
Işık Teoman
AkdaÄŸ’ın güzellikleri
Haziran ayında Alaçamlar’a gerçekleÅŸtirdiÄŸimiz gezinin üzerinden iki ay geçmeden bu kez kendimizi AkdaÄŸ’da bulduk. İyi ki gitmiÅŸiz, çünkü son haftalarda İzmir’in sıcağı artık dayanılmaz bir duruma geldi. Hafta sonu iki gün de olsa uyku tulumuyla yattık çadırların içinde ve yaklaşık iki bin metrede.
Ekibe yeni bir arkadaşımız katıldı. Meslektaşımız Uğur İşven, gidiş-dönüş 810 kilometre yol yaptığımız geziden büyük keyif aldı. Zirvesiyle 2 bin 500 metreye kadar yükselen Akdağ Yaylası 2000 yılında Tabiat Parkı olarak tescil edilmiş. Rastlamadık ama, Alageyiklerin, kurtların, domuzların, tilkilerin bol olduğunu öğrendiğimiz bu yaylada, yüzlerce yılkı atıyla iç içe iki gün geçirdik.

Gölün suyu çekilince ortaya bu güzellik çıkmış
Yılkı atları pazar sabahı bize adeta ÅŸov yaptı. Çadırları kurduÄŸumuz alanından önünden, siyah bir atın öncülüğünde dörtnala geçtiler tozu dumana katarak ve bize çok güzel görüntüler sundular. Dört kiÅŸi olduÄŸumuz için iki araç ile çıktığımız AkdaÄŸ’da bulunan Kocayayla’da yılkı atlarının dışkıları nedeniyle çadır kurmak için alan bulmakta oldukça zorlandık. Sonunda yaylanın tam ortasında, kurumuÅŸ bir derenin kenarında dört çadırı yan yana sıraladık bir söğüt aÄŸacının gölgesine…

Kula evlerinin önünde Uğur İşven bu geziden oldukça mutlu bir ifadeyle bakıyor
İzmir’den sabah 06.30’da hareket ettik. UÄŸur İşven benimle Aykut Fırat ise Engin Yavuz ile birlikte iki otomobil koyulduk yola. Her gezide nedense boyoz ve boÄŸaca türü hamur iÅŸleri yerdik, bu kez Turgutlu’ya kadar sabrettik. Çarşıda ünlü bir çorbacıda sıcak çorbalarımızı kaşıkladık, karnımızı doyurduk. Turgutlu’dan sonra hiç mola vermeden doÄŸru Kula’ya ulaÅŸtık ve her gezide uÄŸradığımız çarşıdaki salaÅŸ bir kahvede acı kahvelerimizi yudumladık.

Kula'da çarşı içinde salaş bir kahvede acı kahvelerimizi içtik
Kula’ya gidilir de dar sokaklarındaki eski yapılar gezilmez mi? Biz de öyle yaptık. Bastıran sıcaÄŸa karşın, sokakları dolaÅŸtık, eski yapıları ve tarihi kapıların fotoÄŸraflarını çektik. Bu arada düğün için keÅŸkek hazırlığı içinde olan kadınların kocaman kazanları başında kepçeyi ustaca kullanışlarını ilgiyle izledik. Yüzlerce yıl önce patlayan yanardaÄŸdan geriye kalan taÅŸ parçalarına dönüşmüş lavlardan birkaç parçayı anı olarak yanımıza aldık.

Dar sokaklarıyla Kula
Kula’yı geride bırakıp UÅŸak’a ulaÅŸtık. AlışveriÅŸi yapıp, mola vermeden Sandıklı ilçesine yöneldik. Yolda UÄŸur’a daha önce yaptığımız gezileri anlatıyorum. Anlattıkça bir sonraki geziyi nereye yapacağımızı soruyor. Bu bölgeye ilk kez bir gezi düzenliyoruz. Sandıklı’ya yaklaşırken çevredeki daÄŸların çıplak olduÄŸunu gözlemliyoruz. Ancak AkdaÄŸ, tüm heybetiyle, yemyeÅŸil örtüsüyle bize göz kırpıyor. Sandıklı’dan sonra yaklaşık 35 kilometre süren bir yolculuÄŸun ardından Hocalar yoluyla Sorkun kasabasına varabildik.
Buradan sonraki yolculuk tam bir toz toprak yolculuÄŸu oldu. Camları sıkı sıkı kapatmamıza karşın üstümüz başımız,arabanın içi, bagajımızı sarı bir toz tabakası kapladı. Yol boyunca çıplak arazi önce meÅŸe aÄŸaçlarına dönüşüyor ve ardından yeÅŸil örtü çam aÄŸaçlarıyla renkleniyor. Yol kenarında bir daÄŸ köyü olan ÇamoÄŸlu köyünden geçtik, ancak herkesin iÅŸi gücü olmalı, kimseleri göremedik hayvanlardan baÅŸka. Sorkun’dan sonra 13 kilometrelik bir yolculuÄŸun ardından Kocayayla’ya ulaÅŸtık.

