Komediyi İnsanlığa Kazandıran Dahi: Moliére / Bedriye KORKANKORKMAZ
Bedriye KORKANKORKMAZ

Bedriye KORKANKORKMAZ

Komediyi İnsanlığa Kazandıran Dahi: Moliére



Ömrün merdiveninde oturuyorum. Rüzgârın esintileri yanaklarımı okşuyor, yaşlılık korkumsa karşımda duruyor. Hayatın dram bölümüne kayıt olduğum günü anımsıyorum. İddialı idealleri olan altı yaşında bir çocuktum. İdealist olmayı ideolojim olarak benimsiyordum. Çocukluğun büyülü dünyasına sırtımı dönüyor, büyüklerin riyakârlıklarını yüzlerine haykırmayı yaşama nedenim olarak algılıyordum. O yaşta gözümü oyuncaklara değil de evine ekmek götürmeyenlerin umarsızlıklarına dikiyor, hayatın hüzünlü yüzünü okşuyordum. İnsanlar kendi derdine bense insanlığın derdine âşıktım. Düşünce kırışıklıklarıyla doluydu yüzüm. Altı yaşında vedalaştığım çocukluğuma şimdi kavuşabilir miyim? Aynı ringde karşılaşan ağır sıklet boks şampiyonuyuz onunla. Sevgimizin birbirimiz için önemini yitirmesi ağrıma gidiyor. Beni merhametle değil, beklentiyle karşılayan çocukluğum vicdan azabı çekmemi istiyor. Onun ruhunu kazanmak için gururumu incitmem gerekiyor. Çocukluğum, affetmekle küçümsemeyi birbirine karıştırıyor. Beni af etmiyorsa küçümsememeli, anlamıyorsa yadırgamamalı diye düşünüyorum. Beni olgunlaştıran yaşamışlıklarımın onu çocuklaştırmasına seviniyorum. Karşılıklı olarak birbirimizin içine yeniden doğmalıyız gerçek doğuşu gerçekleştirmek için. Aynı bedende birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi birbirimize söyleyemiyor ve birbirimizi sevmekten korkuyoruz. Birbirimizle karşılaşmamak için yollarımızı ayırıyor sözcükleri de babadan kalma miras gibi aramızda bölüşüyoruz. Ağarmış saçlarını okşamayı istediğimi, onu değerleriyle sevdiğimi, nasıl yaşamam gerektiğini öğrenmek için onu terk ettiğimi, kim olduğumu hâlâ bilmediğimi, kendimi yaşadıklarımla sınarken aynaya baktığımı, duygularımı ifade edecek doğru kelimeleri bulamadığımı, kalan günlerimi onunla geçirmek istediğimi bilmesini istiyorum. Çocukluğunu sonradan hayatıma dâhil etmenin güneşe çıkmak, vicdan azabı çekmek, gülmeyi/ konuşmayı/ ağlamayı ve utanmayı yeniden öğrenmek olduğunu hangi sözcüklerle anlatmalıyım ona. Şaşkınlığın içimde yarattığı dehşet içinde çırpınıyorum. Yanıma oturan ve elleriyle yanaklarıma gülümseme konduran adamı fark ettiğimde acım korkudan daha büyük olduğu için adamdan korkmuyorum. O an içimdeki yaraların gözlerini dünyaya açmış bebekler gibi korunmasız olduğunu, yıllardır kapısını açmadığım çocuk odamın kapısını açtığımı ve her biri kendi gerçeğinde birer hayalete dönüşmüş olan düş kırıklıklarının üzerime yağdığını hissediyorum. Başımı yanımda oturan adamın omzuna yaslıyorum içgüdüsel olarak. Zamanın sessizliğe kilitlenmesini istiyorum. Dileğimin gerçekleşmediğini adamın sesi kulaklarımda çınladığında anlıyorum.

“Gülmek güneÅŸe çıkmaktır" ÅŸiirini bitirmelisin. Gülmeyi ben de senin gibi dramdan öğreniyordum. Dramın derinliklerinde emeklemeden gülenler kahkaha atmanın gülmek olduÄŸunu sanıyor. Dışından gülmekle içinden gülmek bir mi? ÇocukluÄŸunla yaptığın sohbete kulak misafiri oldum. Kendini yargılamanı da kendine dürüst davranmanı da önemsiyorum. Bu süreçleri sorguladığın için ÅŸanslısın. Yüzündeki fiyonga benzeyen gülümsemen kronik yaralı gülümseme kategorisine giriyor. Gülmek de doÄŸuyor, yaşıyor ve ölüyor. Moliére olarak ne tanışma ne de vedalaÅŸma faslını sevmiyorum. Senin gibi ben de içime sığmadığım anlarda baÅŸka ruhlara sığınıyorum.”

