
Sedat YALÇIN
Beyaz yalanlar, siyah yalanlar, pembe yalanlar...
İnsanlar konuÅŸa konuÅŸa, hayvanlar koklaÅŸa koklaÅŸa anlaşırlar der halkımız. AÄŸzı olan konuÅŸuyor diye bir reklam vardı. Sözlerimiz çok önemlidir. ”Kullandığınız sözcükleri çok özenle seçin“ der bir düşünür. Yunus Emre’nin “söz ola kestire başı, söz ola kese savaşı” aÄŸzımızdan çıkan sözlerin, kelimelerin ne kadar deÄŸerli olduÄŸunun çok güzel bir ifadesidir. Sözlerimiz bu kadar önemli ise, sözlerimiz bizim insan olarak deÄŸerimizi gösteriyorsa, aÄŸzımızdan çıkanı kulağımızın duyması gerekir. Acaba aÄŸzımızdan çıkan sözlere gereken önemi gösteriyor muyuz? Önemli olan, sözlerimizin gerçeklerle örtüşmesi. Yani yalandan, riyadan uzak olması. Şöyle günlük yaÅŸamımızdan kesitleri beraberce irdeleyelim. Bakalım ne kadar yalandan, riya dan uzağız.
Bir arkadaÅŸ toplantısında, evinize gelen arkadaşınıza ikram ettiÄŸiniz kek, tatlı, yemek hakkındaki fikrini sorduÄŸunuz zaman beÄŸenmese bile “aaa çok güzel olmuÅŸ eline saÄŸlık” demektedir. Neden yalan söylemek ihtiyacını duyarız. Hemen nezaket gereÄŸi der iÅŸin içinden sıyrılırız. Halbuki gerçek bu deÄŸildir. Åžu kek biraz tatsız veya tuzlu olmuÅŸ vs, gibi bizim ağız tadımıza uymayan hususları belirtsek daha samimi olmaz mı? Bu ÅŸekilde davranırsak beÄŸendiÄŸimizi söylediÄŸimiz zaman karşımızdaki kiÅŸi gerçekten beÄŸendiÄŸimize kalben inanacaktır. Yoksa her ÅŸeyi beÄŸendiÄŸimizi söylersek sözlerimizin inandırıcılığı kalmamaktadır. Herkes yalan söylediÄŸimizi bilir, ama gene de kabullenir nezaket adına. İşin garibi ev sahibi sunduÄŸu yiyeceÄŸin tenkit edilmesini hiç istemez, hep takdir bekler. Yani yalan her iki taraf için de kabul edilebilen bir husustur. Fikrimizi yapıcı, kibarca tam açıklığı ile beyan etsek daha güzel olmaz mı? Her ÅŸeyiyle yapmacık, yalan dolan bir iliÅŸki nasıl oluyor da insanımızı tatmin ediyor anlayamıyorum doÄŸrusu. Sanal bir yaÅŸam yaratıyoruz.
Yolda bir kişiye adres sorduğunuz, zaman karşımızdaki kişi adresi bilmiyorsa bilmiyorum demek sanki onu utandıracakmışçasına düşünür, taşınır, yalan yanlış yer tarif eder. Neden gerçekleri söylemekten korkuyoruz?
Bir kiÅŸiye yemek /tatlı/kek...vs tarifi veya herhangi bir el sanatları ile ilgili yaptığı bir yapıt hakkında soru sorarsanız; size kesinlikle tam açıklığı ile tarif vermez. Sanki devlet sırrı. Tamam siz buradan para kazanıyorsunuzdur, sizin ürettiÄŸiniz bir eserdir, bu bir ticari sırdır, gayet tabii ki baÅŸkaları ile paylaÅŸmayabilirsiniz. Bu ayrı bir konu. Benim kastettiÄŸim arkadaÅŸ toplantıları. Arkadaşımıza rahatlıkla “bu tarif bana mahsus kimse ile paylaÅŸmak istemiyorum” deme cesaretini neden göstermiyoruz. Neden yalan söylemeyi tercih ediyoruz. Tarif vermeyince arkadaşımızın bize darılacağından korkuyoruzdur. Yalan dolan üzerine kurulu bir arkadaÅŸlığı tercih ediyoruz. İşin ilginç tarafı bu yalanlar o kadar kanıksanmış durumdaki, yalan her iki taraf tarafından da meÅŸru, normal bir olaymış gibi kabul görmektedir.
