Bedriye KORKANKORKMAZ
Düşüncelerini eyleme geçirenin hayata kattığı anlamlı farktır: Michel Sieur Montaigne
Stefan Zweig’ın dilimize çevrilmiÅŸ tüm eserlerini okumaya özen gösteriyorum. İnsana verdiÄŸi üstün deÄŸer beni içten içe kuÅŸatıyor. Günümüz edebiyatında insanın unutulduÄŸunu düşünüyorum. OkuduÄŸum eserlerin birçoÄŸunda insanın derin açmazlarını, anlam arayışlarını, ekmek kavgalarını, ikili iliÅŸkilerin gelgitlerini tüm çıplaklığıyla hissedemiyorum içimde. Kendi açmazlarımı bana acımasızca anımsatan, güçlü sarsıntıları içimde hissettiren ve bu güce karşı koyabilme irademi sınayan eserleri okumaya ihtiyacım var. Can Yayınları arasından Ahmet Cemal’in çevirisiyle çıkan Stefan Zweig’ın Yarının Tarihi eserinde yer alan "Montaigne” denemesini okumak bu anlamıyla ÅŸans. Denemenin ustası Montaigne’i bir baÅŸka deneme ustası Zweig'ın anlatımıyla derinlemesine tanıma/ tanımlama ayrıcalığına sahip olmak oldukça önemli bir kazanım. Montaigne’in hepimizin düşünce dünyasında önemi büyüktür. İnsanın düşüncelerini eyleme geçirerek kendini gerçekleÅŸtirmesini saÄŸlayan düşünce dizgesi deÄŸilse nedir deneme? Hayattan beslenmeyen, yaÅŸadıklarının karşısında kendi önceliklerini savunmayanlar için, herhangi bir anlamı olmaz ustanın yazdıklarının/ savunduklarının. Büyük ustanın büyüklüğünü anlayabilmek için insanı hayatın neresine koyduÄŸuna bakmamız yeterli. İnsanın her koÅŸulda kendi ilkelerine sadık kalmasının zorluÄŸu ile zorunluluÄŸunu kimse ondan daha iyi anlatamamıştır bize. Her türlü kirli/ temiz ortamda (savaÅŸta ve barışta) kendi maneviyatını, ahlaki deÄŸerlerini, baÅŸkalarının güdümünden kurtaran üstadın düşüncelerine biçim veren yaÅŸamını derinlemesine anlamadan onun düşünce derinliÄŸinde kulaç atmanın mümkün olmayacağını düşündüm.
Michel Sieur Montaigne, soyadının şatafatı ile soyluluk armasını dedesine borçlu. 10 Ekim 1477'de Bordeaux başpiskoposundan Montaigne Şatosu'nu satın alır dede. Babası Pierre Eyquem, aileyi burjuva dünyasından soylular dünyasına, baba mesleğinden askerlik mesleğine taşır. Kral I.François ile birlikte İtalya seferine katılarak mesleğindeki ilerlemeler sonucu Sieur de Montaigne unvanıyla evine döner. Babasından miras kalan şatonun tadilatı yapılarak muhteşem bir yapıya çevrilir. Yeni yeni arazilerin eklendiği şato, düşüncenin ve düşünce özgürlüğünün de kalesi konumundadır ağırladığı konuklar nedeniyle.
Babası, kaybettiÄŸi iki kızının ardından dünyaya gelen oÄŸlunun her anlamda iyi eÄŸitilmesi için bilge dostlarının fikirlerini alır. Çocuk Montaigne doÄŸar doÄŸmaz ÅŸatosundan çok uzaklarda derebeylik sınırları içinde kalan küçük bir köyde yaÅŸayan yoksul bir oduncu ailesinin yanına verilir. OÄŸlunun sadeliÄŸi tanımasını, azla yetinmesini, halka/ halkın yaÅŸama koÅŸullarına yabancılaÅŸmamasını saÄŸlar baba. Zweig’ın babanın oÄŸlunu yetiÅŸtirme biçimine dair yorumu şöyle: “Montaigne, kendisini ana sütüyle birlikte bütün önyargılardan uzaklaÅŸtırmış olan babasına bunun için ömür boyu şükran duymuÅŸtur; oysa Balzac, onu kendi yanında tutacak yerde dört yaşına kadar bir jandarmanın ailesinin yanına vermiÅŸ oluÅŸundan ötürü annesini yaÅŸamının sonuna deÄŸin suçlamıştır (.s.151).
Çetin koşullarda üç yıl yaşayan oğlan baba ocağına döner. Üç yaşındaki oğlanın sağlıklı bir vücuda, sağlam bir iradeye, kültürlü bir ruha sahip olması hümanist kültürün derinliklerini ve inceliklerini öğrenmesiyle mümkündür. Oğlunun Latince öğrenmesine karar veren baba dudak uçuklatan rakamlar ödeyerek Alman bilginini evine getirtir. Fransızca konuşması yasaktır düşünürün oğluyla. Aile bireyleri dört yaşındaki çocukla konuşmak için Latince öğrenirler. Montaigne, Antik dünya dili Latinceyi öğrenmek pahasına altı yaşına kadar Fransızca konuşamaz.
