KÜÇÜKKÖYLÜ AROLES
Ayvalık’ta Küçükköy tam bir sanatçı fabrikası, çok sayıda sanatçı köyü mesken tutmuş. Yazar, heykeltıraş, ressam, koleksiyoner ve akla gelebilecek tüm sanat dallarıyla ilgili bir sanatçıyla karşılaşmak mümkün. Her biri de mütevazı, atölyelerinde gelen giden ziyaretçileri kabul ediyor, sohbet ediyor, eserlerinden satın alınsın veya alınmasın, gönülden ilgileniyorlar. Çünkü sanatçılar Küçükköy’ü öylesine benimsemiş, öylesine sahiplenmişler ki, sanki yıllar önce köyde doğup büyümüşler de korumak, geliştirmek, turizme katkı sağlamak için çırpınıyorlar, sanıyor insan.
Bir dönem gençler köyü terk etmiş
Ben yaklaşık bir yıldır Ayvalık’ta yaşıyorum, Sarımsaklı’da oturuyorum ve Küçükköy’e sayısız kez uğradım. Zar taşlarla kaplanmış, Rumlardan kalma yapıların süslediği sokaklarında dolaştım. Mis gibi Boşnak böreğinin tadına baktım. Aynı sokaktan defalarca geçtiğim olmuştur. Bir keresinde heveslendim, ben de bu köyden minik de olsa bir yer alabilir miyim? diye, düşündüm, araştırdım, ekonomik olarak yanına bile yaklaşmak mümkün olmadı. Son on yılda rakamlar öylesine uçmuş gitmiş ki. Tabii haklı insanlar, bir dönem gelmiş, ardı arkası kesilmeyen bir göç yaşanmış. Köyün neredeyse tüm gençleri çekip gitmiş topraklarından, iş, güç peşinde koşmuşlar. Ne zaman ki, köye sanatçılar gelmeye atölyeler açmaya başlamış; Küçükköy ilgi odağı olmuş, butik oteller ardı ardına açılınca da, fiyatlar almış başını gitmiş. Onun öncesinde, yani köyde göçün hızlandığı yıllarda, arsalar ve evler çok ucuz fiyatlarla alıcı bulmuş.
Minik ama büyüleyici bir ortam
Abdullah İnaler de beş yıl önce Bandırma’dan köye gelip, mekan açmaya, yerleşmeye karar verenlerden. Ancak o ekonomik olarak yerleşmesi mümkün olmayınca, küçük de olsa bir odalı bir mekan bulup satın almış ve günü birlik de olsa Küçükköy’e yerleşmiş. Sabahları kapısını açtığı mekanında akşama kadar, müzikle uğraşıyor, müzik dinliyor, besteler yapıyor, üretiyor, kitap yazıyor, fotoğraflar çekiyor. Hani derler ya! On parmağında on marifet.
Askerlikten yazarlığa uzanan serüven
19 yaşında, hidrolik teknisyeni olarak Hava Kuvvetleri’ne adım atan, bu süreçte akşam evine gittiğinde eline gitarını alan, besteler yapan, askeriyede kurduğu orkestra ile akşamları meslektaşlarını aile ortamında eğlendiren Abdullah İnaler’in Bandırma’dan Küçükköy’e uzanan serüvenini kendi ağzından dinlemek pek keyifliydi. Elli metre karelik bir odaya adım atmadan önce kapısındaki Aroles müzik levhası hemen dikkat çekiyor. Demir zincirler rengarenk boyanmış, mekanın içinde duvarlar, boydan boya, fotoğraflar ve resimler ile kaplı. Çok sayıda yazarın, çeşitli konularda yazdığı kitapları, eski radyolar, eski fotoğraf makineleri, eski kartpostallar, yıllar öncesinin uzunçalarları, duvarda gitarı, kapının girişinde klavyesi. Minik ama sevimli, küçük ama büyüleyici bir ortam onun ki.
Yedi kitap, her biri ayrı bir yaşam öyküsü
Elli yıldır gitar çalıyor, ardından klavyeyi de katmış müzik yaşamına. Bununla da yetinmemiş yedi kitap yazmış. Her biri ayrı bir yaşam öyküsü. Yolcu, Sırtımdaki Postal, Taşın Altındaki El, Sen De Şarkı Söyle, Tahta Pencereler ve Yaşamdan Kesitler kitaplarının isimleri. Bir süre önce uğradığımda “Taş Evler” isimli kitabını almıştım. Küçükköy’ü anlatarak başlayan kitabi okurken, Küçükköy’ü o kadar iyi bilmeme karşın, her sayfayı çevirdiğimde başka bir sokağa, başka bir sanatçının evine, eski bir Rumevi’ne konuk oldum. Bir çırpıda Küçükköy’ü tanıtıyor Taş Evler isimli kitap. Tanımak bir yana, köyün tarihi, bugünlere kadar geçen süreç ve yaşananlar, yaşanmış olaylar tarihsel bir süreç ile kaleme alınmış.
