Hülya ÖZDOĞAN ÇAPA
OĞLUMUN KULAĞI DELİNİRKEN
Bir kez daha anladım ki, çocukla zıtlaÅŸmak duvarla tenis oynamaktır. Ne oldu sanki, dediÄŸini yaptı iÅŸte. İki yıldır süren kavgalar, bağırmalar, öğütler, kahretmeler... Hepsi çöpe gitti. Ne kadar dirensem de anlatamadım, baÅŸaramadım, ikna olmadı. Aslına bakarsan “ikna etmeye çalışmak” kötü bir yöntem. DediÄŸini kabul ettirme çabasının biçare baskısı. Belki de bir anlamda güç sınaması.
Bu oğlan büyürken, kendimi de keşfediyorum. Çocuğunu kayıtsız şartsız sevmek anneliğin özü. Yaşadıklarımız ne olursa olsun, öfkem dindiğinde, sevgileriyle çırılçıplak kalıyorum ortada. Bu sevgi; anlama, katlanma, bağışlama, vazgeçmelere dönüşüyor. Her fırtınadan sonra yeniden, yeniden düşünmeye başlıyorum. Düşündükçe beynim yenileniyor sanki, farklılıkları algılayışım güçleniyor. Aklım sürekli bir yenilenme içinde gelişiyor. Neyse ki hala yüreğimle seviyorum. Yüreğim sevgi sarmalı, yüreğim değişmiyor, vazgeçmiyor. Yüreğim statik, tutucu. İlk bebek sevişlerim gibi, merhametli, koruyan, hem ılık, hem serin ama hep kaygılı..
İnsan nasıl da deÄŸiÅŸiyor, koÅŸullar, yaÅŸananlar nasıl da farklılaÅŸtırıyor? Zaman ve insan birlikte baÅŸarıyorlar, ilginç. Kızımın kulağı delinirken görmedim. Yirmili yaÅŸlardayım, korkularım o zaman da çok ama, dayanma eÅŸiÄŸim deÄŸiÅŸmiÅŸ ÅŸimdilerde. Minicik bebeÄŸimin canı yanacak diye yaptıramamış, “büyüyünce kendisi yaptırır” diyerek ötelemiÅŸtim. Annem benden habersiz deldirmiÅŸ. Altın, minik halka bir küpeyle gördüğümde nasıl da ÅŸaşırmıştım. Öyle komik gelmiÅŸti ki bana, ufacık bir kadın modeli gibiydi. Kocaman gözlerini ayırmış, ÅŸaÅŸkın ÅŸaÅŸkın bakan bu kadınsı(!) küçük surat ne güldürmüştü beni. Yıllar sonra kulağına baÅŸka delikler de yaptırdı, hatta burnuna. Gözlerini ayırma sırası bendeydi, gülme sırası onda..
Ellili yaÅŸlarımda, kendi ellerimle “oÄŸlumu” eczaneye götürüp kulağını deldirdim ben. Ben, özentilere karşı duran ben. Ne kadar karşı olursa olsun erkek bakış açısıyla düşünmekten kurtulamayan ben. Modernlik, hoÅŸgörü, anlayış diye mangalda kül bırakmayan, sorun kapıya dayanınca kapıyı sımsıkı kapatıp, sürgüleyen ben. Åžimdilerde kaygım deÄŸiÅŸmiÅŸ, “Olur olmaz bir yerde yaptırır, hastalık kapar” kaygısıyla bu heyecanı da(!) birlikte yaÅŸadık. Kulağı delecek tabancaya iki karıştı uzaklığım, içim kalkmadı, ezilmedi. Canının yanmasından daha baskın kaygılarım vardı. Tabancanın 'tık' sesinden sonra, küçük, parlak bir küpe kulak memesinde duruyordu. Gözlerim kocaman ayrıktı, O da gülüyordu. Bu uzun mücadele de böylece sona erdi.
”Söylesem faydası yok,
Sussam gönül razı deÄŸil..” diyordu okuduÄŸum bir kitapta. Tam da öyle oldu iÅŸte..
Kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum da… Faydasız olmuyor. Ne ben 15 yaşındayım, ne de oÄŸlum 50. Benim 15 yaşımdan beri öyle çok ÅŸey olmuÅŸ, öyle çok ÅŸey deÄŸiÅŸmiÅŸ ki, ben de ÅŸaşırıyorum. İliÅŸkiler, olaylar, deÄŸer yargıları, sorunlar öylesine farklı ki… Liseye baÅŸladığım yıllarda; YaÅŸar Özel mi yoksa Ziya TaÅŸkent mi daha doÄŸru okuyor? Åž.Öner Günhan'ın tavrı mı yoksa Ümit Tokcan'ın tavrı mı türkü yorumuna daha uygun? Erkan Oyal mı yoksa Tuna HuÅŸ mu daha etkili Türkçe kullanıyor? Yerel ağız NeÅŸet ErtaÅŸ kadar vurgulu olmalı mı, olmamalı mı?... Zihniyetinden süzülüp gelen bir neslin, ne “bandıra bandıra..”yı, ne de kadının göbeÄŸindeki zeytini yiyerek görüntülü ÅŸarkı seyrettirenleri anlayabilmesi kolay. Ola ki en anlayabildiÄŸi “ÅŸiÅŸt ÅŸiÅŸt sakin ol, sinirlerine hakim ol”la sınırlı.
Saçları kırmızı, yeşil, mavi, turuncu boyalı, çenesi, dudağı, göbeği küpeli tokalı, kaşının ortasından şakağına dek bir boşlukla çizili.... Pantolonu belinden ne kadar düşükse, hatta çamaşırı gözüküyorsa o kadar iyi, ağı diz kapağındaysa çok uygun.. Belinden, yanından zincirler sarkıtıp, incecik sırım gibi bedenine üç beden geniş giysilerle postmodern bir palyaçonun, kim bilir daha dün tanıştığı sevgilisiyle öpüşerek yürümesindeki karmaşık içerik. Onların da işi zor, anlaşılmak istiyor besbelli ama öyle karmançorman ki kendisiyle, çok zor..
Sevgiliye 'SEN' diye hitap edebilmek için, çok uzun ve anlaşılır uğraş veren dedelerin torunları onlar.
“Bir bahar akÅŸamı rastladım size,
Sevinçli bir telaş içindeydiniz.
Derinden bakınca gözlerinize,
Neden başınızı öne eğdiniz?
İçimde uyanan eski bir arzu,
Dedi ki; yıllardır aradığın bu.
Şimdi soruyorum büküp boynumu,
Daha önceleri neredeydiniz?”
Bu yarı dilekçe kıvamındaki güfteyi nasıl anlasın birileri ve nasıl anlatsın birileri? İlk görüşte aşık olan, ömrünce hiç karşılık beklemeden yüreÄŸini kapatan; “Senede bir gün......” diyen bir ÅŸarkıyı, ulusal marÅŸ gibi içselleÅŸtirmiÅŸ, gelenekçi, muhafazakar, kaderci bir kültürün torunlarıyla, dedelerinin, ninelerinin ortak paydası olsa olsa “sevgi”dir. Bu malum sevgi, büyükleri daha hoÅŸgörülü, küçükleri daha merhametli yapıyor. Peki ya ortancalar? Ah, o en zor durumlarda kalan ortancalar.. Ne İsa'ya, ne Musa'ya yaranamayanlar? Ömrünün yarısı kalın, mat, renksiz kalan yarısı tek kartlı, iki yüzlü, parlak, mavi-pembe nüfus cüzdanı ile yaÅŸayanlar. Liradan, kuruÅŸtan bir Y.T.L ye, bir liraya savrulanlar. Hesabı ÅŸaşırıp, uyum gösteremeyenler. Aklının yarısı AB uyum yasalarına 'olur' derken, yarısıyla bağımsızlık, özgürlük diyenler. Bir yandan oÄŸlunun Amerika'da yüksek yapışıyla öğünürken, bir yandan hala “go home yankee” diye çarpan yüreÄŸine söz geçiremeyenler. Bir yazlık sinemada içtiÄŸi beyaz gazozun tadını hiç unutmayıp, asrın içeceÄŸi kara gazoz colayı reddedenler. Daha güzel ve daha iyi bir dünya hayaliyle yaÅŸarken bugünü ıskalayanlar. Ergenken bilge olmuÅŸ, gençliÄŸini özümseyememiÅŸ, olgun yaÅŸa varınca da aniden hem çocukluÄŸunu, hem gençliÄŸini isteyip, spor ayakkabı, kısa pastel çorapları çekip, turkuaz-oranj-fıstık yeÅŸili dahil mor ve ötesine yolculuÄŸa çıkanlar. Ya onların durumu ne olacak?
Anlayışlı olmak için önce anlamak gerekiyor. Kendini öncelikle, belki de sonra geride bıraktığın yaşamı. Kendine ve yaşama sorular sormak, cevaplarla demlenmek, yeniden yeniden sormak. Yaşam bir sorgulama serüveni değil mi?
Hülya ÖZDOĞAN ÇAPA
"Hülya ÖZDOĞAN ÇAPA" bütün yazıları için tıklayın...