Yalan o kadar ruhumuza iÅŸlemiÅŸ ki “doÄŸru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye atasözü bile icat etmiÅŸiz. ”Yalandan kim ölmüş” diyerekten adeta yalanı teÅŸvik etmiÅŸ olmuyor muyuz günlük hayatımızda. Ne kadar acı! Ama acı olduÄŸunu anlayamayacak kadar safız en hafif tabiriyle. Şöyle bir günlük hayatımıza bakalım, konuÅŸtuklarımızla, yaptıklarımız yani uygulamalarımız arasında ne kadar çok fark var. Dürüst davranmak, konuÅŸmak bu kadar zor mu? Ebeveynler evde o kadar çok yalan konuÅŸuyorlar ki, buna ÅŸahit olan çocuklar için yalan gayet doÄŸal oluyor. İşin en acı tarafı ise; çocuklarımıza bizzat tarafımızdan yalan söylettirilmesi. Kapı veya telefon çalar, eÄŸer görüşmek istemediÄŸimiz birisi olabilir endiÅŸesiyle, çocuÄŸumuza bak bakalım AyÅŸe teyzense veya Mehmet amcansa babam, annem evde yok de diye tembih ederiz. Yani onları yalan söylemeye zorlarız. Ondan sonra da çocuklarımızdan yalan söylememesini bekliyoruz. Ne garip ve iki yüzlü bir anlayış!
Hele ticaret hayatında yalan o kadar kanıksanmış ki herkese çok normal olarak gelmektedir; hepimiz ÅŸahit olmuÅŸ, yaÅŸamışızdır. Satıcının yalan söylemesi, sanki ticaretin genel kuralı gibi algılanıyor ne yazık ki. Herhangi bir alışveriÅŸ yaparken içinizde hep bir kandırılma duygusu yaÅŸamıyor muyuz? Gerek alıcı, gerek satıcı, birbirlerinin yalan söylediklerinin farkında ama tüm kurallar yalan üzerine çalışıyor. Yalan o kadar yaÅŸamımıza girmiÅŸ durumdaki siyasiler bile televizyonda konuÅŸuyor, dinliyorsunuz. Ertesi gün çıkıp ben öyle söylemedim diyerek gözünüzün içine baka baka yalan söylüyor. EÄŸer televizyonda söylediÄŸini dinletirseniz, çok sıkışınca “ben öyle demek istemedim, yanlış anlaşıldım” diyerek katmerli yalanını devam ettiriyor.
Bir arkadaşınıza bir yere gitmek için, bir ziyarette bulunmak için ..vs telefon edip aradınız; eÄŸer arkadaşımız o yere gitmek istemiyorsa, o kiÅŸi ile görüşmek istemiyorsa veya o gün canı bir yere gitmeyi istemiyorsa, aranan kiÅŸi hemen bir bahane bulması gerektiÄŸini düşünür ve yalan söyler. ”Ah keÅŸke dün söyleseydin, bugün bir arkadaşım bize gelecek” gibi bir mazeret uydurması ÅŸarttır sanki. Neden arkadaşıma “bugün bir yere gitmek istemiyorum” diyemiyoruz. Neden açık olamıyoruz? Bu kadar mı kendimize güvenimiz ve de saygımız yok. Yalan söyleyerek kendi kendimize olan saygımızı yitirmiyor muyuz? Aynı ÅŸekilde bir dostumuz bizi ziyaret etmek istediÄŸini söyler; fakat biz o gün dinlenmek istiyoruzdur. Bugün istirahat edeceÄŸim, misafir kabul edemiyorum diyemeyiz. Hemen bir bahane uydurur ve onun arkasına sığınırız. Yani gene yalan söyleriz. Bunun adına da karşımızdaki kiÅŸiyi kırmak istemediÄŸimiz, nezaket icabı böyle davrandığımız fikrini ileri süreriz. Bu ÅŸekilde kendimize olan saygımızı kaybetmediÄŸimizi varsayarız. EÄŸer karşımdaki dostum ise beni anlayışla karşılayacaktır. Yok eÄŸer gerçek dostum deÄŸilse kırılacaktır. Zarar yok böyle dost olacağına hiç olmasın daha iyi olmaz mı?