" Sevgili Moliére, ÅŸaÅŸkınlığımı ve ruhsal yorgunluÄŸumu bağışla. Gözlerimi açacak gücü bulamıyorum kendimde. İnsanı bir bütün olarak tamamlayan doÄŸum mu, ölüm müdür? sorusuyla aylardır cebelleÅŸiyorum. Dilimize çevrilen oyunlarını okudum. Birbiriyle bütünleÅŸen ruhumuzun hatırına kendi sesinden yaÅŸam/sanat serüveni benimle paylaşır mısın? Anlatımların benim yaÅŸam/sanatımla iliÅŸkimin ne türden bir iliÅŸki olduÄŸunu kanıtlayacağı için oldukça önemli.”

" Düşünen ve düş gören ruhlar yorgundur. Anlattıklarım yazdıklarınla arandaki iliÅŸkinin fotoÄŸrafını çekecekse çocukluÄŸumdan baÅŸlayarak hayat/sanat serüvenime birlikte yolculuk edelim seninle. Kral XIV. Louis’nin döşeme ustası olan Jean Poquelin’in oÄŸlu olarak dünyaya gözlerimi 15 Ocak 1922'de açıyorum. Jean Baptiste Poquelin adını veriyorlar bana. Sevgili annemi on yaşımda kaybediyorum. Yeniden evlenen babam kendi mesleÄŸini idame ettirmemi istiyor benden. 1640 yılına kadar Clermont Koleji’nde okuyorum. Ünlü filozof Gassendi'nin derslerine katılmam düşünce ufkumu açıyor. Orléans'da okuduÄŸum hukukun akabinde avukatlık yapıyorum bir süre. Aktör olmak istediÄŸim için, yaptığım iÅŸleri bırakıyorum. Tanınmış Béjart KardeÅŸlerle birlikte kurduÄŸumuz Illustre- Theatre adlı bir tiyatro topluluÄŸu kuruyorum; Moliere’i de sahne adım olarak benimsiyorum. İki ada sahiptim ve hayatımın parçalı bulutlu olacağını biliyordum. SergilediÄŸim ilk oyunlar ilgiyle karşılanmayınca tiyatronun masraflarını ödemediÄŸim için hapse giriyorum ve hapisten çıktığımda Paris' i terk ediyorum. Ekibimle birlikte on üç yıl taÅŸrada deÄŸiÅŸik oyunlar sergiliyoruz. Paris'in dışında da bir hayat olduÄŸunu öğreniyorum. Düşünce/ duygularım olgunlaşıyor. Tanık olduklarımı yazmak ve yazdıklarımı oyunlaÅŸtırmak istiyorum.

Farce’nin akabinde “Hekim Uçtu” “Soytarının Kıskançlığı”nı dram olarak, komedya olarak da “Küskün Âşıkları” yazmıştım. Tiyatro insanın kendisiyle yaptığı sohbettir. Duygularımla konuÅŸmayı tiyatroyla ilgilenmeye baÅŸladığımda öğreniyordum. Yazdıklarını sahnelemek insanın kendi çocuÄŸunu kucağına almasından daha büyük mucizedir. Bu mucizeyi senin de yaÅŸamanı çok istiyorum.”

"KonuÅŸmaya takati olmayan biri olarak bugün yaÅŸadığım en büyük mucize senin dostluÄŸundur. Paris'e ne zaman geri döndün? Dramdan komediye yönelmeni neye borçlusun? Komedi dünyasına adımını hangi oyunla atıyorsun? Sanat mucizeni gerçekleÅŸtirdiÄŸinde kaç yaşındaydın?”