Bir kez daha anladım ki, çocukla zıtlaÅŸmak duvarla tenis oynamaktır. Ne oldu sanki, dediÄŸini yaptı iÅŸte. İki yıldır süren kavgalar, bağırmalar, öğütler, kahretmeler... Hepsi çöpe gitti. Ne kadar dirensem de anlatamadım, baÅŸaramadım, ikna olmadı. Aslına bakarsan “ikna etmeye çalışmak” kötü bir yöntem. DediÄŸini kabul ettirme çabasının biçare baskısı. Belki de bir anlamda güç sınaması.
Bu oğlan büyürken, kendimi de keşfediyorum. Çocuğunu kayıtsız şartsız sevmek anneliğin özü. Yaşadıklarımız ne olursa olsun, öfkem dindiğinde, sevgileriyle çırılçıplak kalıyorum ortada. Bu sevgi; anlama, katlanma, bağışlama, vazgeçmelere dönüşüyor. Her fırtınadan sonra yeniden, yeniden düşünmeye başlıyorum. Düşündükçe beynim yenileniyor sanki, farklılıkları algılayışım güçleniyor. Aklım sürekli bir yenilenme içinde gelişiyor. Neyse ki hala yüreğimle seviyorum. Yüreğim sevgi sarmalı, yüreğim değişmiyor, vazgeçmiyor. Yüreğim statik, tutucu. İlk bebek sevişlerim gibi, merhametli, koruyan, hem ılık, hem serin ama hep kaygılı..
İnsan nasıl da deÄŸiÅŸiyor, koÅŸullar, yaÅŸananlar nasıl da farklılaÅŸtırıyor? Zaman ve insan birlikte baÅŸarıyorlar, ilginç. Kızımın kulağı delinirken görmedim. Yirmili yaÅŸlardayım, korkularım o zaman da çok ama, dayanma eÅŸiÄŸim deÄŸiÅŸmiÅŸ ÅŸimdilerde. Minicik bebeÄŸimin canı yanacak diye yaptıramamış, “büyüyünce kendisi yaptırır” diyerek ötelemiÅŸtim. Annem benden habersiz deldirmiÅŸ. Altın, minik halka bir küpeyle gördüğümde nasıl da ÅŸaşırmıştım. Öyle komik gelmiÅŸti ki bana, ufacık bir kadın modeli gibiydi. Kocaman gözlerini ayırmış, ÅŸaÅŸkın ÅŸaÅŸkın bakan bu kadınsı(!) küçük surat ne güldürmüştü beni. Yıllar sonra kulağına baÅŸka delikler de yaptırdı, hatta burnuna. Gözlerini ayırma sırası bendeydi, gülme sırası onda..
Ellili yaÅŸlarımda, kendi ellerimle “oÄŸlumu” eczaneye götürüp kulağını deldirdim ben. Ben, özentilere karşı duran ben. Ne kadar karşı olursa olsun erkek bakış açısıyla düşünmekten kurtulamayan ben. Modernlik, hoÅŸgörü, anlayış diye mangalda kül bırakmayan, sorun kapıya dayanınca kapıyı sımsıkı kapatıp, sürgüleyen ben. Åžimdilerde kaygım deÄŸiÅŸmiÅŸ, “Olur olmaz bir yerde yaptırır, hastalık kapar” kaygısıyla bu heyecanı da(!) birlikte yaÅŸadık. Kulağı delecek tabancaya iki karıştı uzaklığım, içim kalkmadı, ezilmedi. Canının yanmasından daha baskın kaygılarım vardı. Tabancanın 'tık' sesinden sonra, küçük, parlak bir küpe kulak memesinde duruyordu. Gözlerim kocaman ayrıktı, O da gülüyordu. Bu uzun mücadele de böylece sona erdi.
”Söylesem faydası yok,
Sussam gönül razı deÄŸil..” diyordu okuduÄŸum bir kitapta. Tam da öyle oldu iÅŸte..
Kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum da… Faydasız olmuyor. Ne ben 15 yaşındayım, ne de oÄŸlum 50. Benim 15 yaşımdan beri öyle çok ÅŸey olmuÅŸ, öyle çok ÅŸey deÄŸiÅŸmiÅŸ ki, ben de ÅŸaşırıyorum. İliÅŸkiler, olaylar, deÄŸer yargıları, sorunlar öylesine farklı ki… Liseye baÅŸladığım yıllarda; YaÅŸar Özel mi yoksa Ziya TaÅŸkent mi daha doÄŸru okuyor? Åž.Öner Günhan'ın tavrı mı yoksa Ümit Tokcan'ın tavrı mı türkü yorumuna daha uygun? Erkan Oyal mı yoksa Tuna HuÅŸ mu daha etkili Türkçe kullanıyor? Yerel ağız NeÅŸet ErtaÅŸ kadar vurgulu olmalı mı, olmamalı mı?... Zihniyetinden süzülüp gelen bir neslin, ne “bandıra bandıra..”yı, ne de kadının göbeÄŸindeki zeytini yiyerek görüntülü ÅŸarkı seyrettirenleri anlayabilmesi kolay. Ola ki en anlayabildiÄŸi “ÅŸiÅŸt ÅŸiÅŸt sakin ol, sinirlerine hakim ol”la sınırlı.
Saçları kırmızı, yeşil, mavi, turuncu boyalı, çenesi, dudağı, göbeği küpeli tokalı, kaşının ortasından şakağına dek bir boşlukla çizili.... Pantolonu belinden ne kadar düşükse, hatta çamaşırı gözüküyorsa o kadar iyi, ağı diz kapağındaysa çok uygun.. Belinden, yanından zincirler sarkıtıp, incecik sırım gibi bedenine üç beden geniş giysilerle postmodern bir palyaçonun, kim bilir daha dün tanıştığı sevgilisiyle öpüşerek yürümesindeki karmaşık içerik. Onların da işi zor, anlaşılmak istiyor besbelli ama öyle karmançorman ki kendisiyle, çok zor..
Sevgiliye 'SEN' diye hitap edebilmek için, çok uzun ve anlaşılır uğraş veren dedelerin torunları onlar.
“Bir bahar akÅŸamı rastladım size,
Sevinçli bir telaş içindeydiniz.
Derinden bakınca gözlerinize,
Neden başınızı öne eğdiniz?
İçimde uyanan eski bir arzu,
Dedi ki; yıllardır aradığın bu.
Şimdi soruyorum büküp boynumu,
Daha önceleri neredeydiniz?”
Bu yarı dilekçe kıvamındaki güfteyi nasıl anlasın birileri ve nasıl anlatsın birileri? İlk görüşte aşık olan, ömrünce hiç karşılık beklemeden yüreÄŸini kapatan; “Senede bir gün......” diyen bir ÅŸarkıyı, ulusal marÅŸ gibi içselleÅŸtirmiÅŸ, gelenekçi, muhafazakar, kaderci bir kültürün torunlarıyla, dedelerinin, ninelerinin ortak paydası olsa olsa “sevgi”dir. Bu malum sevgi, büyükleri daha hoÅŸgörülü, küçükleri daha merhametli yapıyor. Peki ya ortancalar? Ah, o en zor durumlarda kalan ortancalar.. Ne İsa'ya, ne Musa'ya yaranamayanlar? Ömrünün yarısı kalın, mat, renksiz kalan yarısı tek kartlı, iki yüzlü, parlak, mavi-pembe nüfus cüzdanı ile yaÅŸayanlar. Liradan, kuruÅŸtan bir Y.T.L ye, bir liraya savrulanlar. Hesabı ÅŸaşırıp, uyum gösteremeyenler. Aklının yarısı AB uyum yasalarına 'olur' derken, yarısıyla bağımsızlık, özgürlük diyenler. Bir yandan oÄŸlunun Amerika'da yüksek yapışıyla öğünürken, bir yandan hala “go home yankee” diye çarpan yüreÄŸine söz geçiremeyenler. Bir yazlık sinemada içtiÄŸi beyaz gazozun tadını hiç unutmayıp, asrın içeceÄŸi kara gazoz colayı reddedenler. Daha güzel ve daha iyi bir dünya hayaliyle yaÅŸarken bugünü ıskalayanlar. Ergenken bilge olmuÅŸ, gençliÄŸini özümseyememiÅŸ, olgun yaÅŸa varınca da aniden hem çocukluÄŸunu, hem gençliÄŸini isteyip, spor ayakkabı, kısa pastel çorapları çekip, turkuaz-oranj-fıstık yeÅŸili dahil mor ve ötesine yolculuÄŸa çıkanlar. Ya onların durumu ne olacak?
Anlayışlı olmak için önce anlamak gerekiyor. Kendini öncelikle, belki de sonra geride bıraktığın yaşamı. Kendine ve yaşama sorular sormak, cevaplarla demlenmek, yeniden yeniden sormak. Yaşam bir sorgulama serüveni değil mi?
Hülya ÖZDOĞAN ÇAPA
"Hülya ÖZDOĞAN ÇAPA" bütün yazıları için tıklayın...
