Kadına Pozitif Ayrımcılık
Adı her ne kadar Emekçi Kadınlar Günü olsa da bir 8 Mart daha yaklaşırken biraz kadınlardan konuşalım istiyorum. Kadınlardan konuşmak erkeklerden bahsetmeyi de gerektiriyor elbette. Çünkü istesek de istemesek de birbirinden asla kopmayan, sıkı sıkıya bağlı iki kavram kadınla erkek…
İnsan olmak biyolojik içgüdülerden olabildiğince uzaklaşıp, ideale yakın bir adalet duygusunu yaşama geçirmemizle bağlantılı. Hayvansal güdülerimizi ne kadar disiplin altına alır, onları ne ölçüde dizginlersek o oranda insanlaşıyoruz. Yaratılıştan edindiğimiz zekaya, kurmayı hedeflediğimiz ideal toplum hedefine yakışan da bu. İçgüdülerimize hakim olabildiğimiz için canımızın çektiğine el atmıyor, başkalarının haklarına, değerlerine saygılı davranıyoruz. Kokusu kendimizden geçirse bile karşı komşunun mangalında pişen köfteye saldırmayışımız, bizimkinden manzaralı diye başkasının evine yerleşmeyişimiz, çöpümüzü camdan atmayıp belli saatlerde çıkarışımız hep insanlığımızdan. Çoğu zaman neden yaptığımızı bile düşünmeden tekrarlıyoruz öğrendiklerimizi, öğretilenleri… Bir arada yaşayacaksak başka çaremiz de yok. Kurallar koymak ve onlara uymak uygarlığın, toplumsallaşmanın ilk koşulu.
Sıra kadına gelince bizim mahallede işler değişiveriyor ama nedense. Başka alanlarda denetlenmesi tartışma konusu bile yapılmayan içgüdüler önem kazanıp başköşeye oturtuluyor. Neymiş efendim kadın şöyleymiş, erkek böyleymiş; yaratılıştan gelen farklılıkları yüzünden vs.vs. Bir sürü laf salatası… İnsan olmak yaşamsal içgüdüleri denetlemekten geçiyorsa - ki öyle olduğunu tartışmaya bile gerek yok- her alanda uygulanmalıdır. Hayvanlar gibi güçlü olanın her şeyin en iyisini kaptığı bir düzende yaşamayıp adaleti, hakkaniyeti savunuyorsak kadınla erkeğin toplumsal rollerini de hormonlarla, içgüdülerle belirlemeyelim. Sözlerimden kadınla erkeğin eşit koşullarda yarışmaları gerektiği anlamı çıkarılabilir mi? Çıkarılmamalı aslında ama niyet… Niyet önemli! Çok bilmişin biri kalkıp söylediklerimin kadın erkek eşitliğini anlattığını, bunun da ayrımcılık yapmamak anlamına geldiğini bile söyleyebilir.
Kötü niyetlilerin hevesini kursağında bırakmak için bu konudaki düşüncemi açıkça ifade etmek istiyorum. İnsan türünün devamını sağlamak adına yüklendiği görev yüzünden günümüzdeki acımasız düzene bilmem kaç sıfır yenik başlayan kadınlara al sana eşitlik demek kandırmacanın dik alasıdır. İki yüzlülüktür, kurnazlıktır. Eşitlik ancak yaşamın her alanında kadın lehine pozitif ayrımcılık yapıldığında sağlanabilir. Hele hele riyakar gülümsemelerle karşımıza çıkıp “Kadın narindir, zayıftır, annedir, dışarıda çalışmak ona yakışmaz. O değerli bir mücevher gibi sarılıp sarmalanıp kadife kutularda saklanmalıdır.” Diyenlerin palavralarına karnımız hepten tok. Tıp işi iyice ilerletip insan yavrularını tavuklar gibi kuluçka makinelerinde büyütmeyi başarana kadar (kendi adıma o günleri görmemeyi yeğlerim) kadın annelik görevini üstlenecektir. Bunu sevgiyle ve istekle yapacaktır. Erkeğe düşense doğanın verdiği bu görev yüzünden kadını aşağılamak, hayatla bağlarını koparıp dört duvara yada paçavralara sarıp sarmalamak değil ayrıcalık tanımaktır. Sadece meclis sandalyelerinde kota koyarak falan da değil (hoş o bile bizim için henüz hayal) hayatın her alanında ayrıcalık… İşte, evde, yolda, okulda, her yerde…
Talebim ağır, uygulanamaz mı geldi? O zaman bir öneri… Eğer zalim hayat, yalan dünya, kahpe felek tamamını öldürmeyi başaramadıysa hayal gücünüzü kullanın biraz ve ilk insandan beri rollerin tersine döndüğünü, kadına yüklenen sorumlulukların erkeğe verildiğini düşünün. Sünnet düğünlerinin yerini saltanatlı, şatafatlı ilk adet kanaması kutlamaları alır, doğum izni en azından üç yıla çıkardı. Her ayın muayyen günleri ya ücretli izinle evde istirahat edilerek ya da işyerlerinde özel hazırlanmış gayet konforlu koşullarda yaşanırdı. Hele menopoz… O dönem bunalım üstüne bunalım geçiren erkek cinsi için tam bir saltanata dönüştürülürdü. Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Hiç sanmam ama keşke bunu test edebilme şansımız olsaydı.
Biz kadınlar yaratılışımız gereği acıya dayanıklı, gayretliyiz. Bu kadarını talep etmiyoruz. Bütün istediğimiz yaratılıştan gelen farklılıklarımızın dezavantaja dönüştürülüp daha yeni yeni alışmaya başladığımız insan olma haklarımızın elimizden alınmaması… Zorla, güç kullanarak ya da hileli yollarla kadını hayattan silmeye çalışanlar bilsinler ki bundan en büyük zararı yine kendileri görecekler. Tecrit, bir insana verilecek en ağır cezalardan biriyse kadınsız bir dünya geride kalanlar için de kocaman bir hücreye dönüşmeyecek mi?
Kadın erkek yan yana, insana yakışır biçimde barış içinde yaşayabileceğimiz günlere ulaşmak dileğiyle… O zaman böyle özel kutlama günlerine de ihtiyacımız olmayacak.
|