
Özgür HANCIOĞLU
BİR ERKEĞİN MADALYASI: AŞK YARASI
(eyvallah…)
Bir gaziye kahramanlık nişanının yakıştığı kadar yaraşır aşk yarası erkeğin gönlüne.
Ve her erkek, gururla taşımalıdır yaralarını göğsünde. Belki apolet yapıp omuzlarındaki yüklere asmalı, bir rütbe daha yükselmeli aÅŸkta açılan her bir yarada…
İşte bu yüzdendir ki sevgili, korkma üzmekten beni. YüreÄŸimin mangalına sürdüğün kor alevler, dönüştürür can çekiÅŸen bu bedeni. Devinir hayat, usulca karışır sular yatağına. DeÄŸiÅŸim bana raÄŸmen baÅŸlar, hayata karşın sürer, ölüme kadar gider…
Hiçbir ölüm çekemez yüzümden teslim bayrağını gidilmez topraklara. Belki de ölmeden önce ölmeyi bilmeli, sevilmek yerine seni sevmeyi seçmeli. Sabretmeyi gönülden istemeli, özlemeyi iple çekmeli…
Gönlümün ÅŸeref madalyası, alnımdaki derin çizgilerim, denizleri aÅŸan sezgilerim, övgülerim, bitimsiz öykülerim, nedensiz sevinçlerim! Onurum, aÄŸzımdaki sakız kadar çiÄŸnediÄŸim lanet gururum, başımın tacı, yaralarımın uzak ilacı… Ne vakit uzansam ellerine, nedendir bu geri kaçışın? Hayat kadar önümdeyken, nasıl düşebildin ki ölüm kadar ardıma? Hasretle beklediÄŸim hiç oluÅŸum, yok oluÅŸlarımın görkemli düğünü!
Söyle şimdi nerelerdesin, hangi zamansız iklimlerin peşindesin? Hayat kadar akarken gözlerimden, nasıl kurudun ölüm kadar avuçlarımda?
Yarım kalmış bir bulmacayı katlayıp yatmaya benzer seni düşünmeyiÅŸim! Etimden kirli kanlar akıtmaya, ruhumu katillere satmaya benzer özlemeyiÅŸim! Huzursuz uykularımın davetsiz rüyalarından, açılmamış sandıklarımdan, hayallerimin kırık camlarından çık gel ocağıma. Yak yeniden küllenmiÅŸ tüm alevleri, sönmeye yüz tutmuÅŸ o eski ocakları. Kanla doldur içinden büyük boÅŸluklar geçen damarlarımı, çaÄŸlat derin uykulardaki pınarlarımı, besle kurumuÅŸ dallarımı, düze çevir sana çıkmayan tüm sarp yamaçlarımı. Yaralarımdan düş gel gözlerime, saÄŸanak yaÄŸmurlar gibi indir sensiz geçen günlerime…
FethedilmemiÅŸ kalelerin burcuna astım bu gece gözlerini. Hiç bilemezsin. Bir uzak istila arayışında gönlümün sözsüz ÅŸarkıları. Yaralarım taze, penceremde kan kırmızı dolunay. Yüzün kadar hüzün çekmiÅŸ dolunay gözlerine. Ay yüzünde, yıldızlar gözlerinde tutsak ve ÅŸimdi bir uzak özgürlük arayışında isyan çığlıklarım…
Ömrümün taze baharı, dalımdaki tek yeÅŸil yaprağım, yoluna gizli hislerimi ektiÄŸim huzurlu toprağım; denizden esen ılık meltemler kadar girdin kıyılarımın içlerine. Kokunu bıraktığın gün rüzgarlarıma, uçuÅŸan bembeyaz eteklerin dansına yazdım ben gözleri görmez talihimi, akışına uydum tadını bilmediÄŸim suların ve inatla bekledim… Yüzüme göz deÄŸdirmedim, odamdan bir parça ışık süzdürmedim. Sürdürmedim insan içine karışmaları, saklandım kuytularında. Kendime, seçilmemiÅŸ eski kaderlerden yeni sayfalar açtım, suskunluÄŸumdan taptaze ÅŸiirler besteledim. Åžiirlerimi göğsünde yazdım ya, kendime bile söylemedim gecenin ay ÅŸahit saatlerinde…
Gittiğin topraklardan yeni sessizlikler göndermişsin, bu sabah geçti elime. Balkonumda çektiğim ilk nefesle buyur etmiştim ya seni gönlüme, bir çırpıda büyüttüm emanetini kendi sessizliğimde. Eyvallah dedim, senden gelen senden güzel olmasın! Astım boynuma duymadığım sesini, buldum yönümü.
Sessizliğin, uzaklardan bir ney sesi artık kulaklarımda. Yoksun ki neylersin!