"Yıllarla senin kadar iÅŸim olmuyor benim. 36 yaşımda Paris'e geri dönüyordum. Onsieur Tiyatrosu’nu himayeme alıyordum. 24 Ekim 1658’de Louvre Sarayı'nda Corneille'in Nicomédes”ini oynuyordum Kral XIV. Louis karşısında. Hayatı baÅŸtanbaÅŸa kuÅŸatan dramın üstesinden ancak mizahın geleceÄŸini kavramam beni komedi yazarlığına yönlendiriyordu. Bir yıl sonra ilk önemli komedim İtalyan tarzı bir perdelik oyun olan “Le Docteuramoureux [Âşık Doktoru]”la komedi dünyasına adımımı atıyordum. Bu eserle tiyatroya hükmeden gezginci tiyatro anlayışla göbek bağımı koparıyordum. Kendi deÄŸerlerim ile hayat duruÅŸumu oyunlarımda ölümsüzleÅŸtiren muhalif komedi anlayışını yaÅŸama nedenim olarak benimsiyordum. 1943’te yazdığım “Gülünç Kibarlar”, komedi anlayışımın bir nevi manifestosudur. Kendi deÄŸerlerine sırtını dönen ve sosyetenin budala kibarlıklarına özenen iki taÅŸralı genç kızın iç dünyasına yolculuk ediyordum. Toplumsal kurallar altında gizlenen yüzeysel kibarlığın gerçekte nasıl bir komedi olduÄŸunu kanıtlıyordum. 1661’de Kral, ekibimle birlikte Kardinal’in tiyatro binası olarak yaptırdığı Kraliyet Sarayı olarak da anılan Palais Royal’deki salona yerleÅŸmeme izin veriyordu. Sanat mucizesini gerçekleÅŸtireceÄŸi alanı bulan bir sanatçıyı ölümün dışında kimse durduramaz. Dört yıl sonra tiyatro salonu yıkıldığında kral ekibimle bana baÅŸka bir tiyatro salonu tahsis ediyordu. Dünya tiyatrosuna bir güneÅŸ gibi doÄŸmamda kralın beni desteklemesinin hatırı sayılır katkısı oldu. Sanatta/tiyatroda destek almadan kendini kabul ettirmenin istisna olduÄŸunu düşünüyorum.”

“AÅŸka tiyatroya hükmettiÄŸin gibi hükmettin mi? Bir sanatçının yaÅŸadıklarının eserleri üzerindeki etkileri nelerdir sana göre? EvliliÄŸinde ÅŸanslı olanlardan mısın? Kaç çocuÄŸun oldu?”

