Amerikalı yazar Ernest Hemingway, Küba’ya ilk kez 1928’de ayak basmış. Eşine yazdığı mektupta; “Hayatımın geri kalanında Küba’yı anlamaya çalışacağım” demiş.
Ben de yıllarca Küba'yı uzaktan hayranlıkla izledim ve bir gün oraya gitmeyi düşledim. O bir gün ellili yaşlarımın sonuna denk geldi.
Orada kaldığım sürece ve döndükten sonra Küba'yı anlamaya çalıştım. Okumak için çaba sarfettim, Kübalılarla ve orada yaşayan Türklerle konuştum. İnternette araştırma yaptım. Aldığım bilgilerin hepsi çelişkiliydi.
Kristof Colomb, İspanya'nın desteği ile gittiği yerin neresi olduğunu bilmeden Küba'yı keşfetmiş. Onun ve el verdiklerinin katkısıyla Ada'nın gerçek sahipleri yok edilmiş. İspanyolların eline geçen Ada'daki limanlar, Latin Amerika ve Küba'nın kaynaklarının İspanya'ya taşınmasına o dönem büyük hizmet etmiş.
Küba'nın temel kaynakları, şeker kamışı, nikel ve tütün imiş. Günümüzde ise ekonominin neredeyse tek tutunduğu dal turizm...
Turizm bir kurtarıcı mı?
Yoksa Küba'nın kendine özgü yapısını değiştirmesinde bir dinamit mi?
Bunu zaman içinde anlayacağız. Ancak turizmin açık ara gelir adaletsizliği yarattığı da tartışılmaz bir gerçek!!!
Eski Havana'da şık meydanlar var. Bu meydanların vazgeçilmezi müzisyenler. Sabahtan akşama kadar müzik yapıp CD'lerini satmaya çalışıyorlar. Meydanların diğer renkli simaları otantik giysiler içindeki kadınlar. Onlarla fotoğraf çektirmek ücrete tabi.
Salsa dansı Kübalıların milli dansı. Meydanlarda gruplar müzik yaparken farkında olmadan müziğin ritmine kapılıp yavaş yavaş salınmaya başlıyorsunuz. Gördüğüm Kübalı kadınlar gerçekten çok iyi dans ediyor. Dans ederken büyük popolarını bir enstrüman gibi kullandıklarının tanığıyım.
Küba deyince akla gelenler arasında dans ve müziğin yanı sıra meşhur puroları var. Aslında tütünü ilk yetiştiren ve içenler Küba'nın yerlileri olmasına rağmen Küba tütününü dünyaya tanıtan İspanyol denizciler olmuş.
Kübalı kadınlar turistik meydanlarda yanmayan puroları ile turistleri bekliyor. Bir fotoğraf çektirmenin bedeli 1 CUC, yaklaşık dört lira...
Havana'nın kuzeyinde doğa harikası Vinalles'de tütün ve kahve çiftlikleri var. Ziyaret ettiğimiz tütün çiftliğinde bir puronun yapılışı... Aslında geniş tütün yapraklarının içine kıyılmış tütün sarılıyor. Dolma yapmak gibi.. Kutuların içinde satın alınan purolar işlem görmüş bu nedenle uzun süre içinde tüketmek mümkün. Bu purolar işlem görmemiş purolar. Nem almasın diye mısır yapraklarının içinde saklanıyor. Buzdolabında naylon torba içinde saklanarak birkaç ay içinde tüketilmesi gerekirmiş.
İspanyollar asırlar boyu yerlileri yok ettikten sonra ucuz iş gücüne ihtiyaç duymuşlar. Afrika'dan çok sayıda köle getirtmişler. Ada'da asırlar boyu kölelik sistemi sürmüş.
Bugünkü nüfusun yaklaşık yüzde altmışını köleler oluşturuyormuş. Irkçılığın yasak olduğu bu ülkede siyah ve beyaz tenliler arasında evlilik çok yaygın. Genellikle siyah tenlilerin Afrika kökenli, beyaz tenlilerin İspanyol kökenli olduğu söylendi. Bir de melezler var.
1920'yıllarda Amerikalıların eline geçen ada, Amerikan mafyasının oyun bahçesine dönüşmüş. Havana, her türlü yolsuz işin döndüğü batakhane haline gelmiş.