Kocayayla girişinde akan dağ suyuyla tozlarımızdan arındık
Yayla girişinde akan dağ suyu ile üstümüzü başımızı ve araçları kısmen de olsa temizlemeye çalıştık. Önümüzde uzanan yaylanın çevresi Karaçam ormanları ile kaplanmış. Çam ağaçları adeta yaylayı bir duvar gibi çevirmiş. Yaylanın tam ortasından bir dere geçiyor, kışın oldukça hızlı akıyor olmalı ki, yatağında derin izler bırakmış. Engin ile birlikte bu derenin aktığını düşündük, kenarında oturup ayaklarımızı buz gibi suya bile soktuk hayal kurduk. Ama bu hayalimizi sağlıkla ilgili bir sorunumuz olmaz ise mutlaka gerçekleştireceğiz.

Çadırlarımızı Kocayayla’nın tam ortasına kurduk. DoÄŸal güzellikler ile iç içe yaÅŸadık
Sıra kamp alanının bulunmasına geldi. Orman içine bir iki yolculuk yaptık, ancak içimize sinmedi. Çünkü orman içinde kamp kurmamız durumunda yılkı atlarını göremeyecek ve yayladan uzak kalacaktık. Ancak yüzlerce attan geriye kalan dışkılar nedeniyle yaylada kamp alanı bulmakta oldukça zorlandık diyebilirim. Sonunda dere kenarını kamp alanı olarak seçtik. Sert esen rüzgarın eşliğinde çadırlarımızı kurduk ve üşümeye başlayınca, sıkıca giyindik.

Aykut kamp ateşini yakıyor Uğur da kuru dalları toplayıp yardımcı oluyor
Kamp ateÅŸini Aykut yaktı. Ama etrafımız yoÄŸun aÄŸaçlar ile çevreli olduÄŸu için Engin’in topladığı taÅŸlar ile ocağın çevresini yükselterek önlemini aldı. AteÅŸi yakarken bir bidon suyu da yanından hiç ayırmadı. Ne de olsa asker çocuÄŸu Aykut, rahmetli babasından çok ÅŸey öğrenmiÅŸ olmalı. AteÅŸ yükselmeye baÅŸlayınca tavayı koyduk içine yaÄŸ doldurduk. Sonra Aykut ile birlikte soyduÄŸumuz yaklaşık üç kilo patatesi kızartmaya baÅŸladık. Buzlukta koruduÄŸum rakıyı kadehlere doldurduk, patates kızartması eÅŸliÄŸinde içmeye baÅŸladık.

Derekenarına çadırlarımızı kurduk
Gece yarısına doÄŸru çadırlarımıza çekildik. Sabah saat 04.00 sıralarında UÄŸur’un sesi ile uyandım. UÄŸur, ”Ben ömrümde bu kadar çok yıldızı bir arada görmedim.” diyordu. O’nun sesini duyunca ben de dışarı çıktım. Gerçekten muhteÅŸem bir görüntü. Milyarlarca yıldız parlıyor. Gökyüzü tertemiz, arada bir meteor düşüyor. Görsel bir ziyafet çektik UÄŸur ile birlikte kendimize.
Sabah güneÅŸin üzerimize doÄŸmasıyla birlikte kemiklerimiz ısınmaya baÅŸladı, ancak yine de tatlı bir serinlik vücudumuzu yalıyordu. Kamp ateÅŸini canlandırmaya, kahvaltımızı hazırlamaya baÅŸladığımız sırada, bir baÅŸka görsel şölen yaÅŸadık. 12’lik gruplar halinde dolaÅŸan yılkı atları siyah bir önderin eÅŸliÄŸinde dörtnala önümüzden geçmeye baÅŸladılar. O sırada çadırda uyumakta olan UÄŸur’a, “UÄŸur bu fırsatı kaçırma, yılkı atlarını koÅŸarken görmek ve böyle bir şöleni yakalamak her zaman mümkün deÄŸil.” diye seslendim. UÄŸur ÅŸaÅŸkın gözlerle geçiÅŸi izliyor. Aykut, Engin ve ben hiç durmadan deklanşöre basıyorduk. Gerçekten muhteÅŸem bir geçit töreni yaptılar. Belki de bize “hoÅŸ geldiniz” dediler.