“Sevgili Bedriye, herkes gibi ben de aÅŸkta almam gereken yaraları alıyordum. YaÅŸadıklarımızın bir adaleti varsa o da bir insanı her yönde ihya etmemesidir. Ben ne sanata ne de aÅŸka hükmettiÄŸimi düşünmüyorum. AÅŸktan aldığım yaraları oyunlarımla sarıyordum. YaÅŸadıklarımı yazıyor/oynuyordum. Oyunlarımı yaÅŸadıklarımın haritası olarak algılayabilirsin. Bizler yapıtların ölümsüzlüğüne sığınıyoruz. Evlilikte ÅŸanslı olanlardan deÄŸildim. Hayatıma giren kadınların içinde Armande Bejart’la 20 Åžubat 1662’de ile evleniyordum aramızdaki yaÅŸ farkının neden olduÄŸu dedikoduları önemsemeden. Serbest yetiÅŸen eÅŸim evliliÄŸin sorumluluÄŸundan, sevgiden, en önemlisi de sadakatten bihaberdi. Evlilik olgunlaÅŸtırıyordu insanı. YaÅŸamak ile oynamak arasındaki farkı da evliliÄŸimden öğreniyordum aldatılmış bir koca olarak. EÅŸim yaptıklarından dolayı utanmıyor, vicdan azabı çekmiyordu. Katıksız yalnızlık; katıksız kimsesizlik ve katıksız kendine yabancılaÅŸma böyle bir ÅŸey olmalıydı. Ona acıdığım için ihanetlerini bağışlıyordum; çünkü bana deÄŸil, ‘kendisine’ ihanet ediyordu. Kendimi sınıyor muydum; yoksa kazanıyor muydum bilmiyordum. İnsan katlanamadıklarına katlanarak büyüyor ve hayal kırıklıklarını/ umutsuzluÄŸunu cesaretle taşıyor. EÅŸimle aynı evde; fakat ayrı dünyalarda yaşıyorduk. Duygunun duygularını terbiye ettiÄŸi insanlar aşırı duygusallaÅŸmadığı için acınası haline benim kadar aldırmıyordu. Acılarını göstermeyen her insan içinde haÅŸindir. Komedya, acılarının üstüne çıkanların sığınağıdır. Oyunlarımla izleyiciyi etkiliyor ama eÅŸimi etkileyemiyordum. Benim komedim de içine düştüğüm maskaralıktı. Oyunlarım aracılığıyla eÅŸime incinen duygularımı anlatıyordum. “Kocalar Mektebi” ile “Kadınlar Mektebi”ni yazıyordum. “Kadınlar Mektebi” oyunum toplumun tabulaÅŸtırdığı deÄŸerleri ayakta alkışlamadığım için tepkiyle karşılanıyordu. Oyunda âşık olacağı deÄŸil, hükmedeceÄŸi niteliklere sahip bir kadınla evlenen adamın sonradan eÅŸine âşık olmasını iÅŸliyordum. Planlı/ programlı evlenen bir erkeÄŸin duyguları söz konusu olduÄŸunda içine düştüğü hal aynı zamanda dramın ÅŸahlandığı andır. Oyun üzerindeki eleÅŸtirileri yanıtlamak için “Kadınlar Mektebi Tenkidi” sahneliyordum. Tepkiler tiyatroda düşman kazanacak kadar etkili olduÄŸumu kanıtlıyordu bana. Düşmanlarımın sanat anlayışını yermek için “ Versailles Tulûatı’ı yazıyordum. Kralın maddi/ manevi katkıları sürüyordu bana. Åžubat 1964’te ilk oÄŸlum dünyaya gözlerini açtı. Toplamda iki oÄŸlum bir kızım oldu. OÄŸullarımı çocuk yaÅŸta kaybettim. Kızım geç evlendiÄŸi için çocuÄŸu olmadı. Bir yandan “Zorla Evlenmeyi” sergiliyor, diÄŸer yandan sarayda düzenlenen balolar için benden istenen oyunları yazıyordum. Din büyükleri, kral /kraliçeyi baÅŸyapıtım olan üç perdelik “Tartuffe” oyunumun dini deÄŸerleri aÅŸağıladığına inandırdıkları için oyunum yasaklanıyordu. Yasaklanan oyunumun öcünü almak için Don Juan oyunumu yazıyor/ oynuyordum. Don Juan, benim karakterimdi. Ateist Don Juan, aristokrattı. Topluma karşı sorumluk duymayan ama toplumun kendisine karşı yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirmesini utanmadan talep eden tipik bir ÅŸarlatandı. UÅŸağı ile farklı dünyaları olan Don Juan’ın, dinsizliÄŸi yüzünden cehenneme gönderilme süreci sona erdiÄŸinde izleyici tabulaÅŸtırılan kavramlar adı altında kendisiyle alay eden riyakârların iÄŸrençliklerini gülerek izliyordu. “Sevda Hekimi” ile “Misanthrope”u yazdım. “Zoraki Hekim”de tiyatro anlayışım deÄŸiÅŸiyordu; çünkü diÄŸer oyunlarımda sergilediÄŸim tipleri yeni oyunlarıma almayacaktım. Olumsuzluklara dayanmıyor; meydan okuyordum. Entrika sayesinde Tartuffe’ü sergiliyordum. Paris BaÅŸpiskoposu eserimi izleyenlerin, okuyanların… aforoz edileceÄŸini ilan edince ben de daha fazla oyun yazmak için bir süre tiyatroya ara veriyordum. Düzyazı biçiminde ÅŸiir akıcılığıyla yazdığım Cimri’yi sahneledim. İzleyicinin beÄŸenmediÄŸi oyunumda komedinin kalıplarını ters yüz ediyordum. Karakterlerimin kendileriyle çeliÅŸen kiÅŸiliklerini riyakârlığa duyumsadığım gaddarlıkla sahnede aÅŸağılıyordum. Oyunda cimriliÄŸin altında yatan para tutkusunun insanı içine düşürdüğü patolojik bir yalnızlığı mercek altına alıyordum. Tiyatro dünyası benimle birlikte ruhların dünyasına giriyordu. KiÅŸilik analizleri yapmayan bir sanat eserinin topluma katacağı artı bir deÄŸeri olacağını düşünüyor musun? Hayatın tabular karşısında kazanmasını istiyordum. Bir sanatçıyı sanat dehasından çok cesaretinin ölümsüzleÅŸtirdiÄŸine inanıyorum. 1937’de sahnelediÄŸim “Kibarlık Budalası”yla kendim gibi seyirciyi de mutlu ediyordum. Sevimli güldürümün kahramanı, kendisini soylular karşısında yükselten deÄŸerlerinden orta sınıfa mensup olduÄŸu için utanan ve sınıf atlamak isteyen Jourdain’ın dramına tanık oluyordu izleyici.