Maddi konularda ise yalan baş tacımızdır. Hele biri bizden borç para istesin, kıvırtmayacağımız yalan kalmaz. Kimseye borç para vermiyorum, prensiplerime aykırı demiyoruz, hemen yalana başvuruyoruz. Çoğu kez konuşmalarımız sırasında hep bir yere borç ödemekte olduğumuzdan söz edilir. Amaç bizden borç para istenmesinin baştan önünün kesilmesidir.
Görüldüğü gibi, çok iyi tanıdıklarımıza da, hiç tanımadıklarımıza da çok kolaylıkla yalan söyleyebiliyoruz. Samimi olarak şöyle bir düşünelim; yalansız günümüz geçiyor mu hiç? İyi niyetle söylenenler yalan kategorisine girmez (pembe-beyaz yalan) diye hemen savunma mekanizmamızı çalıştıracağız belki. Zihin şu veya bu şekilde yalan söylemeye alıştığı zaman, bir süre sonra her koşulda yalan söylemek normal bir hale gelir bizim için. Yaşam yalanlar üzerinde kurulduğu zaman, insan olmanın onuru ne duruma gelir. Ne yazık ki yalan söylerken artık yüzümüz bile kızarmıyor. Yüzümüz kızarmıyor ama, içimizde bir yerlerde bir şeyler kopuyor, huzursuzluk içimizi kaplıyor, kalbimizle zihnimiz arasında bir gerilim bizi içten içe kemiriyor. Şu kısacık hayat için değer mi?
Haydi artık sözcüklerimizden yalanı söküp atalım. Tüm samimiyetimizle, içtenliğimizle konuşalım. İşte o zaman insan olmanın o enfes onurunu tüm yüreğimizde hissedeceğiz. Hep beraber onurlu bir yaşam sürerek, dokuz köyü yok edelim, her yer onuncu köy olsun.
Sedat YALÇIN
syalcin50@yahoo.com
İnsanlar konuÅŸa konuÅŸa, hayvanlar koklaÅŸa koklaÅŸa anlaşırlar der halkımız. AÄŸzı olan konuÅŸuyor diye bir reklam vardı. Sözlerimiz çok önemlidir. ”Kullandığınız sözcükleri çok özenle seçin“ der bir düşünür. Yunus Emre’nin “söz ola kestire başı, söz ola kese savaşı” aÄŸzımızdan çıkan sözlerin, kelimelerin ne kadar deÄŸerli olduÄŸunun çok güzel bir ifadesidir. Sözlerimiz bu kadar önemli ise, sözlerimiz bizim insan olarak deÄŸerimizi gösteriyorsa, aÄŸzımızdan çıkanı kulağımızın duyması gerekir. Acaba aÄŸzımızdan çıkan sözlere gereken önemi gösteriyor muyuz? Önemli olan, sözlerimizin gerçeklerle örtüşmesi. Yani yalandan, riyadan uzak olması. Şöyle günlük yaÅŸamımızdan kesitleri beraberce irdeleyelim. Bakalım ne kadar yalandan, riya dan uzağız.
Bir arkadaÅŸ toplantısında, evinize gelen arkadaşınıza ikram ettiÄŸiniz kek, tatlı, yemek hakkındaki fikrini sorduÄŸunuz zaman beÄŸenmese bile “aaa çok güzel olmuÅŸ eline saÄŸlık” demektedir. Neden yalan söylemek ihtiyacını duyarız. Hemen nezaket gereÄŸi der iÅŸin içinden sıyrılırız. Halbuki gerçek bu deÄŸildir. Åžu kek biraz tatsız veya tuzlu olmuÅŸ vs, gibi bizim ağız tadımıza uymayan hususları belirtsek daha samimi olmaz mı? Bu ÅŸekilde davranırsak beÄŸendiÄŸimizi söylediÄŸimiz zaman karşımızdaki kiÅŸi gerçekten beÄŸendiÄŸimize kalben inanacaktır. Yoksa her ÅŸeyi beÄŸendiÄŸimizi söylersek sözlerimizin inandırıcılığı kalmamaktadır. Herkes yalan söylediÄŸimizi bilir, ama gene de kabullenir nezaket adına. İşin garibi ev sahibi sunduÄŸu yiyeceÄŸin tenkit edilmesini hiç istemez, hep takdir bekler. Yani yalan her iki taraf için de kabul edilebilen bir husustur. Fikrimizi yapıcı, kibarca tam açıklığı ile beyan etsek daha güzel olmaz mı? Her ÅŸeyiyle yapmacık, yalan dolan bir iliÅŸki nasıl oluyor da insanımızı tatmin ediyor anlayamıyorum doÄŸrusu. Sanal bir yaÅŸam yaratıyoruz.
