Yaşamı Ben Seçmedim Yaşadıklarımı da
1853 Şubatında dünyaya gelir Van Gogh. Annesi ona bir sene önce dünyaya gelen ve
fazla yaşamadan ölen oğlu Vincent’in adını koyar.
Evlerinin 100 metre uzağında kardeşinin mezar taşında kendi adını görerek büyür.
Bu durum onun hayatında derin izler bırakacaktır.
Bir süre köylerde ve madenciler arasında misyoner, gezici vaiz olarak çalışır.
İleri yaşlarında resim yapmaya başlar. Resimlerindeki konular bu yaşantıların yansıması.
Karanlık, kasvetli gökler, koyu renklerle iç karartıcı manzaralar resmeder.
İnsan olmak, acı çekmektir ona göre.
Hayattaki en büyük destekçisi kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplar onun tutkulu kişiliğinin belgeleri. Gauguin’in sevgilisi Rachel’e kendi kulağını keserek gönderir.
Van Gogh, düşkün kadınlarla yaşar; akıl hastanesinde kalır bir süre.
Kulak çınlamalarından, kulak ağrısından ayrıca sara nöbetlerinden muzdariptir.
Ölüm kaygısını eserlerine yansıtan Van Gogh, resimlerinde hiçbir zaman siyah renk kullanmadı.
Sarı renk ölümün, fırça darbeleri depresyonun izleri. Yaşadığı toplumla uyumsuzdu. Arles kentinden kovulur.
Resimlerinde “Yaşamı ben seçmedim, yaşadıklarımı da,” duygusu hâkimdir.
Ressam Gauguin, Van Gogh’un yeğeni. 19. yüzyılın bu iki ressamı mutlak hakikati ararlar resimlerinde. Cevapsız kalan sorulardan, içinde yaşadıkları dar ve sıkıcı muhitten kaçıp kurtulmak duygusu ağır basar bu iki ressamda.
İnsanın dünyadaki yerini ve evrenin dengesini ararken, bulduğu yegâne gerçeğin “sürekli devinim ve kaos” olması onun ruhsal dünyasını altüst eder. Bu altüst oluşun dayanılmaz duygusu onun bütün resimlerinde görülür.
Kendi portresini yaptıktan iki gün sonra Van Gogh, tabancayla hayatına, daha doğrusu acılarına son verir.
Resimleri, kendi kulağını kesmekten intiharı seçmeye varan trajedisinin hikâyesidir.
|