Kral yasaklanan Tartuffe’nin sergilenmesi için izin verdi. Din tacirleri/ yüzsüz softaları eleÅŸtirdiÄŸim Tartuffe’i 5 Åžubat 1669’da sahneliyordum. İlgiyle karşılanan ‘Tartuffe’nin Fransız diline ikiyüzlünün tanımı olarak girmesi seyircinin bana verdiÄŸi en büyük ödüldür. “Kibarlık Budalası” “Bilgiç Kadınlar” ile “Hastalık Hastası”nı yazıp oynuyordum arka arkasına. “Hastalık Hastası” oyunumla hekimlere hem takılmak hem de öcümü almak istiyordum; çünkü çok hastaydım. Benim gibiler acılarının avcısı oldukları için onlardan baÅŸka kimse avlayamıyor acılarını. Ne acıları ne de mutluluÄŸu kutsallaÅŸtırmamak gerekiyor. Bir sanatçı sınıfları /sınırları deÄŸil, gülmeyi kutsamalı. MutsuzluÄŸu çaresiz bir hastalığa benzetiyordum. İnsanlara kederlerini unutturmayı ibadet olarak algılıyordum. İnsan düşünce/ruh ve bedenden oluÅŸan bir varlıktır. İnsanlığı kollamanın olmazsa olmazı da düşündüklerinle olumsuzluklara karşı koyma gücüdür. İnsanlığı düşünce gücümle korumak için hastalığıma baÅŸkaldırarak baÅŸrol oynadım; oyun bittikten sonra 17 Åžubat1673’te ben de hayata gözlerimi yumdum. Öldüğümde kiliseyle barışmadığım ve de takdis edilmediÄŸim için Hıristiyan Mezarlığı’na gömülmem izin verilmiyordu. Ölüm umarsızlığın tanımı olduÄŸundan eÅŸim krala yalvarıyor cenazemin Hıristiyan Mezarlığı’na gömülmesi için. Kralın desteÄŸiyle gecenin karanlığında birkaç papaz tarafından cenazem Saint-Eustache Mezarlığı’na törensiz/ dostsuz defnediliyordu. Ben ölmüştüm ama oyunlarım sahnede yaşıyordu. Ölümüm akabinde kral Paris’te bulunan üç tiyatroyu birleÅŸtiriyor Comédie Française adı altında. Ölümle kızıma /eÅŸime oldukça yüklü bir miras bırakıyordum.”

“Moliére Baba, senin sıradışı kiÅŸiliÄŸin üzerinde de konuÅŸmak istiyorum. Moliére nasıl bir insandır. Oyunlarında iÅŸlediÄŸin konuları tek tek irdelediÄŸimde kızgın/ kırgın insan yanını algılamakta zorlanmadım. İncinmiÅŸ/ incitmiÅŸ bir insan olarak baktığın aynada tepeden tırnaÄŸa isteklerini gerçekleÅŸtirmiÅŸ bir ‘insan’ görüyor musun?”

“Sana göbek adın olan Songül’le seslenmek istiyorum. Songülcüğüm, oyuncu yazar olmam yazdıklarıma bakışımı etkiliyordu. Karakterlerimin her biri benim ve çalışma arkadaÅŸlarımın kendimle/kendileriyle çeliÅŸen/ çatışan yanları yansıtıyordu. Ne ısmarlama yaşıyordum ne de ısmarlama tipler yaratıyordum. KiÅŸilik özelliklerimi karakterlerim arasında bölüşüyordum. Benim gibi çok çabuk sinirleniyor, aldatılıyor, sefa içinde yaÅŸayan burjuva oluyorlardı… Sahnede kendimi kendimle karşı karşıya getiriyor ve riyakârlığımı karakterim aracılığıyla izleyiciye ÅŸikâyet ediyordum. Ezilenlere karşı merhametliydim; ama düşüncelerimi savunurken haÅŸin/ cesurdum. YaÅŸadıklarımın gizine ermek istediÄŸim anlarda beynimde çalan teneffüs zili bana ÅŸunu soruyordu: insan riyakârlığını sahnelemekle kendini aklamış olur mu? Hatalarımla alay etme olgunluÄŸunun vicdanımı huzura erdireceÄŸini düşünüyordum. Gerçekte ise ihaneti içinde öğüten bir mekanizma yoktur. Gördüklerimi/ duyduklarımı ve katlandıklarımı toplayıp acılarıma bölersen ortaya çıplak insan Moliére çıkar. KiÅŸiliÄŸim ile yaÅŸadıklarımı oyunlarıma emanet ettim. Oyunlarımın her biri yaÅŸadıklarıyla kendisini gerçekleÅŸtirdiÄŸimin kanıtlarıdır. İçimi acıtıyor yazdıklarımda ne kadar kendimsem yaÅŸadıklarımda da o kadar kendi gerçeÄŸimden uzak oluÅŸum.