130 beste, 90 klip
Dile kolay 130’u aşkın beste yapmış bugüne kadar, 50’si MESAM’a kayıtlı. Bestelediği şarkı sözlerinin tümü Abdullah İnaler’e ait. Bu kadar büyük bir bestekar ile sohbet ederken, mütevazılığı karşısında rahatsız oluyor insan. Bir böbürlenme bekliyor ki görmek mümkün değil. Şarkılarında yaşamını sürdürmeye başladığı Ayvalık’ın bilinen tanınan ve ünlenen mekanları var. Bir şarkısında Ayvalık, birinde Cunda, diğerinde Şeytan’ın Kahvesi, bir diğerinde Macaron Sokağı. Ve mekanda sürekli çaldığı Küçükköy’ü anlatan şarkısı. Aşk ve sevda üzerine şarkılar da yazıyor. 90’a yakın çektiği klipleri Youtube’da dönüyor, çok sayıda beğeni alıyor.
Müzik yapıp şarkı söylüyoruz
Gün boyunca ne yaptığını sorduğumda, “Mekanıma gelen kişiler, ilginç hayallerinin yeri olduğunu söylüyor. Sohbet ediyoruz, özellikle gençlerin ilgisini çekiyor, Eski plaklar, kitaplar üzerine konuşuyoruz. Birlikte müzik yapıyoruz, şarkı söylüyoruz. Onları müziğe, okumaya ve yazmaya teşvik ediyorum. Koleksiyon yapmalarını öneriyorum,” diye anlatıyor.
Küçükköy ile tanışma
Küçükköy’ü tanıması, sokaklarında küçük de olsa bir yer alırım umuduyla, adım adım dolaştığı günleri, bir de sanatçının, ağzından dinleyelim, ilk Küçükköy ile tanışma macerasını. Abdullah İnaler anlatıyor, “Sahildeki bir akşam curcunasından kendimi hayallerimin çizdiği rotada yol almak için, başımı yaslayıp, gözlerimi kapattığım an telefonumdan çantamın en dip köşesinden gelen ölgün ses, güçlükle kulaklarıma ulaştı. Her şey bu cep telefonumun çalmasıyla başladı. Arayan İstanbul’dan kızımdı. Hal hatır sormalar bittikten sonra, ‘Baba Ayvalık’ta Küçükköy diye bir köy varmış. Eski bir Rum köyüymüş, içinde tarihi taş evler varmış. Şimdi Boşnaklar oturuyormuş. Bizim arkadaşlar oradan çok eski bir taş ev almış. Arkadaşımın eşi, o da Boşnak. Şimdi orada evler çok değerlenmiş. Gidip bir bakın bakalım, biz de alalım’ Önce kızımın hayallerine girdi, Küçükköy.”
Yıllarca Küçükköy’e girmediği için hayıflanıyor
2015 yılından beri Ayvalıklı olduğunu ve Altınova’daki yazlığına kış bitince Bandırma’dan göçüp geldiğini hatırlatan sanatçı. Artık Bandırma’daki evini de kiraya vermiş tamamıyla Ayvalık’a yerleşmiş. Yıllarca Sarımsaklı Ayvalık arasında gidip geldiğini ancak Küçükköy’e girmediğini hüzünlenerek anlatan Abdullah İnaler, “Belki köye girdik, kenarından geçtik, ama hiçbir şey fark edemedik. Ayvalık’ın güneyine sırtını dayamış bu tarih kokan gizem dolu köyü göremedik. Küçükköy Sarımsaklı yolundaki çeşmeden defalarca su doldurduk. Köy meydanından da geçtik belki ama ne yazık ki hafızada köyle ilgili hiçbir şey yok,” diye hayıflanıyor.