O dönem, ülkede muhaliflerin sesi çıkmaya başlamış. Genç hukuk öğrencisi Fidel Castro önderlerden biriymiş ve Meksika'ya sürgüne gönderilmiş. Orada tanıştığı Arjantinli doktor Che Guevera ve bir grup dava arkadaşıyla "granma" adlı gemi ile Küba'ya gelerek Amerikan kuklası Batista'nın iktidarına son vermişler. 1959 yılında "Devrim"i yapmışlar. Kendilerine özgü sosyalist sistemi kurmuşlar.
Küba o günlerden bugünlere kadar sosyalizme ve komünizme inananların gitmeyi, görmeyi istedikleri en önemli yer olmuş. Solcular için bir çeşit hac...
Yavaş yavaş komünizmin tüm kaleleri düşerken Küba halen özel bir örnek olmayı sürdürüyor. Ada'nın burnunun dibindeki Amerika'nın çok kereler saldırısına maruz kalmasına ve uzun yıllardır Amerikan ambargosuna rağmen ayakta kalmayı başarmış.
Devrim sonrasında belki de dünyada eşi benzeri olmayan bir sosyal devlet yapısı kurulmuş.
Yaşlılara, çocuklara sahip çıkılmış. Eğitime çok önem verilmiş. 16 yaşına kadar mecburi eğitim getirilmiş. Okuma yazma oranı yüzde yüze çok yakın.
Ziyaret ettiğim birkaç okulun yaptığı çalışmaları gördüm. Bu kısa ziyaretlerde eğitimle ilgili karar vermek zor ama istekli öğretmen ve öğrencileri görmek beni heyecanlandırdı. Öğrenciler eve kitap ve defter getirmiyor.
Köy okulunda bir öğrenci.. Sınıflar çok küçük ve eski ama haritadan insan vücuduna kadar değişik eğitim araçları vardı. Götürdüğümüz çikolataları öğretmenlerine verdik. O da öğrencilerine dağıttı. Sokakta çocuklara hiçbir şey verilmesini istemiyorlar. Çünkü çocukların buna alışmasından korkuluyor. Ne çikolata, ne kitap, ne defter... Bir şeyler armağan edilecekse bunun büyükler aracılığı ile yapılmasını istiyorlar.
Okul saatinde bir tek çocuk sokakta görmedim. Okul saatinden sonra sokaklarda kıyasıya oynuyorlar. Yaklaşık bir ay boyunca ağlayan, birbiriyle kavga eden çocuk görmedim. Belki de dünyanın en neşeli, en uyumlu çocukları Küba'da...
Okul çıkışı öğrenciler öğretmenleriyle birlikte.
Küba'da eğitim ve sanata epeyce yatırım yapılmış. Sanata yeteneği olan çocuklar erken yaşta fark edilerek yetenekli oldukları dallarda eğitime yönlendirilmiş. Çok sayıda resim atölyesi, seramik ve metal heykel atölyesi gördüm. Resim satışı da çok yaygın.
Çoğunluğun düşündüğünün tersine Küba'daki yetişkinlerin çok mutlu olduğunu söylemek zor. Aile içindeki herkes birkaç işte birden çalışmak zorunda. Bu oradaki ekonomik tıkanıklığın dayatması... Kübalı bir arkadaşım fotoğraflarıma bakarken insanların yüzünde derin bir hüzün olduğunu söyledi.
Aslında kültürel tüm aktivitelerin herkesin ulaşabileceği şekilde ücretlendirildiği söylendi. Sinema, tiyatro, konser, bale ve operaya gitmek batı ülkelerinde olduğu gibi ulaşılmaz değil ama... Ciddi bir yaşam mücadelesi veren Kübalıların yaşamlarında buna ne kadar yer verdikleri tartışma konusu...
Devlet herkese ev vermiş. Evlerin standartları çok farklı. Bir yatak sığacak kadar küçük evler olduğu gibi büyük evler de var.
Komşumuz Daniel ve onun evi... Koca yürekli, ülkesini seven ve onunla gurur duyan bir adam... Dans ederken "Güzin müziği hisset yere bakma" deyişi hala kulaklarımda.. Selam olsun!!!