Yolda bir kişiye adres sorduğunuz, zaman karşımızdaki kişi adresi bilmiyorsa bilmiyorum demek sanki onu utandıracakmışçasına düşünür, taşınır, yalan yanlış yer tarif eder. Neden gerçekleri söylemekten korkuyoruz?
Bir kiÅŸiye yemek /tatlı/kek...vs tarifi veya herhangi bir el sanatları ile ilgili yaptığı bir yapıt hakkında soru sorarsanız; size kesinlikle tam açıklığı ile tarif vermez. Sanki devlet sırrı. Tamam siz buradan para kazanıyorsunuzdur, sizin ürettiÄŸiniz bir eserdir, bu bir ticari sırdır, gayet tabii ki baÅŸkaları ile paylaÅŸmayabilirsiniz. Bu ayrı bir konu. Benim kastettiÄŸim arkadaÅŸ toplantıları. Arkadaşımıza rahatlıkla “bu tarif bana mahsus kimse ile paylaÅŸmak istemiyorum” deme cesaretini neden göstermiyoruz. Neden yalan söylemeyi tercih ediyoruz. Tarif vermeyince arkadaşımızın bize darılacağından korkuyoruzdur. Yalan dolan üzerine kurulu bir arkadaÅŸlığı tercih ediyoruz. İşin ilginç tarafı bu yalanlar o kadar kanıksanmış durumdaki, yalan her iki taraf tarafından da meÅŸru, normal bir olaymış gibi kabul görmektedir.
Yalan o kadar ruhumuza iÅŸlemiÅŸ ki “doÄŸru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye atasözü bile icat etmiÅŸiz. ”Yalandan kim ölmüş” diyerekten adeta yalanı teÅŸvik etmiÅŸ olmuyor muyuz günlük hayatımızda. Ne kadar acı! Ama acı olduÄŸunu anlayamayacak kadar safız en hafif tabiriyle. Şöyle bir günlük hayatımıza bakalım, konuÅŸtuklarımızla, yaptıklarımız yani uygulamalarımız arasında ne kadar çok fark var. Dürüst davranmak, konuÅŸmak bu kadar zor mu? Ebeveynler evde o kadar çok yalan konuÅŸuyorlar ki, buna ÅŸahit olan çocuklar için yalan gayet doÄŸal oluyor. İşin en acı tarafı ise; çocuklarımıza bizzat tarafımızdan yalan söylettirilmesi. Kapı veya telefon çalar, eÄŸer görüşmek istemediÄŸimiz birisi olabilir endiÅŸesiyle, çocuÄŸumuza bak bakalım AyÅŸe teyzense veya Mehmet amcansa babam, annem evde yok de diye tembih ederiz. Yani onları yalan söylemeye zorlarız. Ondan sonra da çocuklarımızdan yalan söylememesini bekliyoruz. Ne garip ve iki yüzlü bir anlayış!
Hele ticaret hayatında yalan o kadar kanıksanmış ki herkese çok normal olarak gelmektedir; hepimiz ÅŸahit olmuÅŸ, yaÅŸamışızdır. Satıcının yalan söylemesi, sanki ticaretin genel kuralı gibi algılanıyor ne yazık ki. Herhangi bir alışveriÅŸ yaparken içinizde hep bir kandırılma duygusu yaÅŸamıyor muyuz? Gerek alıcı, gerek satıcı, birbirlerinin yalan söylediklerinin farkında ama tüm kurallar yalan üzerine çalışıyor. Yalan o kadar yaÅŸamımıza girmiÅŸ durumdaki siyasiler bile televizyonda konuÅŸuyor, dinliyorsunuz. Ertesi gün çıkıp ben öyle söylemedim diyerek gözünüzün içine baka baka yalan söylüyor. EÄŸer televizyonda söylediÄŸini dinletirseniz, çok sıkışınca “ben öyle demek istemedim, yanlış anlaşıldım” diyerek katmerli yalanını devam ettiriyor.
