“BEN DÜNYANIN EN KÖTÜ AŞIĞI OLABİLİRİM”
Nihayet, Marmaray'a yetişiyorum. Henüz gelmiş perona. Kapılar açılıyor, bir bakıyorum benim gireceğim vagonun kapısının önünde bir kapı daha. İri yarı izbandut gibi iki genç. Sahi izbandut ne demek? Görünüşü ve davranışı ile korku veren iri yarı adam. Yok canım o kadar da korkunç değil.. İki kişi bir olmuş omuz omuza verip kalkan yapmışlar, kapıdan içeri sanki kimse girmesin diye. Dur bakalım daha beni tanımıyorlar. Bakmasınlar öyle mini mini durduğuma. Ferhat’ın Şirin için dağları deldiği gibi bende bu dağ gibi görünen gövdeleri yarmaya niyetliyim. Adımlarımı peş peşe ona göre atıyorum. "Kapının önünü biraz açsanız..." Duymamazlığa verdiler önce. Sesimin kenarında biraz sinir biraz alınma var. Biri, pek de istemeyerek çekiliyor kenara. Öteki hala yerli yerinde. Daracık alandan geçip karşı sırada boş olan koltuklardan birine oturuyorum. Tadım kaçtı bir kere! Gel de kitap oku, gel de insanları gözlemle, gel de hayal kur, gel de yaz, gel de düşün... Bu düşüncesiz insanlar, neye benziyor? Yüzlerine bakıyorum... İzbandut gibi değillerse de, sessizce sohbet eden iki boylu boslu genç. Konuşurken arada bir birbirlerine tebessüm ediyorlar. En azından bazıları gibi yüksek sesle bağıra çağıra konuşmuyorlar. Bu arada, bana zoraki yol veren tekrar dayanmış kapıya. Düşüncelere dalacakken birden vagonda bir müzik sesi yükseliyor. Aklım çıkacaktı az daha. Kafamı çevirdiğim anda, az önceki gençlerden birinin şarkı söylediğini görüyorum. Şaşkınlığım artıyor. Hangi ara o müzik aletlerini ortaya çıkardınız siz? Kaşla göz arası ne zaman hazırlanıp ne zaman başladınız o şarkıya? Şarkıya eşlik etmemek için zor tutuyorum kendimi.
“Ben dünyanın en kötü aşığı olabilirim." Söyleyemem, çünkü onlara kızgınım. Ama bu kadar güzel ses mi olur? Sesine duyguyu katmış, belli ki çokça da çalışmış, yetenek ve emek var, ritim var, her şey tamam. Başka zaman olsa hiç düşünmeden bir onluk verirdim. Ama yok öyle yağma! Anlasınlar onlara kızdığımı, hatalarını bilsinler. Beş, on liraya bazıları çok der. Akşama kadar, şu kadar kişiden şu kadar bozukluk toplasa... Bizim milletin en sevdiği şey toplama. Adam topla, laf topla, milletin kazancını topla... Hep hesap kitap. Tanrı bile lanet etmiş hesap kitap yapana. Ama kulun işi ne? Kimi akrabalarım bana savruk der, halt etmişler. Şu şarkı için bir konsere gitsem, kaç katını vereceğim? Bunu düşünmezler. Orada tek bir şarkı dinlemeyeceksin, daha fazlası var ama olsun. Burada ben de, biraz hesap kitap yapmış olabilirim. Eh olacak o kadar, canım sağ olsun. Ama emek var kardeşim emek. Neyse ki onu az çok biliyoruz. Emeği, alın terini destekleyeceksin; işini iyi yapanı salt alkış tutmaktan öteye gideceksin. Bu adam, bu işiyle karnını doyuramazsa ne olacak? Bir yetenek daha heba olup gidecek. Bir insan daha küsecek. Sende bu kadar ucuza enfes bir müzik dinlemeyeceksin. Kolay mı bu pahalılıkta karnını zor doyururken konsere oraya buraya gitmek.
Şarkı bitmek üzere ben direniyorum. Tükürdüğümü yalayamam. Ne demek? Söylediği sözden benliğini küçülterek geri dönmek. Benlikmiş, şımarıklık seninkisi. Kendini şu an üstün görme değil de ne? Ben, böyle kendi kendimle konuşurken şarkı da heba oldu gitti. Bir kişi bile elini cebine atmadı, desteklemedi emeği. Takdir etmedi, teşekkür etmedi. Çocuklar sessizce başları eğik çekti gitti. Bütün bunların sorumlusuymuşum gibi hissettim bir anda. Sadece günümü değil gecemi de berbat etti bu veletler. Gel de bu gece uyu. Bu çocuklara tekrar rastlayıp iki, hatta dört onluk vermezsem bu vicdan azabından kurtulamamam. Eh ne demişler, "Öfkeyle kalkan zararla oturur." Bu da benim bugünkü zararım…
|