Bana göre herkesin eşit olduğunu söylemek zor. Elektrik, doğal gaz, su gibi ödeme kalemlerinin çok düşük olduğu ifade edildi. Bunları söyledikten sonra Kübalılara yoksul demek imkansız. Küba, fakir bir fotoğraf verse de mutlak yoksulluk tanımının dışında.
Sosyalizmden memnun olup olmadıklarını sorduğumda bu sistemin içinde doğduklarını dolayısıyla karşılaştırma şansına sahip olmadıklarını belirttiler. Değişen dünyadan haberdarlar buna bağlı olarak talepleri artıyor. Küba'da geçiş süreci yaşanıyor. Geçmişte işçi sınıfının gerçekleştirmediği bir sosyalist model oluşturmuşlar. Bugün kendilerine özgü bir kapitalist modeli gerçekleştireceklerdir diye umut etmek istiyorum. Sosyalizmin kazanımlarını kaybetmeden bunu yapmak en önemlisi...
Yalnızlaştırılmış bir ülke olan Küba, en iyi dönemini Sovyet Sosyalistler Cumhuriyeti döneminde yaşamış. Oradan çok destek almış. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Küba oranın desteğini kaybetmiş. Çok zor günler yaşanmış. İnsanlar ev hayvanlarını yemek zorunda kalmış. Her Kübalı o dönem vücut ağırlığının yüzde otuzunu kaybetmiş.
Küba'da karne ile alışveriş yapılan "Bodega" adı verilen bakkallar var. Devlet yüzde kırklık besin ihtiyacını sübvanse ederek halka çok ucuz fiyata satıyormuş. Karne üzerindeki ihtiyaç listesi aile içindeki kişi sayısı, yaş ve sağlık durumlarına göre planlanıyormuş. Geçmişte oyuncak bile veriliyormuş.
Bodegalar, devlete ait diyerek bir ayırım yapmak zor. Neredeyse her yer, her şey devlete ait. Çalışanlar da devlet memuru. Son senelerde yavaş yavaş özel mülkiyet hakları da verilmeye başlanmış. Küba'da her şeyin çok yavaş olduğunu itiraf etmeliyim. Acaba bu durum klasik "devlet memuru" tavrından kaynaklanıyor mu diye düşünmekten kendimi alamadım.
Küba'da geri dönüşüm çok önemli. Teneke kutuda satılan içeceklerin kutularından çocuklar için yapılmış fotoğraf makineleri tezgahlarda yerini almış. Ayrıca el yapımı çok oyuncak gördüm. Artık kağıt ve tutkal kullanılarak hazırlanmış hamurdan yapılmış süs eşyaları benim favorilerim arasındaydı. Çocukların okulda kendileri için yaptıkları kalem kutuları da görülmeye değerdi.
Ancak kapitalist dünyanın yarattığı çizgi film kahramanları öğrencilerin sırt çantalarının üzerinden bana adeta göz kırpıyordu. İnternet kullanımı çok zor ve kısıtlı olsa bile Kübalı bir biçimde bilgiye ulaşmanın yolunu bulmuş. Gördüğüm birçok insanın akıllı telefonu vardı. Hatta gençlerin sıklıkla model değiştirdiği söylendi.
Eğitimle ilgili konumuza devam edelim. Yüksek öğretim oranının çok yüksek olduğu söylendi. Günümüz gençliği üniversiteye gitme konusunda çok istekli değilmiş. Hemen her kurum devletin elinde olduğu için devlet memuru olarak çalışmak zorunda kalıyorlarmış. Ödenen maaşlar çok düşük olduğu için öğretmen, doktor ya da mühendis olmak çok cazip değilmiş. Turizmle ilgili işlerde çalışmayı tercih ediyorlarmış. Gündüz doktorluk yapan birini gece taksi şoförü olarak görmek sıradan ve yaygınmış. Gece şoförlük yapan bir doktorun da gündüz iyi bir doktor olması beklenemez. Çünkü doktorun bir ayda kazandığı parayı şoförün bir günde kazandığına tanığım.
