
Nurdan ÇAKIR TEZGİN
Zamanda Phokaia
Balık ve balıkçılık belgeselleri, beÅŸ gece ardı ardına BeÅŸkapılar’da izlendi. Teatral gösteriler, yarışmalar ve konserler, Belediye Meydanında gerçekleÅŸti.
Phokaia’lılar, gece etkinlikleri kapsamındaki belgesel filmlere pek itibar etmediler ama, gündüzleri yarışmalara katılım fena deÄŸildi. BeÅŸkapılar’ın tarihsel özelliÄŸinin korunması adına daha farklı uygulamaların yapılabileceÄŸi düşüncesi oluÅŸuyor kendiliÄŸinden. Tarihi merdivenlerin ve oturma düzeninin rahatsız konumu, bir saati aÅŸan gösteri ve toplantıları iÅŸkence haline sokuveriyor! Film ve gösterileri ağız tadıyla izleyebilmek için şöyle rahat arkalığı olan oturma grupları ÅŸart gibi. Bunun için de, bir baÅŸka gösterim salonu uygulamasına geçmelidir Phokaia yöneticileri!
“Rastgele Festivali” Pazar günkü balık partisiyle sona erdi. Yerli halk ve yabancı ülke konuklarının en yoÄŸun katıldığı etkinlik, ızgarada sardalye yeme faslıydı.
Belediye Meydanında yakılan dev mangala istiflenmiş sardalyeler, tam öğlen saatlerinde ortalığı iştah kabartan bir kokuya gark ediyor. Uzayan, insan kuyruğunun caydırıcılığı yok, kasalar dolusu ekmek, domates, kuru soğan ve bira, mangalda cızırdayan balıklara eşlik ediyor. Belgeselciler, yarışmacılar ve hatırı sayılır kişiler localarına yerleşmişler, uzun süreceğe benzeyen bir iştahla saldırıyorlar önlerindeki salaş piknik sofrasına.
Bir asker.
Sivil giyimli bir asker sokuluyor usulca sardalye kuyruÄŸuna. Elindeki yarım ekmeÄŸi uzatıyor mangal başı görevlisine. Görevli, askere dönüp diyor ki “ size saat 3 den sonra”. Asker boynu bükük ayrılıyor balık sırasından, bırakarak boÅŸ ekmeÄŸi elinden...
Görevli de kendince haklı. Önce misafir ve katılımcılar diye düşünüyor besbelli!
Görevli ve asker arasında geçen bu görüntü, onları uzaktan izleyen bir asker anasını göz yaşlarına boğuyor.
“Benim oÄŸlum da asker, bunu benim oÄŸlum yaşıyor ÅŸimdi, ne yapsam nasıl etsem de bulsam o askeri gözden kaybolmadan...”
Asker anası, elinde yarım ekmeğe sarılı sardalyelerle gün boyu dolaşıyor Küçük Deniz ile Büyük Deniz arasında kuruyan göz yaşlarıyla...
Foça meydanının üçgeninde kurulan bu meydan sofrası, izleyenler üzerinde değişik duygular uyandırıyor. Kimi elindeki dijital kamerayla çekim yapıyor, kimi hayran hayran bakınıyor etrafına, kimi ise hiç zaman kaybetmeden sardalye mangalına doğru uzayan kuyrukta alıyor soluğu. Ekmek kasasından kaptığı yarım ekmeğin ortasını aralayıp, balıklara yer açmaya çalışıyor...
İnsan topluluğunun pek insanca görünen bu yüzü, yaşamın pek de can sıkıcı olmadığını duyumsatıveriyor insana! Öyle ya; koskoca meydanı sağlıklı, neşeli, ne yaptığını bilir insanlar kaplamış. Hiç kimsenin, yemesini, gülmesini, oturup kalkmasını engelleyecek ruhsal ve bedensel şikayeti yok gibi. Her yaş grubundan insan, sıhhatli ve capcanlı bakışlar fırlatıyor dünyaya. Çarığını çekemeyen tabirindekiler bile ellerindeki yarım ekmekli balıklarını bir hazine gibi kutsayarak atıştırıyorlar sahilde.
Kafe, büfe, restoran ve benzerleri biraz nahoşça bakışlar atıyor meydandaki güruha! Sanki, “ÅŸu bedava parti bir an önce bitse de iÅŸimize baksak” der gibiler. Halbuki, balığı yiyenler susayacak ve soÄŸuk içeceklere hücum edecekler biraz sonra, sabırlı olabilseler! Sabırlı ve kanaatkar olabilseler de, 300 kuruÅŸluk çayları 500 kuruÅŸa satmak gafletine düşmeseler, vurgun zamanı havyarın kökünü kazıyanlar gibi!
