Seyfi GÜL
DENİZALTICI
Bir süre önce yazı köşelerimize birer isim vermemiz gündeme geldi. Yaşamımın bir kesitine damgasını vuran denizaltıcılığın simgesi sayılabilecek periskop bu köşeye böylece ad oldu.
Periskop bazı kara araçlarında bulunsa bile Denizaltı’larla özdeÅŸleÅŸmiÅŸ bir terim. Belli derinliklere kadar kullanılabilen, suyun altındaki denizaltının su üstündeki dünyayı gören gözü, iÅŸiten kulağı, üzerindeki donanıma göre dünya üzerinde nerde bulunduÄŸunu bilmesini saÄŸlayan cihazları besleyen hareketli parçası. Parçası derken iki adet olduÄŸunu belirtmek gerek.
Denizaltı; binlerce tonluk bir kütlenin suların altında bilinçle dolaÅŸmasıdır. ArÅŸimed’in suyun kaldırma gücünü bulup, “Eureka Eureka” nidalarıyla üryan bir halde cümle aleme ilan etmesiyle baÅŸlayıp, Jules VERNE’in Denizaltında 20.000 Fersah’ına uzanan süreçte; suyun kaldırma gücünü yine suyla oynayarak, istenilen derinliklerde gezinecek ÅŸekilde ayarlayan sistemler bütünlüğünün adıdır.
Denizaltıcı; bu sistemler bütünlüğünü en verimli, en etkin ÅŸekilde kullanmayı amaç ve meslek edinir. Bunun içinde dünyanın oksijenini, gün ışığını, gün ısısını suların üzerindeki aleme bırakır. GerektiÄŸinde “Vatan saÄŸolsun” diyerek baÅŸka bir aleme göçmeyi içine sindirmiÅŸtir peÅŸinen.
Büyükçe bir konserve kutusunda yaşamla dalga geçmektir denizaltıcılık.
Denizlerin altında insan solunum sistemlerinin kabul edebileceği en alt oksijen değerleriyle en uzun süre dolaşmaktır. İnsan için alınmış gibi görünse de büyük çoğunluğu su altında bataryaları imla etmek için makinaların soğutma suyu olarak kullanılan hepi topu birkaç ton suyu günde üç vakit yemek saatlerinde 5 er dakika ile kullanmak için koşuşmak, suya yetişebilmek için uykusunu, dinlenmesini terk etmektir. Denizler altında günlerce yüzünü bile doğru dürüst yıkayamadan dolaşıp, liman dönüşüne yakın deniz suyundan üretilen tatsız tuzsuz birazda yağlımsı suyla duş almaktan mutlu olmayı bilmektir. Kader birliğini iyi zamanlarda-kötü zamanlarda sürdürmektir. Eşleri uzaklarda olduğunda hanımların kendi aralarında yardımlaşma birliktelikleri oluşturdukları, paylaşımcılığın en güzel örneklerini verdikleri dünyadır.
Denizaltıcılık evinden uzak uykusuz gecelerde “Allah ne verdiyse” kayıntı yapmaktır. Bazen böbrek yatağıyla, bazen kaÅŸar-ekmek pizzayla, hiçbir ÅŸeycikler yoksa yaÄŸ gezdirilmiÅŸ kara zeytin üzerine pul biber döşeyip ekmeÄŸe banarak karın doyurmak. Su altında uzun süre kalındığında günler haftalar önce limanda hazırlanmış taÅŸ gibi kuru köfteyle, ha bugün ha yarın küf basması muhtemel haÅŸlanmış patatesle öğün geçirmektir. Limana dönüşü yakın olmayan yerlerde Ekmek biterse kolları sıvayıp hamur hazırlamak, salon masasının üzerinde ekmek yapmak, ya da kendi açtığı kalın kalın yufkalardan mantı piÅŸirmektir.
