ÖNCE İNSAN SONRA ŞAİR OLAN METİN ALTIOK / Bedriye KORKANKORKMAZ
Bedriye KORKANKORKMAZ

Bedriye KORKANKORKMAZ

ÖNCE İNSAN SONRA ŞAİR OLAN METİN ALTIOK



(1)

_________ Soneler
(III)

Bu uydu çağında çaresizliği gördüm,/Sinekler konarken insan yüzlerine. Hastane kapılarında ağıtlar duydum,/ Gözü yaşlı kadınlar vururken dizlerine./ Soğuk kış günleri karla kaplı yollarda ,/Gördüm bata çıka yürüyenleri./İple dikilmiş yırtık lastik ayaklarında,/Yaka bağır açık bir ceketti giydikleri./Ve akşamla birlikte gelirdi odama alkol; / Sobada yanarken kuru meşe odunu./İç dostum derdi beni, iç ve yok ol./Silerdi içimdeki utanç duygusunu./ Acının dudakları varsın benimle solsun; / Kapım açık her ölüme nasıl olursa olsun.

Yazımı iki bölümde deÄŸerlendirmeyi uygun buldum. 1. Bölüm’de, dostum Metin Altıok’un Bingöl'de geçirdiÄŸi yılların onun kiÅŸiliÄŸi üzerindeki etkileri üzerinde yoÄŸunlaÅŸtım 2. Bölüm’de ise, öğretmenim Metin Altıok’a dair anılarımı anlattım. Yazımın baÅŸlığından da anlaşıldığı üzre ben Altıok’un “ insan” yanının izini sürdüm. Baba, öğretmen, eÅŸ, ÅŸair, ressam Altıok’u tamamlayan “ insan” yanını ön plana çıkarmaya özen gösterdim. Ve onu kendisinden uzaklaÅŸtıracak söylemlerden uzak durdum. Sadece onun sözlerine yansıyan davranışlarına yönelerek, onun güvenine ve dostluÄŸuna ihanet etmeden, ‘onu’ tüm çıplaklığıyla anlatmaya çalıştım. Kendime ÅŸu soruyu sordum: Bingöl’ü neden bu denli sahiplenmiÅŸti? Karaman’da bana söylediÄŸi ÅŸu sözünü sık sık anımsayarak: " Bingöl' deki dostlarımın cenazesini sırtımda taşıma ÅŸansımı elimden aldıkları için ölmek istiyorum ben." (Karaman’da yayımlanan, adını ve tarihini ÅŸu an anımsayamadığım yerel gazetede kendisiyle yapılan söyleÅŸide de söylemiÅŸti aynı sözleri.) Bingöl'de, kendi gerçeÄŸiyle yüzleÅŸmiÅŸ, hayatta bakışı netleÅŸmiÅŸ, içinin patikasında çıplak ayakla yürümüştü. Hayatının her evresi gözlerinin önünde bir film ÅŸeridi gibi geçmiÅŸ, önceki hayatını ikinci bir insan gibi uzaktan gözlemleme fırsatı edinmiÅŸti Bingöl'de. Åžiiri Anadolu insanına daha çok yaklaÅŸmış, yaÅŸamın sahasına inmiÅŸti. Kendi gerçeÄŸine ulaÅŸmak için kendisi ile arasındaki aracıları ortadan kaldırmış, kendisine karşı toleransını sıfıra indirgemiÅŸti. Devletin elini uzatmadığı ve her türlü olanaklardan yoksun bıraktığı Bingöl’de, bir öğretmenin en az beÅŸ branÅŸ dersine girdiÄŸini, lise mezunu olan birçok öğrencinin adını ve soyadını bölerek yazdığını gördü. Bir aydının sorumluluk alanının kent soylu kentlerle sınırlı olmadığını algıladı. Tüm bu olanaksızlıklar içinde öğrencilerin aile sorumluluklarını omuzladıklarının tanığı, her koÅŸulda hayata tutunan insanların yaÅŸama sevincinin ortağı oldu. EÅŸitsizliÄŸin doÄŸarken insana hükmettiÄŸine tanıklık etti. ÇaÄŸdaÅŸ Türkiye'nin ili olan Bingöl'de, PKK’nın okulları yakması, saÄŸlık ocaklarının talan edilmesi yetmiyormuÅŸ gibi, Alevi köylerinin birçoÄŸunun kışın altı ay kapalı olan yollarından dolayı, kızakla Bingöl'e doÄŸum yapması için getirilen ve yolda kan kaybından ölen gebe kadınların morglardaki yüzlerini, yetim bebeklerin ninniler yerine ağıtlarla uyutulduÄŸunu gördü. Bu gerçek 21. yüzyılda da deÄŸiÅŸmedi. Köyleri Sütlüce ve Kabaçalı'da okul olmadığı için 10 kilometre uzaklıktaki Ilıcalar Yatılı Bölge İlköğretim Okulu'na giden 8 yaşındaki Serhat Kılıçgedik, 10 yaşındaki aÄŸabeyi Ferhat ve 9 yaşındaki Cihan Kılıçgedik Mart 1999, ÇarÅŸamba günü Bingöl kent merkezine 20 kilometre uzaklıktaki Ilıcalar beldesindeki Yatılı Bölge İlköğretim Okulu'ndan köylerine gitmek için ayrıldılar. 10 kilometre yürüdükten sonra evlerinde olacaklardı. Serhat ve Ferhat kardeÅŸle, Cihan Kılıçgedik'in küçük bedenleri, DeÅŸte Yaylası'ndaki Best Köprüsü yakınlarında tipiye yakalandı, yazık ki 3’ü de donarak öldü. Bu habere üzülmeyecek miydi yaÅŸasaydı? Anadolu gerçeÄŸinin bir parçası olmuÅŸtu. Öğretmen olarak öğrencilerine kendini anlatma ve onlar için mücadele etme olanaklarını zorladı. Sık sık rapor aldığı için Felsefe dersini gönlünce veremediÄŸi bir gerçek. Ama Felsefeyi kitaplardan çıkarıp daha anlaşılır kılarak insanların yaÅŸamındaki haklı yerini almasında kendisine özgü bir yöntem kullandı ve bu yöntemde de oldukça baÅŸarılı oldu. YokluÄŸun ve yoksunluÄŸunun kanattığı kendi yaralarıyla dostluk kurdu Bingöl’deki insanlarla. Yaraları Bingöllü insanların yaralarıyla barıştı. Rahat bir hayat sürmeyi istemiÅŸ olmasından dolayı kendisiyle sık sık girdiÄŸi içsel çatışmalarından Bingöl' de kurtuldu. KiÅŸiliÄŸi gereÄŸi dokunduÄŸu her ÅŸeyi ruhunun derinliklerinde ve bedeninde hissetmesinin onun için ne anlam taşıdığını öğrendi. İçindeki sancıların ve aÄŸrıların anlamı deÄŸiÅŸti. Sancıyan yüreÄŸi baÅŸka baÅŸka acılar için acıyordu. Öğrencilerine dokunduÄŸunda yüreÄŸine dokunuyordu. Sezgileri çok güçlüydü.

