Witold Gombrowicz ile Söyleşi / Bedriye KORKANKORKMAZ
Bedriye KORKANKORKMAZ

Bedriye KORKANKORKMAZ

Witold Gombrowicz ile Söyleşi



Gölgesiz bir aÄŸaca sırtımı yaslamış, güneÅŸle nemin bilek güreÅŸini izliyorum. Gölgesiz ve yapraksız aÄŸacın sıcak yalnızlığı içine çekiyor beni ve aÄŸacın kendisiyle sohbetine kulak misafiri oluyorum. “Çölde deÄŸilim. Seneye dalımda yapraklar birer beÅŸik gibi sallandığında insanlar güneÅŸin zararlı etkilerinden kendilerini korunmak için sırtını bana yaslayacak. O zaman kendimi ÅŸimdiki gibi yalnız hissetmeyeceÄŸim. Kızın gölgesizliÄŸime inat sırtını bana yaslamasına seviniyorum. GölgesizliÄŸime raÄŸmen beni terletmeyen güneÅŸ kızın yalnızlığının sıcağından terleyecek anlaşılan. Gölgeleri olmayan insan yığınının içinde gölgesinin izini takip eden ve içindeki güneÅŸin sıcağından kendini korumayan bir insan... İçindeki güneÅŸin onu terlettiÄŸi yetmiyormuÅŸ gibi bir de benim gölgesizliÄŸimde terlemek istiyor. Åžuna bak gözlerini yummuÅŸ tarif edilmez bir huzurla dolu yüzünü güneÅŸe dönmüş… Gözlerinden akan yaÅŸlar bir ressam gibi yanağından boÄŸazına doÄŸru çıkmaz sokaklar çiziyor… Ne güneÅŸin ne gözyaÅŸlarının özgürlüğüne dokunmayan bu kızın kendini koruma içgüdüsü sıfır. Ne yüzünde maskeleri ne de içinde kalkanı var. Sırtından yediÄŸi darbelerin resmini sırtına çizerek sırtını tuval gibi kullanmış anlaşılan. Resme bakılırsa darbelerin ÅŸiddetinden aynı anda gökyüzü ile yeryüzünde deprem olmuÅŸ. Hayat belirtisi olmayan bir kentin görüntüsü, çocukların dolaÅŸmadığı bir dünya, açlıktan ölen insanların kokmuÅŸ cesetleri, namus adı altında satmadık deÄŸer bırakmayan insanların iktidarı ele geçirmesi, insanı insanlığından utandıran adaletsizlikler, iÅŸkenceler, düşünce özgürlüğünün olmadığı bir dünya gibi… Duyguları tarumar olan kızın içi botanik bahçesi sanki. Hiçbir çiçek kurumamış. GözyaÅŸlarıyla suluyor olmalı içindeki çiçekleri. Gözyaşı ile gökkuÅŸağının çiçekleri onunki. Kâmil insanın olgunluÄŸunu çaÄŸrıştırıyor her bir çiçeÄŸin renk tonları. Åžuna bak, içi Milli Kütüphane sanki. Onca kitabın içinde sadece elindeki kitabı durmadan göğsüne yaslayan kız yanına oturan erkeÄŸi de fark etmiyor. Kızla adamın konuÅŸmasına kulak misafiri olmak eÄŸlenceli olacak anlaşılan. “Bu güneÅŸte gölgesiz bir aÄŸacın altına oturan bir deli kendi gibi bir diÄŸer delinin yanında oturmasından rahatsız olur mu? “Bir an gerçekten delirdiÄŸimi sanıyorum. Görülmeyen bir elin boÄŸazımı sıktığını hissediyorum. Elime dokunuyorum, elimi hissediyorum. Demek ki, duyduÄŸum erkek sesi gaipten gelen bir ses deÄŸil. Ben bu düşüncelerle boÄŸuÅŸurken omzuma bir el dokunuyor. YaÅŸadığım garip durumun bana verdiÄŸi cesaretle gözlerimi açıyorum ve yanıma oturmuÅŸ erkeÄŸi fark ediyorum. -Korkuttum mu sizi? -Evet. -Bir insanın sesinden o insandan korkup/ korkmaman gerektiÄŸini anlamalısın. -Bilge olmalı sizin dediÄŸiniz seviyeye gelmesi için bir insanın. -Bu halinle bir garibana benziyorsun ÅŸu an. -Kısmen… “Düşüncelerini