÄŸradığını ÅŸaşıran kızın söyleyeceklerini yüreÄŸimle dinliyorum. “Sevgili Bedriye, siz insanın kendisiyle barışmasını bir sanat olarak algılıyorsunuz, bense insanın kendisi ile yaÅŸam arasında tercih yapmaması olarak algılıyorum. Profesyonel olarak yapılan her eylem sizin için masumiyetini yitiriyor. Kızın gençliÄŸinin verdiÄŸi bir güçle mi yoksa yaÅŸanmışlığın verdiÄŸi birikimle mi benimle böyle konuÅŸtuÄŸunu bilmiyorum. O’na: “İnsanın kendinde yaratmak istediÄŸi en büyük eseri ne olmalıdır sizce?” diye soruyorum. Gülümsüyor. AÄŸzından tane tane çıkan sözcüklerle sorumu yanıtlıyor: “İnsanın en büyük eseri çıkarın/ hırsın kölesi olmamasıdır diyor ve sürdürüyor konuÅŸmasını: Ben de sana sırasıyla ÅŸu soruları sormak istiyorum: İnsanı aydınlatan vahi ilk’leri midir yoksa ilkeleri midir? Zevk sever insanlar ile hüzün sever insanlar arasındaki en belirgin farklılık nedir? Su kirli ruhları temizleyebilir mi? İnsan ruhunu tek bir sevgi türüne indirgemek mümkün mü? Ruhumuz mu yoksa gözlerimiz mi aç?” Songül’ün birbiri arkasına sorduÄŸu sorular aklımı başımdan alıyor. Sorularına yanıt vermektense onunla ortak bir dil geliÅŸtirmek ve geliÅŸtirdiÄŸimiz bu ortak dilde birbirimizin ruhsal çıplaklığına dokunmak istiyorum. “Canım, yaÅŸanmış/ yaÅŸanılacak olanı eÅŸzamanlık içinde görmeyi/ deÄŸerlendirmeyi önemsiyorum. Kararlılığın deÄŸil, kesinliÄŸin insanı objektif gerçeklerden soyutladığını düşünüyorum. Sorularında kızgınlık/ kırgınlık olduÄŸunu seziyorum. Bu da insan algılayışını kendi doÄŸruların üstünde temellendirdiÄŸini düşündürüyor bana. Ben yaÅŸam hakkı gibi yaÅŸama biçiminin de insanın özgür iradesine devredilmesinden yanayım.” “Bedriye, siz benimle sohbet etmek ben de size sorular sormak istiyorum. Karşılıklı olarak birbirimize dürüst davranmıyoruz. Matematikte yanıtlar sorunun içindedir. Ben de soruları yanıtlaman için sormuyorum sana. Ruhunu vekâleten devreden insan var mı? Kim kimin ruhunun vekilidir? Sorular korkuların panzehiridir. Kendisine soru soran insan ya ruhunun eline kalem vermiÅŸ ya cennette ya da cehennemde kendisine bir yer hayal etmiÅŸtir bana göre. Åžu soruyu asla yanlış anlamayacağın bir yalınlıkla soruyorum sana ve soruma yanıt vermeni bekliyorum senden: Korkunun hayatındaki karşılığını benimle paylaşır mısın?” İçten içe dostluÄŸuna sığındığım Songül’ün sorusu, içimde ölüm uykusuna yatmış olan duygularımı uyandırıyor. Korku tabanlı duygularım korkunun içimdeki ayrıcalığı karşısında irkiliyor. Onu ürkütmeyecek ses tonuyla yanıtlıyorum sorusunu: Korku gölgem. İnsanlar önlerine ben de sürekli arkama bakıyorum. Korku benim için bir tür kendini sınamak/ arınmaktır. Korkmadığım zamanlar kendi kontrolümü kaybettiÄŸimi düşünüyorum. Korku, içime yaptığım uzun yolculuktur. Korkunun karşısında bazen oturuyor, bazen ayakta duruyor; bazen de diz çöküyorum önünde. Korkunun karşısındaki duruÅŸ pozisyonum farkında olmadan deÄŸiÅŸiyor. DeÄŸiÅŸen duruÅŸ pozisyonlarıma bakarak gün içinde bulunduÄŸum ruh durumumu analiz ediyorum. Korkunun önünde diz çöktüğüm anlarda kendimle “gurur” duyuyorum. Ayaktaysam kendime “saygı” duyuyorum. Yok, “oturuyorsam” kendime olan inancımı yitirmiÅŸim. Ben, sadece gölgemle konuÅŸmuyorum; korkularımla da konuÅŸuyorum. Kederden içimin paramparça olduÄŸu