ISSN 1308-8483
Zamanda Phokaia / Nurdan ÇAKIR TEZGİN
  Yayın Tarihi: 8.9.2006    


Zamanda Phokaia



Balık ve balıkçılık belgeselleri, beş gece ardı ardına Beşkapılar’da izlendi. Teatral gösteriler, yarışmalar ve konserler, Belediye Meydanında gerçekleşti.

Phokaia’lılar, gece etkinlikleri kapsamındaki belgesel filmlere pek itibar etmediler ama, gündüzleri yarışmalara katılım fena değildi. Beşkapılar’ın tarihsel özelliğinin korunması adına daha farklı uygulamaların yapılabileceği düşüncesi oluşuyor kendiliğinden. Tarihi merdivenlerin ve oturma düzeninin rahatsız konumu, bir saati aşan gösteri ve toplantıları işkence haline sokuveriyor! Film ve gösterileri ağız tadıyla izleyebilmek için şöyle rahat arkalığı olan oturma grupları şart gibi. Bunun için de, bir başka gösterim salonu uygulamasına geçmelidir Phokaia yöneticileri!

“Rastgele Festivali” Pazar günkü balık partisiyle sona erdi. Yerli halk ve yabancı ülke konuklarının en yoğun katıldığı etkinlik, ızgarada sardalye yeme faslıydı.

Belediye Meydanında yakılan dev mangala istiflenmiş sardalyeler, tam öğlen saatlerinde ortalığı iştah kabartan bir kokuya gark ediyor. Uzayan, insan kuyruğunun caydırıcılığı yok, kasalar dolusu ekmek, domates, kuru soğan ve bira, mangalda cızırdayan balıklara eşlik ediyor. Belgeselciler, yarışmacılar ve hatırı sayılır kişiler localarına yerleşmişler, uzun süreceğe benzeyen bir iştahla saldırıyorlar önlerindeki salaş piknik sofrasına.

Bir asker.
Sivil giyimli bir asker sokuluyor usulca sardalye kuyruğuna. Elindeki yarım ekmeği uzatıyor mangal başı görevlisine. Görevli, askere dönüp diyor ki “ size saat 3 den sonra”. Asker boynu bükük ayrılıyor balık sırasından, bırakarak boş ekmeği elinden...
Görevli de kendince haklı. Önce misafir ve katılımcılar diye düşünüyor besbelli!
Görevli ve asker arasında geçen bu görüntü, onları uzaktan izleyen bir asker anasını göz yaşlarına boğuyor.
“Benim oğlum da asker, bunu benim oğlum yaşıyor şimdi, ne yapsam nasıl etsem de bulsam o askeri gözden kaybolmadan...”
Asker anası, elinde yarım ekmeğe sarılı sardalyelerle gün boyu dolaşıyor Küçük Deniz ile Büyük Deniz arasında kuruyan göz yaşlarıyla...


Foça meydanının üçgeninde kurulan bu meydan sofrası, izleyenler üzerinde değişik duygular uyandırıyor. Kimi elindeki dijital kamerayla çekim yapıyor, kimi hayran hayran bakınıyor etrafına, kimi ise hiç zaman kaybetmeden sardalye mangalına doğru uzayan kuyrukta alıyor soluğu. Ekmek kasasından kaptığı yarım ekmeğin ortasını aralayıp, balıklara yer açmaya çalışıyor...

İnsan topluluğunun pek insanca görünen bu yüzü, yaşamın pek de can sıkıcı olmadığını duyumsatıveriyor insana! Öyle ya; koskoca meydanı sağlıklı, neşeli, ne yaptığını bilir insanlar kaplamış. Hiç kimsenin, yemesini, gülmesini, oturup kalkmasını engelleyecek ruhsal ve bedensel şikayeti yok gibi. Her yaş grubundan insan, sıhhatli ve capcanlı bakışlar fırlatıyor dünyaya. Çarığını çekemeyen tabirindekiler bile ellerindeki yarım ekmekli balıklarını bir hazine gibi kutsayarak atıştırıyorlar sahilde.

Kafe, büfe, restoran ve benzerleri biraz nahoşça bakışlar atıyor meydandaki güruha! Sanki, “şu bedava parti bir an önce bitse de işimize baksak” der gibiler. Halbuki, balığı yiyenler susayacak ve soğuk içeceklere hücum edecekler biraz sonra, sabırlı olabilseler! Sabırlı ve kanaatkar olabilseler de, 300 kuruşluk çayları 500 kuruşa satmak gafletine düşmeseler, vurgun zamanı havyarın kökünü kazıyanlar gibi!

