ISSN 1308-8483
DENİZALTICI / Seyfi GÜL
Seyfi GÜL    
  Yayın Tarihi: 2.8.2009    


DENİZALTICI

Bir süre önce yazı köşelerimize birer isim vermemiz gündeme geldi. Yaşamımın bir kesitine damgasını vuran denizaltıcılığın simgesi sayılabilecek periskop bu köşeye böylece ad oldu.

Periskop bazı kara araçlarında bulunsa bile Denizaltı’larla özdeşleşmiş bir terim. Belli derinliklere kadar kullanılabilen, suyun altındaki denizaltının su üstündeki dünyayı gören gözü, işiten kulağı, üzerindeki donanıma göre dünya üzerinde nerde bulunduğunu bilmesini sağlayan cihazları besleyen hareketli parçası. Parçası derken iki adet olduğunu belirtmek gerek.

Denizaltı; binlerce tonluk bir kütlenin suların altında bilinçle dolaşmasıdır. Arşimed’in suyun kaldırma gücünü bulup, “Eureka Eureka” nidalarıyla üryan bir halde cümle aleme ilan etmesiyle başlayıp, Jules VERNE’in Denizaltında 20.000 Fersah’ına uzanan süreçte; suyun kaldırma gücünü yine suyla oynayarak, istenilen derinliklerde gezinecek şekilde ayarlayan sistemler bütünlüğünün adıdır.

Denizaltıcı; bu sistemler bütünlüğünü en verimli, en etkin şekilde kullanmayı amaç ve meslek edinir. Bunun içinde dünyanın oksijenini, gün ışığını, gün ısısını suların üzerindeki aleme bırakır. Gerektiğinde “Vatan sağolsun” diyerek başka bir aleme göçmeyi içine sindirmiştir peşinen.

Büyükçe bir konserve kutusunda yaşamla dalga geçmektir denizaltıcılık.

Denizlerin altında insan solunum sistemlerinin kabul edebileceği en alt oksijen değerleriyle en uzun süre dolaşmaktır. İnsan için alınmış gibi görünse de büyük çoğunluğu su altında bataryaları imla etmek için makinaların soğutma suyu olarak kullanılan hepi topu birkaç ton suyu günde üç vakit yemek saatlerinde 5 er dakika ile kullanmak için koşuşmak, suya yetişebilmek için uykusunu, dinlenmesini terk etmektir. Denizler altında günlerce yüzünü bile doğru dürüst yıkayamadan dolaşıp, liman dönüşüne yakın deniz suyundan üretilen tatsız tuzsuz birazda yağlımsı suyla duş almaktan mutlu olmayı bilmektir. Kader birliğini iyi zamanlarda-kötü zamanlarda sürdürmektir. Eşleri uzaklarda olduğunda hanımların kendi aralarında yardımlaşma birliktelikleri oluşturdukları, paylaşımcılığın en güzel örneklerini verdikleri dünyadır.

Denizaltıcılık evinden uzak uykusuz gecelerde “Allah ne verdiyse” kayıntı yapmaktır. Bazen böbrek yatağıyla, bazen kaşar-ekmek pizzayla, hiçbir şeycikler yoksa yağ gezdirilmiş kara zeytin üzerine pul biber döşeyip ekmeğe banarak karın doyurmak. Su altında uzun süre kalındığında günler haftalar önce limanda hazırlanmış taş gibi kuru köfteyle, ha bugün ha yarın küf basması muhtemel haşlanmış patatesle öğün geçirmektir. Limana dönüşü yakın olmayan yerlerde Ekmek biterse kolları sıvayıp hamur hazırlamak, salon masasının üzerinde ekmek yapmak, ya da kendi açtığı kalın kalın yufkalardan mantı pişirmektir.

-Ferhangi Şeyler’de Ferhan ŞENSOY anlatır. “Doktora gittim. Günde iki paket içtiğimi söyledim. Sigarayı bırak, bırakamıyorsan azalt dedi. Ne kadar içebileceğimi sordum. Şimdikinin yarısı yani bir paket dedi. –Elinde özel yaptırdığı normal paketin birkaç misli sigara bulunan paketi gösterir- Doktor ne dediyse yapıyorum. Artık günde bir paket içiyorum diye oyunu bağlar.-

Denizaltıcı bu esprili durumu uzun yıllardır birebir yaşar. Dalışlarda sigara içilmesi yasaktır. Ancak saat başı ya da daha geniş aralıklarda bir adet içilmesine izin verilir. Bu işte de tiryakiler sivri fikirlerle ortaya çıkar tabii. Yapılan anonsta “saat başı bir adet sigara içilebilir” denileceğini bilir. Birkaç sigarayı birbirine bantla ekleyerek bir adet haline getirir hem kendi özlemi olan çok sigarayı içmeye çalışır hem de bir adet emrine uyduğunu söyler. Taa ki bir sonraki anonsta bir adet yerine “normal boyutlarda bir adet sigara içilebilir” deninceye kadar.

