Erol ÇINAR
Sevda Kuşun Kanadında, Peki ya Evlilik?
Dostumun yüzündeki hüzünlü gülümsemesi dikkatimden kaçmamıştı. Sinema dönüşü masamın üzerindeki “evlilik” konulu yazıları eline alarak, tek kelimeyle evlilik konusundaki deneyimini aktarmıştı. “BaÅŸaramadık”. Bu kelimesi özünde birçok farklı anlamı barındırıyordu. En önemlisi de sanırım bir ÅŸeyi çok isteyip de gerçekleÅŸtirememenin yarattığı acıyı.
Son günlerde çevremdeki birçok insandan ayrılık haberleri geliyor. Çocuklu, çocuksuz, eski evli, yeni evli, severek ya da görücü usulü yaşamlarını birleştirmiş insanlar, üstesinden gelemedikleri beraberliklerini bitiriyorlar. Duyarsız bir dünyanın sonucu bu. Acımasız, duygusuz bir dünyanın izdüşümleri her yanı kaplamış. Aşksız insanlar toplumu olup, çıktık.
Bazen aÅŸk aniden çıkıveriyor insanın karşısına. AÅŸk nedir, bilen var mı? Yüzyıllardır tanımı yapılmış, halen de yapılmakta. Bunca destanı anlatılır, onunla ilgili yüzlerce kitap yayınlanır, filmleri vazgeçilmezlerimiz arasında yer alırken halen aÅŸkın neresindeyiz bilemiyoruz. Sınırları çizilememiÅŸ bir olgudur aÅŸk. Tanımını yapmak zordur. Bir insanın baÅŸka bir insana yakınlık duymasıyla baÅŸlayan bir serüven, onunla özdeÅŸleÅŸmesi, kaynaÅŸması, bütünleÅŸmesi. Oktay Rıfat “Her dem sevdalıya kız mız bahane” demiÅŸ ama aÅŸkın kimin kapısını ne zaman, nerde çalacağı bilinmez.
Kimi aÅŸklar yaÅŸanması kolay aÅŸklardır ve kolay olan pek çok ÅŸey gibi, daha baÅŸladıkları anda tükenmeye yüz tutarlar. Bazıları ise o aÅŸkı bambaÅŸka bir ÅŸeye dönüştürür, bir tür tapınma haline getirirler. Bu tür insanlar sevdikleri uÄŸruna çılgınlıklar yapabilir, tehlikeli giriÅŸimlerde bulunabilir, hatta ölümü bile göze alırlar. Sonuç hep hüsran olur. Aragon’un ünlü deyiÅŸi sanırım burada devreye girmelidir. “Mutlu aÅŸk yoktur”.
John Berger’in “Ve Yüzlerimiz, kalbim ve fotoÄŸraflar kadar kısa ömürlü” isimli deneme kitabında ÅŸu cümleleri söylüyor. “AÅŸkın karşıtı nefret deÄŸil, ayrılıktır. AÅŸk tüm uzaklıkları aÅŸmayı amaçlar.” Bu amacı kaç kiÅŸi baÅŸarıyla gerçekleÅŸtirir ki? Åžanslı aÅŸk insanları bu iliÅŸkilerini sevgiyle taçlandırarak evlilikle noktalarlar. Bazen bu evlilik kurumu tıpkı dostumun bana söylediÄŸi gibi boÅŸanma ile sonuçlanır. Ortak bir mutluluk yaratamayan iki cinsin beceriksizliÄŸidir bu. Neden becerememiÅŸlerdir? Cevabı çok bir soru ile karşı karşıyayız ÅŸimdi.
Birbirlerini seviyorlar ama sevgilerinin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koyuyorlardır.
Karşısındaki insanın kimliğini bilinçsizce yok ederek kendi kişiliğini kanıtlamaya çalışıyorlardır.
Her an el ele diz dize beraber zaman harcıyorlar ama ikisinin de birer yalnız olduğunu unutuyorlardır.
Sevginin, o güzelim düşünceyi evlilikle beraber kurumsallaştırarak yok ediyorlardır.
Her iki taraf da ötekinin kölesi olmadığını kanıtlamak derdine düştüğü için becerememişlerdir.