Eğitim sokaktaki insan davranışlarında kolaylıkla hissediliyor. Her yerde kuyruk var. Ben de o kuyruklara girdim. Sakinliklerini kaybetmeden uzun zaman o kuyruklarda beklediklerinin tanığıyım. Birbirlerinin hayatını kolaylaştırıcı bir tavır içinde oldukları kesin. Siz insanlara yaklaşmadığınız takdirde kesinlikle ilgilenmiyorlar. Güler yüz gösterdiğiniz takdirde size dönüşü muhteşem oluyor. Yardım ediyorlar, sorularınızı yanıtlıyor ve evlerine davet ediyorlar.
Kübalılar devletten aldıkları izinle evlerinin odalarını kiraya veriyorlar. Bu evler "casa particular " olarak adlandırılıyor. Ben de böyle bir evde kaldım.
Komşum Daniel ile meydanlardan birine müzik dinlemeye gittik. Elinde bir sürü dolu su şişesi vardı. Sonra anladım ki su dolu şişeleri sokak müzisyenleri için taşıyordu.
Daha sonra o tanımadığı müzisyenler için yemek getirdi. "Neden" diye sorduğumda "onların sabahtan beri yemek yemediklerini ben biliyorum" dedi. Bazen çalıştıkları kafeler bile onlara yemek vermez dedi. Dayanışmanın böylesi...
Küba'da turizm çok önemli. Bunun yanı sıra gittikçe büyüyen kayıtsız bir ekonomi var. Bu "black market" olarak tanımlanıyor. Devletin de bu durumu görmezden geldiği ve ekonomiyi bu kayıtsız ekonominin ayakta tuttuğu söyleniyor.
Küba'da bilindiği üzere iki çeşit para var. Biri "convertible" olmayan Küba Pesosu. Devlet memurlarının maaşları Küba Pesosu ile ödeniyor. Diğeri ise "convertible" olan CUC. CUC yaklaşık bir Euro’ya eşit. Turizm sektöründe çalışanlar CUC'a ulaşan grup oluyor. Aslında benim gördüğüm kadarıyla CUC kullanmak Kübalılar arasında çok yaygın. Yiyecek - içecek, kitap, dolmuş ücretlerinin dışında neredeyse her şey CUC üzerinden fiyatlandırılmış. Bu da gelirini Küba Pesosu üzerinden kazanan herkes için her şey çok pahalı. Çünkü bir CUC yaklaşık 24 Küba Pesosu... Kübalıları korumak için farklı iki para birimi uygulamasına geçilmiş ama zaman içinde bu durum Kübalıların aleyhine işlemeye başlamış.
Küba'daki sosyal devlet yapılanmasının örneklerinden bir diğeri, emekliler evi.. Tesadüfen keşfettiğim emekliler evinde tanıştığım kişilerin hepsi 90'lı yaşlarına yakındı. Hayatlarından memnun gözüküyorlardı. Üç öğün düşük ücretle oradan yemek almak mümkünmüş. Birçok emekli gündüzleri oraya gidiyormuş.
Orada tanıştığım bir amca Che'yi çok sevdiğini ama Castro'dan hoşlanmadığını söyledi. Ülkede önemli şeyler yapıldığını ama Castro'nun zaman içinde kendi çıkarlarını çok kolladığını çok zengin olduğunu söyledi. Küba'da hala çok ciddi otoriter bir rejim var. Yetkilerin bir tek kişinin elinde olmasının zaman içinde insanı bozacağını düşünenlerdenim. Belki de Che ülkeden ayrılmasaydı uzun yıllar iktidarda kalsaydı o da değişebilirdi. İktidarın da sürekli aynı ailenin üyeleri elinde kalması da bana çok tuhaf gelen başka bir durum.
Bu yaşlı amca ile her gün karşılaştığımızda öpüştük, sohbet ettik. Küba'da kısa sürede olsa aidiyet duygusu yaşamama neden oldu.
Küba'da en sevdiğim şeylerden biri kadına karşı şiddetin olmamasıydı. Kadınlar oldukça rahat giyinmelerine rağmen özgürce gezebiliyor, ne elle ne de bakışla tacize uğruyor. Ülkemin kadınlarının erkek şiddetinden dolayı yaşadıkları bunca mağduriyetin tanığı iken... Bu durum benim için çok heyecan vericiydi. Küba sanki çıplaklığın sıradanlaştığı bir yer gibi geldi bana... Bunu da çok sevdim.