-Ferhangi Åžeyler’de Ferhan ÅžENSOY anlatır. “Doktora gittim. Günde iki paket içtiÄŸimi söyledim. Sigarayı bırak, bırakamıyorsan azalt dedi. Ne kadar içebileceÄŸimi sordum. Åžimdikinin yarısı yani bir paket dedi. –Elinde özel yaptırdığı normal paketin birkaç misli sigara bulunan paketi gösterir- Doktor ne dediyse yapıyorum. Artık günde bir paket içiyorum diye oyunu baÄŸlar.-
Denizaltıcı bu esprili durumu uzun yıllardır birebir yaÅŸar. Dalışlarda sigara içilmesi yasaktır. Ancak saat başı ya da daha geniÅŸ aralıklarda bir adet içilmesine izin verilir. Bu iÅŸte de tiryakiler sivri fikirlerle ortaya çıkar tabii. Yapılan anonsta “saat başı bir adet sigara içilebilir” denileceÄŸini bilir. Birkaç sigarayı birbirine bantla ekleyerek bir adet haline getirir hem kendi özlemi olan çok sigarayı içmeye çalışır hem de bir adet emrine uyduÄŸunu söyler. Taa ki bir sonraki anonsta bir adet yerine “normal boyutlarda bir adet sigara içilebilir” deninceye kadar.
Son yasal değişiklik sonrası muhtemelen tamamen yasaklanmış olabilir sigara içmek ve bu anonslar yapılmıyor olabilir artık.
Hepi topu 8-10 metrekare alanda sanki pamuk prensesin yedi cücelerine hazırlanmış küçümen masalarda 50-60 kişinin makine misali tıkır tıkır değişerek yemek yemesi, çayını kahvesini içmesi, gazete, kitap okuması, dinlenme saatlerinde bricini, tavlasını, kağıt oyunlarını oynaması, uzun dalışlı seyirlerde turnuvalarla şampiyonlar belirlemesidir.
Yaşarken tabutta uyumak nasıldır, en iyi denizaltıcı bilir. Bu tabuta uyduruk bir lamba takıp yüzükoyun ders çalışarak üniversite bitirenler, yurtdışı, dil sınavına hazırlananlar, yüksek lisans yapanlar vardır.. Geçiş koridorunda kolay ulaşılır yerde olan yataklarda gemi içinde kazaya uğramışlara cerrahi müdahale edildiği, ameliyatlar yapıldığı normal vakalardandır.
Denizaltıcı kendi esprisini kendi üretir.
Mahkemeye tanık olarak gidecek genç arkadaşına “kaç yıllık denizaltıcısın” diye sorar. “Neden” sordun diyen acemiye “hakimler beÅŸ yıldan fazla denizaltıcılık yapanların ÅŸahitliÄŸini kabul etmiyor” diyerek ÅŸoka sokar.
BaÅŸka bir olayda da güya sıkıntılı bir arkadaÅŸ psikiyatriste gider. Muayene sırasında doktora dertlerini anlatır ve “galiba deliriyorum” der. Doktor bir takım testler yapar. Birtakım ilaçlar yazar. ArkadaÅŸ yine sorar, doktor bey durum nedir bu testler ne içindir diye. Doktor; “valla denizaltıcılar olarak hepiniz yüzde 30 kırıksınız ben fazlası var mı diye bakıyorum” cevabını verir.
Bir baÅŸkasında; Her yıl yaptırmak zorunda olduÄŸu periyodik muayenelerin safhalarından biri olarak psikiyatrist, karşısındaki denizaltıcıya “ ÅŸikayetin var mı” diye sorar. O da “İşini yap iÅŸini” diye cevap verir. Psikiyatr “ne demek istiyorsun” diye sinirlenir. “Ne demek isteyeceÄŸim, madem doktorsun bir ÅŸeyim var mı yok mu sen bul” der.
Bu hikayeler uzar gider. Hikayelerin birde anlatıcıları vardır ki saatlerin nasıl geçtiÄŸi anlaşılmaz. BoÄŸaz geçiÅŸlerinin (Poyraz İstif Çıma) Ergün’ü, anlattıkları dinlemeye doyulmadığı gibi kendi yaptıkları da ayrı hikayeler olarak anlatılan Ersin’i, Doktor Cevdet’i, namı birden fazla kiÅŸi ile özdeÅŸleÅŸmiÅŸ KİRLİ’leri, Laz kaptanları, Rus’ları, Ayı’ları, Yalak’ları, Cigerim’leri, Sefil’leri vardır bu zor dünyanın.