ifade etmekten korkan insandır gariban. Sen korkak mısın? İnsanların beni unuttukları bir dönemde sen bir aydır Bakakai eserimle yatıyor onunla kalkıyorsun. Beni tanımak isteyen deliyi ben de tanımak istiyorum. Bir yandan eski eserleri okuyorsun diÄŸer yandan da çaÄŸa uyum saÄŸlamadığını düşünüyorsun. İnsanların tüm isteklerini eksiksiz yerine getirmek için nöbet tutan evrenin dilini keÅŸfetmeni saÄŸlayacak eserleri oku ki, evin araban bankada da paran olsun. “Witold Gombrowicz! Sizsiniz! “Benimle tanışmak seni bu kadar heyecanlandırdığına göre sen hakikatli bir delisin. Sen de yirmi yıldır doÄŸup büyüdüğün Bingöl’de deÄŸil de Mersin’de yaşıyorsun. Seni düşünce suçlusu, seni… Seninle ruhumun diliyle konuÅŸacağız anlaşılan. Ruhumun aynasında ruhunun yüzünü görmeni ve ona dokunmanı istiyorum senden. “İlk kez sürgün yaÅŸadığımı algılayan birisiyle tanışıyorum. Düşünce suçlusu olduÄŸum kadar vicdan suçlusuyum da ben. “Ağır suçlarla yargılıyorsun kendini baÅŸkalarını aklamak için. Kendini suçlamayı bir gelenek haline getirmiÅŸsin. Sende beni rahatsız eden bu yönün. Vicdanın nefes alıp verdiÄŸi sürece korkma. Kaldı ki, senin vicdanın nefes alıp vermekle yetinmiyor maratona koÅŸuyor. Sürgün insanlara olan yakınlığını/hayranlığını anlıyorum. Anlayamadığım saralı insanlara olan hayranlığın. ÖrneÄŸin Dostoyevski’ye de hayransın benim öykümdeki Avukat Kraykowsk’i takip eden sara hastası karakterime de. Neden? “Aslında sözcüklerden insan yaratan yazma yeteneÄŸine hayranım ben. İnsan, kendisinde olmayan ÅŸeye/ÅŸeylere hayranlık duyuyor. Öykülerinizdeki her karakter kiÅŸiliÄŸinin gereklerini eksiksiz yerine getiriyor. Hayatımızı kuÅŸatan karakterleriniz ölmeden siz de ölemezsiniz. Saralılara olan yakınlığıma dair saptamanızda da haklısınız. Ben, içinden geçenleri söyleyenlerin davranışlarındaki samimiyete hayranım. Tıpkı ÅŸu ÅŸiir dizesindeki insanı yücelten deÄŸerlere hayran olduÄŸum gibi: “Esinimizi aÅŸktan/ Alacağız her zaman/ Ama ağır basmaz merhametten./ Bakın, dışarıdaki felaketlere bakın!/ YaÄŸdı yaÄŸmur üç gün, hâlâ da yağıyor!/Üç gündür soÄŸuk, sefalet ve rüzgâr./Bahtsızları düşünelim, zavallı insanları: Merhamet, acıma, iyilik gözyaÅŸları/ İşte gerçek güzellik” (s. 143) “Eserimle nasıl tanıştığını öğrenebilir miyim? “Bazı kitaplar da kaderi gibi peÅŸini bırakmıyor insanın. Taksim’de kitap sahafçısının önünden geçiyordum. Esen rüzgâr sokağın tozunu yüzüme krem gibi sürdüğü için başım önümde yürüyordum. Rüzgâr ayağımın önüne bir yaprak gibi sürükledi eserinizi. Sayfası açık kitabınızı yerden almak için eÄŸildiÄŸimde alıntıladığım ÅŸiir dizesiyle yüz yüze geldim. İçgüdüsel olarak göğsüme bastığım eserinizi satın aldım. Hüznüm mutluluÄŸumun yanında öksüz kaldı. Yazın anlayışınız kadar düşünce suçundan dolayı sürgüne gönderilme nedeniniz de beni çok etkiledi. “Polonya’ da doÄŸdum. Yapıtlarım Naziler, Stalinciler ve Polonya hükümeti tarafından yasaklandığı için ömrümün yirmi beÅŸ yılı Arjantin’de geri kalan büyük bölümü