Havana'nın eski şehir bölgesi çok etkileyici... Mimarlık harikası binaların ve meydanların olduğu Eski Havana gerçekten görülmeye değer. Izgara yöntemi ile yapılmış sokaklar gezmeyi hayli kolaylaştırıyor. Turistik bölgedeki binaların restorasyonu tamamlanmış. Göz alıcı şıklıkta.
Meydanlarda geleneksel giysili kadınlar var. Bu kadınlarla fotoğraf çektirmenin bir bedeli var.
Meydanlardan birinde gece çekilmiş bir fotoğraf...
Bu müthiş bir mimari ile yapılmış binalar ve şehir planlaması da İspanyollara ait. Buna daha önce gittiğim geçmişte İspanyol sömürgesi olan Latin Amerika ülkelerinde de tanık oldum.
Meydanların arkasındaki sokaklara geçtiğimde ilk başta hafif ürktüğümü söylemeliyim. Ama çok kısa süre içinde ne kadar güvenli yerlerde gezdiğimi anladım. Gene müthiş bir mimari... Ama dokunsanız yıkılacak cinsten..
Evlerin balkonlarında neredeyse ağaçlar büyümüş. Ama bu eskiliğin içinde günlük yaşam tüm hararetiyle devam ediyor. Çamaşırlar yıkanıyor, kırık dökük balkonlara asılıyor. Evler ve önleri temizleniyor. Ama iki adım ötede çöpler yığın halinde duruyor.
Seyyar çiçekçiler, sebzeciler sokak aralarında geziyor. İnsanlar öbekler halinde kapı önlerinde sohbet ediyor. Küba'da da hayat biraz sokaklarda yaşanıyor. Gözlemlediğim kadarıyla insanlar arası ilişkiler daha sıcak ve yakın. Sanki hepsi büyük bir ailenin üyeleri gibi..
Havana'da gördüğüm her şey çok eskiydi. Bazı restoranlarda özellikle Kübalıların gittiği yerlerde yemekler plastik tabakla veriliyordu. Ben de küçük bir kafe keşfetmiştim. Oraya yemeğe gidiyordum. Bir gün makarna servisi yapmayacaklarını söylediler. Çünkü sabahtan bir kadın gelmiş ve onların tabaklarını çalmış. Aslında bu olay benim yüzümde bir şaşkınlıkla karışık gülümsemeye neden oldu.
Ben her durumu kapitalist ülkeden gelen biri olarak değerlendiriyorum. Bir ülkeyi anlamanın en iyi yolu oraya içeriden bakabilmek. Bunu ne ölçüde başardığımı bilemiyorum.
Çünkü ilk günler gözüme ilişen şey sadece fakirlikti.
Kirli sokaklar, penceresi olmayan evler ve bu durumdan çok da şikayetçi gözükmeyen insanlar. Üstü çıplak erkekler, son derece düzgün ama seksi giyimli kadınlar...
Küba'da erkeklerin büyük çoğunluğu evde üstü çıplak geziyor. Sıcak iklimin bunda etkisi olmalı. Bunun yanı sıra birçok kişinin evinde birden fazla köpek var. Hayvan sevgilerinin olduğu çok aşikar. Devlet sokak hayvanlarına bakmakla yükümlüymüş. Bazı köpeklerin boynunda kimlik kartları asılıydı. Bu da devletin köpekleri bile birey olarak gördüğü şeklinde açıklandı. Ama genellikle turistik yerlere yakın sokak köpeklerinde bu kimlik kartını gördüğümü söylemeliyim.
Küba'da dikkatimi çeken başka bir şey ise çok sayıda manikür ve pedikürcü olmasıydı. Hemen hemen her yaştan kadının tırnaklarına çok özen gösterdiği açık. Uzun tırnaklar, renkli ojeler, süslü tırnaklar adeta Küba modasıydı.
Dünya modası da oraya ulaşmıştı. Kaşları epeyce ince alınmış genç erkekler, yırtık pantolonlar, dünya markası spor ayakkabılar gençlerin çoğunun ayağındaydı.