Balık tutma yarışına katılan teknelerin her birinde dörder beşer kişi mevcut, üstlerinde de Rastgele Balıkçı amblemli beyaz tişörtleri. 20 kadar tekne birer ikişer yanaşıyor kıyıya, henüz karaya çıkmadan organizasyon komitesinin sarı teknesine teslim ediliyor tutulan balıklar. Biraz sonra her biri tartılacak hassas terazilerde. Sonuçları bekleme heyecanı ve dereceye girenlerin ödülleri ardı ardına...
Fıkır fıkır bir Foça. Yaz hiç bitmese, insanlar güneşin tatlı ışıklarıyla hep böyle mutlu gülümseyebilse sonsuza dek...
Phokaia ülkesindeki insanlar yüzyıllar boyu, hep böyle mutlu bir yaÅŸam mı sürdüler acaba? Balıktan dönen yerli halkı coÅŸkuyla karşılayan sevgilileri oldu mu hep? Karınlarını doyuracak nevaleleri yetti mi çoluk çocuklarına diye düşününce, kurutulmuÅŸ sarpa ve kefalleri resmeden duvar fresklerine rastlıyoruz İsa’dan çok önce. İskeletlerinden balık kılçığı olduÄŸu anlaşılan, belirsiz figür kalıpları çıkarıyor kazı çalışmasındaki arkeologlar.
M.Ö. 335 yılının rüzgarlı bir öğleden sonrası Phokaia limanı...
Erigone, buÄŸday baÅŸağı sarı saçlarının gözünün önüne gelmesini engellemeye çalışıyor rüzgardan. Üzerine tünediÄŸi halat sütunundan, Orak adasının açıklarını seyrediyor gözünü kırpmadan. Annesine söylediÄŸi yalanı aklına getirmemeye çalıştıkça geniÅŸ alnına terler basıyor. Birazdan çıkıp gelir anası dilinde binbir maraz. Bağırır çağırır uluorta, hiç bakmaz agora mı, liman mı, yoksa kutsal sunak mı... Erigone’nun yüreÄŸi bir baÅŸka çarpıyor bugün. Hermes’in denize açılmadan önce avucuna bırakıverdiÄŸi yavru deniz yıldızının anlamı büyük. Hermes bunu ilk defa yapıyordu, mutlaka söyleyecekleri vardı Erigone’a dönüşünde! Anası bilmemeliydi bütün bunları, izin vermezdi geceleri bir daha agoraya inmesine...
Rüzgar hızını arttırdıkça Erigone’nun telaşı büyümekte, gün de iyice döndü. GüneÅŸ parlak ışıklarını yarınki güne saklamaya hazırlandı bile. Ölgün ışıkların gölgesi upuzun bir siluete dönüştü halat direklerinde. Erigone cılız bir çığlıkla şöyle bir döndü kendi etrafında ve saçlarını bir kez daha düzeltti esen rüzgara inat. Sesler geliyor biraz öteden, liman içinde ÅŸenlik var yine bu akÅŸam, her yeni ay zamanı tekrarlananlardan. Agora alanlığına kurulan demir ızgaralı ocakların ateÅŸini yakmakla görevli agora bekçilerine yardım ediyor halktan birkaç kiÅŸi. AteÅŸ korunu dökmeden dönmüş olmalı Phokaia’lı balıkçılar limana. İlk dönene ödül, bir testi horoz karası suyu. Şöyle kekremsi ve buruk, damakta dolgunluk yaratan.
İçeriz şarabımızı diye geçirdi içinden Erigone, mutlaka birinci olmalıydı yüreğini coşturan Hermes!
Şarap kupaları ve buğday unundan yapılmış tütsülü ekmekler çoktan hazırlandı agora içinde. Demir ızgaralar balık bekliyor kızgın kor üstünde. Asma ve defne yapraklarından yapılan taçlar, en çok balığı tutan denizadamlarının başını süsleyecek az sonra. Belki bir düğünün müjdesi verilecek ilerleyen saatlerde, ödüller bir yavuklunun öpücükleriyle bezenecek kim bilir...
Kim bilir, nasıl bilir, Erigone ve Hermes’in gün doÄŸumuna adadıkları yaÅŸam yüklü duyguları?
Tüm zamanların ötesinden gelen tiz çığlıklar, bir virtüözün esriklik haline dönüşen notalarında demleniyor. Rüzgarlar neyi ve kimleri anlatıyor? Asırlar boyunca yorulmayan rüzgarın güçlü kollarında uyuyor Phokaia.
Ve uyanıyor yeni bir güne, yeni bir festivalle.
Zamanda Phokaia
8 Eylül 2004 Foça
Nurdan ÇAKIR TEZGİN
"Nurdan ÇAKIR TEZGİN" bütün yazıları için tıklayın...