Son yasal değişiklik sonrası muhtemelen tamamen yasaklanmış olabilir sigara içmek ve bu anonslar yapılmıyor olabilir artık.

Hepi topu 8-10 metrekare alanda sanki pamuk prensesin yedi cücelerine hazırlanmış küçümen masalarda 50-60 kişinin makine misali tıkır tıkır değişerek yemek yemesi, çayını kahvesini içmesi, gazete, kitap okuması, dinlenme saatlerinde bricini, tavlasını, kağıt oyunlarını oynaması, uzun dalışlı seyirlerde turnuvalarla şampiyonlar belirlemesidir.

Yaşarken tabutta uyumak nasıldır, en iyi denizaltıcı bilir. Bu tabuta uyduruk bir lamba takıp yüzükoyun ders çalışarak üniversite bitirenler, yurtdışı, dil sınavına hazırlananlar, yüksek lisans yapanlar vardır.. Geçiş koridorunda kolay ulaşılır yerde olan yataklarda gemi içinde kazaya uğramışlara cerrahi müdahale edildiği, ameliyatlar yapıldığı normal vakalardandır.

Denizaltıcı kendi esprisini kendi üretir.

Mahkemeye tanık olarak gidecek genç arkadaşına “kaç yıllık denizaltıcısın” diye sorar. “Neden” sordun diyen acemiye “hakimler beş yıldan fazla denizaltıcılık yapanların şahitliğini kabul etmiyor” diyerek şoka sokar.

Başka bir olayda da güya sıkıntılı bir arkadaş psikiyatriste gider. Muayene sırasında doktora dertlerini anlatır ve “galiba deliriyorum” der. Doktor bir takım testler yapar. Birtakım ilaçlar yazar. Arkadaş yine sorar, doktor bey durum nedir bu testler ne içindir diye. Doktor; “valla denizaltıcılar olarak hepiniz yüzde 30 kırıksınız ben fazlası var mı diye bakıyorum” cevabını verir.

Bir başkasında; Her yıl yaptırmak zorunda olduğu periyodik muayenelerin safhalarından biri olarak psikiyatrist, karşısındaki denizaltıcıya “ şikayetin var mı” diye sorar. O da “İşini yap işini” diye cevap verir. Psikiyatr “ne demek istiyorsun” diye sinirlenir. “Ne demek isteyeceğim, madem doktorsun bir şeyim var mı yok mu sen bul” der.

Bu hikayeler uzar gider. Hikayelerin birde anlatıcıları vardır ki saatlerin nasıl geçtiği anlaşılmaz. Boğaz geçişlerinin (Poyraz İstif Çıma) Ergün’ü, anlattıkları dinlemeye doyulmadığı gibi kendi yaptıkları da ayrı hikayeler olarak anlatılan Ersin’i, Doktor Cevdet’i, namı birden fazla kişi ile özdeşleşmiş KİRLİ’leri, Laz kaptanları, Rus’ları, Ayı’ları, Yalak’ları, Cigerim’leri, Sefil’leri vardır bu zor dünyanın.

Bunlardan bizim neslimizin tanık olduklarının hikayeleri bile birkaç kitap olacak kadar çoktur.

Öyle yüreğine işler ki bu iş, yıllarca nefret ettiğini sanır da ayrılınca ilk fırsatta koşa koşa görmeye gelir karafatmasını. Dumlupınar’ı, Atılay’ı ve onlarla yitenleri unutmaz, her şeye rağmen de vazgeçmez denizaltıcılığından. Meslek sonrası yaşamını ticari gemilerde çalışarak sürdüren eski denizaltıcı, okyanusta bir yerlerden, internette ki sosyal paylaşım sitelerinden biri aracılığıyla cümle aleme vasiyetini açıklıyor. “Denizaltıcılığımız ruhumun derinliklerinde dalışta dolaşıyor. Brövemiz kalbimizde takılı. Eşime vasiyetim mezar taşıma Denizaltı brövesi kazınmasıdır.”