Bunlardan bizim neslimizin tanık olduklarının hikayeleri bile birkaç kitap olacak kadar çoktur.
Öyle yüreÄŸine iÅŸler ki bu iÅŸ, yıllarca nefret ettiÄŸini sanır da ayrılınca ilk fırsatta koÅŸa koÅŸa görmeye gelir karafatmasını. Dumlupınar’ı, Atılay’ı ve onlarla yitenleri unutmaz, her ÅŸeye raÄŸmen de vazgeçmez denizaltıcılığından. Meslek sonrası yaÅŸamını ticari gemilerde çalışarak sürdüren eski denizaltıcı, okyanusta bir yerlerden, internette ki sosyal paylaşım sitelerinden biri aracılığıyla cümle aleme vasiyetini açıklıyor. “Denizaltıcılığımız ruhumun derinliklerinde dalışta dolaşıyor. Brövemiz kalbimizde takılı. EÅŸime vasiyetim mezar taşıma Denizaltı brövesi kazınmasıdır.”
Erken yaÅŸta kaybettiÄŸi arkadaşını cenaze tören kıtasına kumanda ederek uÄŸurlamak zorunda kaldığında bulunduÄŸu ortamda metanetini kaybedip gözyaÅŸlarıyla “Güle güle kahraman Denizaltıcı” diye haykırır kimi, acısıyla sevgisini harmanlayarak.
Denizaltıcı eve dönüşünde eşinin kapı girişinde üzerindekileri çıkar eve öyle gir diyeceğini ezberlemiştir. O gemide iken farkına varılmayan ama başka ortamlarda bas bas bağıran kokuyu evin dışında bırakır.
Tertipli düzenli olmak her ÅŸeyin yerini gözü kapalı bilmek zorundadır. Gün ışığı gibi bir nimet hiçbir zaman olmadığı için, elektrikler kesildiÄŸinde –emergency tabir edilen sisteminde çalışmayacağı varsayılarak- karanlığa aldırmadan iÅŸine devam etmek zorundadır. En küçük gecikme ve hatanın kendisiyle beraber gemide bulunan herkesin hayatına mal olacağını bilir.
Hem fiziksel hem psikolojik olarak sağlam olmanın bu kadar gerekli olduğu az sayıda mesleklerden biridir. Tahterevallinin ayakta durulanı gibidir bazen. Bir baş aşağı bir yokuş yukarı zeminin değiştiği olur. Bazen binlerce tonluk geminin yan yattığını tabanın duvar olduğunu, duvar olarak düşünebileceğiniz yan taraflara ise tabanmış gibi bastığınızı görürsünüz.
Tehlikeli durumlar olur. Bütün hayatınızın birkaç saniyede gözünüzün önünden film şeridi gibi aktığını hissedersiniz. Sevdiklerinizin, çocuklarınızın adı ile dualar düşer dilinizden. Sonra her şey normale döner. Hiçbir şey yaşanmamış gibi suya sabuna dokunan, hayat kaldığı yerden devam eder.
Denizin deniz olduğu zamanlar vardır. Bir de domuz olduğu. Deniz domuz olduğunda konserve kutusunda balıksınız artık. Biri eline almış sallamaktadır keyfince. Canınızı sıkıncaya, hatta çıkarıncaya kadar. Arada bir, bir tepeden düştüğünüzü yada lunaparklarda çok yükseklerden aniden aşağılara inen raylı oyuncaklardan birinde olduğunuzu hissedersiniz. Kaçacak yeriniz sığınacak deliğiniz gene denizlerin altıdır. Şartlar uygunsa dalarsınız, denizin domuz halinden suyun altına kaçarsınız.