Babaya hümanist danışmanlarının önerileri şu yöndedir:"Babamın yapması gereken, bilgiden ve görevlerimden, hiç zorlamaya gitmeksizin, özgür irademin ve isteğimin uyandırılması yoluyla tat alabilmemi sağlamaktı. Ruhum, her türlü katılıktan ve doğal sayılmayacak baskıdan, son derece yumuşak atmosferde ve mutlak bir özgürlük ortamında yüceltilmeliydi ( s.1539). Bu konudaki görüşlerini şöyle açıklıyor kendisi de:"Adam olabildiysem, bir anlamda kendi katkım bulunmaksızın, rastlantı sonucu ve sanki kendiliğinden olduğumu belirtmek isterim. Daha dizginlenemez bir yaradılışta olsaydım, korkarım sonum hiç de iyiye varmazdı" (s.154). "Bütünüyle kendisini odak noktası alan, kendini istediği gibi yönetmeye alışık, özgür bir ruhum var ( s.155).
Kendi özgür iradesine göre eğitilen düşünür düzenli olarak yeni şeyler öğrenmek zorunda bırakılır on üç yaşına kadar okuduğu Bordeaux Koleji'nde. Eğitim yuvalarında uygulanan eni konu sert disiplin sayesinde öğrencilerin akılları ile bilinçlerinin boş kaldığından yakınır. Baskı yuvasından kendi isteğiyle ayrılır. Özgürce edebi yapıtları okumak o dönemin kazanımıdır. Öğretmenlerinden biri daha sonra İskoçya tarihinde önemli rol oynayan George Buchanan, aynı zamanda önemli Latince tragedyaların yazarıdır. Denemenin ustası Latince tiyatro oyunlarında oyuncu olarak sahneye çıkar ve büyük başarı kazanır. On üç yaşından sonra da kendi kendisinin öğretmeni olur. Ailesi tarafından Paris ya da Toulouse'a hukuk okuması için gönderilir. Sadece iyi bir eğitim alması için eğitilen ünlü düşür ileriki yaşlarında diğer insanlar gibi iyi dans edememekten, şarkı söyleyememekten, herhangi bir müzik aletini çalamamaktan, iyi yüzememekten, iyi kılıç kullanamamaktan şikâyet eder.
1568’de babasının ölümü, hayatında yeni bir dönemin baÅŸlangıcı olur. Bundan sonra babasından kalan servetinin yönetimi ile aile sorumluluklarını üstlenir. İşleri kendini fazla zorlamadan yapar. Kızı dünyaya geldiÄŸinde ÅŸatonun ve diÄŸer servetlerin yönetimini damadına devretmeyi hayal eder. Babasının tutkuları onu hiç istekli olmadığı halde siyasetin içine iter. On beÅŸ yıl parlamentonun avam kamarasının üyeliÄŸini yapmasına karşın görevinde ilerleyemez. Yıllarca Chambre des Enquétes'nin onuncu üyesi olarak kalmaktan sıkıldığından Büyük Kamara'ya aday olur. Bu talebi kayınbabasının görevinden dolayı geri çevirilince ünlü düşünür politikaya veda eder. Bu bir anlamıyla onun kurtuluÅŸudur. 38 yaşında hayatını doÄŸru yaÅŸamaya karar verir. Üzerinde hâkimiyet kuran tüm görüş ve fikirlere, sorumluluklara, babasının dayatmalarına sırtını döner, sanata sığınır. Dış dünyadan kopuÅŸ yeniden doÄŸuÅŸun baÅŸlangıcıdır. Åžato içinde kendi kalesini kurar. Çocuklarından kaçının öldüğünü bile bilmediÄŸini itiraf eden düşünür kitaplarını odasına taşır, ÅŸatoda ailesinden ve her türlü gürültüden uzak on yıl yaÅŸar. Bu tür tedbirlere niçin ihtiyaç duyduÄŸunu söyle açıklar:"Çok kolay tedirginliÄŸe kapılabilen, hassas bir kalbim var. Kalbim herhangi bir ÅŸeyle meÅŸgulken, bir sineÄŸin vereceÄŸi rahatsızlık nedeniyle bile durabilir (s. 166–167). Ve krallığını ÅŸu sözlerle ilan eder: “Kitaplığım, benim krallığımdır ve burada mutlak bir kral gibi saltanat sürdürmeye çalışıyorum"(s.7).