zamanlar oluyor. O an kaybettiÄŸim bir dostu kazanma ÅŸansımı yitirdiÄŸimi anlıyorum. AÄŸlıyorum. İnsanlar fotoÄŸraf makineleriyle, bense gözlemlerimle duyguların fotoÄŸrafını çekiyorum. İnsan yüzlerini okumayı da korkularımdan öğreniyorum. İnsanların çok kolay yalan söylediklerini bana yüzleri söylüyor. Ben, yalan söyleyen insanın yüzüne bakıyorum. Siniyorum karşısında. O an karşımdaki insan için gözyaÅŸlarım içime akıyor. İnsanlar insanların dış görüntüsüyle ilgileniyor bense insanların deÄŸerleriyle ölçüldüğü bir çaÄŸda yaÅŸamak istiyorum. Korkularımdan öğreniyorum en deÄŸerli kazanımın görünenin arkasına sığınan insanın görülmeyenin karşısındaki zavallılığını görmeyi. Korku benim servetimdir ve servetimin insanların ilgisini çekmediÄŸini biliyorum. İnsanların dokunamadığı, en önemlisi kirletemediÄŸi bir servetin sahibiyim ben. Affetmenin büyüklüğünden söz ediyor bilgeler. Ben aksini düşünüyorum. Güvenimi kaybedecek deÄŸin önemli bir hata yapan bir insanı sık sık affetmekten korkuyorum. Affetmenin bende alışkanlık haline gelmesinden ödüm kopuyor. Korkularımdan biliyorum, eÄŸer affetmeyi hak etmeyen bir insanı affediyorsam bu tıpkı suçlu bir insanı salıvermem anlamına geliyor. Aynı insan birçok insanın güvenini ayaklar altına alma hakkını kendinde görmeye devam eder. İnsanın kendisine, sonra karşısındaki insana güvenmesinin ne denli zor olduÄŸunu yaÅŸadıklarımdan biliyorum. Güven saÄŸlık gibidir, kıymetini bilmedin mi seni bağışlamıyor. Yangın gibi acımasızdır. Çünkü deÄŸerlidir. Yalnızlığımın benim için her geçen gün ne anlam ifade ettiÄŸini de korkularımdan anlıyorum. Yalnızlığımı kirletmeden taşıdığım sürece; dostlarımı da güvenle taşıma gücünü kendimde bulabilirim. YorulduÄŸum anlarımda sığındığım yalnızlığıma vefa borcum var. Borç diyorum; çünkü borcun karşılığını ödeme tam olarak karşılıyor duygularımı. Yalnızlığımın da kazanılmış hakkım olmadığını, bir gün hiç kapanmayacağını düşündüğüm dost kapılarının yüzüne kapandığı insanları anımsıyorum. İnsanların hayatlarındaki önemli olan her ÅŸeyi kaybetmekten korkmalarını istiyorum. Korkunun erdemiyle tanışan insan kendisini kolay kaybetmiyor, geldiÄŸi yeri unutmuyor, dostlarına sırtını dönmüyor… Korku bizi hayatımızdaki angaryalardan da koruyor. Hayatımızda neyin önemli, neyin önemsiz olduÄŸunu, neyi korumamız, neden kurtulmamız gerektiÄŸini öğretiyor bize. Davranışlarımızın dökümünü korkularımız sayesinde okuyoruz. Kendime ihanet etmekten, yaÅŸadıklarımla arama mesafe girmesinden, ezikliÄŸin bilinçaltı haritasını çizememekten, düşüncelerimi güçlü/ güçsüz ayrımı gözetmeden insanların yüzüne söyleyememekten, yakınlarımla arama hesapların girmesinden, bu dünyadan ayrılan dostlarımın mezarlarına rüyalarımda çiçek bırakamamaktan, sözün bilgisi ile sözün bilgesi arasındaki ayırımı yapamamaktan, din, dil, ırk ayrımı yapmanın insanlığı yargılamak anlamına geldiÄŸini unutmaktan, karşılık beklemeden iyilik yapmayı ve bitkilerin susuz kalmasından korkmamaktan/ çok korkuyorum, ... Korkularımla her akÅŸam sohbet ediyorum. Anlıyorum ki korkunun esiri deÄŸil, dostu olduÄŸunda o da senin öğretmenin oluyor. Korkun da kiÅŸiliÄŸin gibi nitelikli olmalı. AÅŸk gibi, dostluk gibi, vefa gibi; kısacası; insanı, yücelten tüm kazanımlar gibi korkumu da