İşte görsel yılkı atları önümüzden dörtnala geçip gidiyor ardından toz bulutları bırakarak
Kamp ateşinde demlenen nefis çayın eşliğinde, beyaz peynir, zeytin, köyden aldığımız hormonsuz domates ve salatalık ile mükellef bir kahvaltı ettik. Ve yolculuğun en hüzünlü kısmına geldik, çadırlarımızı sökmeye başladık. Çevre temizliğini yaptıktan sonra yangın kulesine ulaşmak üzere hareket ettik. Yaklaşık bir kilometre gittikten sonra, bizim gibi kamp kuran yaşlıca bir amcanın ısrarlı çağrıları üzerine yanına vardığımızda, yanlış yoldan gittiğimizi öğrendik. Amcanın buz gibi derede akan suyun içinden alıp getirdiği karpuzları yedikten sonra, doğrusunu öğrendiğimiz yangın kulesi yoluna çevirdik rotamızı.

Akdağ yangın kulesinde Engin ,Uğur İşven'e kamp kurduğumuz alanı gösteriyor
Yaklaşık 2 bin metre yüksekliÄŸindeki AkdaÄŸ yangın kulesinde bizi görevli Ramazan İyigüner güler yüzüyle karşıladı. İyigüner, hem çevre ile ilgili bilgi verdi hem de demli çay ikram etti. Konakladığımız yaylayı iki bin metre yükseklikten görmek bize ayrı bir keyif verdi. Kulede bol bol zirve fotoÄŸrafı çektikten sonra patika yoldan ağır ağır ilerleyerek orman içinden Çivril’e doÄŸru hareket ettik. Gerçekten tozun toprağın içinde geçen bu yolculukta, farklı yerler görmek, temiz havayı solumak, doÄŸada var olan en yeÅŸil ile iç içe yaÅŸamak her türlü zorluÄŸu unutturuyor.

Işıklı Gölü muhteşem görünüyor
Işıklı Gölü’nün kıyısında fotoÄŸraf çekip, Gümüşsu kasabasında ÅŸelaleden akan suların yaydığı senfoni eÅŸliÄŸinde, piknik alanında geceden kalan tavuk butlarıyla karnımızı doyurduk. Yaklaşık iki saat süren yolculuÄŸun ardından Afyon’un depremde zarar görüp yeni binalar ile donatılmış ilçesi Dinar’ın içinde dolaÅŸtık. Denizli’yi de alt geçitlerinden geçerek kent trafiÄŸine bulaÅŸmadan terk ettik ve Acıgöl’ün yanından, Aydın’ın Köşk ilçesinde yol kenarındaki bir kahveye attık kendimizi. Yorgunluk çaylarını burada yudumladıktan sonra İzmir’e ulaÅŸtık.

Gümüşsu şelalesi ve önünde Işık, Aykut, Uğur ve Engin

Gümüşsu

Gümüşsu'da karnımızı doyurduk ve bu güzel kentten uzun bir süre ayrılamadık

Kula evlerine büyük bir kapıdan giriliyor bir bahçeye açılan dar bir geçiş yolu ve çocukların bisikletleri

Eski evlerin kapılarına kilit vuruluyor Çünkü bakımları çok zor

Kula'da eski evlerin bir çoğu terk edilmiş, ama böyle açık kapılar da var

Tüm heybetiyle eski Kula evi

Kula'da düğün için keşkek hazırlığı yapan kadınları

Yüzlerce insanı doyuracak olan keşkek bu kazanlarda kaynıyor
Işık Teoman
isikteoman@gmail.com
Haziran ayında Alaçamlar’a gerçekleÅŸtirdiÄŸimiz gezinin üzerinden iki ay geçmeden bu kez kendimizi AkdaÄŸ’da bulduk. İyi ki gitmiÅŸiz, çünkü son haftalarda İzmir’in sıcağı artık dayanılmaz bir duruma geldi. Hafta sonu iki gün de olsa uyku tulumuyla yattık çadırların içinde ve yaklaşık iki bin metrede.
Ekibe yeni bir arkadaşımız katıldı. Meslektaşımız Uğur İşven, gidiş-dönüş 810 kilometre yol yaptığımız geziden büyük keyif aldı. Zirvesiyle 2 bin 500 metreye kadar yükselen Akdağ Yaylası 2000 yılında Tabiat Parkı olarak tescil edilmiş. Rastlamadık ama, Alageyiklerin, kurtların, domuzların, tilkilerin bol olduğunu öğrendiğimiz bu yaylada, yüzlerce yılkı atıyla iç içe iki gün geçirdik.

