Erol ÇINAR
Sabah Düşünceleri
Ayaklarımı dayadım duvarın kenarına. Karşımda Boğaziçi. Denizin sabah uyanışını seyrediyorum. Ne güzel, yeni bir gün başlıyor!. Saat sabahın daha sekiz buçuğu. Güneş bulutların kanadında. Bir balıkçı motoru geçiyor. Ardında dümdüz bir çizgi bırakarak. Tek bir dalga yok. Tek bir esinti. Martılar özgürlüklerine kanat çırpıyor. Bakıyorum güvercinler toplanmış, çimlerin üstünde. Bir şeyler bulmuşlar, yiyorlar acele acele. Sanki biri kapacak. Kent ise çoktan uyanmış. Köprünün üstünden sayısız arabalar geçiyor. Denizin kokusunu içime çekmek, kuşların cıvıltılarına eşlik etmek, doğaya yakın olmak, onun bir parçası olmak. İçim aydınlanıyor.
Yan masada sarışın bir kadın var. Ayaklarını birbiri üzerine atmış, elinde bir sigara. Garson gelip masanın üzerine çayı bırakıp, gitti. Uzaktan kadını biraz süzdü. Kadın, dikkatlice okuduÄŸu gazeteyi katlayıp, masaya bıraktı. İnsan yalnızlıkta kendi dünyasına dalıp gider. Hele gözleri mavi sularda ise. Neredeyse elini uzatıp, mavi boncuk takacak BoÄŸaziçi’ne. Övünç var bakışlarında. Åžu an buradayım, çok ÅŸanslıyım, der gibi. Dalıp gidiyor. Neler geçiyor aklından ÅŸimdi kim bilir?. Belki hafif bir dalga ortasındaki bir kayıkta miskinlik etmeyi düşünüyordur. Belki de sevgilisiyle birlikte el ele dalıp gitmeyi sonsuzluÄŸa.
İleride bir genç çift oturuyor. El ele, göz göze. KiÅŸiler böyle zaman parçalarının deÄŸerini bilmeli, kendinle, sevdiÄŸinle baÅŸ baÅŸa olabilmenin tadını çıkarmalı. Isınmanın, yaÅŸamanın, güzelliÄŸi duymanın, sevginin, aÅŸkın, sevdiÄŸimiz insana karşı o güzel, o eÅŸsiz duyguyu sunmanın fırsatı o anlarda saklı. Tamda bunları düşünüyordum ki, yanlarında falcı bir kadın geldi, pervazsızca konuÅŸmaya katıldı. Duyuyorum konuÅŸmalarını. “At bir beÅŸlikte bakayım falına” diyor falcı. Cevabı beklemeden iskambil kağıtlarını karıştırılıp, masanın üstüne diziyor. Savrulan kağıtlar bir dizin oluÅŸturuyor. Karo kızı, maça oÄŸlanının tepesine çıkıyor. Yorumda hemen baÅŸlıyor. “Bu çocuk seni başına taç etmiÅŸ kızım, taç etmiÅŸ, ÅŸanslısınız, bahtınız açık. Evlilik var ufukta”. Bir sevinç dalgası kaplıyor genç çifti. Gözleri parıldıyor. Bu bile yanılmanın avuntusu. Kağıtlardan umut beklemek, bir ÅŸeyler ummak.
Çay servisi yapan garsonun, arkadaki masayı silen arkadaşına laf atmasıyla dalgınlığımdan sıyrılıyorum. “Duydun mu? Gazanfer Özcan öldü” diyor biri. Öteki “Yapma ya, Allah rahmet eylesin iyi sanatçıydı” diyor. Üzülüyorum. Haberim olmadığı için de hayıflanıyorum. Demek ki, yılların sanatçısı yaÅŸama perde demiÅŸti. Kaçınılmaz, kurtulunmaz sonuca o da yakalanmıştı. YaÅŸamımdan kopan, sonsuzluÄŸa nur olan çevremdeki insanları düşünüyorum. Babamı, Levent’i, Büyükbabam ve büyükannemi.
Hoparlörden gelen bir iki cızırtıdan sonra Türkçe pop müziÄŸinin meÅŸhur parçalarından biri çay bahçesinin boÅŸluÄŸunu dolduruyor. Yabancı gelmiyor bu mısralar. Birden hatırlıyorum. Sabahattin Ali’nin ÅŸiiri bu.