Yazgının beklenmedik sürprizi elli yaşında kapısını çalar. Kendisinin katkısı olmaksızın, çoÄŸunluÄŸun onayıyla Bordeaux belediye baÅŸkanlığına seçilir. 1585’te ikinci Bordeaux belediye baÅŸkanlığı dönemi sona erdiÄŸinde Bordeaux’da patlak veren veba salgınından dolayı hemÅŸerilerini yüzüstü bırakarak kaçar. Onun dürüstlüğü hiçbir zaman bir kahraman gibi davranmadığı için kendisini de bir kahraman gibi tanıtmamasıdır. Tek uÄŸraşı ve sanatı yaÅŸamak olan Montaigne yaklaşık altı ay sonra ÅŸatosuna geri döner ve 1580 yılında denemelerini iki cilt olarak Bordeaux'da yayımlar. Daha sonraları ilk iki cilde üçüncü bir cilt ekler. Yazar olmanın büyüsüne o da kapılır. Hayat boyu kendisini tanımayı ve kendi doÄŸrularıyla yaÅŸamayı önemseyen düşünür, dünyanın onu tanımasını, yazdıklarının önemini kavramasını önemser. Yazdıklarını geniÅŸletme hevesi sayesinde yazdıklarıyla kendi portresini çizer. Tek farksa ilk yazdıkları çıplak Montaigne ise son yazdıkları kendisine yakışanı giyen Montaigne’dir. Onun yaÅŸama biçimi bulmak deÄŸil; aramaktır. Bu yüzden direkt belirli bir hedefe doÄŸru yönelmez. Kaskatı ideallerle iÅŸi yoktur. Panik de deÄŸildir. Serinkanlılıkla düşüncelerini kesinlikten uzak ifade etme biçimi aslında onun konuÅŸma biçimidir. Zweig da ustanın kiÅŸiliÄŸine dair ÅŸu tespiti yapar: “Bu nedenle Montaigne asla filozof deÄŸildir ya da en sevdiÄŸi düşünür olan Sokrates kadar filozoftur; onu sever çünkü Sokrates arkasında ne bir dogma, ne bir öğreti, ne yasa ne sistem bırakmıştır; kalan yalnızca insan Sokrates’tir; her ÅŸeyde kendini ve kendinde her ÅŸeyi arayan insanın ilk örneÄŸidir" (s. 174
Denemelerini yazarken ince eleyip sık dokumaz. Bilginin hizmetkârlığını da yapmaz. YaÅŸar. YaÅŸamaktır sanatı. Bu yüzden denemelerinin konusu da ben ile ben’in özü'dür. Bir ruh bilimci kadar kendisine karşı son derece dürüst olan düşünürün kiÅŸisel çıkmazlarını yazdıklarında aramak gerekir. Annesinin Yahudi kökünden geldiÄŸini saklamak adına annesinden tek kelime söz etmediÄŸi varsayılır. Bunun yanında ithafın dışında karısı ile kızından da yazdıklarından tek kelime söz etmemesi kadını önemli saymayan Antik ÇaÄŸ anlayışının izleridir. Yoksa evliliklerde erkeklerdense kadınların zaman zaman sevgili edinmelerini savunmazdı. AÅŸkı deÄŸil mantık evliliklerini savunan düşünürün uzun süren evliliklere dair düşünceleri ise şöyle: “Yüzyılımızda kadınlar kocalarına besledikleri iyi duyguları ve niyetleri o ölene deÄŸin söylememe alışkanlığındalar. YaÅŸamımız çekiÅŸmelerle dolu geçiyor; ölümüz ise bir sevgi ve ilgi çemberiyle sarılıyor diyor ve ekliyor: Dul kaldıktan sonra daha saÄŸlıklı olan evli kadınların sayısı az deÄŸildir ve saÄŸlıklı görünüş yalan söylemez"(s.188). Ömrünün sonralarına doÄŸru kızı yaşında Marie de Gournay'a âşık olur. Ölümünden sonra denemelerini basma iÅŸini sevgilisine bırakan düşünürün en önemli ÅŸansı dünyaya gözlerini açtığı çağın, bilginin bilgeliÄŸe dönüştüğü bir dönem olmasıdır. Bir yandan, Erasmus’un hümanizmayı dünya çapında yaymak için elinden geleni yapması diÄŸer yandan bilginlerin geliÅŸtirdikleri ortak dil olan Latince ve Yunancanın yardımıyla Platon ile Aristoteles'in bilgeliklerini Antik ÇaÄŸdan insanlığın hizmetine sunmalarıdır. Bilginin ve bilgeliÄŸin önündeki sınırlar aşılarak uluslararası insanlığın bilgelik/ bilgi ışığı altında toplanması saÄŸlanmıştır. Bilgelik ışığının altında toplananlardan birisidir. Rönesans ile hümanizmanın yarattığı düşünce özgürlüğünün yerini çok geçmeden din savaÅŸlarının barbarlıkları alır. Bu gerici baskının yarattığı gerileme insanlık tarihine ağır maliyetler yükler. Zweig da o döneme dair yaÅŸanılanları ve ünlü düşünürün yaÅŸamındaki trajediyi şöyle açıklar: "Hümanizmden canavarlığa uzanan bu korkunç gerilemeyi, insanlığın- tıpkı bugünkü gibi- büyük kitle çılgınlıklarından birini, bütün olup bitenleri ruh sarsıntıları içinde duyumsayarak ve uyanık kalarak, ama eli kolu baÄŸlı izlemek zorunda kalmak. Montaigne’in yaÅŸamının trajik yanı, iÅŸte budur (s.137–38). 1588'de hayatının sonlarına doÄŸru içinde yaÅŸadığı çağın hayatına nasıl yansıdığını şöyle ifade eder ünlü düşür:"Otuz yıldır içinde yaÅŸadığımız bu kargaÅŸada her Fransız, yazgısının her saat deÄŸiÅŸebileceÄŸi olasılığıyla karşı karşıya"( s. 139). Bu baskı çağından düşünürler hayatlarını ve ailelerini kurtarmak adına memleketlerinden uzaklara göçerler. Avrupa'da kılıçların hüküm sürdüğü bu dönemde insanlar her insanın hayalini kurduÄŸu, doÄŸup büyüdüğü topraklarında yaÅŸayabilecekleri yeni bir dünya kurma özlemleriyle hayata gözlerini yumarlar. İşte tam da bu ortamda, bu vahÅŸetin, bu kan gölünün içinde ünlü düşünürün dehasını mercek altına almak gerektiÄŸini düşünüyorum. Bu kanlı, bu kirli, bu vahÅŸet düzenini yönetenlerin kurbanı olmadan yaÅŸamayı baÅŸarmak ve kendi iradesini, beynini, saÄŸlığını, düşüncelerini, ruhunun inceliklerini baÅŸkalarının hizmetine sunmadan korumak; budur Montaigne dehası.