Balık ve balıkçılık belgeselleri, beÅŸ gece ardı ardına BeÅŸkapılar’da izlendi. Teatral gösteriler, yarışmalar ve konserler, Belediye Meydanında gerçekleÅŸti.
Phokaia’lılar, gece etkinlikleri kapsamındaki belgesel filmlere pek itibar etmediler ama, gündüzleri yarışmalara katılım fena deÄŸildi. BeÅŸkapılar’ın tarihsel özelliÄŸinin korunması adına daha farklı uygulamaların yapılabileceÄŸi düşüncesi oluÅŸuyor kendiliÄŸinden. Tarihi merdivenlerin ve oturma düzeninin rahatsız konumu, bir saati aÅŸan gösteri ve toplantıları iÅŸkence haline sokuveriyor! Film ve gösterileri ağız tadıyla izleyebilmek için şöyle rahat arkalığı olan oturma grupları ÅŸart gibi. Bunun için de, bir baÅŸka gösterim salonu uygulamasına geçmelidir Phokaia yöneticileri!
“Rastgele Festivali” Pazar günkü balık partisiyle sona erdi. Yerli halk ve yabancı ülke konuklarının en yoÄŸun katıldığı etkinlik, ızgarada sardalye yeme faslıydı.
Belediye Meydanında yakılan dev mangala istiflenmiş sardalyeler, tam öğlen saatlerinde ortalığı iştah kabartan bir kokuya gark ediyor. Uzayan, insan kuyruğunun caydırıcılığı yok, kasalar dolusu ekmek, domates, kuru soğan ve bira, mangalda cızırdayan balıklara eşlik ediyor. Belgeselciler, yarışmacılar ve hatırı sayılır kişiler localarına yerleşmişler, uzun süreceğe benzeyen bir iştahla saldırıyorlar önlerindeki salaş piknik sofrasına.
Bir asker.
Sivil giyimli bir asker sokuluyor usulca sardalye kuyruÄŸuna. Elindeki yarım ekmeÄŸi uzatıyor mangal başı görevlisine. Görevli, askere dönüp diyor ki “ size saat 3 den sonra”. Asker boynu bükük ayrılıyor balık sırasından, bırakarak boÅŸ ekmeÄŸi elinden...
Görevli de kendince haklı. Önce misafir ve katılımcılar diye düşünüyor besbelli!
Görevli ve asker arasında geçen bu görüntü, onları uzaktan izleyen bir asker anasını göz yaşlarına boğuyor.
“Benim oÄŸlum da asker, bunu benim oÄŸlum yaşıyor ÅŸimdi, ne yapsam nasıl etsem de bulsam o askeri gözden kaybolmadan...”
Asker anası, elinde yarım ekmeğe sarılı sardalyelerle gün boyu dolaşıyor Küçük Deniz ile Büyük Deniz arasında kuruyan göz yaşlarıyla...
Foça meydanının üçgeninde kurulan bu meydan sofrası, izleyenler üzerinde değişik duygular uyandırıyor. Kimi elindeki dijital kamerayla çekim yapıyor, kimi hayran hayran bakınıyor etrafına, kimi ise hiç zaman kaybetmeden sardalye mangalına doğru uzayan kuyrukta alıyor soluğu. Ekmek kasasından kaptığı yarım ekmeğin ortasını aralayıp, balıklara yer açmaya çalışıyor...
İnsan topluluğunun pek insanca görünen bu yüzü, yaşamın pek de can sıkıcı olmadığını duyumsatıveriyor insana! Öyle ya; koskoca meydanı sağlıklı, neşeli, ne yaptığını bilir insanlar kaplamış. Hiç kimsenin, yemesini, gülmesini, oturup kalkmasını engelleyecek ruhsal ve bedensel şikayeti yok gibi. Her yaş grubundan insan, sıhhatli ve capcanlı bakışlar fırlatıyor dünyaya. Çarığını çekemeyen tabirindekiler bile ellerindeki yarım ekmekli balıklarını bir hazine gibi kutsayarak atıştırıyorlar sahilde.
Kafe, büfe, restoran ve benzerleri biraz nahoşça bakışlar atıyor meydandaki güruha! Sanki, “ÅŸu bedava parti bir an önce bitse de iÅŸimize baksak” der gibiler. Halbuki, balığı yiyenler susayacak ve soÄŸuk içeceklere hücum edecekler biraz sonra, sabırlı olabilseler! Sabırlı ve kanaatkar olabilseler de, 300 kuruÅŸluk çayları 500 kuruÅŸa satmak gafletine düşmeseler, vurgun zamanı havyarın kökünü kazıyanlar gibi!