Hayatına, ilk evliliÄŸine, kızıyla olan iliÅŸkisine, ikinci evliliÄŸi ile ilgili yaÅŸadığı, zaman zaman çıkmaza giren tüm ailevi sorunlarına dair düşüncelerini benimle paylaşırdı. Bana:" Beni dinler misin Bedriye? Ya da: " Bir zamanlar anlam veremediÄŸim davranışlarımın altında yatan nedenleri ÅŸimdi ÅŸimdi daha iyi anlıyorum" diye baÅŸlardı içe dönük sohbetlerine. Ölümünün akabinde bana anlattıkları üzerinde üç yıl düşündüm. Yılların arkasından seslendim ona. O zaman farkında olamadığım birtakım gerçekler ÅŸimdi ÅŸimdi içimde gerçek yerine yerleÅŸti. Onun gerçek hayatı ilk eÅŸi ve kızı ile olan hayatıydı. Özlem, onun hayatının mihenk taşıydı. Özlemi yüreÄŸinde demlendikçe acılarının boyutu da derinleÅŸiyordu. YüreÄŸi sürekli kanıyordu. Bu bir yanıyla onu besleyen, ona ÅŸiirler yazdıran gücü, diÄŸer yanıyla da onu içten içe tüketen güçsüzlüğüydü. Zeynep' in ÅŸartlar oluÅŸmadığı için Bingöl'e gelemeyiÅŸinin onu altüst ediÅŸine tanık oldum. Åžubat tatili sonrası okula baÅŸlamıştım. İlk dersimiz edebiyattı. Teneffüs zili çaldığında onu sınıfın kapısında beni beklerken buldum. Bahçeye çıktık. Yürüye yürüye okulun arkasına gittik. Sırtını bahçe duvarına yasladı ve bana : "Zeynep gelemedi” dedi. Zeynep' e tutkuyla baÄŸlıydı. KarşılaÅŸtığı her esmer tenli kız/ kızlar ona Zeynep'i anımsatıyordu. Abartmadan söylüyorum. Zeynep' i kucağına aldığı o ilk andan Konya'dan ayrıldığım güne kadarki hayatının tüm aÅŸamasına tanıklık ettim Zeynep'in. Altıok, ezikliÄŸini kimseye hissettirmeyecek kadar gururluydu. Her koÅŸulda dik durmak onun kendisini zorladığı bir davranış biçimi deÄŸil, onun kendini ifade etme biçimiydi. Geceleri kendi karşısında büktüğü boynunu gücün karşısında bükmektense intihar etmeyi tercih ederdi. Bingöl’de, yaÅŸadıklarıyla konuÅŸtu. YüreÄŸi taşımak istemediÄŸi fazlalıklardan sıyrıldı. KoÅŸulsuz sevdi insanları. Sevgi onu kuÅŸattı. Daha önceki kırgınlıklarından aldığı yaraları kabuk tuttu. Yetkin ÅŸairlerle “ÅŸiir” üzerinde sohbet etmenin o ÅŸairin ÅŸiirinin geliÅŸmesindeki olumlu katkıları kabul ediyor ve ayrıldığı ÅŸiir dostlarını özlüyordu elbette. Bununla birlikte bir ÅŸairin yaÅŸam gerçeÄŸine en az ÅŸiir gerçeÄŸine yakın olduÄŸu kadar yakın olmasının gerekliliÄŸini de yadsımıyordu. Çünkü farklı kültür ve yaÅŸamdan gelen insanların yaÅŸamlarına tanıklık etmenin bir ÅŸairin duygusal ve düşünsel geliÅŸimindeki öneminin canlı tanığıydı. Bir ÅŸairinin aÄŸaçta olgun bir meyve olmaktansa yere düşerek olgunlaÅŸmasının önemini algıladı. İnsanların onu karşılıksız sevmelerine hayranlık duydu Bingöl'de. Bingöl’de, baÅŸka bir insan olmadı hiç. Bingöl sokaklarında evinde dolaşıyormuÅŸ gibi rahat dolaÅŸtı. Alkolü nasıl içmek istiyorsa öyle içti. Bingöl’deki tüm tekel büfeleri onun dostuydu ve ona borç rakı verirdi. Halkın onu yargılamadan sahiplenmesinin, varlığının hayat karşısındaki kelimelerle ifade edilemeyecek olan karşılığını kavradı. CoÅŸtu. Umutla ve umutsuzluk arasında mekik dokudu. Onunla dost olmanın nasıl bir duygu olduÄŸunu sordum kendime. Onunla dost olmak, katıksız dürüstlükle, içtenlikle, güven ve çıkarsız sevgiyle dost olmaktı. İşte bu yüzden Altıok’un sevenlerinin yüreÄŸinde ölümüyle bıraktığı boÅŸluk dolmuyor / dolmayacak…