Erken yaşta kaybettiği arkadaşını cenaze tören kıtasına kumanda ederek uğurlamak zorunda kaldığında bulunduğu ortamda metanetini kaybedip gözyaşlarıyla “Güle güle kahraman Denizaltıcı” diye haykırır kimi, acısıyla sevgisini harmanlayarak.

Denizaltıcı eve dönüşünde eşinin kapı girişinde üzerindekileri çıkar eve öyle gir diyeceğini ezberlemiştir. O gemide iken farkına varılmayan ama başka ortamlarda bas bas bağıran kokuyu evin dışında bırakır.

Tertipli düzenli olmak her şeyin yerini gözü kapalı bilmek zorundadır. Gün ışığı gibi bir nimet hiçbir zaman olmadığı için, elektrikler kesildiğinde –emergency tabir edilen sisteminde çalışmayacağı varsayılarak- karanlığa aldırmadan işine devam etmek zorundadır. En küçük gecikme ve hatanın kendisiyle beraber gemide bulunan herkesin hayatına mal olacağını bilir.

Hem fiziksel hem psikolojik olarak sağlam olmanın bu kadar gerekli olduğu az sayıda mesleklerden biridir. Tahterevallinin ayakta durulanı gibidir bazen. Bir baş aşağı bir yokuş yukarı zeminin değiştiği olur. Bazen binlerce tonluk geminin yan yattığını tabanın duvar olduğunu, duvar olarak düşünebileceğiniz yan taraflara ise tabanmış gibi bastığınızı görürsünüz.

Tehlikeli durumlar olur. Bütün hayatınızın birkaç saniyede gözünüzün önünden film şeridi gibi aktığını hissedersiniz. Sevdiklerinizin, çocuklarınızın adı ile dualar düşer dilinizden. Sonra her şey normale döner. Hiçbir şey yaşanmamış gibi suya sabuna dokunan, hayat kaldığı yerden devam eder.

Denizin deniz olduğu zamanlar vardır. Bir de domuz olduğu. Deniz domuz olduğunda konserve kutusunda balıksınız artık. Biri eline almış sallamaktadır keyfince. Canınızı sıkıncaya, hatta çıkarıncaya kadar. Arada bir, bir tepeden düştüğünüzü yada lunaparklarda çok yükseklerden aniden aşağılara inen raylı oyuncaklardan birinde olduğunuzu hissedersiniz. Kaçacak yeriniz sığınacak deliğiniz gene denizlerin altıdır. Şartlar uygunsa dalarsınız, denizin domuz halinden suyun altına kaçarsınız.

Denizaltıcı memleketi ve memleket insanlarını görerek, yaşayarak daha bir aşkla sever. Gölcük, Gemlik, Armutlu, Kumla, Mersin, Antalya, Fethiye, Marmaris, İzmir, Çanakkale, İstanbul, Ereğli, Zonguldak, Bartın, Amasra, İnebolu, Samsun, Trabzon, Rize daha uzaklarında yada daha yakınlarında, aralarda küçücük limancıklarda akla hayale gelmeyecek her kesimden insanla oturup konuşur, bir şeyleri paylaşır.

Zordur Denizaltıcı’nın yaşamı. Zorlukları dayanışmayla başarıya çevirerek mutlu olmaksa özelliği.

Yaşadığı bir rahatsızlık sonucu görevden erken ayrılmak zorunda kalan Ömer KALAYCIOĞLU‘nun www.denizaltici.com’u ile Semih Pazarlıklı’nın www.denizalticilarbirligi.com adlı sitelerini ziyaret edebilir, su altında sonar cihazlarının tarama seslerinden, torpido atışlarına ait filmlere, Pablo Neruda’ gibi gerçek şairlerle, gerçek denizaltıcıların yazdıkları denize dair şiirlere ulaşabilirsiniz.

Denizaltıların nasıl bir hayata mekan olduklarını gözlerinizle görmek isterseniz birkaç yıldır ülkemizde de müze haline dönüştürülen ve gezip görülmesi için çeşitli kentlerimize yerleştirilen faal görevden ayrılmış ve tadilat yapılarak halka açılmış gemileri gezebilirsiniz. İstanbul Rahmi KOÇ müzesinde ULUÇALİREİS, İzmit’te HIZIRREİS, İzmir İnciraltı’nda PİRİREİS, yolu Amerika’ya düşenler için de MURATREİS kendi yaşamışlıkları yanında içinde yaşamışların anılarını paylaşmak için ziyaretinizi bekliyor.

Ah bir de dalışta bir Denizaltı’da bulunma olanağı bulsanız …


Seyfi GÜL



4652










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)