de Fransa’da geçti. Roman, oyun, kısa öykü ve deneme yazarıyım. Eserlerimi kendime özgü gerçeküstücülük anlayışıyla uyarladım ve bu anlayışını kemale ermiÅŸ insanların bilgeliÄŸiyle bütünleÅŸtiren alaycı bir hiciv anlayışıyla zenginleÅŸtirdim.” “Yapıtlarınızda insanların birbirinin benzerini yaratmasının nedenini birbirleriyle bitiÅŸik yaÅŸamalarına baÄŸlıyorsunuz. Bu da insanların bağımsız bir öze sahip olmasını engelliyor. İnsanların isyanı bile toplumun genel yargılarını destekliyor. Size göre insanın içinden çıkamadığı çatışmalarının nedeni yaÅŸadığı çeliÅŸkiler. ÖrneÄŸin, yaÅŸadıklarıyla olgunlaÅŸmak isteyen bir insanın gençlerin taÅŸkın davranışlarını kıskanması bir çeliÅŸkidir size göre. Bana göre ise insan bu türden çatışmalar/ çeliÅŸkiler sayesinde kendi özgerçeÄŸiyle tanışıyor. Tabii ki, ben bu türden masum çeliÅŸki/ çatışkıyı destekliyorum. Siz daha derinlemesine irdeliyorsunuz çeliÅŸki/çatışkıyı. Bu yüzden de insanlığın geleceÄŸini karantina altına alan genel çeliÅŸki/ çatışkıları tüm boyutları ile gözler önüne seriyorsunuz. İnsanın verdiÄŸi kararların arkasında durması için bu türden çeliÅŸki/ çatışkılardan kurtulması gerektiÄŸini ısrarla savunuyorsunuz. Dolayısıyla da insanın çoÄŸula deÄŸil; kendine tabi olmasını önceliyorsunuz. Bu yüzden mi Sartre’den da daha karamsar bir varoluÅŸ hesaplaÅŸmasının içine girdiniz? “Aslına bakarsan ben seni sorguya çekmeyi düşünmüştüm ama görüyorum ki, sen beni sorguya çekiyorsun. “Sorgudan öte sohbet ettiÄŸimizi düşünüyorum ben. “Çok alıngansın. Beni bilirsin kara mizahı seviyorum. Yine de konuyu dağıtmadan sorunu yanıtlamak istiyorum. Benim Sartre’den de daha karamsar bir varoluşçuluk hesaplaÅŸması içine girmemin asıl nedeni alegorik bir anlayışla sorguladığım toplumsal törelerin baÄŸnazlığı/ deÄŸiÅŸmeyiÅŸliÄŸidir. “Siz karamsar varoluşçuluk hesaplaÅŸması içine girdiÄŸiniz için mi yazın anlayışınızı gerçekçi bir anlatım üzerine kurdunuz? “Gerçekçi anlatım tarzıyla olayları ve insanları irdelediÄŸimde kapalı alanların bireyin özgerçeÄŸini yok ettiÄŸini gördüm. Tek tek toplum deÄŸerlerini temsil eden birbirinden bağımsız konuları bir çatı altında topladığımda toplumsal deÄŸerlerinin temelsizliÄŸinin nihilist anlayışa tabi olmasından kaynaklandığını algıladım. ÇeliÅŸki ve çatışkıya da sizin dile getirdiÄŸiniz gibi iyi niyetli bakmıyorum. Benim varoluÅŸ biçiminin ana teması da insanın toplumsallaÅŸmasından öte özgürleÅŸmesidir. “Çıkarların barışı uÄŸruna yapılan savaşı akıl dışı bulmayan/ yasaklamayan toplum deÄŸerleri erotizmi ahlaki deÄŸerlerimiz açısından sakıncalı gördüğü için yasaklıyor. Benim insanlığın geleceÄŸi için de tehlike bulduÄŸum çeliÅŸki/ çatışma bu türdendir. Yirmi birinci yüzyılda da aynı çeliÅŸki ve çatışma yaÅŸanıyor. Bu da varoluÅŸ konusunda karamsar olmakta ne kadar haklı olduÄŸumun ispatıdır. Çağınızda da vahÅŸi kapitalizmin esiri insanlar. Çocuklar da çocukken yitiriyor çocuk olma masumiyetini. Oyunu kuralına göre oynamasını öğreniyor. İntihar