KiÅŸiliÄŸinin en belirgin özelliklerinden birisi de son sözü kendisine saklamasıydı. Son derece iyi taklit yapan ÅŸair, kendi hayatında hiç taklit yapmadı. O’nun hayattan bu kadar erken ayrılma isteÄŸinin altında yatan asıl mesele duygu/ düşünce duyarlığının derinliklerinden kaynaklanıyordu. Sevince her ÅŸeyi göze alma cesareti olan ÅŸair, sevdiÄŸi kiÅŸiler tarafından incitildiÄŸinde, duygu derinliÄŸinin tam karşılığı olan yok oluÅŸu seçiyordu. Sevginin ondaki karşılığı var olmaktı. Severek kendini bir Anka kuÅŸu gibi külünden var eden bu güzel insan, sevdiÄŸi insanın/ insanların sevgisine ve güvenine ihanet etmelerini içine sindirmektense ölerek kendini özgürleÅŸtirmeyi düşünüyordu. Ölmek onda özgürlüğe kavuÅŸmaktı. Ölümünün bu denli hazin olacağını kendisi bile düşünmemiÅŸti. Ölüm duygusu onun kendisini koruma altına aldığı korunağıydı. Öylesine içten, öylesine insan, öylesine insani olan... İnandığı gibi yaÅŸadı, düşündüğü gibi konuÅŸtu, yaÅŸam duruÅŸundan, yaÅŸama biçiminden ödün vermedi, ideolojisini sahiplendi, ÅŸiirin sessiz direnişçisiydi. İnsana dair güzel dünyasıyla, olgunluÄŸuyla, iyi bir dinleyici olmasıyla, arkasını yaslayacağın yüzyıllık bir çınar olduÄŸunu insana hissettirmesiyle, insanı yüreÄŸinde yüceltmesiyle sadece benim deÄŸil, güzelliÄŸi seven ve insani olan güzelliklere tutkun olan her insanın kadim dostuydu. O’nun sırtı yoktu. Yüzü ve sözleriydi onun sırtı. İnsana arkasını döndüğünde kiÅŸiye/ kiÅŸilere dair fikrinin deÄŸiÅŸmeyeceÄŸini bilirdi onu yakından tanıyan herkes. İçini yüzünde taşır, duygularını ise sözcüklerle ifade ederdi.