O, bize soyut sıfatlarla taltif edilmiÅŸ baÅŸarıların hiçliÄŸini öğretir. Bir insanın iç özgürlüğünü kazanmasının paha biçilmez deÄŸerinin farkına varmazı saÄŸlar. İnsanlığın özgürlüğüne verdiÄŸi önem /deÄŸer onu büyütür. Montaigne’in sıradan bir vatandaÅŸtan farkı yoktur. Bir vatandaÅŸ gibi çalışan, dini bütün bir Katolik… Onun büyüklüğü dış görüntüsünde deÄŸil; iç görüntüsünün ışıltılarını korumasındaki bilgeliÄŸinde saklıdır. Kendini iç dünyasına vermeye her an hazır olan bu adam kendini adamaya, ille de kullandırmaya razı deÄŸildir. Barbarlık çağında aklın yolundan ayrılmadan, insanlığı/ kendisini özgür kılmak için mücadele eder. Özgürlüğünden ödün vermemek için unvana/ÅŸana ulaÅŸmak için çaba sarf etmez. Gamsız, korkak, tabansız olarak adlandıranlara kulak asmaz. Kendi yaÅŸamını kendi kurallarına göre yaÅŸamak ve kendine verdiÄŸi sözü tutmak dışında kimseye baÄŸlı/ bağımlı deÄŸildir o. Eylem adamı gibi gözükmeyen Montaigne, aslında eylemlerin en zoru olan kiÅŸinin kendisiyle baÅŸlattığı savaÅŸtan kendisini kazarak çıkar. Bu iç göçü savaşçısının cephanesi kitaplar akıl ve özgür iradedir. Kimsenin göremediÄŸi ganimetlerin hükümdarının yaktığı düşün ve düşünce meÅŸalesi yıllarca yanar… Büyük düşünürler öldükten sonra ilkeleri ve düşünceleriyle kitleleri etkilerler. Karanlıklarımızı düşüncenin ışığıyla aydınlatan bir kurtarıcı olarak girer hayatımıza. Ellerimizden tutar, baÄŸrına basar, gözyaÅŸlarımızı siler acizliÄŸimizi küçümsemeden bize çıkış yollarını göstererek yeniden hayata dönmemizi saÄŸlar. Bu anlamıyla hayatseverliÄŸi bize bağışlayan bir azizdir. Okurun karşısına tıpkı Tanrı'nın karşısına çıkar gibi çıkar. Ne Senyör Montaigne ne Fransız kuralcı meclisinin üyesi, ne St. Michael niÅŸanı olan birisi ne de Bordeaux belediye baÅŸkanı. Cesaretiyle bizi silker. Bize dış dünyanın çirkinliklerini, kabalıklarını, zorbalıklarını, biz istersek içimize alabileceÄŸimizi anımsatır. Ciddiye aldığımız her ÅŸeyin batağına düşmekten kendimizi kurtaramayacağımızı, dünyaya biz kendimizden bir ÅŸeyler vermek istiyorsak verebileceÄŸimizi, aksi halde kimsenin bizden vermeyi istemediÄŸimiz hiçbir ÅŸeyi alamayacağı bilincini yaÅŸama sanatı haline getirmemizi öğütler bize. İşte bu bilinçle kendimizi yönettiÄŸimiz sürece kimsenin bizi yönetemeyeceÄŸini, kimsenin bizi üzemeyeceÄŸini, hayatla aramıza mesafe koyamayacağını, sadece ve sadece yaÅŸadıklarımıza karşı sorumlu olduÄŸumuzu kanıtlar. " Çünkü benim yargılarına boyun eÄŸdiÄŸim kendi yasalarım ve kendi mahkemem var" (s. 204).
13 Eylül 1592 yılında ölümsüzlüğe ulaşmak için ölen düşünürü varlığıyla yaşadıklarına anlam katmayı isteyen her insanın, değerlerin yozlaştırıldığı çağımızda bu bilinçle yazdıkları üzerinde düşünmesinin tam da sırası...
*Stefan Zweig. Yarının Tarihi. Çev. Ahmet Cemal. Can Yayınları. Sayfa: 133–205.
