ISSN 1308-8483
Büyük balık küçüğünü yutmasın! / Zerrin SOYSAL
Zerrin SOYSAL    
  Yayın Tarihi: 1.7.2009    


Büyük balık küçüğünü yutmasın!

Her sabah ormanda bir aslan uyanır,
hayatta kalması en ağır koşan ceylandan daha hızlı koşmasına bağlı olan.
Her sabah ormanda bir ceylan uyanır,
hayatta kalması en hızlı koşan aslandan daha hızlı koşmasına bağlı olan.

Endişelenmeyin haddimi bilirim, şiir yazmak gibi bir niyetim yok. Bu sözcükleri benzer bir ifadeyle bir yerlerde okuduğumu anımsıyorum ve onlardan yola çıkarak dünyadaki varlığımızı sorgulamaya çalışacağım.

Güçlü olan zayıfı yok eder. Doğanın düzeni bu temel yasayla işler. Muhteşem bir kır manzarasına bakıp ne kadar huzur verici bir sükunete sahip olduğunu düşünürken biz, tam da o huzurun ortasında gözümüzün görmediği vahşi bir kıyım sürüp gitmektedir. Otların arasında bir akrep avına pusu kurmuş beklemektedir. Zümrüt yeşili ağaçların dalları arasında binlerce örümcek ağlarına düşürdükleri sinekleri usul usul emmekte, gün ışıklarıyla rengarenk yakamozlanan gölün dibinde kıyasıya savaşlar sürmektedir. Adını bile bilmediğimiz binlerce canlının hayatta kalması ancak başka canlıların ölümüyle mümkündür. Doğa merhamet bilmez, daha geniş bir ifadeyle doğanın duygusu yoktur. Bu düzen atalarımıza “Büyük balık küçük balığı yutar,” sözünü ettirmiştir.

Doğanın bir parçası olarak insanın da bu büyük yasadan uzak durması olanaksızdır. Yaşamak için başka canlıları tüketir, yiyeceklerinin tamamını laboratuar koşullarında üretir hale gelmedikçe de tüketmeyi sürdürecektir. Ancak zekası ve yaratılıştan sahip olduğu öteki özellikleriyle yasanın kapsamını genişletip yaygınlaştırmıştır. Geliştirdiği uygarlıkla yok etme becerisi , yaşamını sürdürme amacını çok aşan bir noktaya gelmiştir. Hatta yok etmeyi bir zevke dönüştürdüğü örnekler de vardır. Sırf zevk için dünyanın bir ucundan kalkıp Afrika’nın göbeğine safariye gider. Öldürdüğü hayvanın üstüne basıp resim çektirir. Kafasını duvarına asar, derisini tabaklatıp şöminesinin önüne atar.

Büyük balığın küçüğünü yutması kuralını öylesine sevmiştir ki hayatta kalma amacıyla sınırlandırmakla yetinmeyip yaşamın her alanına yaymıştır. Ekonomiye, politikaya, iş dünyasına, uluslararası ilişkilere… Kapsamı bu kadar genişletince de içinde bulunduğumuz utanç verici düzen çıkmıştır ortaya. Binlerce insanın kanı pahasına elde edilmiş, ya da hiç değilse bir süreliğine elde edildiği sanılmış eşitlik, özgürlük, kardeşlik kavramları rafa kaldırılmış, altta kalanın canı çıksın mantığı her alanda dayatılmaya başlanmıştır.

Vatandaşlık bilinci oluşmuş toplumlarda fazla başını kaldıramayan, ya da az buçuk kılıfına uydurularak sergilenen bu eğilim, bizimki gibi henüz kul bilinciyle yaşayan uluslarda iyice cesurlaşmakta, daha da kötüsü seçeneksiz ve değişmez bir kural gibi sunulmakta. Sağlıktan eğitime, güvenlikten öteki sosyal haklara kadar her alanda adım adım, sinsi sinsi yaşıyoruz bu doğallaşmayı(!). Çağımızda gücün temsilcisi para ve bize dayatılan, paran yani gücün kadar yaşa! Ense kökümüzde bizim biraz daha semirmemizi bekleyen büyük balık bizi kendimizden küçük balıkları türlü numaralarla yakalayıp yutmaya cesaretlendiriyor. Bir tane daha, bir tane daha, hadi yut, o senin hakkın! Yeterince semirdiğimizde yutulacağımızı düşünmeden o sese kulak veriyoruz hepimiz. Televizyonunu yenilemeye çalışan küçük esnaf çırağının boğazından keserken sattığı malın toptancısına yeni bir araba aldırdığının farkında değil. Aslında ne televizyon gerçek ihtiyaç ne de yeni araba…

Bu düzeni haklı çıkarmaya çalışanların saklamaya çalıştığı gerçek şu ki eğer doğanın bu kuralına göre yaşayacaksak toplumsal bir varlık olmanın ve örgütlenmenin anlamı nerede? Doğanın, mülkiyetin olmaması, cinselliğin türün sağlıklı devamı için özgürce yaşanması gibi öteki kurallarını neden göz ardı ediyoruz? Gerektiğinde evrim yasasına bile direnmek, hiç değilse bazı alanlardaki sivriliğini törpülemek değil midir insana yakışan ? Kedinin zayıf doğan yavrusunu beslemekten vazgeçip üstüne yatarak ezmesi gibi biz de aramızdaki güçsüzleri kaderine terk edeceksek adımız neden insan? Kimsenin kimseye yük olmadığı, birilerinin sırtından geçinmeyi planlayacağına birbirine omuz verdiği bir düzen kurmak o kadar mı zor? Bir insanın zenginliğini ne kadar mala sahip olduğuyla değil ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğuyla ölçmeyi hiç mi beceremeyeceğiz? Mutluluğu, canlıların, hadi daha açık konuşalım insanların canı pahasına elde ettiğimiz nesnelerde aramak bize ne getiriyor? Sırtımıza geçirdiğimiz kürkün, parmağımıza taktığımız parlak taşların ne pahasına elde edildiğine kafa yorduk mu hiç? Biz tükenmeyecek kadar büyük görünse de evrende bir toz tanesi kadar yer kaplayan güzel gezegenimizi yok etme noktasına geldik, hâlâ uyuyacak mıyız? Olmazsa olmaz sayıp edindiğimiz nesnelerin hangisine gerçekten ihtiyacımız var? Hırs, insana özgü ve yerinde kullanıldığında saygıyı hak eden bir duygu…Daha iyiyi daha güzeli hedeflemeye neden olduğunda güzel ama ölçüsü kaçtığında, amacından saptığında felaketlere yol açıyor. Büyük balığın küçüğü yutmasını sadece içgüdüleriyle yaşayan canlılara bıraksak da biz insana yakışır bir düzen kursak…

Çok mu hayalperestim?


Zerrin SOYSAL



1982










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)