Köyde fiyatlar uçmuş gitmiş
2015 yılında Kasım ayının başında deniz sezonunun sonuna gelindiğini ve Bandırma’ya döneceği için zeytinleri biraz erken topladıklarını anlatan sanatçı, şöyle devam ediyor:
“Oturduk hepsini tuzlayıp, bidonlara doldurduk, kimisi kırma oldu, kimisi sele. Narlar toplandı, iğdeler kurumaya alındı. Ayvalar reçel oldu. Kısacası kışa hazırız. Kız ‘Küçükköy’ dedi ya, takıldı kafaya. Bir gün komşularla atladık arabaya doğru Küçükköy’e. Ayvalık çamlık yolundan Küçükköy levhasının gösterdiği ok işaretini takip ederek sağa döndük. Asfalt bir yol. Sağ tarafında Küçükköy stadı, sağ yamaç yerleşim alanına açılmış tek tük evler. Sol tarafta ağaçların altında bir çeşme, daha önce burada su doldurduğum geldi aklıma, Çeşme Çamlık sırtlarında gelen doğal kaynak suyu, yine başı kalabalık, arabalar park etmiş bidonlar sırada. Bu çeşmenin çayı iyi oluyormuş. Yine sol üst yamaçta, Çamlık koyu ve Sarımsaklı manzaralı yeni yapılmış bir site. Onun alt tarafında köyün yeni ilkokulu. Köye yeni yapılan Küçükköy Belediyesi’nin taş binasının önünden girdik. Sağ tarafta kalan yol ise köyün doğu tarafındaki aşağı mahalleye gidiyor. Aracımızı uygun bir yere park ettikten sonra başladık köyün içine doğru yürümeye. Taş sokakların sağında solunda eski taş evler dikkatimizi çekmeye başlamıştı. Arada sırada yeni yapılarda vardı ama genelde taş evler yoğunluktaydı. Sol tarafta geniş bir taş avlunun içinde bahçe temizliği yapanları görünce ‘Kolay gelsin’ dedik. İnce zayıf uzun boylu, başındaki geniş hasır şapkanın altına gizlenmiş mavi gözlerini gözlerime dikerek ‘Hoş geldiniz’ dedi. Kucakladığı sararmış ot yığınını yere bıraktıktan sonra yanımıza geldi. Elli beş yaşlarında ya vardı ya yoktu. Boş bahçenin taş duvarına yaslanarak, bir müddet soluklandı. Bahçenin sağ tarafındaki taş evi gösterdi. ‘Burası satılık herhalde’ dedim. Başındaki hasır şapkayı çıkarıp, alnındaki teri eliyle sildikten sonra; ‘Evet dokuz yüz metre, bahçesiyle birlikte bu taş eve sekiz yüz bin Türk lirası istiyorlar,” demez mi! Fiyatlar uçmuş gitmiş.”
Evler boş, fiyatlar hoş
Ev almaya karar verdiğinde günlerce tabanları şişene kadar dolaşan Abdullah İnaler, bol bol satılık ev levhalarının taş duvarları süslediğini, buna rağmen köyün taş sokaklarına büyülenip kaldığını anlatıyor. Çoğu evlerin boş olduğunu, çok güzel tarihi evlerin bulunduğunu söyleyen sanatçı, “Köydeki evlerin çoğu iki katlıydı. Evlerin bahçeleri genellikle evlerin arkalarındaydı. Dışa karşı korunma amaçlı olarak bu şekilde inşa edilmişti. Meydana geldiğimizde sağ tarafta meydana tepeden bakan yüksek bir kahve, cami avlusunun içindeki tarihi bir çınar ve onun altında kahvenin masa ve sandalyeleri vardı. Sol tarafta geniş bir meydan, onun önünde tahta bir seyyar baraka ve içinde köfteci, onun bitişiğinde de köyün ikinci kahvesi vardı. Sağ tarafındaki sarmaşık tüm kahvenin sol tarafındaki ara yolu kaplamış, güzel bir gölgelik alan yaratmıştı. Onun solunda ise restore çalışmaları devam eden bir yer vardı. İçinde ustalar çalışıyordu. Meydanın sağ tarafındaki, geniş bir avlunun içinde yer alan cami Rumlar döneminden kalma eski bir kiliseymiş. 1886 yılında cami yapılmış. Aynı avlunun içinde iki katlı tarihi taş bina ise eski bir okulmuş. Bu taş binanın bir kısmı köyü ve Boşnak kültürünü tanıtan kent müzesi olarak hizmet veriyor. Alt katı da düzenlenerek resim galerisi yapılmış. Müzeden dışarı çıkıp merdivenlerden aşağı inerek, alt kattaki açık kapıdan içeri girdik. Rutubet kokusunun taş duvarların içine sindiği bu galeride, loş bir ışıklandırma taş duvarlardaki eski siyah beyaz fotoğraflar köyün tarihini, mübadele yıllarında balkanlardan göçenlerin hikayesini anlatıyordu. 1900’lü yıllarda Küçükköy’ün bir Boşnak köyü oluşunun öyküsünü siyah beyaz fotoğrafların içine girerek bir bir onlarla beraber yaşadık” diye anlatıyor.