Zaten kadınla erkek arasındaki konular gündeme gelince biraz soluklanmak gerekir. Evlilik konusu toplumsal sorunlarımız gibi deÄŸil midir? Olması gereken bol bol yazılıp, söylenir. Fakat olabilen her zaman olması gerekenin çok gerisindedir. KoÅŸullanmalar, görünmez reflekslerimiz, yanlış algılamalarımız sonucunda oluÅŸan yanılgılar insanları boÅŸanmalara götürür. Nedense genellikle hep böyle olur. Suçlu her zaman ötekidir. Zamanın kalınlaÅŸtırdığı duvarlarımız ardında da olsa, kolayca unutamayacağımız öteki. Latin ÅŸairi Ovidius bundan iki bin yıl önce ne de güzel yazmış “Sensiz de yaÅŸanmıyor, seninle de…”
Oysa insan evlilik problemlerini eşi ile durmadan konuşmalı, nesi varsa söyleyip, bitirmeli. Ama bu zor bir süreç. Çünkü konuşmuyoruz. Sinir savaşı içinde geçen dakikalar, neşesizlik, bol bol gerilim. Renkli dudaklar gülmenin ne olduğu bilmiyor. Durgun gözler dalıp gidiyor bilinmezlere. Bu döngü devam ettikçe her iki tarafta birbirine benzemeye başlıyor. Neyin bedeli bu kavga ve hırs?. Kim ödüyor bu ağır bedeli? Karşısındaki ile hesaplaşırken kendi tarihini yenemez ki insan. Sanırım sevdanın/sevginin/aşkın alışkanlığa dönüşmemesi, sıradanlaşmaması için bir yüzünü sürekli çoğaltma yoluna gitmek gerek. Sevginin yarattığı bir gerilim olduğunu unutmadan. Birbirini tüketmeden adeta yeniden doğurarak, yeniden anlamlı kılarak.
İnanıyorum ki hiç kimse boÅŸanmak için evlenmez. Mahkeme salonuna düğün törenine gider gibi gitmez ve çoÄŸu evli boÅŸandıktan sonra; Melih Cevdet Anday’ın küçük ÅŸiirindeki gibi bir ruh halini yaÅŸar.
“Bir misafirliÄŸe gitsem
bana bir yatak yapsalar
her ÅŸeyi, adımı bile unutup, uyusam……
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
Dostumun yüzündeki hüzünlü gülümsemesi dikkatimden kaçmamıştı. Sinema dönüşü masamın üzerindeki “evlilik” konulu yazıları eline alarak, tek kelimeyle evlilik konusundaki deneyimini aktarmıştı. “BaÅŸaramadık”. Bu kelimesi özünde birçok farklı anlamı barındırıyordu. En önemlisi de sanırım bir ÅŸeyi çok isteyip de gerçekleÅŸtirememenin yarattığı acıyı.
Son günlerde çevremdeki birçok insandan ayrılık haberleri geliyor. Çocuklu, çocuksuz, eski evli, yeni evli, severek ya da görücü usulü yaşamlarını birleştirmiş insanlar, üstesinden gelemedikleri beraberliklerini bitiriyorlar. Duyarsız bir dünyanın sonucu bu. Acımasız, duygusuz bir dünyanın izdüşümleri her yanı kaplamış. Aşksız insanlar toplumu olup, çıktık.
Bazen aÅŸk aniden çıkıveriyor insanın karşısına. AÅŸk nedir, bilen var mı? Yüzyıllardır tanımı yapılmış, halen de yapılmakta. Bunca destanı anlatılır, onunla ilgili yüzlerce kitap yayınlanır, filmleri vazgeçilmezlerimiz arasında yer alırken halen aÅŸkın neresindeyiz bilemiyoruz. Sınırları çizilememiÅŸ bir olgudur aÅŸk. Tanımını yapmak zordur. Bir insanın baÅŸka bir insana yakınlık duymasıyla baÅŸlayan bir serüven, onunla özdeÅŸleÅŸmesi, kaynaÅŸması, bütünleÅŸmesi. Oktay Rıfat “Her dem sevdalıya kız mız bahane” demiÅŸ ama aÅŸkın kimin kapısını ne zaman, nerde çalacağı bilinmez.