“Sevgili Dostum, dünyanın dengesini dengesizliklerin oluÅŸturduÄŸunu düşünüyorum. İblisler, azizler, düşünürler, peygamberler, ateistler, yalancılar, dürüstler… koca bir model gibi yan yana duruyor ve gerektiÄŸinde iç içe geçiyorlar. Algılarımız/ duygularımız köreldiÄŸi için göremiyoruz iç içe geçmiÅŸ olan bu türden hayat gerçekliÄŸini. Soruyorum sana: Bir sanatçı bencil olmalı mı? Fransız sanatı senin döneminde nasıl bir süreçten geçiyordu? Sanat yapma anlayışın /sanat üslubun hakkında neler söyleyebilirsin? Oyunlarının güncelliÄŸini yitirmemesinin nedenini neye baÄŸlıyorsun? Tiyatro sanatına kazandırdığın yenilikler nelerdir sana göre?”

“Mizah tenkidin yasadışı çocuÄŸudur. Sahneye izleyicinin karanlığı aydınlatan gülümsemesini yanaklarında görmek için çıkıyordum. Benim yaÅŸadığım devir Fransa’nın atın çağıydı. Fransa'nın yıllarca cebelleÅŸtiÄŸi kargaÅŸa sona ermiÅŸ, derebeyliÄŸin kötü gelenekleri yıkılmış, edebiyat ve güzel sanatlar yükseliÅŸe geçmiÅŸti. XVI. yüzyıla kadar dilimiz Latinceydi. Fransızca sonradan geliÅŸiyor ve kabul görüyordu. Yeni dil beraberinde klasikler arasına giren ölümsüz yapıtları da getiriyordu. Tiyatro da güzel sanatların geliÅŸmesiyle ortaya çıkıyordu. Sanatını yüceltmek isteyen her sanatçı bencil olmalıdır benim gibi. Kralın olanaklarıyla hem iyi sanatçı hem de çığır açan bir yenilikçi oldum. Bir sanatçı olarak aklımın/ yaratıcılığımın beni götürdüğü en üst seviyeye çıktığımı düşünüyorum. YaÅŸadığım çaÄŸda çağınızın sorunlarının deÅŸifre ettiÄŸim için oyunlarım güncelliÄŸini yitirmiyor. Ben esinlendiÄŸim olayların üstüne çıktım her tür insan kesimini [Ayaktakımı, asiller…] gerçek hayattaki rolleriyle sahneye taşıyarak. Oyunlarımın canlı olmasını gerçekçi olmalarına borçluyum. İnsanları zaaflarıyla, kötülükleriyle, iyilikleriyle ille de sahtekârlıklarıyla… tanıştırıyordum oyunlarımda. İhtirasın insana yaptırdıklarını, gözlerini hastalarının paralarına diken doktorları, bilgeliÄŸe soyunan kara cahilleri, kibarlık budalası burjuva takımını, laylom kadınları, ÅŸerefsizleri, anne/baba ve evlat iliÅŸkilerini, memleketini çıkarı uÄŸruna satan vatanperverleri… sahnede deÅŸifre ediyordum. Benim mahkemem de sahnemdi. Riyakârlar maskeleri düşünce birer maskaraya benziyor. Bu maskaraları sahnelemeyi düşüncelere imza atmayı sevdiÄŸim kadar seviyorum. Düşünceye oyunlarımla attığım imzam silindiÄŸinde ben de unutulacağımı biliyorum.”

“Sevgili Moliére, araya girdiÄŸim için beni bağışla. İzleyici seni sahnede izlerken kendini sana kaptırıyor, farkında olmadan senin söylediklerini söylüyor, senin mimiklerini yapıyor hatta oyunun etkisi beyninde sürdüğü sürece kendisi olmuyor/ olamıyor. İzleyicide bu türden etkiler yaratan eserlerini hangi ortamda yaratıyordun? Eserlerine dair eleÅŸtirilerin nelerdir? En üretken yıllarının hangi yıllar olduÄŸunu düşünüyorsun?”