Binayla tanışma günleri
Şu anda bulunduğu mekanı nasıl satın aldığının öyküsünü de aktaran Abdullah İnaler, tanıştığı Küçükköylü Ahmet’in yönlendirmesiyle, sarı badanalı, demir kapısı ve demir penceresi olan binanın üstünün beton ile kaplı olduğunu çatısının bile bulunmadığını ancak içini sımsıcak bir ilginin kapladığını söylüyor. Köyün merkezine 50-60 metre uzaklıktaki binanın fiyatının da uygun olduğunu, eşinin de ısrarıyla satın almaya karar verdiğini anlatan Abdullah İnaler şöyle devam ediyor:
“Uzun caddenin ortasındaydı. Sağında uzun bir taş duvar, solunda ufak bir üstü açık dükkan gibi yer vardı. Arkası geniş bir bahçeye bakıyordu. Tam karşısında üç katlı bir yeni yapı, sol tarafta eski iki katlı bir taş ev, sağ tarafında ise tek katlı eski bir taş ev vardı. Kasım Ağa Sokağı’ydı. Bir araba ancak geçerdi bu yoldan. Arelos Sanatevi’nin doğuşu böyle başladı. Altınova’daki evimizin çatı katındaki tüm eski antika ve diğer müzik araç ve gereçlerini buraya taşıdım. Yavaş yavaş kendi el emeğimle bu küçük işyerinin dekorasyonunu yapmaya başladım. Denizden çıkardığım çapa, komşunun verdiği panjurlar, eski kapılar, Bandırma’dan getirdiğim eski sandalyeler. Eski panjurlardan yapılan masa, tabureler, çerçeveler hep buraya dekor oldu. Sanatevinin adı ne olacaktı ve burada ne iş yapacaktım. İki torunum vardı Arın ve Ela. Onların adlarının ilk iki harfi alarak ‘’Arel sanatevi’’ oldu. Ama bu isim fazla durmadı. Bir sene sonra bir torun daha geldi, Berlin’den adı Oscar Deniz. Onun isminin ilk iki harfi Os’u Arel ‘e ilave edince oldu mu sana sanat evimin adı ‘’Arelos Sanatevi’’ Bu arada mevcut bütün kitaplarımı ve plaklarımı buraya taşıdım. Bu aralar kitap yazma çalışmalarım devam ediyordu. İnternet ortamındaki bloglarımdaki bütün yazılarımı, şiirlerimi kitaplaştıracaktım. İlk denemelerimi aldığım bir fotokopi makinasıyla evde gerçekleştirdim. Daha sonra Bandırma’daki Mustafa ve Emrah adlı iki öğretmenin işlettiği kitap ve baskı evinde daha geliştirerek kitaplaştırdım. Kitapların tüm dosya ve kapaklarını, editörlüğünü de ben yapıyorum. İlk kitabım Yolcu’nun edebiyat dünyasına girişi böyle oldu. Sanatevimin amacı, çizgisi yavaş yavaş yerine oturuyordu. Burada kendi kitaplarımı tanıtıp, imzalayarak, müziğimi de canlı dinletip, tanıtıp, cd’lerimle geniş bir kitleye satarak ulaştırmaya başladım. Ayrıca eski plak, kitap ve kendi çektiğim ilginç resimlerin tanıtımını yapıyorum. Artık sanatevime gelenlere kitaplarımı imzalayıp veriyorum. Müziğimi ise önce cd’den dinliyorlar, sonra gitarla canlı dinliyorlar beğeniyorlarsa alıyorlar.Yıllardır kıyı köşemde bugüne ulaşan bu değerleri, benden sonra bunlara şimdiden değer veren genç müzikseverlere aktarmanın daha doğru olduğunu düşünerek uygun bir bedel karşılığında onlara devrettim. Hiç olmazsa benden sonra bunlar ne olacak kaygısı içimden silinmişti. Küçükköy’ün taş sokakları arasındaki bu küçük dünyam, bu ufak sanatevim, yarattığım cennetim gelen birçok misafirimin hayaliydi. Onlara söylediğim tek şey ‘Cenneti arama yarat’ sözüydü. Bana bu cenneti yaratmamda önümü açan, kendi cennetinde çiçek bahçesinde torunlarıyla toprağı eşeleyip, onlarla sarmal dolaş yeni fidanlar, çiçekler eken eşime sonsuz teşekkürler. Küçükköy’ümüz bir sanat ve bilim köyü olma yolunda yavaş ve emin adımlarla ilerlemektedir. Dünya kültür değerleri mirası koruma kapsamına alınan Küçükköy’ün en büyük eksiği şu anda köy sakinleriyle sanatçıların birlikte ele ele vererek oluşturduğu bir derneğin olmamasıdır. Şu anda olan derneğin de bu ihtiyaca cevap verememesidir. Küçükköy’de bir yerim olduktan sonra, müzik yaşamımda da bir değişim oldu. Köy için şarkı yazma ihamı, taş sokaklarda gezerken içime işlemeye başladı. Bir şarkım vardı, yani bestem sözleri olumsuzluk yüklüydü. Adıysa ‘’El Sallıyor Dünya’’ yani artık güle güle misali. Bu müziğe yeni sözler yazdım. Ritim valsti. ‘Bu köye ait olsun’ dedim ve oturup yorumlayarak amatör bir klip yaptım.”
isikteoman@gmail.com
|