Kimi aÅŸklar yaÅŸanması kolay aÅŸklardır ve kolay olan pek çok ÅŸey gibi, daha baÅŸladıkları anda tükenmeye yüz tutarlar. Bazıları ise o aÅŸkı bambaÅŸka bir ÅŸeye dönüştürür, bir tür tapınma haline getirirler. Bu tür insanlar sevdikleri uÄŸruna çılgınlıklar yapabilir, tehlikeli giriÅŸimlerde bulunabilir, hatta ölümü bile göze alırlar. Sonuç hep hüsran olur. Aragon’un ünlü deyiÅŸi sanırım burada devreye girmelidir. “Mutlu aÅŸk yoktur”.
John Berger’in “Ve Yüzlerimiz, kalbim ve fotoÄŸraflar kadar kısa ömürlü” isimli deneme kitabında ÅŸu cümleleri söylüyor. “AÅŸkın karşıtı nefret deÄŸil, ayrılıktır. AÅŸk tüm uzaklıkları aÅŸmayı amaçlar.” Bu amacı kaç kiÅŸi baÅŸarıyla gerçekleÅŸtirir ki? Åžanslı aÅŸk insanları bu iliÅŸkilerini sevgiyle taçlandırarak evlilikle noktalarlar. Bazen bu evlilik kurumu tıpkı dostumun bana söylediÄŸi gibi boÅŸanma ile sonuçlanır. Ortak bir mutluluk yaratamayan iki cinsin beceriksizliÄŸidir bu. Neden becerememiÅŸlerdir? Cevabı çok bir soru ile karşı karşıyayız ÅŸimdi.
Birbirlerini seviyorlar ama sevgilerinin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koyuyorlardır.
Karşısındaki insanın kimliğini bilinçsizce yok ederek kendi kişiliğini kanıtlamaya çalışıyorlardır.
Her an el ele diz dize beraber zaman harcıyorlar ama ikisinin de birer yalnız olduğunu unutuyorlardır.
Sevginin, o güzelim düşünceyi evlilikle beraber kurumsallaştırarak yok ediyorlardır.
Her iki taraf da ötekinin kölesi olmadığını kanıtlamak derdine düştüğü için becerememişlerdir.
Zaten kadınla erkek arasındaki konular gündeme gelince biraz soluklanmak gerekir. Evlilik konusu toplumsal sorunlarımız gibi deÄŸil midir? Olması gereken bol bol yazılıp, söylenir. Fakat olabilen her zaman olması gerekenin çok gerisindedir. KoÅŸullanmalar, görünmez reflekslerimiz, yanlış algılamalarımız sonucunda oluÅŸan yanılgılar insanları boÅŸanmalara götürür. Nedense genellikle hep böyle olur. Suçlu her zaman ötekidir. Zamanın kalınlaÅŸtırdığı duvarlarımız ardında da olsa, kolayca unutamayacağımız öteki. Latin ÅŸairi Ovidius bundan iki bin yıl önce ne de güzel yazmış “Sensiz de yaÅŸanmıyor, seninle de…”
Oysa insan evlilik problemlerini eşi ile durmadan konuşmalı, nesi varsa söyleyip, bitirmeli. Ama bu zor bir süreç. Çünkü konuşmuyoruz. Sinir savaşı içinde geçen dakikalar, neşesizlik, bol bol gerilim. Renkli dudaklar gülmenin ne olduğu bilmiyor. Durgun gözler dalıp gidiyor bilinmezlere. Bu döngü devam ettikçe her iki tarafta birbirine benzemeye başlıyor. Neyin bedeli bu kavga ve hırs?. Kim ödüyor bu ağır bedeli? Karşısındaki ile hesaplaşırken kendi tarihini yenemez ki insan. Sanırım sevdanın/sevginin/aşkın alışkanlığa dönüşmemesi, sıradanlaşmaması için bir yüzünü sürekli çoğaltma yoluna gitmek gerek. Sevginin yarattığı bir gerilim olduğunu unutmadan. Birbirini tüketmeden adeta yeniden doğurarak, yeniden anlamlı kılarak.
İnanıyorum ki hiç kimse boÅŸanmak için evlenmez. Mahkeme salonuna düğün törenine gider gibi gitmez ve çoÄŸu evli boÅŸandıktan sonra; Melih Cevdet Anday’ın küçük ÅŸiirindeki gibi bir ruh halini yaÅŸar.
“Bir misafirliÄŸe gitsem
bana bir yatak yapsalar
her ÅŸeyi, adımı bile unutup, uyusam……
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
"Erol ÇINAR" bütün yazıları için tıklayın...