Yılkı atları pazar sabahı bize adeta ÅŸov yaptı. Çadırları kurduÄŸumuz alanından önünden, siyah bir atın öncülüğünde dörtnala geçtiler tozu dumana katarak ve bize çok güzel görüntüler sundular. Dört kiÅŸi olduÄŸumuz için iki araç ile çıktığımız AkdaÄŸ’da bulunan Kocayayla’da yılkı atlarının dışkıları nedeniyle çadır kurmak için alan bulmakta oldukça zorlandık. Sonunda yaylanın tam ortasında, kurumuÅŸ bir derenin kenarında dört çadırı yan yana sıraladık bir söğüt aÄŸacının gölgesine…

İzmir’den sabah 06.30’da hareket ettik. UÄŸur İşven benimle Aykut Fırat ise Engin Yavuz ile birlikte iki otomobil koyulduk yola. Her gezide nedense boyoz ve boÄŸaca türü hamur iÅŸleri yerdik, bu kez Turgutlu’ya kadar sabrettik. Çarşıda ünlü bir çorbacıda sıcak çorbalarımızı kaşıkladık, karnımızı doyurduk. Turgutlu’dan sonra hiç mola vermeden doÄŸru Kula’ya ulaÅŸtık ve her gezide uÄŸradığımız çarşıdaki salaÅŸ bir kahvede acı kahvelerimizi yudumladık.

Kula’ya gidilir de dar sokaklarındaki eski yapılar gezilmez mi? Biz de öyle yaptık. Bastıran sıcaÄŸa karşın, sokakları dolaÅŸtık, eski yapıları ve tarihi kapıların fotoÄŸraflarını çektik. Bu arada düğün için keÅŸkek hazırlığı içinde olan kadınların kocaman kazanları başında kepçeyi ustaca kullanışlarını ilgiyle izledik. Yüzlerce yıl önce patlayan yanardaÄŸdan geriye kalan taÅŸ parçalarına dönüşmüş lavlardan birkaç parçayı anı olarak yanımıza aldık.

Kula’yı geride bırakıp UÅŸak’a ulaÅŸtık. AlışveriÅŸi yapıp, mola vermeden Sandıklı ilçesine yöneldik. Yolda UÄŸur’a daha önce yaptığımız gezileri anlatıyorum. Anlattıkça bir sonraki geziyi nereye yapacağımızı soruyor. Bu bölgeye ilk kez bir gezi düzenliyoruz. Sandıklı’ya yaklaşırken çevredeki daÄŸların çıplak olduÄŸunu gözlemliyoruz. Ancak AkdaÄŸ, tüm heybetiyle, yemyeÅŸil örtüsüyle bize göz kırpıyor. Sandıklı’dan sonra yaklaşık 35 kilometre süren bir yolculuÄŸun ardından Hocalar yoluyla Sorkun kasabasına varabildik.
Buradan sonraki yolculuk tam bir toz toprak yolculuÄŸu oldu. Camları sıkı sıkı kapatmamıza karşın üstümüz başımız,arabanın içi, bagajımızı sarı bir toz tabakası kapladı. Yol boyunca çıplak arazi önce meÅŸe aÄŸaçlarına dönüşüyor ve ardından yeÅŸil örtü çam aÄŸaçlarıyla renkleniyor. Yol kenarında bir daÄŸ köyü olan ÇamoÄŸlu köyünden geçtik, ancak herkesin iÅŸi gücü olmalı, kimseleri göremedik hayvanlardan baÅŸka. Sorkun’dan sonra 13 kilometrelik bir yolculuÄŸun ardından Kocayayla’ya ulaÅŸtık.

Yayla girişinde akan dağ suyu ile üstümüzü başımızı ve araçları kısmen de olsa temizlemeye çalıştık. Önümüzde uzanan yaylanın çevresi Karaçam ormanları ile kaplanmış. Çam ağaçları adeta yaylayı bir duvar gibi çevirmiş. Yaylanın tam ortasından bir dere geçiyor, kışın oldukça hızlı akıyor olmalı ki, yatağında derin izler bırakmış. Engin ile birlikte bu derenin aktığını düşündük, kenarında oturup ayaklarımızı buz gibi suya bile soktuk hayal kurduk. Ama bu hayalimizi sağlıkla ilgili bir sorunumuz olmaz ise mutlaka gerçekleştireceğiz.