Balık tutma yarışına katılan teknelerin her birinde dörder beşer kişi mevcut, üstlerinde de Rastgele Balıkçı amblemli beyaz tişörtleri. 20 kadar tekne birer ikişer yanaşıyor kıyıya, henüz karaya çıkmadan organizasyon komitesinin sarı teknesine teslim ediliyor tutulan balıklar. Biraz sonra her biri tartılacak hassas terazilerde. Sonuçları bekleme heyecanı ve dereceye girenlerin ödülleri ardı ardına...
Fıkır fıkır bir Foça. Yaz hiç bitmese, insanlar güneşin tatlı ışıklarıyla hep böyle mutlu gülümseyebilse sonsuza dek...
Phokaia ülkesindeki insanlar yüzyıllar boyu, hep böyle mutlu bir yaÅŸam mı sürdüler acaba? Balıktan dönen yerli halkı coÅŸkuyla karşılayan sevgilileri oldu mu hep? Karınlarını doyuracak nevaleleri yetti mi çoluk çocuklarına diye düşününce, kurutulmuÅŸ sarpa ve kefalleri resmeden duvar fresklerine rastlıyoruz İsa’dan çok önce. İskeletlerinden balık kılçığı olduÄŸu anlaşılan, belirsiz figür kalıpları çıkarıyor kazı çalışmasındaki arkeologlar.
M.Ö. 335 yılının rüzgarlı bir öğleden sonrası Phokaia limanı...
Erigone, buÄŸday baÅŸağı sarı saçlarının gözünün önüne gelmesini engellemeye çalışıyor rüzgardan. Üzerine tünediÄŸi halat sütunundan, Orak adasının açıklarını seyrediyor gözünü kırpmadan. Annesine söylediÄŸi yalanı aklına getirmemeye çalıştıkça geniÅŸ alnına terler basıyor. Birazdan çıkıp gelir anası dilinde binbir maraz. Bağırır çağırır uluorta, hiç bakmaz agora mı, liman mı, yoksa kutsal sunak mı... Erigone’nun yüreÄŸi bir baÅŸka çarpıyor bugün. Hermes’in denize açılmadan önce avucuna bırakıverdiÄŸi yavru deniz yıldızının anlamı büyük. Hermes bunu ilk defa yapıyordu, mutlaka söyleyecekleri vardı Erigone’a dönüşünde! Anası bilmemeliydi bütün bunları, izin vermezdi geceleri bir daha agoraya inmesine...
Rüzgar hızını arttırdıkça Erigone’nun telaşı büyümekte, gün de iyice döndü. GüneÅŸ parlak ışıklarını yarınki güne saklamaya hazırlandı bile. Ölgün ışıkların gölgesi upuzun bir siluete dönüştü halat direklerinde. Erigone cılız bir çığlıkla şöyle bir döndü kendi etrafında ve saçlarını bir kez daha düzeltti esen rüzgara inat. Sesler geliyor biraz öteden, liman içinde ÅŸenlik var yine bu akÅŸam, her yeni ay zamanı tekrarlananlardan. Agora alanlığına kurulan demir ızgaralı ocakların ateÅŸini yakmakla görevli agora bekçilerine yardım ediyor halktan birkaç kiÅŸi. AteÅŸ korunu dökmeden dönmüş olmalı Phokaia’lı balıkçılar limana. İlk dönene ödül, bir testi horoz karası suyu. Şöyle kekremsi ve buruk, damakta dolgunluk yaratan.
İçeriz şarabımızı diye geçirdi içinden Erigone, mutlaka birinci olmalıydı yüreğini coşturan Hermes!
Şarap kupaları ve buğday unundan yapılmış tütsülü ekmekler çoktan hazırlandı agora içinde. Demir ızgaralar balık bekliyor kızgın kor üstünde. Asma ve defne yapraklarından yapılan taçlar, en çok balığı tutan denizadamlarının başını süsleyecek az sonra. Belki bir düğünün müjdesi verilecek ilerleyen saatlerde, ödüller bir yavuklunun öpücükleriyle bezenecek kim bilir...
Kim bilir, nasıl bilir, Erigone ve Hermes’in gün doÄŸumuna adadıkları yaÅŸam yüklü duyguları?
Tüm zamanların ötesinden gelen tiz çığlıklar, bir virtüözün esriklik haline dönüşen notalarında demleniyor. Rüzgarlar neyi ve kimleri anlatıyor? Asırlar boyunca yorulmayan rüzgarın güçlü kollarında uyuyor Phokaia.
Ve uyanıyor yeni bir güne, yeni bir festivalle.
Zamanda Phokaia
8 Eylül 2004 Foça
Nurdan ÇAKIR TEZGİN
"Nurdan ÇAKIR TEZGİN" bütün yazıları için tıklayın...