Bedriye KORKANKORKMAZ
"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...
Stefan Zweig’ın dilimize çevrilmiÅŸ tüm eserlerini okumaya özen gösteriyorum. İnsana verdiÄŸi üstün deÄŸer beni içten içe kuÅŸatıyor. Günümüz edebiyatında insanın unutulduÄŸunu düşünüyorum. OkuduÄŸum eserlerin birçoÄŸunda insanın derin açmazlarını, anlam arayışlarını, ekmek kavgalarını, ikili iliÅŸkilerin gelgitlerini tüm çıplaklığıyla hissedemiyorum içimde. Kendi açmazlarımı bana acımasızca anımsatan, güçlü sarsıntıları içimde hissettiren ve bu güce karşı koyabilme irademi sınayan eserleri okumaya ihtiyacım var. Can Yayınları arasından Ahmet Cemal’in çevirisiyle çıkan Stefan Zweig’ın Yarının Tarihi eserinde yer alan "Montaigne” denemesini okumak bu anlamıyla ÅŸans. Denemenin ustası Montaigne’i bir baÅŸka deneme ustası Zweig'ın anlatımıyla derinlemesine tanıma/ tanımlama ayrıcalığına sahip olmak oldukça önemli bir kazanım. Montaigne’in hepimizin düşünce dünyasında önemi büyüktür. İnsanın düşüncelerini eyleme geçirerek kendini gerçekleÅŸtirmesini saÄŸlayan düşünce dizgesi deÄŸilse nedir deneme? Hayattan beslenmeyen, yaÅŸadıklarının karşısında kendi önceliklerini savunmayanlar için, herhangi bir anlamı olmaz ustanın yazdıklarının/ savunduklarının. Büyük ustanın büyüklüğünü anlayabilmek için insanı hayatın neresine koyduÄŸuna bakmamız yeterli. İnsanın her koÅŸulda kendi ilkelerine sadık kalmasının zorluÄŸu ile zorunluluÄŸunu kimse ondan daha iyi anlatamamıştır bize. Her türlü kirli/ temiz ortamda (savaÅŸta ve barışta) kendi maneviyatını, ahlaki deÄŸerlerini, baÅŸkalarının güdümünden kurtaran üstadın düşüncelerine biçim veren yaÅŸamını derinlemesine anlamadan onun düşünce derinliÄŸinde kulaç atmanın mümkün olmayacağını düşündüm.
Michel Sieur Montaigne, soyadının şatafatı ile soyluluk armasını dedesine borçlu. 10 Ekim 1477'de Bordeaux başpiskoposundan Montaigne Şatosu'nu satın alır dede. Babası Pierre Eyquem, aileyi burjuva dünyasından soylular dünyasına, baba mesleğinden askerlik mesleğine taşır. Kral I.François ile birlikte İtalya seferine katılarak mesleğindeki ilerlemeler sonucu Sieur de Montaigne unvanıyla evine döner. Babasından miras kalan şatonun tadilatı yapılarak muhteşem bir yapıya çevrilir. Yeni yeni arazilerin eklendiği şato, düşüncenin ve düşünce özgürlüğünün de kalesi konumundadır ağırladığı konuklar nedeniyle.
Babası, kaybettiÄŸi iki kızının ardından dünyaya gelen oÄŸlunun her anlamda iyi eÄŸitilmesi için bilge dostlarının fikirlerini alır. Çocuk Montaigne doÄŸar doÄŸmaz ÅŸatosundan çok uzaklarda derebeylik sınırları içinde kalan küçük bir köyde yaÅŸayan yoksul bir oduncu ailesinin yanına verilir. OÄŸlunun sadeliÄŸi tanımasını, azla yetinmesini, halka/ halkın yaÅŸama koÅŸullarına yabancılaÅŸmamasını saÄŸlar baba. Zweig’ın babanın oÄŸlunu yetiÅŸtirme biçimine dair yorumu şöyle: “Montaigne, kendisini ana sütüyle birlikte bütün önyargılardan uzaklaÅŸtırmış olan babasına bunun için ömür boyu şükran duymuÅŸtur; oysa Balzac, onu kendi yanında tutacak yerde dört yaşına kadar bir jandarmanın ailesinin yanına vermiÅŸ oluÅŸundan ötürü annesini yaÅŸamının sonuna deÄŸin suçlamıştır (.s.151).
Çetin koşullarda üç yıl yaşayan oğlan baba ocağına döner. Üç yaşındaki oğlanın sağlıklı bir vücuda, sağlam bir iradeye, kültürlü bir ruha sahip olması hümanist kültürün derinliklerini ve inceliklerini öğrenmesiyle mümkündür. Oğlunun Latince öğrenmesine karar veren baba dudak uçuklatan rakamlar ödeyerek Alman bilginini evine getirtir. Fransızca konuşması yasaktır düşünürün oğluyla. Aile bireyleri dört yaşındaki çocukla konuşmak için Latince öğrenirler. Montaigne, Antik dünya dili Latinceyi öğrenmek pahasına altı yaşına kadar Fransızca konuşamaz.