hakkıyla “hak” etmem için emek vermem gerektiÄŸini biliyorum.” Sevgili Bedriye, seni dinlerken sana deÄŸil, kendime ÅŸu soruları sordum: Mutluluk gibi acıları da içimizde putlaÅŸtırıyor muyuz? İnsanı bir bütün yapan bedeni mi ruhu mu bilinci mi yoksa kemikleri midir? İnsan mı evrene evren mi insana ev sahipliÄŸi yapıyor? Ruh mu bedenin yoksa beden mi ruhun kahrını çekiyor? Neden bilmek/ sorgulamak mutsuzluk cahillik/ biat ise huzur getiriyor insana? Günahın sevdiÄŸi ruhumuzu saflık neden üzüyor? Arzularını yok sayarak insan Nirvana’ya mı ulaşıyor yoksa kendisini canlı canlı mezara mı gömüyor? Ruh temizliÄŸi bize neyi çaÄŸrıştırıyor? Ölerek bedeninden kurtulan insan ruhundan da kurtuluyor mu? Ruh sanıldığı gibi baÅŸka bedenlerde can buluyor mu? Songül, soruların duygularımla buluÅŸuyor. İçimdeki sorular ırmağı taÅŸacağı zamanı bekliyordu. Acılara insan olduÄŸumuzu unutmamamız için ihtiyacımız var. Acı ölüm gibidir, kapısını çalmadığı insan yoktur. Sorularının merkezini “aramak/ sorgulamak” oluÅŸturuyor. Aramanın/ sorgulamanın fazlasının insan için bir tehlike oluÅŸturduÄŸuna inanıyorum. Gözünün önündekini/ yanındakini ve sevdiklerini göremez oluyor insan. Öğretiler aklını bilgi ile zenginleÅŸtirirken ruhunu duygusuzlaÅŸtırarak yoksullaÅŸtırıyor. O yüzden ruhsuzlardan bilgili insanlar çıkıyor; ama insan çıkmıyor. Ruhumuz deÄŸil, biz yönümüzü/ yörüngemizi kaybediyoruz. Ruhumuzla aramıza mesafe koyan da biziz. Ruhumuzu yücelten dürüstlük bizi acılardan korumuyor ama yalan kendisine sığınanları koruyor/ kolluyor. Yargıyı neye ve kime yönetirsek yöneltelim adil olamayacağımızı düşünüyorum ben. Soru sormak da sorduÄŸun sorulara yanıt vermek de özünde bir yargıyı içeriyor. Bu yüzden kesinkes bir yargıya dönüşmesine izin vermiyorum sözlerimin. Sevgili Bedriye, sen yanıma oturmadan kendime ÅŸu soruları soruyordum içimden: “İnsanın içinde yaÅŸadığı dünyanın acılarından/riyakârlığından/ hırsından… kendini soyutlaması için ruh gibi görünmez olması mı gerekiyor? Ya da kendine köle olmadan yaÅŸamak için zaafl arını gözden çıkarması mı gerekiyor insanın? Aklı mı mantığı mı yoksa duyguları mı insanı felakete sürüklüyor? Bakmayı yüreÄŸinden, sevmeyi ruhundan, konuÅŸmayı duygularından, dokunmayı ellerinden öğrenmesi için insanın nasıl bir yol izlemesi gerekiyor? İnsanın kendisini yargılaması ile kendisine toleranslı davranması arasındaki fark ne türden bir farkındalıktır? İnsan ruhuyla mezarda deÄŸil yaÅŸarken ayrılıyor bana göre...” “Sorularında insanı düşünmeye sevk eden bir ısrarın olduÄŸunu anlıyorum Sevgili Songül. Düşünmek de dış görünüş gibi yanıltıyor insanı; çünkü olay/ olgular üzerinde derinlemesine düşünebilmesi için insanın adından daha çok bilgiye sahip olması gerekiyor kendisine dair. Ekmek kavgası/ yarın kaygısı taşıyanlar senin gibi kendine soru sormak için çırpınmıyor; aslanın midesindeki ekmekten payını almak için çırpınıyor. İnsanın kendisinin farkına varması için de belli bir düzeye gelmesi, hayatında birçok sorunları çözmesi gerekiyor. Her deÄŸiÅŸim özü itibarıyla radikal deÄŸiÅŸikliÄŸi de beraberinde getiriyor. Yüzümüze dokunabildiÄŸimiz gibi içimize dokunabiliyor muyuz? İçimize dokunmamız için sevdiklerimizden / öğretilerimizden ayrılmamız gerekebilir. Kendisini kazanmak istedikçe