ISSN 1308-8483
FELSEFE VE DİN / Oğuz ÖZÜGÜL
Oğuz ÖZÜGÜL    
  Yayın Tarihi: 8.6.2009    


FELSEFE VE DİN

Dinin özelliği, doğanın ve toplumun insan bilincinde deforme edilmiş, ters bir şekilde yansıtılmasından ileri gelir; din dünyagörüşsel karaktere sahip toplumsal bir bilinç biçimidir, doğa ve toplumdaki fenomenleri doğaüstü nedenlere, amaçlara bağlar ya da başka bir deyişle, bu fenomenleri doğaüstü süreçler ve güçler olarak tasarlar.

Dinin doğuşundan, özünden ve gelişim tarihinden meydana çıkan sorunlar bugüne kadar pek çok düşünür ve bilim insanı tarafından araştırıldı. Dinin özüne ve kökenine ilişkin bilimsel görüşe biçim vermek için harcanan çabalar, daha çok toplumun ilerici güçleriyle gericilik arasındaki ideolojik çatışmanın bir bölümünü oluşturuyordu. Din savunucuları kölecilerin, derebeylerin ya da burjuvazinin sömürü düzenini de savunuyor, eleştiricileri ise toplumun gerici güçlerine karşı savaşıyordu.

Dinin kökeni üzerine daha Antikçağ’da ilginç görüşler çıkar karşımıza. Elea Okulu filozoflarından Ksenophanes ve Anaksagoras ile Antiphon insanların tanrıları kendi dış görünüşlerine göre yarattıklarını öne sürerler. Kritias dinin toplumsal işlevini tanımlarken şöyle der: İnsanlar hemcinslerinin yüreğine korku salmak ve yasalara uymalarını sağlamak için tanrıları yaratmıştır. Hatta tarihçi Polybios dini zorunlu bir sahtekarlık sayar. Dinin, ürkütücü doğa fenomenleri karşısında duyulan korkudan kaynaklandığını ilk olarak Demokritos söyler. Ne var ki, bütün bunlar sorunun özüne yaklaşmaktan henüz çok uzaktır.

Ortaçağ’da ise kilisenin çok büyük etkisi yüzünden din konusunda bilimsel bir görüş doğallıkla mümkün değildi. Bunun ilk belirtileri kapitalizmin ve ilk burjuva devrimlerinin ortaya çıktığı dönemde görülmeye başlar. İngiliz materyalisti Thomas Hobbes’a göre din, “kamuoyunca benimsenen” bir kuruntudur (“kamuoyunca benimsenmeyen” kuruntu ise boşinançtır). “Dinin tohumu” diye tanımladığı psikolojik kökenlerini de insanlar için tipik olan fenomenlerin nedenlerini meydana çıkarma ihtiyacında, görünmeyen güçlerden duyulan korkuda, gelecek endişesinde arar. Benzer düşünceleri Spinoza da belirtir, dinin köklerini insanın kendi gücüne olan güvensizlikte, umut ve korku arasında durmadan bocalayışında görür.

18. Yüzyıl Fransız aydınlanmacıları dini, bencil iktidar sahipleri ve din adamları tarafından halkın aldatılması , bir boşinanç diye tanımlar, insan aklının dine karşı savaşması gerektiği görüşünü savunur. Ancak kimi aydınlanmacılar uzlaşma eğilimi göstererek dini kitleler için yararlı, hatta onları zaptedip yönetmek açısından gerekli bile bulur.

19. Yüzyıldan günümüze kadar burjuva dinbiliminde pek çok akımın ortaya çıktığı görülür. Bunların en önemlilerini şu şekilde sıralamak mümkündür: Eski dinsel tasarımların, gökyüzü fenomenlerinin kişileştirilmesinden doğduğunu kanıtlamaya çalışan Mitolojik Okul; insan bedeninde yaşayan ikinci bir kişiliğin, ruhun varlığı ve bunun zaman zaman ya da tamamen bedeni terk ettiği, ölümden sonra bu ruhların yaşadığı ve onlardan zamanla tek tanrıya varana kadar değişik tanrıların yaratıldığı görüşünden yola çıkan Animizm Teorisi; nevrozların dinsel tasarımlarda da göründüğünü ve bunun temelinde çocukluk çağında bastırılan cinsel itkilerin yattığını kanıtlamaya çalışan Freud’un Psikanaliz Yöntemi; dini doğrudan doğruya toplumsal bir fenomen olarak açıklayan Durkheim’ın Sosyoloji Okulu; her çeşit nesnel gerçeği yadsıyan, bilimsel gerçeğin yararlıkla aynı anlama geldiğini, insanın pratikte ihtiyaç duyduğu ve kendisine yararlı olan şeylerin gerçek sayıldığını ve insanların büyük çoğunluğu tarafından bugün de yararlı görüldüğü, toplumun örgütlenmesine ve sosyal bir kargaşanın önlenmesine katkıda bulunduğu için dinin de gerçek olduğunu öne süren Pragmatik Akım.

Oysa din, dediğimiz gibi, toplumsal bilinç biçimlerinden biridir, bir ideoloji biçimidir, ne var ki her ideoloji sonuç olarak insanın maddi varlığının, toplumun ekonomik yapısının bir yansısıdır ve bu durumda dini, tıpkı felsefe, ahlak, hukuk ya da sanat gibi aynı görüş açısından ele almak mümkündür. Ancak din bu ideoloji biçimleri arasında özel bir yer tutar. “Bütün dinler, insanların kafasında gündelik varoluşlarına egemen olan dış güçlerin fantastik bir şekilde yansımasından, dünyevi güçlerin dünya dışı biçimlere girdiği bir yansıdan başka bir şey değildir”. Ayrıca dinin kendi tarihi, bağımsız bir tarihi de yoktur; dinin tarihi, toplumun tarihinin deforme edilmiş bir yansısıdır.


Oğuz ÖZÜGÜL

oguzozugul@hotmail.com


1801










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)