“Eserlerimi yaratırken geriye dönük ince ayrıntıları gözden geçirme zamanım olmuyordu. Tiyatronun müdürü, aktörü ve rejisörüydüm. Kötü/iyinin de en iyi örneklerini verdiÄŸimi düşünüyorum eserlerimde. Kötülerinde sıradan söyleyiÅŸ/ sıradan yazma biçimi hâkimken iyilerinde zengin sezgi gücü ile doÄŸaçlama konuÅŸma biçimi mevcuttur. Eserlerime ustaca tasvirlerle maskaralıkları eklediÄŸim, naif kırılgan dize yapısından vazgeçtiÄŸim, sözcükleri kendime benzettiÄŸim için mutluyum. SipariÅŸ oyunları saatlik eÄŸlenceler olarak algılıyordum. KarşılaÅŸtığım olayların senaryosunu kafamda yazıyor, sahnede kiÅŸileÅŸtiriyordum tiplerimi. Benim gibi doÄŸaçlamanın tiyatro üzerindeki büyüsüyle tanışan sanatçı, kurallarla belirlenmiÅŸ duygularla izleyiciye hitap edemeyeceÄŸini bilir. Ben bildiklerini bilmekle kalmadım, onları yaÅŸatmayı tercih ettim.” Paris’e geldiÄŸim yıllar üretkenliÄŸimin zirveye çıktığı yıllardı. Bütün eserlerimi 1658–1673 yıllarında yazdım.

“ On beÅŸ yılda insanlığa armaÄŸan ettiÄŸin oyunlarının üslubu hakkında ne düşünüyorsun?”

“Oyunlarımdaki üslup eÅŸittir benim kiÅŸiliÄŸim. Hayata/ insana bakışım deÄŸiÅŸtikçe konular da üslup gibi deÄŸiÅŸiyordu. Asıl ulaÅŸmak istediÄŸim üsluptan öte derinlikti. EleÅŸtirmenler eserlerimin üslubumu ebedi nitelikten yoksun buluyorlardı. Bir eserin ebedi deÄŸerini eleÅŸtirmenler deÄŸil, zaman verir. Oyunu yazılı metin üzerinde irdelemekle sergilemek arasındaki farkı bilmeyenlerin beni eleÅŸtirmeye ne hakları ne de birikimleri vardır. Oyunun metindeki yanlışları/ eksikliklerini oyunu sahnelenirken ortadan kaldırıyordum. Bir oyunun sahnelenmesi o oyunu gözden geçirilmesidir. Oyunlarımı sahnelerken konuÅŸma diliyle seyirciye hitap ediyordum. Seyircinin her biri kendisinin salonda deÄŸil sahnede olduÄŸunu düşünüyordu. Bir aktör olarak sahnede oyunun sakatlıklarını düzeltmeye borçluyum üslubumun mükemmelliÄŸini. Oyunlarımda özentiye yer vermediÄŸim gibi yapaylığa da yer vermiyordum. Ben yazdıklarımı yayımlamak deÄŸil, oynamak için yazıyordum. Fransız tiyatro sanatını dünyaya tanıttığımı unutanlar karakterlerimin kiÅŸiliÄŸini kuÅŸatarak karakterlerimin aÄŸzıyla konuÅŸmamın beni üslup olarak o dönemde ün yapmış iki meslektaşımdan, Corneille ve Racine’den, ayırdığını da bilmiyorlardı.

“Åžiir dili ile mensur tarzda yazdığın oyunları baÅŸka dillere çevrilirken deÄŸerinden bir ÅŸey kaybetmiyor. Senin oyunların aracılığıyla tiyatroya psikolojiyi/ düşünceyi ve yargılamayı yerleÅŸtirdiÄŸini düşünüyorum. Oyunlarını izlerken insanların ruh dünyalarına yolculuk ediyorum. İnsanların incindikleri kadar sevdiklerini incittiklerini, kırılgan ve sevgi dolu ruhların sözcüklere sığındığını, gücün efendilerinin hassas/ duyarlı deÄŸerlerimi yok etmek istediklerini görüyorum. Komedi seninle neler kazandı? Komedya eÅŸittir Moliére diyebilir misin örneÄŸin?”

