KASABA KADINLARI
Ege’nin sokak kültürü – 1
Ege’yi yazmak hep keyif verir bana
Yaşamadan yazılan sözcüklerin ardına saklanmak nasıldır diye düşünüyorum. Kurgusal yazın içinde yaşam kokusu taşımayan sözcüklerin kaldırım taşı tıkırtısından farksızlığını Arnavut kaldırımlı sokağa bakış atarak mırıldanıyorum. Bir taraftan rüzgârda salınan çamaşırlarımı topluyorum diğer taraftan mandalları yere düşürmemek için çamaşırları koltuğumun altına çenemle tutturuyorum. Hızlı esiyor mübarek, mandal sepetini zapt etmek bile akrobasi gerektiriyor. Kapı önüne sokağa çamaşır asarsan olacağı bu... Ege’de sokak yaşamının içine oturan film oyuncusu gibiyim. Tek fark rolüm gerçek. Sokakla iç içe yaşamak nasıl bir duygu veriyor bunu yaşamadan nasıl bilecektim, böylesi iyi! Yaşıyorum işte. Düşünceli bir halde çamaşır toplama savaşı verirken, sokağın başında oturan adını bilmediğim komşu hızlı adımlarla yanı başımdan geçiyor “kolay gelsin rüzgâr soğuk esmeye başladı” diyor. Ben de “yaa sormayın bu kadar esmese çabuk kurutamazdım çamaşırlarımı” diyorum fakat o beni yarı dinler dinlemez diyeceğine devam ediyor; “Ha ha ne kadar eserse essin kimseyi sallamaz artık, yaz geldi bir kere.”
“Kimseyi sallamaz” sözcüğüne mi takıldım yoksa komşunun yürürken rüzgâra pabuç bırakmayan efelenmesine mi bilemedim. Egeli kadın işte, doğanın gücünün farkında ve efeleneceği zamanı biliyor. Gelmiş Nisan’ın sonuna bundan sonra dolu yağsa ne gam!
Ege’yi yazmak hep keyif verir bana.
Ege kültürü de dahil hiçbir kültürü içinde yaşayıp solumadan anlayabilmek mümkün değil. Sorarak öğrenilecek şeyler hiç değil. O yüzden bir süredir sokağa yakın temastayım. Pandemi izin verdikçe mesafeyi ayarında tutup gel geç sohbetlere teşne bir ruh halim var. Şu pandemi süreci muhabbet konularımızı da epey kısırlaştırdı elbette. Tam iki lâfın belini kıracağız; kim nereliymiş aaa adalı mıymış, otların da tam zamanı filan deyip muhabbeti körükleyeceğim hoop filancayı covitten hastaneye yatırmışlar araya virgül oluyor… Ay arka komşunun annesi de covit olmuş torunu bulaştırmış, şu kadar kişi de ölmüş kasaba hastanesi doluymuş dedikoduları başlayınca benim yemek ot muhabbeti sizlere ömür. Toparla toparlayabilirsen.
Sokakta da gündem anlık değişiyor. Herkes o anki ruh haliyle sokağa atıyor kendini. Çöpünü bahane edip tam iki saat ayaküstü konuşanı mı ararsınız, “ayaklarımı yürüyüşe çıkardım” diyen muzip yaşlıları mı, her telden komşu var. Komşunun komşusu, akrabası, tanışı selam sabahı esirgemeyen kasabalı kadın dayanışması mı, adına ne derseniz…
Çiçek çalmanın itikadına inanıp sardunya dalı kırarak kalçasının ardına saklayan kısa boylu kısa beyaz saçlı hanım kaş göz edip sözüm ona “söylemeyin” diyor. Eğleniyor tabi. Çiçek hırsızlığının hoş görüldüğü bir coğrafya burası… Söylemiyor kimse. Sadece sardunyanın renklerinden açılıyor sohbet borsası. Şarabi rengi bulunmuyormuş her zaman. Beyazını edindim ben sana vereyim diyor öteki. Beriki de canan deriz biz ince kıvrımlısına diyor. Tenekeye ekmezseniz plastik kurutuyor diyor en yaşlısı. Zeytinyağı tenekeleri ne güne duruyor kesin kapağını, boyayın kirece ya da çivide…
Ah ah teyzem, kim görüyor tenekeyle yağı? Yağlar da plastik şişelerde, alacak güç mü kaldı millette! Kulağına eğiliyor diğeri herkesin duyacağı ses tonuyla, gelinimi işten çıkarmışlar diye mırıldanıyor. Üzüntü kıvrımları dolaşıyor hepsinin yüzünde. Bu salgın telef etti ahaliyi, şimdi de rızkımıza göz dikti, musibet söylenceleri sokaktakilerin dilinden ruhuna yayılıyor. Her biri iç çekerek eski günlerin tasa sandıkları günlerine öykünüyor. Kısa süren bir tefekkür duası yayılıyor dillere topyekün.
Bir suçlu bulmakta gecikilmiyor “zaman” deniliyor.
Bu zamanda yaşanmaz oldu dünya!
www.ascifok.com
|