edenler, deÄŸerlerine yabancılaÅŸmamak için kendine sürgün yaÅŸayanlar toplumun dışladığı insanlardan oluÅŸuyor. Buradaki çeliÅŸki ya da çatışkı deÄŸil bana göre çoÄŸulcu doÄŸrunun toplam gücüdür. Adil deÄŸildir. Bir yanda sistem fabrikasının ürettikleri insanlar diÄŸer yanda da deÄŸerlerini hayata geçirmek isteyen bir avuç azınlık… Bu aslında her gün her gören gözün gördüğü ve görmezden geldiÄŸi cephanesiz/ kansız savaÅŸtır. Bu savaÅŸtaki azınlık; güzelliÄŸi, asaleti, cesareti, adaleti, barışı, merhameti, özgürlüğü… temsil ediyor, çoÄŸunluk ise, kapitalizmin toplu katliamını. Üyesi olduÄŸunuz toplumun yozlaÅŸma boyutunu doÄŸru algılamak için sistemin sindirme sisteminin insanı nasıl yuttuÄŸunu, nasıl çalıştığını görmeniz yeterli. “Elimdeki Bakakai eserinizde çaÄŸdaÅŸ öykü türünde yazılmış on iki öykü var. Öykülerin her biri, içinde yaÅŸadığınız toplumun genel kabulüne karşı birer baÅŸkaldırı. Sürgün yaÅŸamanın size verdiÄŸi içsel özgürlük bir tür yazınsal cesarete dönüşmüş sizde. Sürgünlüğünüzün yazınsal dehanızın üzerindeki etkilerini bu eserinizi okuyunca daha iyi algıladım. Bu yüzden toplum önderliÄŸine soyunmuÅŸ insanların zavallılığını af etmiyorsunuz. Onlarla sözcüklerin sahasında maç oynuyorsunuz ve onların kendi kalelerine gol atmalarından büyük keyif alıyorsunuz. “Yaklaşımını sevdim. Toplum önderlerinin bizi oyunlarıyla kandırıp kendilerine benzetemediklerini anlamalarını istiyorum. Karşılıklı olarak kendi kalelerine gol atıyorlar. Ben oldum olası bireyin katıksız bağımsızlığından yanayım. Haklının hakkını savunan bireylerin taleplerine sırtını dönen toplum önderleri bize önderlik edebilir mi? Benim en büyük savaşım bu türden sahte toplum önderlerine karşı verdiÄŸim savaÅŸtır.” “Sizin kiÅŸilik özelliÄŸinizi Stefan Czarniecki’nin Anıları’nda algıladım. İnsanlar arasındaki din dil cinsiyet… gibi ilkel ayrımlara karşı haklı isyanınızı ve bu isyanın sizin ideolojinizi belirlemesindeki rolü de derinden kavradım. “Etkileyici! Bana bakmayın devam dedin, zevkle dinliyorum sizi.” “Stefan, karakteri üzerinde yoÄŸunlaÅŸmak istiyorum. Stefan’ın, fakir aristokrat babası, Yahudi zengin bir bankacının kızıyla evleniyor. Baba nefret ettiÄŸi eÅŸiyle salt soyları devam etsin diye birlikte oluyor ve bu birliktelikten Stefan dünyaya geliyor. Baba, oÄŸluna üstün ırkın Polonya olduÄŸu inancını ÅŸu sözlerle dayatıyor: “Soyunun lekesini kanla temizleyebilirsin. (…)Beni düşün ve acımasız ol! Acımasız ol! Bütün diÄŸer ırklar yok olup gitsin, bir tek benimki ayakta kalsın diye bu itleri soyu tükeninceye dek ez!