Babaya hümanist danışmanlarının önerileri şu yöndedir:"Babamın yapması gereken, bilgiden ve görevlerimden, hiç zorlamaya gitmeksizin, özgür irademin ve isteğimin uyandırılması yoluyla tat alabilmemi sağlamaktı. Ruhum, her türlü katılıktan ve doğal sayılmayacak baskıdan, son derece yumuşak atmosferde ve mutlak bir özgürlük ortamında yüceltilmeliydi ( s.1539). Bu konudaki görüşlerini şöyle açıklıyor kendisi de:"Adam olabildiysem, bir anlamda kendi katkım bulunmaksızın, rastlantı sonucu ve sanki kendiliğinden olduğumu belirtmek isterim. Daha dizginlenemez bir yaradılışta olsaydım, korkarım sonum hiç de iyiye varmazdı" (s.154). "Bütünüyle kendisini odak noktası alan, kendini istediği gibi yönetmeye alışık, özgür bir ruhum var ( s.155).
Kendi özgür iradesine göre eğitilen düşünür düzenli olarak yeni şeyler öğrenmek zorunda bırakılır on üç yaşına kadar okuduğu Bordeaux Koleji'nde. Eğitim yuvalarında uygulanan eni konu sert disiplin sayesinde öğrencilerin akılları ile bilinçlerinin boş kaldığından yakınır. Baskı yuvasından kendi isteğiyle ayrılır. Özgürce edebi yapıtları okumak o dönemin kazanımıdır. Öğretmenlerinden biri daha sonra İskoçya tarihinde önemli rol oynayan George Buchanan, aynı zamanda önemli Latince tragedyaların yazarıdır. Denemenin ustası Latince tiyatro oyunlarında oyuncu olarak sahneye çıkar ve büyük başarı kazanır. On üç yaşından sonra da kendi kendisinin öğretmeni olur. Ailesi tarafından Paris ya da Toulouse'a hukuk okuması için gönderilir. Sadece iyi bir eğitim alması için eğitilen ünlü düşür ileriki yaşlarında diğer insanlar gibi iyi dans edememekten, şarkı söyleyememekten, herhangi bir müzik aletini çalamamaktan, iyi yüzememekten, iyi kılıç kullanamamaktan şikâyet eder.
1568’de babasının ölümü, hayatında yeni bir dönemin baÅŸlangıcı olur. Bundan sonra babasından kalan servetinin yönetimi ile aile sorumluluklarını üstlenir. İşleri kendini fazla zorlamadan yapar. Kızı dünyaya geldiÄŸinde ÅŸatonun ve diÄŸer servetlerin yönetimini damadına devretmeyi hayal eder. Babasının tutkuları onu hiç istekli olmadığı halde siyasetin içine iter. On beÅŸ yıl parlamentonun avam kamarasının üyeliÄŸini yapmasına karşın görevinde ilerleyemez. Yıllarca Chambre des Enquétes'nin onuncu üyesi olarak kalmaktan sıkıldığından Büyük Kamara'ya aday olur. Bu talebi kayınbabasının görevinden dolayı geri çevirilince ünlü düşünür politikaya veda eder. Bu bir anlamıyla onun kurtuluÅŸudur. 38 yaşında hayatını doÄŸru yaÅŸamaya karar verir. Üzerinde hâkimiyet kuran tüm görüş ve fikirlere, sorumluluklara, babasının dayatmalarına sırtını döner, sanata sığınır. Dış dünyadan kopuÅŸ yeniden doÄŸuÅŸun baÅŸlangıcıdır. Åžato içinde kendi kalesini kurar. Çocuklarından kaçının öldüğünü bile bilmediÄŸini itiraf eden düşünür kitaplarını odasına taşır, ÅŸatoda ailesinden ve her türlü gürültüden uzak on yıl yaÅŸar. Bu tür tedbirlere niçin ihtiyaç duyduÄŸunu söyle açıklar:"Çok kolay tedirginliÄŸe kapılabilen, hassas bir kalbim var. Kalbim herhangi bir ÅŸeyle meÅŸgulken, bir sineÄŸin vereceÄŸi rahatsızlık nedeniyle bile durabilir (s. 166–167). Ve krallığını ÅŸu sözlerle ilan eder: “Kitaplığım, benim krallığımdır ve burada mutlak bir kral gibi saltanat sürdürmeye çalışıyorum"(s.7).