Denizaltıcı memleketi ve memleket insanlarını görerek, yaşayarak daha bir aşkla sever. Gölcük, Gemlik, Armutlu, Kumla, Mersin, Antalya, Fethiye, Marmaris, İzmir, Çanakkale, İstanbul, Ereğli, Zonguldak, Bartın, Amasra, İnebolu, Samsun, Trabzon, Rize daha uzaklarında yada daha yakınlarında, aralarda küçücük limancıklarda akla hayale gelmeyecek her kesimden insanla oturup konuşur, bir şeyleri paylaşır.
Zordur Denizaltıcı’nın yaÅŸamı. Zorlukları dayanışmayla baÅŸarıya çevirerek mutlu olmaksa özelliÄŸi.
YaÅŸadığı bir rahatsızlık sonucu görevden erken ayrılmak zorunda kalan Ömer KALAYCIOÄžLU‘nun www.denizaltici.com’u ile Semih Pazarlıklı’nın www.denizalticilarbirligi.com adlı sitelerini ziyaret edebilir, su altında sonar cihazlarının tarama seslerinden, torpido atışlarına ait filmlere, Pablo Neruda’ gibi gerçek ÅŸairlerle, gerçek denizaltıcıların yazdıkları denize dair ÅŸiirlere ulaÅŸabilirsiniz.
Denizaltıların nasıl bir hayata mekan olduklarını gözlerinizle görmek isterseniz birkaç yıldır ülkemizde de müze haline dönüştürülen ve gezip görülmesi için çeÅŸitli kentlerimize yerleÅŸtirilen faal görevden ayrılmış ve tadilat yapılarak halka açılmış gemileri gezebilirsiniz. İstanbul Rahmi KOÇ müzesinde ULUÇALİREİS, İzmit’te HIZIRREİS, İzmir İnciraltı’nda PİRİREİS, yolu Amerika’ya düşenler için de MURATREİS kendi yaÅŸamışlıkları yanında içinde yaÅŸamışların anılarını paylaÅŸmak için ziyaretinizi bekliyor.
Ah bir de dalışta bir Denizaltı’da bulunma olanağı bulsanız …
Seyfi GÜL
"Seyfi GÜL" bütün yazıları için tıklayın...
Bir süre önce yazı köşelerimize birer isim vermemiz gündeme geldi. Yaşamımın bir kesitine damgasını vuran denizaltıcılığın simgesi sayılabilecek periskop bu köşeye böylece ad oldu.
Periskop bazı kara araçlarında bulunsa bile Denizaltı’larla özdeÅŸleÅŸmiÅŸ bir terim. Belli derinliklere kadar kullanılabilen, suyun altındaki denizaltının su üstündeki dünyayı gören gözü, iÅŸiten kulağı, üzerindeki donanıma göre dünya üzerinde nerde bulunduÄŸunu bilmesini saÄŸlayan cihazları besleyen hareketli parçası. Parçası derken iki adet olduÄŸunu belirtmek gerek.
Denizaltı; binlerce tonluk bir kütlenin suların altında bilinçle dolaÅŸmasıdır. ArÅŸimed’in suyun kaldırma gücünü bulup, “Eureka Eureka” nidalarıyla üryan bir halde cümle aleme ilan etmesiyle baÅŸlayıp, Jules VERNE’in Denizaltında 20.000 Fersah’ına uzanan süreçte; suyun kaldırma gücünü yine suyla oynayarak, istenilen derinliklerde gezinecek ÅŸekilde ayarlayan sistemler bütünlüğünün adıdır.
Denizaltıcı; bu sistemler bütünlüğünü en verimli, en etkin ÅŸekilde kullanmayı amaç ve meslek edinir. Bunun içinde dünyanın oksijenini, gün ışığını, gün ısısını suların üzerindeki aleme bırakır. GerektiÄŸinde “Vatan saÄŸolsun” diyerek baÅŸka bir aleme göçmeyi içine sindirmiÅŸtir peÅŸinen.
Büyükçe bir konserve kutusunda yaşamla dalga geçmektir denizaltıcılık.