kendisinden kurtulmak da isteyebilir insan. Hesaplı yaÅŸamaya tahammül etmek de insanı yoruyor. Her tür donanımı da gözümüzde büyütmemeliyiz diye düşünüyorum; çünkü bilmediklerimizin heybeti karşısında bildiklerimiz okyanusta bir toplu iÄŸne başı kadardır. Para karşılığı yaÅŸam koçlarının içlerini okuyacağına inanan insanlar üzerinde düşündün mü hiç? İnsanlar yanılmaktan deÄŸil; kendinden vazgeçmekten korkmalılar diye düşünüyorum. İnsan/ insan hayatı üzerinde genelleme yapmak yanıltıcı/ soyutlayıcıdır. Anne karnında baÅŸlayan hayatı mezarda sona eriyor insanın. Mezara da anne karnına da sığan insan düşüncelerine sığmıyor. Türlü türlü çiçekler birbirlerinin farklılığını farkındalık olarak algıladığını kanıtlıyor iç içe yaÅŸayarak. Ürettikleri/ tükettikleriyle kendisini çoÄŸaltan her insan farklılığı zenginlik olarak algılamıyor çiçekler gibi. Kadın/ erkeÄŸin birbirine sevgiyle kenetlendiÄŸi anın güzelliÄŸiyle bir annenin bebeÄŸini emzirdiÄŸi anın güzelliÄŸi yarışabilir, ancak. Ben güzelliklerin birbirleriyle yarışmasını istiyorum kinin/ nefretin ille de ötekileÅŸtirmenin/ ayrışmanın deÄŸil. DoÄŸa insanın ahretidir. Bu yüzden doÄŸanın gözlerinin içine bakamayan insanın kendi gözlerinin içine de bakamayacağını düşünüyorum. Gözlerimizi yere indirerek konuÅŸmak mahcupluÄŸumuzun, suçluluÄŸumuzun belki de ezikliÄŸimizin belirtisidir. Sevgiyi dilenmek durumuna düşüyor insan. Çok konuÅŸmak nasıl bir kusursa konuÅŸmadan dinlemek de bir kusurdur. Sevgi nefretten, öz de sözden üstündür. Kutsal olan her ÅŸey biçimselliÄŸe indirgendiÄŸinde anlamsızlaşıyor. Haklılığın bir sorun olarak varlığını kabul ettirmesi için gerekliliÄŸini kanıtlaması gerekiyor. Bir insan sevdiÄŸinin dostu, sevgilisi, öğretmeni, öğrencisi ve de katili olabiliyor. Görüntü de ses de yanıltıcıdır. DeÄŸiÅŸim/ dönüşüm insanın/ doÄŸanın deÄŸiÅŸmez gerçeÄŸidir. Biz bu gerçeÄŸi göz ardı ediyoruz duygularımıza kapılarak. BaÅŸarıyı ödül baÅŸarısızlığı kayıp olarak algılayan bir toplumda yaşıyoruz. BaÅŸarı/ baÅŸarısızlığın izini seçilmiÅŸ insanlar üzerinden sürdüğümüzde o insanların hayatlarına bazı baÅŸarıların felaket bazı baÅŸarısızlıkların da hayır getirdiÄŸini görüyoruz. Kendine soru sormaktansa yaÅŸamasını istiyorum insanın ben.” “Bedriye, sorular insanın kendi gerçeÄŸinden yola çıkarak evrensel bakış açısına ulaÅŸmasının alfabesidir. Eksiklerinin farkına varmayan insan kendini geliÅŸtirme ihtiyacı duymuyor. Sorular benliÄŸimizin bize yazdığı bir mektuptur. Yıllar önce içimde güneÅŸe duran duygular, güzelliÄŸin hislerimi hayata geçirmem olduÄŸunu söylüyordu. Zamanla hislerim bencilliÄŸim/ nankörlüğümle tarumar oldu içimde. Åžimdilerde ise sadece sorularım kaldı elimde. Sorularımla kendimi uyarmak/ uyandırmak istiyorum. İnsanı günaha/ budalalıklara… iten yaÅŸanmayana duyulan hasrettir. Ben yaÅŸamın bizi tükettiÄŸini sense bizim kendimizi tükettiÄŸimizi düşünüyorsun.” “İnsan tüm varlıkların siluetini yüreÄŸinde taşıyan tek canlıdır Songül’üm. Bu ayrıcalık sayısız sorumlulukları da beraberinde getiriyor insana. Hayatımızı eleÅŸtirel bir gözle irdelediÄŸimizde yaÅŸadıklarımızın bizi seçtiÄŸini düşünüyorum. AÄŸaçtan düşen bir yaprağın hüznü ile gökyüzünden kayan bir yıldızın hüznü aynı mı? Hayal ediyorum hümanist bir dünyada