Metin Altıok’tan geriye bize ne kaldı diye sordum kendime. Åžimdilerde onun insan yanının ÅŸiir üzerindeki ağırlığını daha iyi algılıyorum. Yıllardır yazın’ın ve yazı’nın içindeyim. Åžairlerin büyüklüklerinin ödüllerle ölçüldüğü, ÅŸiirin öldüğü söylemlerinin ortalıklarda hortlaklar gibi dolaÅŸtığı, sanal ortamın ÅŸiiri kuÅŸatma altına aldığı bir ortamda yaşıyoruz. Bir ÅŸair iyi ÅŸiirler yazabilir; ama her iyi ÅŸiir yazan ÅŸair “güzel insan” olmaz. Altıok, ÅŸiirleri ve kiÅŸiliÄŸiyle güzelliklerin insanıydı. O yüzden insana dair her acının onun yüreÄŸinde karşılığı vardı. Onun en önemli özelliÄŸi ÅŸiirlerinde olduÄŸu gibi, davranışlarında da samimi olmasıdır. Önce insan; sonra ÅŸairdi. Acıya kiracı deÄŸildi, acıya ev sahipliÄŸi yaparak ayrıldı aramızdan. Kabullenemiyorum sevmeyi bilmeyen insanların onu sevdiklerinden uzaklaÅŸtırmalarını… Kadim Dostum, ortak üretim ve ortak tüketim ilkelerine inandığı için yakıldı. Katillerinden daha doÄŸru, daha soylu bir insan olarak ölen ÅŸair Metin Altıok’un insanlık tarihine armaÄŸan ettiÄŸi yaÅŸam eserinin, ÅŸiir kitaplarının önünde saygıyla eÄŸiliyorum. Kadim dostumun yüreÄŸimde yokluÄŸuyla bıraktığı boÅŸluk dolmuyor… Dinmiyor sızısı yüreÄŸimin…

( 2 )

Yoldayım. Öğretmenimin sınıfımızda kendini tanıttığı ilk günü anımsadım. Konuşması, dostluk ve dürüstlük üzerine yoğunlaşmıştı. Hiç unutmam. Öğretmenimiz Metin Altıok bir hafta raporluydu. Rapor sonrası derse kaldığı yerden devam etmek için sınıfa," Arkadaşlar içinizde düzenli defter tutma alışkanlığı olan arkadaşınız var mı? diye sordu. Sınıf bir ağızdan " Bedriye" dedi. Öğretmenim defterimi istedi. Götürdüm. Ders sonrası, sınıftan çıkarken öğretmenim; Bedriye seninle konuşmak istiyorum," diyerek koridorda birlikte yürüdük. Bana; "Şiirini okudum." "Şiiri sen yazdın değil mi? diye sordu. Yanıt yok. O gün öğretmenimin kollarını bütün sevecenliğiyle omuzuma atıp," Bedriye şiiri bırakma e mi? deyişiyle bana ne söylemeye çalıştığını anlayamamıştım.