Denizlerin altında insan solunum sistemlerinin kabul edebileceği en alt oksijen değerleriyle en uzun süre dolaşmaktır. İnsan için alınmış gibi görünse de büyük çoğunluğu su altında bataryaları imla etmek için makinaların soğutma suyu olarak kullanılan hepi topu birkaç ton suyu günde üç vakit yemek saatlerinde 5 er dakika ile kullanmak için koşuşmak, suya yetişebilmek için uykusunu, dinlenmesini terk etmektir. Denizler altında günlerce yüzünü bile doğru dürüst yıkayamadan dolaşıp, liman dönüşüne yakın deniz suyundan üretilen tatsız tuzsuz birazda yağlımsı suyla duş almaktan mutlu olmayı bilmektir. Kader birliğini iyi zamanlarda-kötü zamanlarda sürdürmektir. Eşleri uzaklarda olduğunda hanımların kendi aralarında yardımlaşma birliktelikleri oluşturdukları, paylaşımcılığın en güzel örneklerini verdikleri dünyadır.
Denizaltıcılık evinden uzak uykusuz gecelerde “Allah ne verdiyse” kayıntı yapmaktır. Bazen böbrek yatağıyla, bazen kaÅŸar-ekmek pizzayla, hiçbir ÅŸeycikler yoksa yaÄŸ gezdirilmiÅŸ kara zeytin üzerine pul biber döşeyip ekmeÄŸe banarak karın doyurmak. Su altında uzun süre kalındığında günler haftalar önce limanda hazırlanmış taÅŸ gibi kuru köfteyle, ha bugün ha yarın küf basması muhtemel haÅŸlanmış patatesle öğün geçirmektir. Limana dönüşü yakın olmayan yerlerde Ekmek biterse kolları sıvayıp hamur hazırlamak, salon masasının üzerinde ekmek yapmak, ya da kendi açtığı kalın kalın yufkalardan mantı piÅŸirmektir.
-Ferhangi Åžeyler’de Ferhan ÅžENSOY anlatır. “Doktora gittim. Günde iki paket içtiÄŸimi söyledim. Sigarayı bırak, bırakamıyorsan azalt dedi. Ne kadar içebileceÄŸimi sordum. Åžimdikinin yarısı yani bir paket dedi. –Elinde özel yaptırdığı normal paketin birkaç misli sigara bulunan paketi gösterir- Doktor ne dediyse yapıyorum. Artık günde bir paket içiyorum diye oyunu baÄŸlar.-
Denizaltıcı bu esprili durumu uzun yıllardır birebir yaÅŸar. Dalışlarda sigara içilmesi yasaktır. Ancak saat başı ya da daha geniÅŸ aralıklarda bir adet içilmesine izin verilir. Bu iÅŸte de tiryakiler sivri fikirlerle ortaya çıkar tabii. Yapılan anonsta “saat başı bir adet sigara içilebilir” denileceÄŸini bilir. Birkaç sigarayı birbirine bantla ekleyerek bir adet haline getirir hem kendi özlemi olan çok sigarayı içmeye çalışır hem de bir adet emrine uyduÄŸunu söyler. Taa ki bir sonraki anonsta bir adet yerine “normal boyutlarda bir adet sigara içilebilir” deninceye kadar.
Son yasal değişiklik sonrası muhtemelen tamamen yasaklanmış olabilir sigara içmek ve bu anonslar yapılmıyor olabilir artık.
Hepi topu 8-10 metrekare alanda sanki pamuk prensesin yedi cücelerine hazırlanmış küçümen masalarda 50-60 kişinin makine misali tıkır tıkır değişerek yemek yemesi, çayını kahvesini içmesi, gazete, kitap okuması, dinlenme saatlerinde bricini, tavlasını, kağıt oyunlarını oynaması, uzun dalışlı seyirlerde turnuvalarla şampiyonlar belirlemesidir.
Yaşarken tabutta uyumak nasıldır, en iyi denizaltıcı bilir. Bu tabuta uyduruk bir lamba takıp yüzükoyun ders çalışarak üniversite bitirenler, yurtdışı, dil sınavına hazırlananlar, yüksek lisans yapanlar vardır.. Geçiş koridorunda kolay ulaşılır yerde olan yataklarda gemi içinde kazaya uğramışlara cerrahi müdahale edildiği, ameliyatlar yapıldığı normal vakalardandır.