insanların ne amaçları ne de sevdikleri uÄŸruna kendilerini gözden çıkarmadan kendilerini yaÅŸadıklarını, kendilerini gerçekleÅŸtirdiklerini.” “Bedriye, her ÅŸeyi görmenin ve her duyguyu yaÅŸamanın da insan için elzem olduÄŸunu düşünüyorum.” “Haklısın Songül. Orantısız sevgi deprem kadar zarar veriyor insana/ sevdiklerine. YaÅŸanılan her deneyim yaÅŸanmışlık olduÄŸu için deÄŸerlidir. İnsanın hem evrende hem de kendisinde var olması için gördüklerine/ yaÅŸadıklarına ihtiyacı vardır.” “Bedriyecik, senden insanın bilgiyle bilge olamayacağını kavradığın gibi benim hayatındaki yerimi de kavramanı beklerdim. Ben yaÅŸanmışlıklarının beline baÄŸladığın kırmızı kurdelen bile olamamışım senin. Ben geçmiÅŸime sense yaÅŸadıklarına/ geleceÄŸe baÄŸlısın. Benim senin gerçeÄŸinde yerim yok ama sen benim tek gerçeÄŸimsin. Yıllardır seni içimde yargılayıp/ eleÅŸtirmek yerine sadece anlamaya çalışıyorum. Sen, kendine yaÅŸamla/ yaÅŸanmışlıkla deÄŸil soylu güdülerle sesleniyorsun. İnsanlardan senin gibi soylu güdülerle kendisine seslenmesini bekliyorsun. UlaÅŸtığın içsel temizliÄŸe herkesin de senin gibi bedel ödeyerek ulaÅŸmasını istiyorsun. O yüzden insanların yalan söylemesini, çıkarlarına yenilmesini sevgi uÄŸruna bile olsa boyun eÄŸmesini anlamıyorsun. Kadim dostun olan yalnızlık bile içindeki soyluluk/ kutsallık karşısında ürküyor. Haksızlığa haksızlıkla, yalana yalanla, ihanete ihanetle karşılık vermemeyi geçmiÅŸ edindiÄŸin için benim gibi zaaflarına yenilen bir insanın senin geçmiÅŸinde yeri yok. Böyle bir geçmiÅŸe sahip olmak demek kendini canlı canlı mezara gömmek demek. Sen bilgiyi/ öğretmenleri/ öğretileri aÅŸmış insanlığa/ dostluÄŸa sığınmışsın. Sığındığın deÄŸerlerin senin kazanımlarını kanıksamalarını bekliyorsun. Sıradanlığın deÄŸil; deÄŸerlerinin yücelttiÄŸi soyluluÄŸu düstur ediniyorsun kendine. Yükselmeyi/ ünlü olmayı/ dostsuz/ parasız/ sevgisiz/ ilaçsız kalmayı göze almış bir insanla kim kendisini eÅŸitlemek ister soruyorum sana? Ünü/ sıfatları ve paranın gücünü küçümsüyorsun. İnsan doÄŸası kötülüğün/ihanetin/öç almanın/ kibrin/ yoksunluÄŸun/yoksulluÄŸun /yalnızlığın ve hastalıkların… eseridir. Ben kendimi sıradan insanlarla eÅŸitliyorum sen de kendini kendinle eÅŸitliyorsun. İnsanlar seni kaybetmekten korkuyor ben de yalnız kalacağım korkusuyla insanları kaybetmekten korkuyorum. Sen sırtını döndüklerine yüzünü dönmüyorsun; beni kıranlar da beni kırdıklarını fark etmiyor. Ben; aÄŸlıyor/ düşünüyor / duygularıma kapılıyor ve yaşıyorum. Sense, aÄŸlamaktansa düşünüyorsun; düşünmektense sorguluyorsun sorgulamaktansa eyleme geçiriyorsun düşüncelerini. KonuÅŸmaktansa yazıyorsun. Duygularına ve mantığına eÅŸit mesafede duruyorsun. Derdini kendinle, mutluÄŸunu baÅŸkalarıyla paylaşıyorsun. Korkularına ayar veriyorsun. Sevginin kendisini özgürleÅŸtireceÄŸine inanıyorsun. Kendine alevsin insanlara su. İnsanlar senin elini halktan biri olarak tutsa, halktan biri gibi ruhuna dokunsa da, ruhunun derinliklerine inmek isteyen insan, seni soylu bir duygunun tahtında, eriÅŸilmez bir gök katında bulabilir. İşte bu yüzden eremiyorlar senin dostluÄŸuna insanlar benim gibi. Onların sıradan ruhlarının senin gibi soylu ve derin bir ruha ulaÅŸması bana göre yaÅŸamın en acımasız serüvenidir. Çünkü soylular, sıradanlara