Sana olduğu gibi sensizliğe de tek bir söz eylersin:
Eyvallah…
Özgür HANCIOĞLU
ozgur.hancioglu@hotmail.com
(eyvallah…)
Bir gaziye kahramanlık nişanının yakıştığı kadar yaraşır aşk yarası erkeğin gönlüne.
Ve her erkek, gururla taşımalıdır yaralarını göğsünde. Belki apolet yapıp omuzlarındaki yüklere asmalı, bir rütbe daha yükselmeli aÅŸkta açılan her bir yarada…
İşte bu yüzdendir ki sevgili, korkma üzmekten beni. YüreÄŸimin mangalına sürdüğün kor alevler, dönüştürür can çekiÅŸen bu bedeni. Devinir hayat, usulca karışır sular yatağına. DeÄŸiÅŸim bana raÄŸmen baÅŸlar, hayata karşın sürer, ölüme kadar gider…
Hiçbir ölüm çekemez yüzümden teslim bayrağını gidilmez topraklara. Belki de ölmeden önce ölmeyi bilmeli, sevilmek yerine seni sevmeyi seçmeli. Sabretmeyi gönülden istemeli, özlemeyi iple çekmeli…
Gönlümün ÅŸeref madalyası, alnımdaki derin çizgilerim, denizleri aÅŸan sezgilerim, övgülerim, bitimsiz öykülerim, nedensiz sevinçlerim! Onurum, aÄŸzımdaki sakız kadar çiÄŸnediÄŸim lanet gururum, başımın tacı, yaralarımın uzak ilacı… Ne vakit uzansam ellerine, nedendir bu geri kaçışın? Hayat kadar önümdeyken, nasıl düşebildin ki ölüm kadar ardıma? Hasretle beklediÄŸim hiç oluÅŸum, yok oluÅŸlarımın görkemli düğünü!
Söyle şimdi nerelerdesin, hangi zamansız iklimlerin peşindesin? Hayat kadar akarken gözlerimden, nasıl kurudun ölüm kadar avuçlarımda?
Yarım kalmış bir bulmacayı katlayıp yatmaya benzer seni düşünmeyiÅŸim! Etimden kirli kanlar akıtmaya, ruhumu katillere satmaya benzer özlemeyiÅŸim! Huzursuz uykularımın davetsiz rüyalarından, açılmamış sandıklarımdan, hayallerimin kırık camlarından çık gel ocağıma. Yak yeniden küllenmiÅŸ tüm alevleri, sönmeye yüz tutmuÅŸ o eski ocakları. Kanla doldur içinden büyük boÅŸluklar geçen damarlarımı, çaÄŸlat derin uykulardaki pınarlarımı, besle kurumuÅŸ dallarımı, düze çevir sana çıkmayan tüm sarp yamaçlarımı. Yaralarımdan düş gel gözlerime, saÄŸanak yaÄŸmurlar gibi indir sensiz geçen günlerime…
FethedilmemiÅŸ kalelerin burcuna astım bu gece gözlerini. Hiç bilemezsin. Bir uzak istila arayışında gönlümün sözsüz ÅŸarkıları. Yaralarım taze, penceremde kan kırmızı dolunay. Yüzün kadar hüzün çekmiÅŸ dolunay gözlerine. Ay yüzünde, yıldızlar gözlerinde tutsak ve ÅŸimdi bir uzak özgürlük arayışında isyan çığlıklarım…
Ömrümün taze baharı, dalımdaki tek yeÅŸil yaprağım, yoluna gizli hislerimi ektiÄŸim huzurlu toprağım; denizden esen ılık meltemler kadar girdin kıyılarımın içlerine. Kokunu bıraktığın gün rüzgarlarıma, uçuÅŸan bembeyaz eteklerin dansına yazdım ben gözleri görmez talihimi, akışına uydum tadını bilmediÄŸim suların ve inatla bekledim… Yüzüme göz deÄŸdirmedim, odamdan bir parça ışık süzdürmedim. Sürdürmedim insan içine karışmaları, saklandım kuytularında. Kendime, seçilmemiÅŸ eski kaderlerden yeni sayfalar açtım, suskunluÄŸumdan taptaze ÅŸiirler besteledim. Åžiirlerimi göğsünde yazdım ya, kendime bile söylemedim gecenin ay ÅŸahit saatlerinde…
Gittiğin topraklardan yeni sessizlikler göndermişsin, bu sabah geçti elime. Balkonumda çektiğim ilk nefesle buyur etmiştim ya seni gönlüme, bir çırpıda büyüttüm emanetini kendi sessizliğimde. Eyvallah dedim, senden gelen senden güzel olmasın! Astım boynuma duymadığım sesini, buldum yönümü.
Sessizliğin, uzaklardan bir ney sesi artık kulaklarımda. Yoksun ki neylersin!
Sana olduğu gibi sensizliğe de tek bir söz eylersin:
Eyvallah…
Özgür HANCIOĞLU
ozgur.hancioglu@hotmail.com
"Özgür HANCIOĞLU" bütün yazıları için tıklayın...