Bir arkadaşınıza bir yere gitmek için, bir ziyarette bulunmak için ..vs telefon edip aradınız; eÄŸer arkadaşımız o yere gitmek istemiyorsa, o kiÅŸi ile görüşmek istemiyorsa veya o gün canı bir yere gitmeyi istemiyorsa, aranan kiÅŸi hemen bir bahane bulması gerektiÄŸini düşünür ve yalan söyler. ”Ah keÅŸke dün söyleseydin, bugün bir arkadaşım bize gelecek” gibi bir mazeret uydurması ÅŸarttır sanki. Neden arkadaşıma “bugün bir yere gitmek istemiyorum” diyemiyoruz. Neden açık olamıyoruz? Bu kadar mı kendimize güvenimiz ve de saygımız yok. Yalan söyleyerek kendi kendimize olan saygımızı yitirmiyor muyuz? Aynı ÅŸekilde bir dostumuz bizi ziyaret etmek istediÄŸini söyler; fakat biz o gün dinlenmek istiyoruzdur. Bugün istirahat edeceÄŸim, misafir kabul edemiyorum diyemeyiz. Hemen bir bahane uydurur ve onun arkasına sığınırız. Yani gene yalan söyleriz. Bunun adına da karşımızdaki kiÅŸiyi kırmak istemediÄŸimiz, nezaket icabı böyle davrandığımız fikrini ileri süreriz. Bu ÅŸekilde kendimize olan saygımızı kaybetmediÄŸimizi varsayarız. EÄŸer karşımdaki dostum ise beni anlayışla karşılayacaktır. Yok eÄŸer gerçek dostum deÄŸilse kırılacaktır. Zarar yok böyle dost olacağına hiç olmasın daha iyi olmaz mı?
Maddi konularda ise yalan baş tacımızdır. Hele biri bizden borç para istesin, kıvırtmayacağımız yalan kalmaz. Kimseye borç para vermiyorum, prensiplerime aykırı demiyoruz, hemen yalana başvuruyoruz. Çoğu kez konuşmalarımız sırasında hep bir yere borç ödemekte olduğumuzdan söz edilir. Amaç bizden borç para istenmesinin baştan önünün kesilmesidir.
Görüldüğü gibi, çok iyi tanıdıklarımıza da, hiç tanımadıklarımıza da çok kolaylıkla yalan söyleyebiliyoruz. Samimi olarak şöyle bir düşünelim; yalansız günümüz geçiyor mu hiç? İyi niyetle söylenenler yalan kategorisine girmez (pembe-beyaz yalan) diye hemen savunma mekanizmamızı çalıştıracağız belki. Zihin şu veya bu şekilde yalan söylemeye alıştığı zaman, bir süre sonra her koşulda yalan söylemek normal bir hale gelir bizim için. Yaşam yalanlar üzerinde kurulduğu zaman, insan olmanın onuru ne duruma gelir. Ne yazık ki yalan söylerken artık yüzümüz bile kızarmıyor. Yüzümüz kızarmıyor ama, içimizde bir yerlerde bir şeyler kopuyor, huzursuzluk içimizi kaplıyor, kalbimizle zihnimiz arasında bir gerilim bizi içten içe kemiriyor. Şu kısacık hayat için değer mi?
Haydi artık sözcüklerimizden yalanı söküp atalım. Tüm samimiyetimizle, içtenliğimizle konuşalım. İşte o zaman insan olmanın o enfes onurunu tüm yüreğimizde hissedeceğiz. Hep beraber onurlu bir yaşam sürerek, dokuz köyü yok edelim, her yer onuncu köy olsun.
Sedat YALÇIN
syalcin50@yahoo.com
"Sedat YALÇIN" bütün yazıları için tıklayın...