Mimari Dedikodu / Angül ABAY
Angül ABAY

Angül ABAY

Mimari Dedikodu



Bir gar binası bu kadar da hareketli inşa edilir!

Başım falan aÄŸrımıyordu, fakat yine de nahoÅŸ bir ruh hali içerisindeydim. Sabah iÅŸ yerimden hem çıkış alarak ve de vererek ayrılmıştım. İzmir’e gelmek üzere Antalya Gar’ında kah volta atarak, kah oturarak otobüsümü bekliyordum.

Aniden yanımda bir avuç renkli, allı pullu başörtülü, ÅŸallı, çocuklu bir gurup belirdi. Benim onları fark ettiÄŸim gibi onlar da beni fark ettiler. SelamlaÅŸtık, konuÅŸmaya baÅŸladık. İlk yaz günleri idi, sırtımda yolculuk için ÅŸortlu hafif rahat bir kıyafet vardı. Saçlarım da kısa olduÄŸu için guruptaki ufak çocuklardan biri “Aaaa amcaya bak!” demiÅŸ annesine.

İzmir’e giden yolcularını uÄŸurluyorlarmış. Åžurdan buradan derken laf Antalya Garı’na geldi.
-“İzmir’inkinden daha güzel”miÅŸ. Bense ÅŸu anda tam bundan muzdariptim. Ne Antalya ne de İzmir Garı’nda doÄŸu mimarisini yansıtan o huÅŸu dolu rahatlatıcı ve yol yorgunluÄŸunuzu alıcı unsurlar maalesef yok.

Garlar hareket dolu mekanlardır; bu keşmekeş hareketliliğe pastel renkler ve yumuşak geçişli duvarlar, fıskiyeler biraz yeşillik aslında ne kadar yakışır. Yöresel, allı pullu kıyafetleriyle gıpta ettiğim bu gurup bana biraz doğululuk hissi aşılamışlardı.

Ayrılık vakti geldiÄŸinde beni Menemen’e evlerine davet etmezler mi!!!!

Zannedersem şaşkınlıktan karşı davet yapamadım, bu samimiyetin etkisi bende hep kaldı, her Menemen Foça yolculuğunda onlara doğru bakar ve onları anımsarım.

İşten ayrıldığım villada aşçı olan ve evin beyinin gençlik yıllarından beri oda hizmetçiliÄŸini yapmış bir kadınla çalışmıştım. İzbandut yapılı, Manavgat’ın köylerindendi. Çok hırslı ve pembe üniformalı, yine başörtülü, fakat namussuzdu; benimle samimiyet kurup benim denetimim olan iÅŸleri ben görmeden eksik, noksan, hatalı yaparaktan iÅŸten çıkmama sebep olmuÅŸtu. Zaten evin hanımı, yani iÅŸverenimiz de doÄŸulu, İzmir’de büyümüş, batıda öğrenim görmüş, ikinci hamileliÄŸine aÅŸeren biriydi ve çok gergindi.

Evin beyi ha var ha yoktu. İşteydi.

Ev müstakil bahçeli, yüzme havuzlu, dörtyüzelli metrekare kapalı kullanım alanı olan, bodrum katıyla beraber üç katlı ve asansörsüz, içinde kaybolduğumuz, pembe damarlı taşlardan inşa edilmiş bir Akdeniz villası idi. Bir o kadar da arabesk bir yapıydı. Kendi korusu vardı.

Turizm işletmeleri olan bu aile, düzensiz olarak bir otellerindeki dairelerinde, bir evlerinde yaşıyorlardı. Bir telefon haydi otele, bir telefon haydi eve gidiliyordu.

Modernlik adı altında bilmem nereden gelen cevizlerle evin çocuğuna yıllardan beri verilen yemek tıbbi olarak çocuğun dışkısını bile etkilemiş, yağlı dışkı diye isimlendirdiğimiz vaka meydana gelmişti. Tabii bunları anneye anlatmanın olanağı yoktu. Bir de bana, hem de hemşire olarak evin kahyası statüsünde iş verilmişti.

Ben bu arabesk yaşantılı insan gurubunun nasıl ev kahyalığını üstlenebilirdim? Aşçı kadın kıdemliliğinden gelen haksız cesaretle her gelen kahya adayına çalım atmış ve kahya olmak istiyor ve onların aniden çıkış almalarını sağlıyordu. Zira benim dairemdeki elbise dolabında aniden gidişlerden arta kalan çamaşır ve ceketler bulmuştum. Zaten evin hanımı da onun bu dolaylı baskılarından esaret altındaymış meğerse. Aslında cennetten bir parça olup da bir o kadar da arabesk yaşam tarzının mevcut olduğu bu evde yaşamak ve çalışmak olanaksızdı. Yaşam tarzlarının çok önünde olan bu mimaride insanlar birbirlerinin yaşamlarını cehenneme çeviriyorlardı.

İngiliz dadı, Türk dadı, bahçıvanlar, ütücü ve çamaşırcı, aşçı, kahya üç kişiye hizmet etmek üzere buradaydılar ve mutluluktan yine de eser yoktu.

İşte Antalya Garı’ndaki insanların o arabesk mimarideki o iç rahatlatıcı o mutlu tabloları bana esin kaynağı olmuÅŸtu. Yapıların ruhunu insanlar verdikleri gibi hatalı mimariler de bile insanlar mutluluklarını zorla bile, aslında doÄŸal kaldıkları için elde edebiliyorlardı.

Foça Menemen arasında Onlar’a yine selam vereceÄŸim…

Evin nazenin çocuÄŸu Ali Kemal’i, o acılı bakışlarını, hepsi öğretilmiÅŸ hareketlerini havaalanı kadar oyuncaklarla dolu odasında esaretlerini bilemeyip kıramayan küçük savunmasız bedenini hala unutabilmiÅŸ deÄŸilim.


Angül ABAY




21 Eylül 2006 Perşembe / 2202 okunma



"Angül ABAY" bütün yazıları için tıklayın...