inanmıyor haklı olarak. Bu türden farklılıklarımızdan dolayı ruhlarımız aynı dili konuÅŸmuyor yıllardır seninle.” “Sevgili Songül, tek taraflı duygular/ düşünceler özü itibarıyla baÄŸnazdır. Her düşünce karşıtıyla anlam kazandığı için kötülüğü iyilik büyütüyor. Sevgide, aÅŸağılama nefret ve hınç yoktur. İnsan yüreÄŸine dokunan her ÅŸeyi bir bütün olarak sevmelidir. Sevgi; hissedilir, anlatılmaz yaÅŸanılır. YaÅŸadıkları insanı büyütüyor imkânları deÄŸil. Katıksız saf olmadığı gibi saf kirli de yoktur. Bundandır insanın baÅŸkalarının acı/ mutluluÄŸunda bir parça sorumlu olması. Yoksulların sırtında Karun kadar zengin olanları anımsa. DoÄŸarken kesilen göbek bağına benziyor yaÅŸadıklarımızla aramızdaki baÄŸ ve o bağı da ölüm kesiyor. Su kayadan, yumuÅŸak sertten, sevgi zorbalıktan, hayat ölümden üstündür… Beni inandığım gibi yaÅŸadığım için eleÅŸtiriyorsun. Ben düşünceler gibi hislerin de bilinci olduÄŸunu düşündüğüm için kendimle çeliÅŸmek istemiyorum. Yalanın raÄŸbet gören bir ideoloji olarak benimsenmesinden ürküyorum. İnsanlar birbirlerinin önünde baÅŸka, arkasında baÅŸka davranıyorlar. Bu türden önlü arkalı davranışlar sonucunda insanlar hayatlarını rol yaparak geçiriyorlar. Rol yapa yapa rol yapmakta sanatçılar onlarla yarışamıyor. Her rol bir amaca hizmet ettiÄŸi için kiÅŸiliksizliÄŸi, baÄŸnazlığı, cahilliÄŸi de beraberinde getiriyor. Kendimize rol yaptığımız için kendimizi, yakınlarımıza rol yaptığımız için yakınlarımızı tanımıyoruz. Rollerin dayattığı bir sonuçtur insanın kendisiyle organik iliÅŸki kurmakta sınıfta kalması. Duygularını özgürce ifade edemeyen her insanın kiÅŸiliÄŸinin aÅŸağılandığını düşünüyorum. Bir diÄŸer yanılgımız da kiÅŸisel geliÅŸimimizi duygusal çöküşe vardırmamız. İnsan birey bilinciyle kendisiyle kurduÄŸu iliÅŸkisinde organik bir bütünlük oluÅŸturmuÅŸsa bu önünde eÄŸilmeyi hak eden bir kazanımdır. İnsanlığa aydınlığın kapısını aralayan her kazanım deÄŸerlidir. SavaÅŸ gibi hastalıklar da sona erdiÄŸi için deÄŸerlidir. Seni dinlerken yüzünü seyrettim. Yüzün; saflığın, inceliÄŸin ve sadeliÄŸin manzarasıydı. YaÅŸamın yaÅŸadıklarımızın arka bahçesi deÄŸil, bilincimizin kapısı olduÄŸu için o kapıyı insanlığı karanlığa / gericiliÄŸe mahkûm etmemek için açık tutmalıyız. YüreÄŸimin gençlik kapısı, seninle yanılgılarımızın paramparça ettiÄŸi iki insanız. YaÅŸadığımızı/yaÅŸadıklarımızı farkına vararak kendimizi yaÅŸamın kollarına bırakmalıyız diye düşünüyorum. Acımasızlığım/ sevgisizliÄŸimin sonuçlarını yüzünden okuyorum. Benim yapmaya çalıştığım ÅŸey güzellikleri sahiplenmekti. Benim gibi sessiz direniÅŸi tercih edenlerin kendinden baÅŸka sırtını yaslayacağı kimseleri yoktur. Sessiz savaÅŸları saÄŸlam özgün yaÅŸam birikimi ile yerleÅŸik deÄŸerlere olan baÄŸlılığınla kazanabilirsin. DoÄŸrularımın en ufak bir olumsuzluk karşısında yer deÄŸiÅŸtirmesine geçit vermemek için kendime ihanet etmemeye çalışıyorum. YaÄŸmurlar gibi kendine benzeyerek ve kendine özgü ifade dili ile kendimi anlatmak istiyorum. YaÄŸmurlar caddeleri, sokakları, aÄŸaçları, çiçekleri yıkadığı gibi, insanların içini de yıkayabilir mi? İnsanlık onurunun kapitalizmle mücadelesi dünya döndüğü sürece devam edecektir; çünkü insanın katlanma sınırı var ama kapitalizmin sömürme sınırlar yok.”