Balık tutma yarışına katılan teknelerin her birinde dörder beşer kişi mevcut, üstlerinde de Rastgele Balıkçı amblemli beyaz tişörtleri. 20 kadar tekne birer ikişer yanaşıyor kıyıya, henüz karaya çıkmadan organizasyon komitesinin sarı teknesine teslim ediliyor tutulan balıklar. Biraz sonra her biri tartılacak hassas terazilerde. Sonuçları bekleme heyecanı ve dereceye girenlerin ödülleri ardı ardına...


Fıkır fıkır bir Foça. Yaz hiç bitmese, insanlar güneşin tatlı ışıklarıyla hep böyle mutlu gülümseyebilse sonsuza dek...

Phokaia ülkesindeki insanlar yüzyıllar boyu, hep böyle mutlu bir yaşam mı sürdüler acaba? Balıktan dönen yerli halkı coşkuyla karşılayan sevgilileri oldu mu hep? Karınlarını doyuracak nevaleleri yetti mi çoluk çocuklarına diye düşününce, kurutulmuş sarpa ve kefalleri resmeden duvar fresklerine rastlıyoruz İsa’dan çok önce. İskeletlerinden balık kılçığı olduğu anlaşılan, belirsiz figür kalıpları çıkarıyor kazı çalışmasındaki arkeologlar.


M.Ö. 335 yılının rüzgarlı bir öğleden sonrası Phokaia limanı...

Erigone, buğday başağı sarı saçlarının gözünün önüne gelmesini engellemeye çalışıyor rüzgardan. Üzerine tünediği halat sütunundan, Orak adasının açıklarını seyrediyor gözünü kırpmadan. Annesine söylediği yalanı aklına getirmemeye çalıştıkça geniş alnına terler basıyor. Birazdan çıkıp gelir anası dilinde binbir maraz. Bağırır çağırır uluorta, hiç bakmaz agora mı, liman mı, yoksa kutsal sunak mı... Erigone’nun yüreği bir başka çarpıyor bugün. Hermes’in denize açılmadan önce avucuna bırakıverdiği yavru deniz yıldızının anlamı büyük. Hermes bunu ilk defa yapıyordu, mutlaka söyleyecekleri vardı Erigone’a dönüşünde! Anası bilmemeliydi bütün bunları, izin vermezdi geceleri bir daha agoraya inmesine...

Rüzgar hızını arttırdıkça Erigone’nun telaşı büyümekte, gün de iyice döndü. Güneş parlak ışıklarını yarınki güne saklamaya hazırlandı bile. Ölgün ışıkların gölgesi upuzun bir siluete dönüştü halat direklerinde. Erigone cılız bir çığlıkla şöyle bir döndü kendi etrafında ve saçlarını bir kez daha düzeltti esen rüzgara inat. Sesler geliyor biraz öteden, liman içinde şenlik var yine bu akşam, her yeni ay zamanı tekrarlananlardan. Agora alanlığına kurulan demir ızgaralı ocakların ateşini yakmakla görevli agora bekçilerine yardım ediyor halktan birkaç kişi. Ateş korunu dökmeden dönmüş olmalı Phokaia’lı balıkçılar limana. İlk dönene ödül, bir testi horoz karası suyu. Şöyle kekremsi ve buruk, damakta dolgunluk yaratan.

İçeriz şarabımızı diye geçirdi içinden Erigone, mutlaka birinci olmalıydı yüreğini coşturan Hermes!

Şarap kupaları ve buğday unundan yapılmış tütsülü ekmekler çoktan hazırlandı agora içinde. Demir ızgaralar balık bekliyor kızgın kor üstünde. Asma ve defne yapraklarından yapılan taçlar, en çok balığı tutan denizadamlarının başını süsleyecek az sonra. Belki bir düğünün müjdesi verilecek ilerleyen saatlerde, ödüller bir yavuklunun öpücükleriyle bezenecek kim bilir...
Kim bilir, nasıl bilir, Erigone ve Hermes’in gün doğumuna adadıkları yaşam yüklü duyguları?

Tüm zamanların ötesinden gelen tiz çığlıklar, bir virtüözün esriklik haline dönüşen notalarında demleniyor. Rüzgarlar neyi ve kimleri anlatıyor? Asırlar boyunca yorulmayan rüzgarın güçlü kollarında uyuyor Phokaia.

Ve uyanıyor yeni bir güne, yeni bir festivalle.

Zamanda Phokaia

8 Eylül 2004 Foça


Nurdan ÇAKIR TEZGİN



3462










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)