Yazgının beklenmedik sürprizi elli yaşında kapısını çalar. Kendisinin katkısı olmaksızın, çoÄŸunluÄŸun onayıyla Bordeaux belediye baÅŸkanlığına seçilir. 1585’te ikinci Bordeaux belediye baÅŸkanlığı dönemi sona erdiÄŸinde Bordeaux’da patlak veren veba salgınından dolayı hemÅŸerilerini yüzüstü bırakarak kaçar. Onun dürüstlüğü hiçbir zaman bir kahraman gibi davranmadığı için kendisini de bir kahraman gibi tanıtmamasıdır. Tek uÄŸraşı ve sanatı yaÅŸamak olan Montaigne yaklaşık altı ay sonra ÅŸatosuna geri döner ve 1580 yılında denemelerini iki cilt olarak Bordeaux'da yayımlar. Daha sonraları ilk iki cilde üçüncü bir cilt ekler. Yazar olmanın büyüsüne o da kapılır. Hayat boyu kendisini tanımayı ve kendi doÄŸrularıyla yaÅŸamayı önemseyen düşünür, dünyanın onu tanımasını, yazdıklarının önemini kavramasını önemser. Yazdıklarını geniÅŸletme hevesi sayesinde yazdıklarıyla kendi portresini çizer. Tek farksa ilk yazdıkları çıplak Montaigne ise son yazdıkları kendisine yakışanı giyen Montaigne’dir. Onun yaÅŸama biçimi bulmak deÄŸil; aramaktır. Bu yüzden direkt belirli bir hedefe doÄŸru yönelmez. Kaskatı ideallerle iÅŸi yoktur. Panik de deÄŸildir. Serinkanlılıkla düşüncelerini kesinlikten uzak ifade etme biçimi aslında onun konuÅŸma biçimidir. Zweig da ustanın kiÅŸiliÄŸine dair ÅŸu tespiti yapar: “Bu nedenle Montaigne asla filozof deÄŸildir ya da en sevdiÄŸi düşünür olan Sokrates kadar filozoftur; onu sever çünkü Sokrates arkasında ne bir dogma, ne bir öğreti, ne yasa ne sistem bırakmıştır; kalan yalnızca insan Sokrates’tir; her ÅŸeyde kendini ve kendinde her ÅŸeyi arayan insanın ilk örneÄŸidir" (s. 174
Denemelerini yazarken ince eleyip sık dokumaz. Bilginin hizmetkârlığını da yapmaz. YaÅŸar. YaÅŸamaktır sanatı. Bu yüzden denemelerinin konusu da ben ile ben’in özü'dür. Bir ruh bilimci kadar kendisine karşı son derece dürüst olan düşünürün kiÅŸisel çıkmazlarını yazdıklarında aramak gerekir. Annesinin Yahudi kökünden geldiÄŸini saklamak adına annesinden tek kelime söz etmediÄŸi varsayılır. Bunun yanında ithafın dışında karısı ile kızından da yazdıklarından tek kelime söz etmemesi kadını önemli saymayan Antik ÇaÄŸ anlayışının izleridir. Yoksa evliliklerde erkeklerdense kadınların zaman zaman sevgili edinmelerini savunmazdı. AÅŸkı deÄŸil mantık evliliklerini savunan düşünürün uzun süren evliliklere dair düşünceleri ise şöyle: “Yüzyılımızda kadınlar kocalarına besledikleri iyi duyguları ve niyetleri o ölene deÄŸin söylememe alışkanlığındalar. YaÅŸamımız çekiÅŸmelerle dolu geçiyor; ölümüz ise bir sevgi ve ilgi çemberiyle sarılıyor diyor ve ekliyor: Dul kaldıktan sonra daha saÄŸlıklı olan evli kadınların sayısı az deÄŸildir ve saÄŸlıklı görünüş yalan söylemez"(s.188). Ömrünün sonralarına doÄŸru kızı yaşında Marie de Gournay'a âşık olur. Ölümünden sonra denemelerini basma iÅŸini sevgilisine bırakan düşünürün en önemli ÅŸansı dünyaya gözlerini açtığı çağın, bilginin bilgeliÄŸe dönüştüğü bir dönem olmasıdır. Bir yandan, Erasmus’un hümanizmayı dünya çapında yaymak için elinden geleni yapması diÄŸer yandan bilginlerin geliÅŸtirdikleri ortak dil olan Latince ve Yunancanın yardımıyla Platon ile Aristoteles'in bilgeliklerini Antik ÇaÄŸdan insanlığın hizmetine sunmalarıdır. Bilginin ve bilgeliÄŸin önündeki sınırlar aşılarak uluslararası insanlığın bilgelik/ bilgi ışığı altında toplanması saÄŸlanmıştır. Bilgelik ışığının altında toplananlardan birisidir. Rönesans ile hümanizmanın yarattığı düşünce özgürlüğünün yerini çok geçmeden din savaÅŸlarının barbarlıkları alır. Bu gerici baskının yarattığı gerileme insanlık tarihine ağır maliyetler yükler. Zweig da o döneme dair yaÅŸanılanları ve ünlü düşünürün yaÅŸamındaki trajediyi şöyle açıklar: "Hümanizmden canavarlığa uzanan bu korkunç gerilemeyi, insanlığın- tıpkı bugünkü gibi- büyük kitle çılgınlıklarından birini, bütün olup bitenleri ruh sarsıntıları içinde duyumsayarak ve uyanık kalarak, ama eli kolu baÄŸlı izlemek zorunda kalmak. Montaigne’in yaÅŸamının trajik yanı, iÅŸte budur (s.137–38). 1588'de hayatının sonlarına doÄŸru içinde yaÅŸadığı çağın hayatına nasıl yansıdığını şöyle ifade eder ünlü düşür:"Otuz yıldır içinde yaÅŸadığımız bu kargaÅŸada her Fransız, yazgısının her saat deÄŸiÅŸebileceÄŸi olasılığıyla karşı karşıya"( s. 139). Bu baskı çağından düşünürler hayatlarını ve ailelerini kurtarmak adına memleketlerinden uzaklara göçerler. Avrupa'da kılıçların hüküm sürdüğü bu dönemde insanlar her insanın hayalini kurduÄŸu, doÄŸup büyüdüğü topraklarında yaÅŸayabilecekleri yeni bir dünya kurma özlemleriyle hayata gözlerini yumarlar. İşte tam da bu ortamda, bu vahÅŸetin, bu kan gölünün içinde ünlü düşünürün dehasını mercek altına almak gerektiÄŸini düşünüyorum. Bu kanlı, bu kirli, bu vahÅŸet düzenini yönetenlerin kurbanı olmadan yaÅŸamayı baÅŸarmak ve kendi iradesini, beynini, saÄŸlığını, düşüncelerini, ruhunun inceliklerini baÅŸkalarının hizmetine sunmadan korumak; budur Montaigne dehası.