“Ne bir dost ne bir sevgili
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar melankoli”
Çocukluk günlerimi hatırlıyorum. KomÅŸumuz Arif beyin kızı için söylemiÅŸti annem. “Bu kız tam bir Malihülya” diye. Arapça olan bu kelimenin karşılığını çok sonraları öğrendim; Melankoli. Bakın Victor Hugo melankoli ile ilgili ne demiÅŸ. “Melankoli, hüzünlü olma mutluluÄŸudur.” Sergei Rachmaninof ise “Melankoliyi bedelini özleyebileceÄŸin bir ayrıcalık“ olarak tanımlarken, Aristo “Neden ister felsefe ya da politika ister ÅŸiirin ya da politika da yada sanatta olsun olaÄŸanüstü kiÅŸilerin hepsi melankoliktir.” En sonunda da usta ÅŸair Baudlaire. Melankoli Baudlaire’ın samimi yoldaşıdır. Fıskiye ÅŸiirinin ilk kıtası aklıma geldi.
“ Sen gecenin alabildiÄŸine güzelleÅŸtirdiÄŸi,
Göğsüne eğilmiş ne hoş,
Dinlerim haznelerde hıçkıran
Sonu gelmez inleyiÅŸi!.
Ay, çağıltılı su, kutlu gece
Çevrede titreşen ağaçlar.
Sizdeki o saf melankoli
AÅŸkımın aynasıdır”
Bir kelime insanı nerelere götürüyor. Hangi çağrışımların esiri yapıyor. Bu arada çay bahçesinde oturanlar çoğaldı. Karşıma sabah yürüyüşünden dönmekte olan bastonlu adam ve karısı oturdu. Karşı masadaki ihtiyar ise denize bakarak kahvesini çoktan yudumlamaya başlamış. Ve ben, şimdi, bu sabah, burada gazete ve çayımla baş başayım. Anılar, anımsamalar, gözlemler ile geçen zaman. Şimdi kalkmalı yeni bir güne doğru yürümeli, anılar, anımsamalar içlemleri burada bırakarak.
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
Ayaklarımı dayadım duvarın kenarına. Karşımda Boğaziçi. Denizin sabah uyanışını seyrediyorum. Ne güzel, yeni bir gün başlıyor!. Saat sabahın daha sekiz buçuğu. Güneş bulutların kanadında. Bir balıkçı motoru geçiyor. Ardında dümdüz bir çizgi bırakarak. Tek bir dalga yok. Tek bir esinti. Martılar özgürlüklerine kanat çırpıyor. Bakıyorum güvercinler toplanmış, çimlerin üstünde. Bir şeyler bulmuşlar, yiyorlar acele acele. Sanki biri kapacak. Kent ise çoktan uyanmış. Köprünün üstünden sayısız arabalar geçiyor. Denizin kokusunu içime çekmek, kuşların cıvıltılarına eşlik etmek, doğaya yakın olmak, onun bir parçası olmak. İçim aydınlanıyor.
Yan masada sarışın bir kadın var. Ayaklarını birbiri üzerine atmış, elinde bir sigara. Garson gelip masanın üzerine çayı bırakıp, gitti. Uzaktan kadını biraz süzdü. Kadın, dikkatlice okuduÄŸu gazeteyi katlayıp, masaya bıraktı. İnsan yalnızlıkta kendi dünyasına dalıp gider. Hele gözleri mavi sularda ise. Neredeyse elini uzatıp, mavi boncuk takacak BoÄŸaziçi’ne. Övünç var bakışlarında. Åžu an buradayım, çok ÅŸanslıyım, der gibi. Dalıp gidiyor. Neler geçiyor aklından ÅŸimdi kim bilir?. Belki hafif bir dalga ortasındaki bir kayıkta miskinlik etmeyi düşünüyordur. Belki de sevgilisiyle birlikte el ele dalıp gitmeyi sonsuzluÄŸa.