Bodega dışındaki marketlere gittiğinizde rafların boş olduğunu görüyorsunuz. Ama ayaklarda Adidas, Nike, Converse gibi ayakkabıları görmek Küba'daki birçok çelişkiden sadece biri idi.
Küba'da turistlerin ilgi alanlarından biri de ellili yılların Amerikan arabalarının halen kullanımda olması. Küba'da her şey çok eski. Onun için tamirat konusunda çok iyi oldukları söylendi.
O renkli şeker gibi görünen Amerikan arabaların aslında sadece görünen yerlerinin eski olduğu belirtildi. Amerika'dan illegal yollarla gelen motor ve diğer aksesuarların eski olanlarla belli aralıklarla yenilendiği söylendi. Ben onların yalancısıyım.
İşte, üstü açık bir Amerikan arabası ile şehir turu yapılıyor. En çok talep gören turistik numaralardan biri...
Elbette şeker pembesi üstü açık bir arabaya binmek insana kendini kısa süre de olsa Amerikan yıldızları gibi hissettiriyor. Ama çok kısa sürede gerçekle yüzleşiyor ve çıkan egzoz gazının ne kadar rahatsız edici olduğunu fark ediyorsunuz.
Evet ne çok yazacak şey var.
Fidel Castro'nun eşcinsellere karşı yıllar süren tutumu son derece dışlayıcı olmuş. Daha sonra hata yaptığını kabul etmiş. Eşcinsel ve trans bireylere karşı ayrıştırıcı tutumundan vazgeçmiş.
Bir Küba filmi olan "Fresa y Chocolate" filminden kısaca bahsetmek isterim. David, sosyoloji öğrencisi, devrimci bir gençtir. İyi kalpli, entelektüel ve eş cinsel Diego ile yolları kesişir. Bu gelgitli bir dostluk hikayesidir. Belki de yıllarca dışlanan eşcinsellere Küba'nın bir özrüdür.
Film, İspanya, Küba ve Meksika yapımı çok severek izlediğim bir filmdi. Yaşam ve insanlar çok katmanlı aslında bunu görebilmek hayatı daha anlamlı hale getiriyor. Ben bu filmde dondurma yenen yerde çilek ve çikolatalı bir dondurma yemeyi istedim ve yedim. Yaşamı farklılıklarıyla zenginleştiren insanlara bu vesileyle bir kez daha selam göndermek için...
Dinin insanlar üzerinde uyuşturucu etkisi olduğu bilinen bir gerçek. Fidel de böyle düşündüğü için devrimin ilk dönemlerinde dini kurumların gelişmesine izin vermemiş. Küba laik bir ülke ve inanç özgürlüğü var.
Sokakta gördüğüm birçok insanın boynunda haç vardı. Bunun dini bir gösterge mi, yoksa biçimi nedeniyle seçilmiş bir aksesuar olup olmadığını merak ettim. Hıristiyan, ateist, Müslüman, Yahudi ve Nijerya kökenli kölelerin getirdiği Santeria inancı Küba'da bilinen inanç sistemleri... Santeria inancına mensup insanlar, yaşamlarının bir döneminde altı ay süresince beyaz giysi giyerek ve kendilerine özgü takıları takarak dindar oluyormuş. Sokaklarda bu şekilde giyinmiş her yaştan insana rastlamak mümkün!
Hem devrimci hem dindar olmak mümkün mü acaba!
Özgür düşünceye sahip olmak dinin aidiyetine bağlı olarak değişiklik gösterir mi?
Ateistlerin oranı konusunda konuştuğum kişiler ve kaynaklar farklı bilgi veriyor. Ekonomik tıkanıklık insanların daha inançlı olmalarına hizmet edecek bir durum gibi gözükür bana... Sığınılacak yer arayışı olabilir bunun adı...
Küba devrimi yapmış. 60 yıldır tüm zorluklara göğüs gererek ayakta kalmış. Bugün Küba'nın neredeyse tek tutunduğu dal turizm... Turistlerin de vazgeçilmezi lezzetli kokteyller...
Rom bilindiği üzere şeker kamışından yapılıyor. Oldukça ucuz ve lezzetli bir içki. Küba'da rom sek içilebildiği gibi çok lezzetli kokteyllerin de temel maddesi... Daiquri, Mojito, Cuba Libre, Pina Colado...