“Sevgili Bedriye, bana dürüst/ içten davrandığın için teÅŸekkür ediyorum sana. Herkes gibi bizim de huzura ihtiyacımız var. İnsanların yalnızlığı bir sığınak olarak düşünmesinin ve bu sığınaÄŸa ömrünün sonuna kadar sığınmasının nedeni de huzurdur. HuzursuzluÄŸun içten/ dıştan gelmiÅŸ olması bir anlam ifade etmiyor. Huzursuzluk bizim gibi kendisiyle kavgası olanlara ev sahipliÄŸi yapıyor. HuzursuzluÄŸu insanın iç aydınlığı olarak da algılıyorum ben.” “Songül’üm, İç/dış dünya güzelliklerini yaÅŸatmamız için huzursuzluÄŸumuzu da aÅŸkla sahiplenmeliyiz. Hayatın aÅŸkı da özgürlük/ özgünlüktür. Korunmasız yaÅŸamalıyız aÅŸk gibi hayatta. AÅŸkın hayat karşısında kazanmasının nedeni tutkulu/ hırslı ve direngen olmasıdır. AÅŸkta tutku inancın önüne geçiyor; çünkü aÅŸkın dini/ dili ve ırkı -hissetmektir. AÅŸk insanlığa sınırları/ tabuları sevmenin/ sevilmenin yıkacağını kanıtlıyor. AÅŸka yoÄŸunlaÅŸmamın sebebi bizim birbirimize duyumsadığımız derin baÄŸlılıktır. Seninle iki yiÄŸit iki ödünsüz iki dürüst iki yürekli insanız. Senin varlığında karmaşık / tehlikeli yanımla tanışıyorum ben. Senin ulaşılmazlığını/ gizemini de bu yüzden seviyorum. YüreÄŸimi ÅŸiirlerimi/ yazılarımı bugünden sonra senin ruhunla yazmak istiyorum. Tatlı olan sen acı olansa benim. Her ÅŸair gibi ben de duygu/ düşüncelerimin tasarımcısıyım. Acemi olduÄŸum için senin sorularını/ sitemlerini algılamakta zorlanıyorum. Sen; göbek adımsın. Sen; gençliÄŸimsin. Sen; zamanın benden aldıklarının canlı kanıtısın. Seni kaybettiÄŸim için duygularım ifl as etti. Ben bilimsel düşünceye duygusal düşünceyi göz ardı etmemek için tapmadım. Varlığımı/ varlığınla birleÅŸtiriyorum. Zihnimizin/duygularımızın bahçesine ektiklerimle daha çok ilgileniyorum ÅŸimdilerde. İnan bana, ne alışkanlıklar ne olaylar ne de yaÅŸadıklarımız deliriyor, aklını kaçıran sadece bizleriz. Büyümem için büyütmem gerekiyor duygularımı/düşüncelerimi/ insanı/ bitkileri… GerçekçiliÄŸin ürkütücülüğünü deÄŸil, merhametini kavramaya açım seni kazanmaya aç olduÄŸum kadar. AÄŸaçlar gibi ben de köksüz yaÅŸayamıyorum.

