ISSN 1308-8483
Beyaz yalanlar, siyah yalanlar, pembe yalanlar... / Sedat YALÇIN
Sedat YALÇIN    
  Yayın Tarihi: 29.3.2009    


Beyaz yalanlar, siyah yalanlar, pembe yalanlar...

İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşırlar der halkımız. Ağzı olan konuşuyor diye bir reklam vardı. Sözlerimiz çok önemlidir. ”Kullandığınız sözcükleri çok özenle seçin“ der bir düşünür. Yunus Emre’nin “söz ola kestire başı, söz ola kese savaşı” ağzımızdan çıkan sözlerin, kelimelerin ne kadar değerli olduğunun çok güzel bir ifadesidir. Sözlerimiz bu kadar önemli ise, sözlerimiz bizim insan olarak değerimizi gösteriyorsa, ağzımızdan çıkanı kulağımızın duyması gerekir. Acaba ağzımızdan çıkan sözlere gereken önemi gösteriyor muyuz? Önemli olan, sözlerimizin gerçeklerle örtüşmesi. Yani yalandan, riyadan uzak olması. Şöyle günlük yaşamımızdan kesitleri beraberce irdeleyelim. Bakalım ne kadar yalandan, riya dan uzağız.

Bir arkadaş toplantısında, evinize gelen arkadaşınıza ikram ettiğiniz kek, tatlı, yemek hakkındaki fikrini sorduğunuz zaman beğenmese bile “aaa çok güzel olmuş eline sağlık” demektedir. Neden yalan söylemek ihtiyacını duyarız. Hemen nezaket gereği der işin içinden sıyrılırız. Halbuki gerçek bu değildir. Şu kek biraz tatsız veya tuzlu olmuş vs, gibi bizim ağız tadımıza uymayan hususları belirtsek daha samimi olmaz mı? Bu şekilde davranırsak beğendiğimizi söylediğimiz zaman karşımızdaki kişi gerçekten beğendiğimize kalben inanacaktır. Yoksa her şeyi beğendiğimizi söylersek sözlerimizin inandırıcılığı kalmamaktadır. Herkes yalan söylediğimizi bilir, ama gene de kabullenir nezaket adına. İşin garibi ev sahibi sunduğu yiyeceğin tenkit edilmesini hiç istemez, hep takdir bekler. Yani yalan her iki taraf için de kabul edilebilen bir husustur. Fikrimizi yapıcı, kibarca tam açıklığı ile beyan etsek daha güzel olmaz mı? Her şeyiyle yapmacık, yalan dolan bir ilişki nasıl oluyor da insanımızı tatmin ediyor anlayamıyorum doğrusu. Sanal bir yaşam yaratıyoruz.

Yolda bir kişiye adres sorduğunuz, zaman karşımızdaki kişi adresi bilmiyorsa bilmiyorum demek sanki onu utandıracakmışçasına düşünür, taşınır, yalan yanlış yer tarif eder. Neden gerçekleri söylemekten korkuyoruz?

Bir kişiye yemek /tatlı/kek...vs tarifi veya herhangi bir el sanatları ile ilgili yaptığı bir yapıt hakkında soru sorarsanız; size kesinlikle tam açıklığı ile tarif vermez. Sanki devlet sırrı. Tamam siz buradan para kazanıyorsunuzdur, sizin ürettiğiniz bir eserdir, bu bir ticari sırdır, gayet tabii ki başkaları ile paylaşmayabilirsiniz. Bu ayrı bir konu. Benim kastettiğim arkadaş toplantıları. Arkadaşımıza rahatlıkla “bu tarif bana mahsus kimse ile paylaşmak istemiyorum” deme cesaretini neden göstermiyoruz. Neden yalan söylemeyi tercih ediyoruz. Tarif vermeyince arkadaşımızın bize darılacağından korkuyoruzdur. Yalan dolan üzerine kurulu bir arkadaşlığı tercih ediyoruz. İşin ilginç tarafı bu yalanlar o kadar kanıksanmış durumdaki, yalan her iki taraf tarafından da meşru, normal bir olaymış gibi kabul görmektedir.

Yalan o kadar ruhumuza işlemiş ki “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye atasözü bile icat etmişiz. ”Yalandan kim ölmüş” diyerekten adeta yalanı teşvik etmiş olmuyor muyuz günlük hayatımızda. Ne kadar acı! Ama acı olduğunu anlayamayacak kadar safız en hafif tabiriyle. Şöyle bir günlük hayatımıza bakalım, konuştuklarımızla, yaptıklarımız yani uygulamalarımız arasında ne kadar çok fark var. Dürüst davranmak, konuşmak bu kadar zor mu? Ebeveynler evde o kadar çok yalan konuşuyorlar ki, buna şahit olan çocuklar için yalan gayet doğal oluyor. İşin en acı tarafı ise; çocuklarımıza bizzat tarafımızdan yalan söylettirilmesi. Kapı veya telefon çalar, eğer görüşmek istemediğimiz birisi olabilir endişesiyle, çocuğumuza bak bakalım Ayşe teyzense veya Mehmet amcansa babam, annem evde yok de diye tembih ederiz. Yani onları yalan söylemeye zorlarız. Ondan sonra da çocuklarımızdan yalan söylememesini bekliyoruz. Ne garip ve iki yüzlü bir anlayış!