YaÄŸmur damlaları gibi hızlı, bir o kadar da güzel baÅŸlayan dostluÄŸumuz, okul sonrası da devam etti... Dört yıl. YaÄŸmurlu bir gündü, öğretmenimle karşılaÅŸtık, beni evine götürdü. Semaverde çay yapıp ikram etti. YüreÄŸi gibi sıcaktı çay. Öğretmenim önce Bingöl'ün Genç ilçesine, oradan da Karaman İmam Hatip Okulu’na sürgün olarak atanmıştı. Dört yıldan gün almıştı iÅŸsizliÄŸim. İşsizliÄŸin bendeki düşünsel yansımalarını paylaÅŸtım onunla. Bana: "Bedriye, Bingöl Valisi benim ülke genelinde ünlü bir ÅŸair olduÄŸumu duymuÅŸ. İdare aracılığıyla benimle tanışmak istediÄŸini söylemiÅŸ. Kendisiyle tanışmayı düşünmediÄŸim için ziyaretine gitmedim. Seni dinleyince aklıma bir fikir geldi. Önümüzdeki perÅŸembe günü dersim yok benim. Validen o gün için randevu talep eder ve seninle birlikte valiyi ziyaret ederiz. Validen seni iÅŸe almasını rica ederim. Senin yanımda durman yeterli " dedi. Yere yığıldım. Kendimi toparlamam zaman aldı. Sesim titreyerek ona: " Öğretmenim! Beni ilk kez hayal kırıklığına uÄŸrattın! İşsiz olduÄŸum, bu konuda kendimi çaresiz hissettiÄŸim doÄŸru! Hayat felsefem kimseye yük olmadan yaÅŸamaktır. Seni sürgüne gönderen, seni cezalandıran bir yönetime, benim yüzümden boyun eÄŸmene izin verebileceÄŸimi nasıl düşünebilirsin? Açlığın sonu olsa olsa ölümdür ama onursuz bir yaÅŸamın sonu utançtır. Ve ben utançla ölmeyi hak etmeyecek kadar onuruma ve dostlarımın onuruna düşkünüm " dedim.Bu beklenmedik tepki karşısında afallamıştı! Odanın içinde kaç kez tur attığını saymadım. Sonra yere diz çökmüş olan beni omuzlarımdan kavrayarak ayaÄŸa kaldırdı ve birbirimize sarıldık. Gözlerimin içine bakarak ÅŸunları söyledi: "Dostumsun sen Bedriye! Ve insan kendisi için yapamayacaklarını dostu için tereddüt etmeden yapar”. Kısa süren sessizliÄŸin akabinde hüznün en titrek sesiyle konuÅŸmasına devam etti: "Bedriye Bingöl' den ayrılacağım" dedi. Gözlerinin kahverengisi, su ile toprağın buluÅŸması gibi, daha anlamlı ve güzel gelmiÅŸti bana. Bingöl' de son görüşmemiz oldu öğretmenimle. Yoldayım. Åžimdi bu yol beni öğretmenime götürecekti. BaÅŸka hiçbir ÅŸeyin anlamı yoktu. Bir insan düşünün, soluk aldığı her yerde, sevginin ve dostluÄŸun yeri vardır. Yalnız ben deÄŸil, onun öğretmeni olduÄŸu bütün öğrencileri hiç tereddüt etmeden öğretmenlerinin kapısını çalabilirlerdi. Aradan geçen ne yılların, ne de her geçen gün deÄŸiÅŸen deÄŸer yargılarının öğretmenimizi etkilemediÄŸini bilmenin güvenini yaÅŸardık. O'nun biz öğrencileriyle geliÅŸtirdiÄŸi iliÅŸki, bana çocukluÄŸumda okuduÄŸum ve asla unutamadığım bir ÅŸiir dizesini anımsatıyor. Adını anımsayamadığım bir BektaÅŸi ÅŸairi, Allah' a sevgisini ÅŸu ÅŸiir dizeleriyle dile getirir: “Sen orada/ Ben burada/İkilik girer araya." Felsefe öğretmeni ÅŸair Metin Altıok da öğrencileriyle arasına ikiliÄŸin girmesine izin vermedi. Öğretmeniyle konuÅŸan her öğrenci, " öğrenci" olmaktan çok, bir insan olduklarını kendilerine hissettiren bir öğretmenleri olduklarını algılarlardı. Metin Altıok, her insanın yüreÄŸine güzelliklerin tohumunu ekti. Onun en belirgin karakteri, eÅŸitliÄŸi gözetmesi ve paylaşımdı. Onunla dostluk kuranlar çok iyi bilirler, insanın insanla çoÄŸalmasının yaÅŸayan canlı örneÄŸiydi Metin Altıok.