Denizaltıcı kendi esprisini kendi üretir.
Mahkemeye tanık olarak gidecek genç arkadaşına “kaç yıllık denizaltıcısın” diye sorar. “Neden” sordun diyen acemiye “hakimler beÅŸ yıldan fazla denizaltıcılık yapanların ÅŸahitliÄŸini kabul etmiyor” diyerek ÅŸoka sokar.
BaÅŸka bir olayda da güya sıkıntılı bir arkadaÅŸ psikiyatriste gider. Muayene sırasında doktora dertlerini anlatır ve “galiba deliriyorum” der. Doktor bir takım testler yapar. Birtakım ilaçlar yazar. ArkadaÅŸ yine sorar, doktor bey durum nedir bu testler ne içindir diye. Doktor; “valla denizaltıcılar olarak hepiniz yüzde 30 kırıksınız ben fazlası var mı diye bakıyorum” cevabını verir.
Bir baÅŸkasında; Her yıl yaptırmak zorunda olduÄŸu periyodik muayenelerin safhalarından biri olarak psikiyatrist, karşısındaki denizaltıcıya “ ÅŸikayetin var mı” diye sorar. O da “İşini yap iÅŸini” diye cevap verir. Psikiyatr “ne demek istiyorsun” diye sinirlenir. “Ne demek isteyeceÄŸim, madem doktorsun bir ÅŸeyim var mı yok mu sen bul” der.
Bu hikayeler uzar gider. Hikayelerin birde anlatıcıları vardır ki saatlerin nasıl geçtiÄŸi anlaşılmaz. BoÄŸaz geçiÅŸlerinin (Poyraz İstif Çıma) Ergün’ü, anlattıkları dinlemeye doyulmadığı gibi kendi yaptıkları da ayrı hikayeler olarak anlatılan Ersin’i, Doktor Cevdet’i, namı birden fazla kiÅŸi ile özdeÅŸleÅŸmiÅŸ KİRLİ’leri, Laz kaptanları, Rus’ları, Ayı’ları, Yalak’ları, Cigerim’leri, Sefil’leri vardır bu zor dünyanın.
Bunlardan bizim neslimizin tanık olduklarının hikayeleri bile birkaç kitap olacak kadar çoktur.
Öyle yüreÄŸine iÅŸler ki bu iÅŸ, yıllarca nefret ettiÄŸini sanır da ayrılınca ilk fırsatta koÅŸa koÅŸa görmeye gelir karafatmasını. Dumlupınar’ı, Atılay’ı ve onlarla yitenleri unutmaz, her ÅŸeye raÄŸmen de vazgeçmez denizaltıcılığından. Meslek sonrası yaÅŸamını ticari gemilerde çalışarak sürdüren eski denizaltıcı, okyanusta bir yerlerden, internette ki sosyal paylaşım sitelerinden biri aracılığıyla cümle aleme vasiyetini açıklıyor. “Denizaltıcılığımız ruhumun derinliklerinde dalışta dolaşıyor. Brövemiz kalbimizde takılı. EÅŸime vasiyetim mezar taşıma Denizaltı brövesi kazınmasıdır.”
Erken yaÅŸta kaybettiÄŸi arkadaşını cenaze tören kıtasına kumanda ederek uÄŸurlamak zorunda kaldığında bulunduÄŸu ortamda metanetini kaybedip gözyaÅŸlarıyla “Güle güle kahraman Denizaltıcı” diye haykırır kimi, acısıyla sevgisini harmanlayarak.
Denizaltıcı eve dönüşünde eşinin kapı girişinde üzerindekileri çıkar eve öyle gir diyeceğini ezberlemiştir. O gemide iken farkına varılmayan ama başka ortamlarda bas bas bağıran kokuyu evin dışında bırakır.