O, bize soyut sıfatlarla taltif edilmiÅŸ baÅŸarıların hiçliÄŸini öğretir. Bir insanın iç özgürlüğünü kazanmasının paha biçilmez deÄŸerinin farkına varmazı saÄŸlar. İnsanlığın özgürlüğüne verdiÄŸi önem /deÄŸer onu büyütür. Montaigne’in sıradan bir vatandaÅŸtan farkı yoktur. Bir vatandaÅŸ gibi çalışan, dini bütün bir Katolik… Onun büyüklüğü dış görüntüsünde deÄŸil; iç görüntüsünün ışıltılarını korumasındaki bilgeliÄŸinde saklıdır. Kendini iç dünyasına vermeye her an hazır olan bu adam kendini adamaya, ille de kullandırmaya razı deÄŸildir. Barbarlık çağında aklın yolundan ayrılmadan, insanlığı/ kendisini özgür kılmak için mücadele eder. Özgürlüğünden ödün vermemek için unvana/ÅŸana ulaÅŸmak için çaba sarf etmez. Gamsız, korkak, tabansız olarak adlandıranlara kulak asmaz. Kendi yaÅŸamını kendi kurallarına göre yaÅŸamak ve kendine verdiÄŸi sözü tutmak dışında kimseye baÄŸlı/ bağımlı deÄŸildir o. Eylem adamı gibi gözükmeyen Montaigne, aslında eylemlerin en zoru olan kiÅŸinin kendisiyle baÅŸlattığı savaÅŸtan kendisini kazarak çıkar. Bu iç göçü savaşçısının cephanesi kitaplar akıl ve özgür iradedir. Kimsenin göremediÄŸi ganimetlerin hükümdarının yaktığı düşün ve düşünce meÅŸalesi yıllarca yanar… Büyük düşünürler öldükten sonra ilkeleri ve düşünceleriyle kitleleri etkilerler. Karanlıklarımızı düşüncenin ışığıyla aydınlatan bir kurtarıcı olarak girer hayatımıza. Ellerimizden tutar, baÄŸrına basar, gözyaÅŸlarımızı siler acizliÄŸimizi küçümsemeden bize çıkış yollarını göstererek yeniden hayata dönmemizi saÄŸlar. Bu anlamıyla hayatseverliÄŸi bize bağışlayan bir azizdir. Okurun karşısına tıpkı Tanrı'nın karşısına çıkar gibi çıkar. Ne Senyör Montaigne ne Fransız kuralcı meclisinin üyesi, ne St. Michael niÅŸanı olan birisi ne de Bordeaux belediye baÅŸkanı. Cesaretiyle bizi silker. Bize dış dünyanın çirkinliklerini, kabalıklarını, zorbalıklarını, biz istersek içimize alabileceÄŸimizi anımsatır. Ciddiye aldığımız her ÅŸeyin batağına düşmekten kendimizi kurtaramayacağımızı, dünyaya biz kendimizden bir ÅŸeyler vermek istiyorsak verebileceÄŸimizi, aksi halde kimsenin bizden vermeyi istemediÄŸimiz hiçbir ÅŸeyi alamayacağı bilincini yaÅŸama sanatı haline getirmemizi öğütler bize. İşte bu bilinçle kendimizi yönettiÄŸimiz sürece kimsenin bizi yönetemeyeceÄŸini, kimsenin bizi üzemeyeceÄŸini, hayatla aramıza mesafe koyamayacağını, sadece ve sadece yaÅŸadıklarımıza karşı sorumlu olduÄŸumuzu kanıtlar. " Çünkü benim yargılarına boyun eÄŸdiÄŸim kendi yasalarım ve kendi mahkemem var" (s. 204).
13 Eylül 1592 yılında ölümsüzlüğe ulaşmak için ölen düşünürü varlığıyla yaşadıklarına anlam katmayı isteyen her insanın, değerlerin yozlaştırıldığı çağımızda bu bilinçle yazdıkları üzerinde düşünmesinin tam da sırası...
*Stefan Zweig. Yarının Tarihi. Çev. Ahmet Cemal. Can Yayınları. Sayfa: 133–205.
Bedriye KORKANKORKMAZ
"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...