Tarif üzerine Karaman Lisesi'ni buldum. Lisenin karşısında bir gölgenin beni beklediğini gördüm. Öğretmenime sarılıp ağladım. Nasıl mı? Gurbet duygusunun ve umarsızlığın kar misali eridiğini hissettim içimde. Söküp attım yüreğimde beni paramparça eden yalnızlığı... O an bir başka gerçeği de fark ettim: Öğretmenimin varlığına Bingöl'dekinden daha çok ihtiyacım vardı.

Saatler ilerledi sohbetimiz gibi. Bir ara öğretmenim Konya' ya nasıl geldiğimi sordu. Ben de sorusunu yanıtlarken kendimi sohbete kaptırmıştım ki, üç ayı odunsuz -kömürsüz -yataksız geçirdiğimi anlatmıştım. Öğretmenimin bir mendil gibi acıyla buruşmuş yüzüyle kendime geldim. İnsanın öğretmeninin karşısında ağladığını görmesi nasıl bir duygu? Elimi tutup, odunlarının olduğu odayı gösterdi. Ben, öğretmenimi, Karaman' da o kışın hiç ısınmadan geçirecek kadar iyi tanıyordum. Sabah öğretmenimin sesiyle uyandım:

" Nebahat ( eÅŸine genel de Nebo diye seslenirdi) Bedriye uyanmadan, marketten sucuk ve yumurta alıp geleceÄŸini" söyledi. GözyaÅŸlarım yastığımı ıslatmıştı. Yeniden dalmışım. Sonra bir kitabın yanağıma sevgiyle dokunuÅŸuyla uyandım. Gözlerimi açtım. Metin Altıok “BismiÅŸah” diyerek imzaladığı İpek ve Kılabtan” adlı ÅŸiir kitabını verdi bana. Merakla sordum: “BismiÅŸah’ın anlamı nedir? Sorumu gülerek yanıtladı. “Bedriye, yeryüzünde insancıl deÄŸer ve güzellikleri temsil ettiÄŸine inandığımız bir “ Åžah” varsa o ÅŸahın başı sensin”.Kitaba çizdiÄŸi avuç içinde gözü olan kadın figürüne açıklık getirmedi. Kahvaltıda sucuklu yumurta vardı. Ben ne yediÄŸimi biliyor muydum? Ayrılık vakti gelmiÅŸ, biletimi alıp yolculamıştı öğretmenim beni.

Aradan bir hafta geçmiÅŸti. Bir gün iÅŸ yerime esmer tenli bir bayan geldi, “ Bedriye Hanım'la görüşmek istediÄŸini ," söyledi. "Kendimi tanıttım. Bayan gayet samimi ve içtenlikle yanaklarımdan öptü. " Karaman'dan beni Metin Altıok gönderdi. Siz kızı olmalısınız herhalde" dedi. " Hayır öğrencisiyim" diye düzelttim. Kendisini tanıtarak ısrarla evime gelmek istediÄŸini söyledi. ( Sena yıllardır İstanbul' da yaÅŸar ve benim kadim dostumdur.) Evime belli bir amaç için geldiÄŸini, yıllar sonra Sena'dan öğrendim... Benim gururum yüzünden yardım istemeyeceÄŸimi iyi bilen ÅŸair Altıok, Sena'dan odunlarımı görmesini, eÄŸer yardıma ihtiyacım varsa, kendisine bildirmesini istemiÅŸti. Hayatımın en zor; ama en mutlu yıllarını Konya’ da geçirdim. Konya’ da Sena gibi, Karaman’ da, Metin Altıok gibi bir dostum olduÄŸunu bilmenin huzuruyla yaÅŸadım. Öğretmenimle yalnız benim deÄŸil, birçok öğrencisinin anıları vardır. Onlardan birini ÅŸimdi anımsıyorum. Bingöl Lisesi’nde İlköğretim MüfettiÅŸleri sınıfları teftiÅŸe gelir. Koridor boyunca bütün sınıfları tek tek gezer. Gürültünün kol gezdiÄŸi bütün sınıfların içinde 6 Edebiyat C sınıfı sessiz ders iÅŸleyen tek sınıftır. MüfettiÅŸ merak eder ve sorar yanındaki okul müdürüne: “Bu dersin öğretmeni kim?”Müdür “ Yanılmıyorsam Felsefe öğretmeni Metin Altıok olmalı” der. Sınıfın kapısını açan müfettiÅŸ, dersi öğretmenin deÄŸil de sınıf baÅŸkanının iÅŸlediÄŸini görür. Öğrenciler önlerinde açık Felsefe kitaplarıyla derslerini çalışıyorlar. Bu sefer müfettiÅŸ tekrar sorar yanındaki okul müdürüne : “ Bu dersin öğretmeni nerede?” Müdür, saÄŸlık nedeniyle raporlu olduÄŸunu söyleyince, müfettiÅŸ bu sefer öğrencilere sorar: “ Bütün raporlu öğretmenlerinizin derslerinde mi böyle yapıyorsunuz, yoksa sadece Felsefe dersine mi özgü bu yaklaşımınız? Sınıf baÅŸkanı:

“ Yalnızca Felsefe öğretmenimiz Metin Altıok’un dersine özgüdür bu yaklaşımız” der. MüfettiÅŸ gördüğü manzaranın karşısında duygulanır ve Felsefe öğretmenimizle tanışmak istediÄŸini söyler yanındaki okul müdürüne. Bingöl Lisesi’nde o yıllarda görev yapan öğretmenler anımsayacaklardır, Edebiyat Bölümleri, okulun hababam sınıflarıydı. Öğretmenlerin ders iÅŸlemekte zorlandıkları bir sınıfta, öğrencilerin öğretmenlerini korumaları görülmemiÅŸtir. Åžair Altıok’ un gerçek dostları oldu, öğrencileri deÄŸil.

Sadece öğrencileri deÄŸil, Bingöl halkı da ÅŸair Altıok’u baÄŸrına bastı. Karaman’da bir zat kendisinin unutamadığı anıları arasında özel bir yere sahip olan anısını benimle paylaÅŸtı, gözleri yaÅŸlı. Hafta sonu çarşıdan eve dönerken aldığı alkol nedeniyle dengesini yitirir ve oturduÄŸu üç katlı apartmanın yüz metre ilerisinde yere düşer. Aynı apartmanda oturan Suna Abla, Altıok’u sırtına alır ve üçüncü kattaki evine kadar sırtında taşır. Cebinden evin anahtarını çıkarır, salondaki L tipi koltuÄŸun üzerine uzanmasına yardım eder. Sobayı yakar. MutfaÄŸa geçer. Yayla çorbası yapar. EÅŸi eve gelince de gönül rahatlığıyla kendi evine gider.

Bingöl kent olarak hiçbir öğretmeni Metin Altıok gibi baÄŸrına basmadı. O’nun cenazesinde tabutunu taşımak için, dostları Bingöl’den gittiler. O, halkının ÅŸairiydi. Ödülü de halkının yüreÄŸi oldu. Sade ve içten. Böyle sevgiler emeksiz ve bedelsiz kazanılmaz diye düşünüyorum.

GözyaÅŸlarıma asılı yüreÄŸime soruyorum: “ Biz toplum olarak yazılı eserler kadar canlı eserlerin anlamını ve önemini yeterince kavrayabildik mi?

Öğretmenimin yangınlarla kül olan bedenini sevgiyle kucaklıyorum, yangınlara yakışan yüreğin bizim yüreğimiz. Sen ki sancılar içinde büyüyen, acılarla dolu bu yaşamda; insanın en büyük zaferinin insanın kendini kazanmak olduğunu öğrettin bize.

Sevgili öğretmenim, kasette Sezen Aksu “ Kavakları” ı söylerken, elimde, “İpek ve Kılabtan” adlı kitabın var. –BİSMİŞAH- diyerek, doÄŸum günü mumlarını söndürüyorum.

İYİ Kİ DOÄžDUN ÖĞRETMENİM…


Bedriye KORKANKORKMAZ




14 Aralık 2016 Çarşamba / 2425 okunma



"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...