Tertipli düzenli olmak her ÅŸeyin yerini gözü kapalı bilmek zorundadır. Gün ışığı gibi bir nimet hiçbir zaman olmadığı için, elektrikler kesildiÄŸinde –emergency tabir edilen sisteminde çalışmayacağı varsayılarak- karanlığa aldırmadan iÅŸine devam etmek zorundadır. En küçük gecikme ve hatanın kendisiyle beraber gemide bulunan herkesin hayatına mal olacağını bilir.
Hem fiziksel hem psikolojik olarak sağlam olmanın bu kadar gerekli olduğu az sayıda mesleklerden biridir. Tahterevallinin ayakta durulanı gibidir bazen. Bir baş aşağı bir yokuş yukarı zeminin değiştiği olur. Bazen binlerce tonluk geminin yan yattığını tabanın duvar olduğunu, duvar olarak düşünebileceğiniz yan taraflara ise tabanmış gibi bastığınızı görürsünüz.
Tehlikeli durumlar olur. Bütün hayatınızın birkaç saniyede gözünüzün önünden film şeridi gibi aktığını hissedersiniz. Sevdiklerinizin, çocuklarınızın adı ile dualar düşer dilinizden. Sonra her şey normale döner. Hiçbir şey yaşanmamış gibi suya sabuna dokunan, hayat kaldığı yerden devam eder.
Denizin deniz olduğu zamanlar vardır. Bir de domuz olduğu. Deniz domuz olduğunda konserve kutusunda balıksınız artık. Biri eline almış sallamaktadır keyfince. Canınızı sıkıncaya, hatta çıkarıncaya kadar. Arada bir, bir tepeden düştüğünüzü yada lunaparklarda çok yükseklerden aniden aşağılara inen raylı oyuncaklardan birinde olduğunuzu hissedersiniz. Kaçacak yeriniz sığınacak deliğiniz gene denizlerin altıdır. Şartlar uygunsa dalarsınız, denizin domuz halinden suyun altına kaçarsınız.
Denizaltıcı memleketi ve memleket insanlarını görerek, yaşayarak daha bir aşkla sever. Gölcük, Gemlik, Armutlu, Kumla, Mersin, Antalya, Fethiye, Marmaris, İzmir, Çanakkale, İstanbul, Ereğli, Zonguldak, Bartın, Amasra, İnebolu, Samsun, Trabzon, Rize daha uzaklarında yada daha yakınlarında, aralarda küçücük limancıklarda akla hayale gelmeyecek her kesimden insanla oturup konuşur, bir şeyleri paylaşır.
Zordur Denizaltıcı’nın yaÅŸamı. Zorlukları dayanışmayla baÅŸarıya çevirerek mutlu olmaksa özelliÄŸi.
YaÅŸadığı bir rahatsızlık sonucu görevden erken ayrılmak zorunda kalan Ömer KALAYCIOÄžLU‘nun www.denizaltici.com’u ile Semih Pazarlıklı’nın www.denizalticilarbirligi.com adlı sitelerini ziyaret edebilir, su altında sonar cihazlarının tarama seslerinden, torpido atışlarına ait filmlere, Pablo Neruda’ gibi gerçek ÅŸairlerle, gerçek denizaltıcıların yazdıkları denize dair ÅŸiirlere ulaÅŸabilirsiniz.
Denizaltıların nasıl bir hayata mekan olduklarını gözlerinizle görmek isterseniz birkaç yıldır ülkemizde de müze haline dönüştürülen ve gezip görülmesi için çeÅŸitli kentlerimize yerleÅŸtirilen faal görevden ayrılmış ve tadilat yapılarak halka açılmış gemileri gezebilirsiniz. İstanbul Rahmi KOÇ müzesinde ULUÇALİREİS, İzmit’te HIZIRREİS, İzmir İnciraltı’nda PİRİREİS, yolu Amerika’ya düşenler için de MURATREİS kendi yaÅŸamışlıkları yanında içinde yaÅŸamışların anılarını paylaÅŸmak için ziyaretinizi bekliyor.
Ah bir de dalışta bir Denizaltı’da bulunma olanağı bulsanız …
Seyfi GÜL
"Seyfi GÜL" bütün yazıları için tıklayın...