“Evet, yıllar sonra bana bu soruyu sorman komedide geldiÄŸim yeri özetliyor aslında. Yunanlar ataları olan mizahı sahneye taşıdılar bize de onlardan miras kaldı. Bir komedyen doÄŸayı da insan gibi incelemelidir. Tipler yaratırken bonkör, yarattığı tiplerin davranışlarını saptarken cimri olmalıdır. Zamana/insana kiÅŸilik verme gücünü çok iyi kullanmalıdır. GözlemlediÄŸi ve yaÅŸadıklarıyla hayat gerçeÄŸini hallaç pamuÄŸuna çevirmeli ki, insanların paraları kadar insan oldukları bir sistemde insani olanı yaÅŸatabilsinler. Malzemesi insan olanın gözleri, ruhu, hisleri… keskin olmalıdır. Amacıma hizmet etmeyen hiçbir karakterin gözünün yaşına bakmıyordum. Komediyi eÄŸlence olmaktan çıkardığımı düşünüyorum düşünceyi komediye tabi kılarak. İzleyiciyi güldürürken düşündürüyor ve düşündükleri üzerinde düşünce üretmesini ve kendi gerçeÄŸiyle tanışmasını saÄŸlıyordum. İnsan ruhunun katmanlarında kulaç atmam bundandır. Seyirci kendi iç dünyası ile birlikte insan doÄŸasını kavramalı ki, kendisini diÄŸer insanlardan ayıran olumlu/ olumsuz yanlarını saptayabilsin. Komedi insanlığın sahnesidir insanın deÄŸil. İnsan kendisine yaklaÅŸtıkça düşünceleri ile duygularına da yaklaşıyor. Bir sanatçı baÅŸyapıt deÄŸerindeki eserini belli bir yaÅŸ/ düşünce olgunluÄŸuna eriÅŸtikten sonra yazıyor. Kimse bir günde ne sanatın ne de kendisinin gizine ermiyor/ eremiyor. Ben tiyatroya tartışmayı yerleÅŸtirmek için konuları ve olay örgülerini bir araç olarak kullanıyordum. Rolleri deÄŸiÅŸtirdiÄŸim gibi idrak etme ve düşünme biçimlerini de deÄŸiÅŸtiriyordum. Aklın akılsızlıkla iliÅŸkisini ilk sahneleyen tiyatrocu olduÄŸumu düşünüyorum. Aklın budalalıkla iliÅŸkisinin aklın komediyle olan iliÅŸkisinin açığa vurulmuÅŸ hali olduÄŸunu düşünüyordum. En basitinden saçmalık üzerinde düşündün mü? Saçmalığın taraftarlarını görsen ödün kopar. Kendi hayatlarında olan biteni algılamaktan yoksun soylu, eÄŸitimli zenginlerin aptallıklarını verdiÄŸim gibi okumamış uÅŸakların halka özgü sezgileriyle efendilerinin algılayamadıkları hayat gerçeklerini algıladıklarını kanıtlıyordum karakterlerim aracılığıyla. Sahneyi kuklalara teslim etmiÅŸlerdi benden önce. Ben tiyatronun bu tabusunu sahneyi insana/insanlığa tahsis ederek yıkıyordum. İnsanın anlatıldığı sahneden insanın dışlanması gerçekdışı olduÄŸu gibi insanlık dışıydı da.”

“ Sevgili Moliére, oyunların güldürmek istediÄŸini güldürdüğünü, aÄŸlatmak istediÄŸini de aÄŸlatmaya devam ettiÄŸini söylemek istiyorum sana. Senin gibi sıra dışı bir ruha sahip olanlar sıra dışı sevgi/ üretme yeteneÄŸine de sahiptir. Sen kendinle birlikte izleyiciyi de özgürleÅŸtiriyorsun oyunlarınla. Sistemle insanlığın göbek bağı kesilmeden insanlık için zor günlerin geride kalmayacağına yürekten inanıyorum. Kederli halk tuzu kuru olanların saklı zaferi midir? “YaÅŸamayı mı yoksa yaÅŸamak yerine sadece var olmayı mı tercih etmeliyiz?” sorusunu hepimizin yaÅŸadıklarıyla yanıtlaması gerektiÄŸini düşünüyorum. Tanışmayı/ vedalaÅŸmayı sevmeyen Moliére’i insanlığa kazandırdığı güzellikler adına sevgiye kucaklıyorum. Günümü aydınlattığını bilmeni istiyorum.”

02.05.2013-Mersin


Bedriye KORKANKORKMAZ




17 Ocak 2017 Salı / 2073 okunma



"Bedriye KORKANKORKMAZ" bütün yazıları için tıklayın...