İleride bir genç çift oturuyor. El ele, göz göze. KiÅŸiler böyle zaman parçalarının deÄŸerini bilmeli, kendinle, sevdiÄŸinle baÅŸ baÅŸa olabilmenin tadını çıkarmalı. Isınmanın, yaÅŸamanın, güzelliÄŸi duymanın, sevginin, aÅŸkın, sevdiÄŸimiz insana karşı o güzel, o eÅŸsiz duyguyu sunmanın fırsatı o anlarda saklı. Tamda bunları düşünüyordum ki, yanlarında falcı bir kadın geldi, pervazsızca konuÅŸmaya katıldı. Duyuyorum konuÅŸmalarını. “At bir beÅŸlikte bakayım falına” diyor falcı. Cevabı beklemeden iskambil kağıtlarını karıştırılıp, masanın üstüne diziyor. Savrulan kağıtlar bir dizin oluÅŸturuyor. Karo kızı, maça oÄŸlanının tepesine çıkıyor. Yorumda hemen baÅŸlıyor. “Bu çocuk seni başına taç etmiÅŸ kızım, taç etmiÅŸ, ÅŸanslısınız, bahtınız açık. Evlilik var ufukta”. Bir sevinç dalgası kaplıyor genç çifti. Gözleri parıldıyor. Bu bile yanılmanın avuntusu. Kağıtlardan umut beklemek, bir ÅŸeyler ummak.
Çay servisi yapan garsonun, arkadaki masayı silen arkadaşına laf atmasıyla dalgınlığımdan sıyrılıyorum. “Duydun mu? Gazanfer Özcan öldü” diyor biri. Öteki “Yapma ya, Allah rahmet eylesin iyi sanatçıydı” diyor. Üzülüyorum. Haberim olmadığı için de hayıflanıyorum. Demek ki, yılların sanatçısı yaÅŸama perde demiÅŸti. Kaçınılmaz, kurtulunmaz sonuca o da yakalanmıştı. YaÅŸamımdan kopan, sonsuzluÄŸa nur olan çevremdeki insanları düşünüyorum. Babamı, Levent’i, Büyükbabam ve büyükannemi.
Hoparlörden gelen bir iki cızırtıdan sonra Türkçe pop müziÄŸinin meÅŸhur parçalarından biri çay bahçesinin boÅŸluÄŸunu dolduruyor. Yabancı gelmiyor bu mısralar. Birden hatırlıyorum. Sabahattin Ali’nin ÅŸiiri bu.
“Ne bir dost ne bir sevgili
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar melankoli”
Çocukluk günlerimi hatırlıyorum. KomÅŸumuz Arif beyin kızı için söylemiÅŸti annem. “Bu kız tam bir Malihülya” diye. Arapça olan bu kelimenin karşılığını çok sonraları öğrendim; Melankoli. Bakın Victor Hugo melankoli ile ilgili ne demiÅŸ. “Melankoli, hüzünlü olma mutluluÄŸudur.” Sergei Rachmaninof ise “Melankoliyi bedelini özleyebileceÄŸin bir ayrıcalık“ olarak tanımlarken, Aristo “Neden ister felsefe ya da politika ister ÅŸiirin ya da politika da yada sanatta olsun olaÄŸanüstü kiÅŸilerin hepsi melankoliktir.” En sonunda da usta ÅŸair Baudlaire. Melankoli Baudlaire’ın samimi yoldaşıdır. Fıskiye ÅŸiirinin ilk kıtası aklıma geldi.
Göğsüne eğilmiş ne hoş,
Dinlerim haznelerde hıçkıran
Sonu gelmez inleyiÅŸi!.
Ay, çağıltılı su, kutlu gece
Çevrede titreşen ağaçlar.
Sizdeki o saf melankoli
AÅŸkımın aynasıdır”
Bir kelime insanı nerelere götürüyor. Hangi çağrışımların esiri yapıyor. Bu arada çay bahçesinde oturanlar çoğaldı. Karşıma sabah yürüyüşünden dönmekte olan bastonlu adam ve karısı oturdu. Karşı masadaki ihtiyar ise denize bakarak kahvesini çoktan yudumlamaya başlamış. Ve ben, şimdi, bu sabah, burada gazete ve çayımla baş başayım. Anılar, anımsamalar, gözlemler ile geçen zaman. Şimdi kalkmalı yeni bir güne doğru yürümeli, anılar, anımsamalar içlemleri burada bırakarak.
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
"Erol ÇINAR" bütün yazıları için tıklayın...