(s.201). Bu tür baskıların sonucunda o da kendini ahlaki bir harabeye çevirmemek için komünistliÄŸi tercih ediyor. Ve bu sözcükten ne anladığını da şöyle ifade ediyor: “Bu ad benim gözümde, belirli hiçbir ideolojik içerik, hiçbir program, plan içermiyordu; tam aksine, ben bu sözcüğü garip, düşmanca ve belirsiz bir ÅŸey ve en ciddi insanlarda zorunlu olarak ya omuz silkme ya da dehÅŸet ve ürküyle atılan vahÅŸi çığlıklar gibi tepkilere neden olan bir ÅŸey anlamında kullanıyordum”(s.203). “Belki komünist de deÄŸilim, belki de sadece barışçı bir militanım diyen Stefan’ın duygularına katılıyor musunuz? “Öykülerimden de anlaşıldığı üzere ben aristokrat düşünce biçimine karşıyım. İnsana kendisi olmak için daha fazla olanak veren bir dünya görüşü olarak algıladığım için komünistliÄŸi tercih ettim. KomünistliÄŸi dar görüşçülükle baÄŸdaÅŸtıranları gördüm. Nasıl ki, gerçeküstücülüğü kendime göre uyarladıysam komünistliÄŸi de kendime göre uyarladım. Belki deÄŸil kesinlikle ben sadece barışçı bir militanım. Benim en çok anlaşılmasını istediÄŸim yanım da budur. “Bekâret” öykünüz üzerine de konuÅŸmak istiyorum sizinle. Bekâret sözcük anlamının dışında cehaletin simgesi olarak karşımıza çıkıyor öyküde. Bakir insan görmeyen, duymayan, kendine özgü düşüncesi olmayan insandır. Paul niÅŸanlısı Alice’in bekâretini koruması için hiçbir konuda aydınlanmasını istemiyor. Bilgi, insanı her konuda öğrenmeye, sormaya/ sorgulamaya iterek insanın geleceÄŸini tehlikeye soktuÄŸu gibi insanı da çirkinleÅŸtiriyor. Cahillikse zihnimizi gereksiz hiç konuda yormadığımız için güzelleÅŸtiriyor. Bir insanın bakir kalmasının ve bakir birini sevmesinin yolu cehaletten geçiyor. İki insandan biri aydınlanırsa temiz sevgi büyüsünü yitiriyor. Öyküde sistemin yanlışlarını gören ve bu yanlışların düzeltilmesi için birey olma ayrıcalığıyla üstüne düşenleri yapan kirli insandır. Temiz insan ise kendisine bahÅŸedilen bu hayatı düşünmeden sorgulamadan gördüğü haksızlıklardan rahatsız olmadan yaÅŸayandır. Bekâretini yitirmemesi için Alice’in bir kısım insanların varlık içinde yüzerken diÄŸer kısım insanların kemirecek bir kemik parçasını bulmakta zorlandığını görmemesi gerekiyor. Bu naif ironi anlayışınızla ilgili düşüncelerinizi bilmek istiyorum. “Sormaya/ sorgulamaya baÅŸlayan bir insanın aydınlanma süreci öldüğünde sona eriyor. Hayatta farkındalığı “farkında olan” insanın yükünden daha ağır bir yük yoktur. Bilgi tehlikenin, cehalet güvenin teminatıdır. Cahil insan mutlu, bilgili insan mutsuzdur. Aydınlanmış insan kendisi için deÄŸil de toplum için yaşıyor. Huzur içinde yaÅŸamak istiyorsan dünyadaki adaletsizliklerden bihaber olacaksın. “Sizin gibi toplumcu aydınların bu bakış açısı içerisinde kaçınılmaz gerçeÄŸi nedir? “Benim gibi toplumcu aydınların kaçınılmaz gerçeÄŸi doÄŸup büyüdüğü vatanlarından düşüncelerinden dolayı sürgüne gönderilmesidir. Asıl ironi yaÅŸayanlar kadar ölülerin de sürgünlüklerinin devam etmesidir. Cenazesi doÄŸduÄŸu topraklarda gömülmesi yasak olan ÅŸair ve düşünürleri anımsa. Kapitalistlerin ödü kopuyor gerçek aydınların mezarından. Ruhun ve düşüncen aydınlandıkça mutsuzluÄŸunu kanıksıyorsun. “Sıçan” öykünüzde hicve farklı yaklaşıyorsunuz. Eli kanlı katil Holigan yakalanıyor. Onun doÄŸasını deÄŸiÅŸtirerek kendisine eÅŸ ve eÅŸit bir insan haline getirmek istiyor hâkim. İyiliksever Tanrı’nın aÅŸkıyla seri cinayetler iÅŸleyen bu azılı katil hâkimin ona