Ben köklerimin üstünde insanlığa sevgisini yazılarıyla/ ÅŸiirleriyle iletmek isteyen yavru bir serçemin senin. Yavru serçen kendisini senin karşında seyretmeye gelenleri uyutan bir palyaçoya benzetiyor. Canım, benim yaÅŸadıklarımla yazdığım senaryo çok farklı. Duygularımın beni mahkûm ettiÄŸi hapishanemde düşüncelerim gardiyan. Senin duyuÅŸ/ hissediÅŸ duyarlığının hiç deÄŸiÅŸmediÄŸi için kendinle görüşmek için görüş gününe gerek yok. En önemlisi düşüncelerinden bir toplama kampı yaratmadığın için modern dünyanın gerçeklerinin senin gerçeÄŸinle uyuÅŸmasını da beklemiyorsun. Ben senin sorun olarak algılamadığın gerçeklerin varlığını kabullenmek zorundayım, o gerçeklerin bir parçası olmadan. Bu yüzden öğretmenlerim bitkilerdir. Baharda soyunup dökülen kışta kendisini sarıp sarmalayan ilkbaharda yeniden dünyaya gelen doÄŸa sonbaharda bitkileri nadasa bırakıyor kendi devrimlerini önümüzdeki yıl gönüllerince gerçekleÅŸtirmeleri için. Sevdikçe sevilmenin sırasının bana gelmesini sabırla beklemeyi de senden öğreniyorum. Songül’üm, ikimiz de yaralandık ama onurumuzu kaybetmedik. Sevmeyi sevgisizlikten öğrendik. Gülmedik ama aÄŸlatmadık da. İhanete uÄŸradık ama ihanet etmedik. Kısacası birbirine kenetlenmiÅŸ ruhumuzu sadece biz yargılamayabilir sadece biz bağışlayabiliriz. Karşılıklı incittiÄŸimiz ruhumuz kul hakkının ağırlığı altında ezilmedi. Biz seninle kendi doÄŸurmadığımız çocukları doÄŸurmaya kalkıştık. Hem çok yalnızdık hem de kendi yalnızlığımızdan bir dünya yaratmak istedik. Kendimizi aÅŸan acılarla ruhumuzda insanlığın ortak yaÅŸam alanı yarattık. YaÅŸamın/ doÄŸanın doÄŸurganlığıyla yarışsın istedik insanlığa âşık duygularımız. Hüzünleri insanlığın tarihinden silip atmak için geleceÄŸin güzelliÄŸine tutunduk. Biz insanlığın acıları/ umarsızlığı kadar gerçeÄŸiz. Birbirimizi yıllar gibi yaÅŸadıklarımızla çoÄŸalttık. Bizi bir araya getiren ÅŸey yaÅŸatılmışlığımızda yalıtılmışlık duygusuydu. Bu duygunun bizi yeniden birbirine kenetleyeceÄŸine yürekten inanıyorum. İnan bana seninle denize karışan iki küçük ırmaktık dün. Åžu an birbirimizin hayatına kattıklarımızla okyanusa atılan kalem kutusu olduk. Kimsenin ahıyla tanışmayan ruhumun tıpkı senin gibi beni taraf olduklarımla bağışlamasını olmadıklarımla yargılamasını bekliyorum senden. Sevgili Bedriye, seni beni tamamlayan yanınla tanıma ÅŸansım oldu bugün. Davranışlarım / sorularımdan ötürü senin gerçeÄŸine ermediÄŸim için seni bağışlamadığımı düşünmeni istemiyorum. Ruhumuz gibi ben de seni tanıyan herkesin sende bulduÄŸu ilahi ışıkla aydınlandık. Hayat seni sıkıştırsa da, üzse de etrafına o tanrısal ışığı yaymaya devam ediyorsun. Sesindeki o ilahi güç, nicelerini sırrını bilmedikleri bir tapınağın önünde bekletir gibi bekletiyor benim gibi. İnsanlar, en pırıltılı hayatları yaÅŸasalar bile asla ulaÅŸamayacakları bir zenginliÄŸi sende bulacaklarını bildikleri için sen kendini sakladığın halde sana ulaÅŸabilmek için kapılarını yumrukluyorlar. Senin sesin mucizeye inandırıyor insanları benim gibi. UnuttuÄŸumuz ve bir daha geri gelmeyecek bir insanlık haline. Bu yüzden benim gibi düşünen insanlar için özelsin. Bir örnek insanların bir örnek hayatları yaÅŸadığı, her gün cesetlerimizin üzerine basarak ilerlediÄŸimiz hayatta sen farklısın. Bu farklılığı, bu zenginliÄŸi kaybetme. Kaybettirme. Düşün ki milyarlarca insan tümüyle çürümüş yalanların peÅŸinde tüketiyor hayatını. Seni bu yalanlarla yargılamalarına izin verme. Bunlar yüzünden eksiklik hissetme. Sen de beni her an ölümün eÅŸiÄŸinden döndüren sesindeki mucizeye inan. Bazen en sonunda anlarız ki, şöyle ya da böyle yaÅŸadığımız hayattır mucize olan. Benim için hayat kadar mucizesin ve ben mucizemi çok seviyorum. Bugün 19 Haziran. Senin/benin ve ruhumuzun doÄŸum günü. Bu doÄŸum günümüzde hayata karşı birleÅŸtik sen, ben ve ruhun. DoÄŸum gününü ruhumla birlikte yaÅŸamak kadar gerçek paylaÅŸmak kadar kutsal duygularla kutluyoruz nice yıllara sevgili Bedriye…

19 Haziran 2013 Mersin


Bedriye KORKANKORKMAZ




2 Aralık 2016 Cuma / 2382 okunma



"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...