ISSN 1308-8483
OĞLUMUN KULAĞI DELİNİRKEN / Hülya ÖZDOĞAN ÇAPA
  Yayın Tarihi: 6.4.2009    


OĞLUMUN KULAĞI DELİNİRKEN

Bir kez daha anladım ki, çocukla zıtlaşmak duvarla tenis oynamaktır. Ne oldu sanki, dediğini yaptı işte. İki yıldır süren kavgalar, bağırmalar, öğütler, kahretmeler... Hepsi çöpe gitti. Ne kadar dirensem de anlatamadım, başaramadım, ikna olmadı. Aslına bakarsan “ikna etmeye çalışmak” kötü bir yöntem. Dediğini kabul ettirme çabasının biçare baskısı. Belki de bir anlamda güç sınaması.

Bu oğlan büyürken, kendimi de keşfediyorum. Çocuğunu kayıtsız şartsız sevmek anneliğin özü. Yaşadıklarımız ne olursa olsun, öfkem dindiğinde, sevgileriyle çırılçıplak kalıyorum ortada. Bu sevgi; anlama, katlanma, bağışlama, vazgeçmelere dönüşüyor. Her fırtınadan sonra yeniden, yeniden düşünmeye başlıyorum. Düşündükçe beynim yenileniyor sanki, farklılıkları algılayışım güçleniyor. Aklım sürekli bir yenilenme içinde gelişiyor. Neyse ki hala yüreğimle seviyorum. Yüreğim sevgi sarmalı, yüreğim değişmiyor, vazgeçmiyor. Yüreğim statik, tutucu. İlk bebek sevişlerim gibi, merhametli, koruyan, hem ılık, hem serin ama hep kaygılı..

İnsan nasıl da değişiyor, koşullar, yaşananlar nasıl da farklılaştırıyor? Zaman ve insan birlikte başarıyorlar, ilginç. Kızımın kulağı delinirken görmedim. Yirmili yaşlardayım, korkularım o zaman da çok ama, dayanma eşiğim değişmiş şimdilerde. Minicik bebeğimin canı yanacak diye yaptıramamış, “büyüyünce kendisi yaptırır” diyerek ötelemiştim. Annem benden habersiz deldirmiş. Altın, minik halka bir küpeyle gördüğümde nasıl da şaşırmıştım. Öyle komik gelmişti ki bana, ufacık bir kadın modeli gibiydi. Kocaman gözlerini ayırmış, şaşkın şaşkın bakan bu kadınsı(!) küçük surat ne güldürmüştü beni. Yıllar sonra kulağına başka delikler de yaptırdı, hatta burnuna. Gözlerini ayırma sırası bendeydi, gülme sırası onda..

Ellili yaşlarımda, kendi ellerimle “oğlumu” eczaneye götürüp kulağını deldirdim ben. Ben, özentilere karşı duran ben. Ne kadar karşı olursa olsun erkek bakış açısıyla düşünmekten kurtulamayan ben. Modernlik, hoşgörü, anlayış diye mangalda kül bırakmayan, sorun kapıya dayanınca kapıyı sımsıkı kapatıp, sürgüleyen ben. Şimdilerde kaygım değişmiş, “Olur olmaz bir yerde yaptırır, hastalık kapar” kaygısıyla bu heyecanı da(!) birlikte yaşadık. Kulağı delecek tabancaya iki karıştı uzaklığım, içim kalkmadı, ezilmedi. Canının yanmasından daha baskın kaygılarım vardı. Tabancanın 'tık' sesinden sonra, küçük, parlak bir küpe kulak memesinde duruyordu. Gözlerim kocaman ayrıktı, O da gülüyordu. Bu uzun mücadele de böylece sona erdi.

”Söylesem faydası yok,
Sussam gönül razı değil..” diyordu okuduğum bir kitapta. Tam da öyle oldu işte..

Kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum da… Faydasız olmuyor. Ne ben 15 yaşındayım, ne de oğlum 50. Benim 15 yaşımdan beri öyle çok şey olmuş, öyle çok şey değişmiş ki, ben de şaşırıyorum. İlişkiler, olaylar, değer yargıları, sorunlar öylesine farklı ki… Liseye başladığım yıllarda; Yaşar Özel mi yoksa Ziya Taşkent mi daha doğru okuyor? Ş.Öner Günhan'ın tavrı mı yoksa Ümit Tokcan'ın tavrı mı türkü yorumuna daha uygun? Erkan Oyal mı yoksa Tuna Huş mu daha etkili Türkçe kullanıyor? Yerel ağız Neşet Ertaş kadar vurgulu olmalı mı, olmamalı mı?... Zihniyetinden süzülüp gelen bir neslin, ne “bandıra bandıra..”yı, ne de kadının göbeğindeki zeytini yiyerek görüntülü şarkı seyrettirenleri anlayabilmesi kolay. Ola ki en anlayabildiği “şişt şişt sakin ol, sinirlerine hakim ol”la sınırlı.

Saçları kırmızı, yeşil, mavi, turuncu boyalı, çenesi, dudağı, göbeği küpeli tokalı, kaşının ortasından şakağına dek bir boşlukla çizili.... Pantolonu belinden ne kadar düşükse, hatta çamaşırı gözüküyorsa o kadar iyi, ağı diz kapağındaysa çok uygun.. Belinden, yanından zincirler sarkıtıp, incecik sırım gibi bedenine üç beden geniş giysilerle postmodern bir palyaçonun, kim bilir daha dün tanıştığı sevgilisiyle öpüşerek yürümesindeki karmaşık içerik. Onların da işi zor, anlaşılmak istiyor besbelli ama öyle karmançorman ki kendisiyle, çok zor..

Sevgiliye 'SEN' diye hitap edebilmek için, çok uzun ve anlaşılır uğraş veren dedelerin torunları onlar.

“Bir bahar akşamı rastladım size,
Sevinçli bir telaş içindeydiniz.
Derinden bakınca gözlerinize,
Neden başınızı öne eğdiniz?

İçimde uyanan eski bir arzu,
Dedi ki; yıllardır aradığın bu.
Şimdi soruyorum büküp boynumu,
Daha önceleri neredeydiniz?”

Bu yarı dilekçe kıvamındaki güfteyi nasıl anlasın birileri ve nasıl anlatsın birileri? İlk görüşte aşık olan, ömrünce hiç karşılık beklemeden yüreğini kapatan; “Senede bir gün......” diyen bir şarkıyı, ulusal marş gibi içselleştirmiş, gelenekçi, muhafazakar, kaderci bir kültürün torunlarıyla, dedelerinin, ninelerinin ortak paydası olsa olsa “sevgi”dir. Bu malum sevgi, büyükleri daha hoşgörülü, küçükleri daha merhametli yapıyor. Peki ya ortancalar? Ah, o en zor durumlarda kalan ortancalar.. Ne İsa'ya, ne Musa'ya yaranamayanlar? Ömrünün yarısı kalın, mat, renksiz kalan yarısı tek kartlı, iki yüzlü, parlak, mavi-pembe nüfus cüzdanı ile yaşayanlar. Liradan, kuruştan bir Y.T.L ye, bir liraya savrulanlar. Hesabı şaşırıp, uyum gösteremeyenler. Aklının yarısı AB uyum yasalarına 'olur' derken, yarısıyla bağımsızlık, özgürlük diyenler. Bir yandan oğlunun Amerika'da yüksek yapışıyla öğünürken, bir yandan hala “go home yankee” diye çarpan yüreğine söz geçiremeyenler. Bir yazlık sinemada içtiği beyaz gazozun tadını hiç unutmayıp, asrın içeceği kara gazoz colayı reddedenler. Daha güzel ve daha iyi bir dünya hayaliyle yaşarken bugünü ıskalayanlar. Ergenken bilge olmuş, gençliğini özümseyememiş, olgun yaşa varınca da aniden hem çocukluğunu, hem gençliğini isteyip, spor ayakkabı, kısa pastel çorapları çekip, turkuaz-oranj-fıstık yeşili dahil mor ve ötesine yolculuğa çıkanlar. Ya onların durumu ne olacak?

Anlayışlı olmak için önce anlamak gerekiyor. Kendini öncelikle, belki de sonra geride bıraktığın yaşamı. Kendine ve yaşama sorular sormak, cevaplarla demlenmek, yeniden yeniden sormak. Yaşam bir sorgulama serüveni değil mi?


Hülya ÖZDOĞAN ÇAPA



2587










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)