uyguladığı tüm baskı ve iÅŸkenceye boyun eÄŸmiyor. Ama hücresinde dolaÅŸan bir sıçanın karşısında ise tir tir titriyor. Öyle ki, tutukluluÄŸu sona erip özgürlüğüne kavuÅŸtuÄŸunda da içindeki sıçan korkusundan dolayı özgür hissetmiyor kendisini. Sığındığı ormanda hareket eden karartıyı sıçan sanıp kan ter içinde sığınacağı bir barınak arıyor kendisine. Talihin cilvesinden olacak sığındığı barınakta âşık olduÄŸu kadının aÄŸzı açık bir vaziyette uyuduÄŸunu görüyor. Sevincini bir baÅŸka sıçan bozuyor; çünkü sıçan onun dokunamadığı kadınının eteklerine doÄŸru ilerliyor. Yıllardır hücresinde cellâdı olmuÅŸ sıçana karşı duyduÄŸu korkunun yerini cesaret alıyor. Acımasız/korkusuz katil kimliÄŸine kavuÅŸuyor .Sıçanı öldürmek için hamle yapmaya hazırlanırken sevgilisinin ağız boÅŸluÄŸuna gelen sıçan sevgilisi aÄŸzını kapattığı için ölüyor. Holigan da hücresinde hasretten adını sayıkladığı sevgilisine raÄŸmen oradan çekip gidiyor. Korku, cesaret yalan dürüstlük ve aÅŸk gibi birbirlerinin karşıt kutbu olan kavramların aynı zamanda da birbirlerinin yaratıcısı olduÄŸu konusu hakkındaki düşüncelerinizi bilmek istiyorum. “Her kavram karşıtını yaratıyor. Kötülük iyiliÄŸi, tutsaklık özgürlüğü, yalanı, doÄŸruluÄŸu… Öyküde korku ve cesaretin anlamı kiÅŸiden kiÅŸiye göre deÄŸiÅŸmesi gerçeÄŸine tanık oluyoruz. Azılı bir katil küçük bir sıçandan korkuyor. İnsan ruhunun derinliklerine inmenin ve insan ruhunu ele geçirmenin imkânsızlığını anlatan çarpıcı örneklerden sadece biri. Bir baÅŸka çarpıcı gerçek de aÅŸkın gücünün korku ve iÅŸkenceden daha üstün olduÄŸu gerçeÄŸidir. Ayrıca insanlar baskı ve iÅŸkence sonucu neye dönüştürürlerse dönüştürülsünler baskıdan kurtulduÄŸu anda Holigan gibi özüne dönüyorlar. “Bu bir yanıyla da çoÄŸunluÄŸun elinde tuttuÄŸu gücün sabun köpüğü gibi bir anda yok olabileceÄŸini düşündürdü bana. “Bu konuda seninle hemfikirim. Sen karakterlerim ölmeden benim de ölmeyeceÄŸimi söylüyorsun. Bu da garip bir çeliÅŸki/ çatışkı. Benim yaÅŸamam cehaletin, ölmem ise bilginin kazanması anlamına geliyor. “Siz ölümsüzsünüz. Gördüğünüz üzere eserlerinizin geçerliliÄŸi sizi ölümsüzleÅŸtiriyor. Sanatçının eserleri Tanrısı okuyucuları ise Azraillidir. Sizin gibi gerçek aydınlanmacı yazarların yaktığı ışık sönmediÄŸi sürece ben insanlığın aydınlık yarınlara kavuÅŸacağına olan umudumu diri tutuyorum içimde. Sizler yapıtlarınızla karanlığın Azrailsiniz. “Anlaşılan sen beni fazla büyütüyorsun gözünde. Åžimdi beni de inandıracaksın ölümsüz insan olduÄŸuma. Seni karmakarışık düşüncelerinle baÅŸ baÅŸa bırakıyorum ne halin varsa gör diye. Aklını başına topla ve kimseyi gözünde büyütme. Unutma: her canlı ölecektir benim gibi. Sevgiyle kal sevgili Bedriye. “Ben ısrarla sizin gibi ödünsüz düşünce savaşçıların ölümsüz olduÄŸunu savunacağım.

İlk Yayım: Witold Gombrowicz İle Söyleşi. Lacivert Dergisi. Mart-Nisan 2012. S.12


Bedriye KORKANKORKMAZ




4 Aralık 2016 Pazar / 1996 okunma



"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...