Hele ticaret hayatında yalan o kadar kanıksanmış ki herkese çok normal olarak gelmektedir; hepimiz şahit olmuş, yaşamışızdır. Satıcının yalan söylemesi, sanki ticaretin genel kuralı gibi algılanıyor ne yazık ki. Herhangi bir alışveriş yaparken içinizde hep bir kandırılma duygusu yaşamıyor muyuz? Gerek alıcı, gerek satıcı, birbirlerinin yalan söylediklerinin farkında ama tüm kurallar yalan üzerine çalışıyor. Yalan o kadar yaşamımıza girmiş durumdaki siyasiler bile televizyonda konuşuyor, dinliyorsunuz. Ertesi gün çıkıp ben öyle söylemedim diyerek gözünüzün içine baka baka yalan söylüyor. Eğer televizyonda söylediğini dinletirseniz, çok sıkışınca “ben öyle demek istemedim, yanlış anlaşıldım” diyerek katmerli yalanını devam ettiriyor.

Bir arkadaşınıza bir yere gitmek için, bir ziyarette bulunmak için ..vs telefon edip aradınız; eğer arkadaşımız o yere gitmek istemiyorsa, o kişi ile görüşmek istemiyorsa veya o gün canı bir yere gitmeyi istemiyorsa, aranan kişi hemen bir bahane bulması gerektiğini düşünür ve yalan söyler. ”Ah keşke dün söyleseydin, bugün bir arkadaşım bize gelecek” gibi bir mazeret uydurması şarttır sanki. Neden arkadaşıma “bugün bir yere gitmek istemiyorum” diyemiyoruz. Neden açık olamıyoruz? Bu kadar mı kendimize güvenimiz ve de saygımız yok. Yalan söyleyerek kendi kendimize olan saygımızı yitirmiyor muyuz? Aynı şekilde bir dostumuz bizi ziyaret etmek istediğini söyler; fakat biz o gün dinlenmek istiyoruzdur. Bugün istirahat edeceğim, misafir kabul edemiyorum diyemeyiz. Hemen bir bahane uydurur ve onun arkasına sığınırız. Yani gene yalan söyleriz. Bunun adına da karşımızdaki kişiyi kırmak istemediğimiz, nezaket icabı böyle davrandığımız fikrini ileri süreriz. Bu şekilde kendimize olan saygımızı kaybetmediğimizi varsayarız. Eğer karşımdaki dostum ise beni anlayışla karşılayacaktır. Yok eğer gerçek dostum değilse kırılacaktır. Zarar yok böyle dost olacağına hiç olmasın daha iyi olmaz mı?

Maddi konularda ise yalan baş tacımızdır. Hele biri bizden borç para istesin, kıvırtmayacağımız yalan kalmaz. Kimseye borç para vermiyorum, prensiplerime aykırı demiyoruz, hemen yalana başvuruyoruz. Çoğu kez konuşmalarımız sırasında hep bir yere borç ödemekte olduğumuzdan söz edilir. Amaç bizden borç para istenmesinin baştan önünün kesilmesidir.

Görüldüğü gibi, çok iyi tanıdıklarımıza da, hiç tanımadıklarımıza da çok kolaylıkla yalan söyleyebiliyoruz. Samimi olarak şöyle bir düşünelim; yalansız günümüz geçiyor mu hiç? İyi niyetle söylenenler yalan kategorisine girmez (pembe-beyaz yalan) diye hemen savunma mekanizmamızı çalıştıracağız belki. Zihin şu veya bu şekilde yalan söylemeye alıştığı zaman, bir süre sonra her koşulda yalan söylemek normal bir hale gelir bizim için. Yaşam yalanlar üzerinde kurulduğu zaman, insan olmanın onuru ne duruma gelir. Ne yazık ki yalan söylerken artık yüzümüz bile kızarmıyor. Yüzümüz kızarmıyor ama, içimizde bir yerlerde bir şeyler kopuyor, huzursuzluk içimizi kaplıyor, kalbimizle zihnimiz arasında bir gerilim bizi içten içe kemiriyor. Şu kısacık hayat için değer mi?

Haydi artık sözcüklerimizden yalanı söküp atalım. Tüm samimiyetimizle, içtenliğimizle konuşalım. İşte o zaman insan olmanın o enfes onurunu tüm yüreğimizde hissedeceğiz. Hep beraber onurlu bir yaşam sürerek, dokuz köyü yok edelim, her yer onuncu köy olsun.


Sedat YALÇIN

syalcin50@yahoo.com


1888










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)