Daiquiri, Heminway'in favori kokteyli... Onun zamanında gittiği mekanlar, şimdi bu kokteyli içmek isteyen turistlerin en favori mekanı... Elbette bu mekanlarda sözü edilen kokteyli içmenin bedeli aynı zamanda Hemingway'in ayak izlerini takip etmek anlamına geldiği için de diğer mekanlara göre oldukça yüksek...
Turistlerin yoğun olarak vakit geçirdiği Eski Havana bölgesinde çok sayıda lokanta, cafe ve hediyelik eşya dükkanları var. Bu dükkanlarda en çok satılanlar ise Che baskılı tişörtler, şapkalar...
Bu da kendi içinde bir çelişki gibi geldi bana. Che'de bir popüler kültür ikonu olmayı istemezdi herhalde. Fidel'in resim ve heykeline hiç rastlamadım. Çünkü bunu Fidel yasaklamış. Kendisinin putlaştırılmasını istememiş.
İçi doldurulmamış Che hayranlığı neye yarar ki...
Che kısacık ömründe çok önemli işler başarmış. Kendisi Arjantinli ama Güney Amerika da hatta Afrika'da halkların özgürlük mücadelesine büyük katkı vermiş. Çok trajik bir şekilde öldürülmüş. Kendisinin kahraman olduğu tartışılmaz, Küba halkı hatta başka halklar için de... Ama onların yol arkadaşı Jose Martin'in çok sayıda heykeli olmasına rağmen popüler kültür ikonu haline gelmemiş.
Che'nin çok yakışıklı olmasının onun popüler kültür ikonu olmasında katkısı var mıdır diye düşünürüm. Bu arada Che isminin bir lakap olduğunu öğrendim. Rusçada "Bolşevik " anlamına gelen kelimenin kısaltmasıymış.
Küba'da Che ya da devrimi veya Hemingway'i takip ederek bir yolculuk yapmak mümkün... Ama Küba'da bir gastronomi turu yapmanın imkansız olduğunu söyleyebilirim.
Küba, sosyalizmi ancak kitaplarda okuyan biri için oldukça enteresan. Muhteşem insanları ve doğası ile büyüleyici... Gitmek isteyen yolcu adayları için keşfedilmeyi bekleyen büyük bir hazine... Ot seven biri olarak yemeklerini anılarımda yer alan tüm güzelliklerin dışında tutmak isterim.
Hemingway Küba'ya ilk defa 1928 yılında seyahat amaçlı gelmiş. 1932’de Küba'ya tekrar dönerek yaşamaya karar vermiş. Bir süre sonra Coijmar adlı balıkçı köyüne yerleşmiş. Burası için “Küba, kuru esen rüzgar, güneşli bir gökyüzü, balıkçılarla dostluk, yemyeşil ağaçlar, yeniden keşfedilen çocukluk, Golf Stream’ın sıcak ve bereketli suları, yani yeryüzünde son kalan vahşi topraklardan biri" demiş.
Bu balıkçı köyünde Hemingway köylü ve aydınlarla dost olur. Ada'da yazdığı “İhtiyar Balıkçı”yla kazandığı ödülü balıkçılarla kutlar. Ve adadan ayrıldığında hayatına son verir.
Havana'ya yaklaşık on kilometre uzaklıkta olan Cojimar Köyü ve onun küçük kalesi
Artık bu yazıyı bitirme zamanı geldi. Gördüğüm bir resimden söz ederek yazımı tamamlayacağım.
Küba'dan Miami'ye kaçmaya çalışan insanların trajik hikayelerini simgeleyen enstalasyon ve resimler gördüm. Havana'da deniz kıyısında boydan boya uzanan bir duvar var. Dalga kıran gibi düşünülebilir. Havanın sıcak olduğu günlerde insanlar deniz kenarında bu uzun duvarın üzerinde oturarak vakit geçiriyor.
Bu resimde duvar kayık haline getirilmiş, duvarın üzerinde oturan insanlar kayığın içine atlarken çizilmiş. Yorum Kübalı bir entelektüele ait.
Umut kayığının yönü hemen Havana’nın karşısındaki Miami'ye doğru... Umarım zaman bu kayığın yönünün yeniden Havana'ya doğru olmasına hizmet eder.