Sıra kamp alanının bulunmasına geldi. Orman içine bir iki yolculuk yaptık, ancak içimize sinmedi. Çünkü orman içinde kamp kurmamız durumunda yılkı atlarını göremeyecek ve yayladan uzak kalacaktık. Ancak yüzlerce attan geriye kalan dışkılar nedeniyle yaylada kamp alanı bulmakta oldukça zorlandık diyebilirim. Sonunda dere kenarını kamp alanı olarak seçtik. Sert esen rüzgarın eşliğinde çadırlarımızı kurduk ve üşümeye başlayınca, sıkıca giyindik.

Kamp ateÅŸini Aykut yaktı. Ama etrafımız yoÄŸun aÄŸaçlar ile çevreli olduÄŸu için Engin’in topladığı taÅŸlar ile ocağın çevresini yükselterek önlemini aldı. AteÅŸi yakarken bir bidon suyu da yanından hiç ayırmadı. Ne de olsa asker çocuÄŸu Aykut, rahmetli babasından çok ÅŸey öğrenmiÅŸ olmalı. AteÅŸ yükselmeye baÅŸlayınca tavayı koyduk içine yaÄŸ doldurduk. Sonra Aykut ile birlikte soyduÄŸumuz yaklaşık üç kilo patatesi kızartmaya baÅŸladık. Buzlukta koruduÄŸum rakıyı kadehlere doldurduk, patates kızartması eÅŸliÄŸinde içmeye baÅŸladık.

Gece yarısına doÄŸru çadırlarımıza çekildik. Sabah saat 04.00 sıralarında UÄŸur’un sesi ile uyandım. UÄŸur, ”Ben ömrümde bu kadar çok yıldızı bir arada görmedim.” diyordu. O’nun sesini duyunca ben de dışarı çıktım. Gerçekten muhteÅŸem bir görüntü. Milyarlarca yıldız parlıyor. Gökyüzü tertemiz, arada bir meteor düşüyor. Görsel bir ziyafet çektik UÄŸur ile birlikte kendimize.
Sabah güneÅŸin üzerimize doÄŸmasıyla birlikte kemiklerimiz ısınmaya baÅŸladı, ancak yine de tatlı bir serinlik vücudumuzu yalıyordu. Kamp ateÅŸini canlandırmaya, kahvaltımızı hazırlamaya baÅŸladığımız sırada, bir baÅŸka görsel şölen yaÅŸadık. 12’lik gruplar halinde dolaÅŸan yılkı atları siyah bir önderin eÅŸliÄŸinde dörtnala önümüzden geçmeye baÅŸladılar. O sırada çadırda uyumakta olan UÄŸur’a, “UÄŸur bu fırsatı kaçırma, yılkı atlarını koÅŸarken görmek ve böyle bir şöleni yakalamak her zaman mümkün deÄŸil.” diye seslendim. UÄŸur ÅŸaÅŸkın gözlerle geçiÅŸi izliyor. Aykut, Engin ve ben hiç durmadan deklanşöre basıyorduk. Gerçekten muhteÅŸem bir geçit töreni yaptılar. Belki de bize “hoÅŸ geldiniz” dediler.

Kamp ateşinde demlenen nefis çayın eşliğinde, beyaz peynir, zeytin, köyden aldığımız hormonsuz domates ve salatalık ile mükellef bir kahvaltı ettik. Ve yolculuğun en hüzünlü kısmına geldik, çadırlarımızı sökmeye başladık. Çevre temizliğini yaptıktan sonra yangın kulesine ulaşmak üzere hareket ettik. Yaklaşık bir kilometre gittikten sonra, bizim gibi kamp kuran yaşlıca bir amcanın ısrarlı çağrıları üzerine yanına vardığımızda, yanlış yoldan gittiğimizi öğrendik. Amcanın buz gibi derede akan suyun içinden alıp getirdiği karpuzları yedikten sonra, doğrusunu öğrendiğimiz yangın kulesi yoluna çevirdik rotamızı.

Yaklaşık 2 bin metre yüksekliÄŸindeki AkdaÄŸ yangın kulesinde bizi görevli Ramazan İyigüner güler yüzüyle karşıladı. İyigüner, hem çevre ile ilgili bilgi verdi hem de demli çay ikram etti. Konakladığımız yaylayı iki bin metre yükseklikten görmek bize ayrı bir keyif verdi. Kulede bol bol zirve fotoÄŸrafı çektikten sonra patika yoldan ağır ağır ilerleyerek orman içinden Çivril’e doÄŸru hareket ettik. Gerçekten tozun toprağın içinde geçen bu yolculukta, farklı yerler görmek, temiz havayı solumak, doÄŸada var olan en yeÅŸil ile iç içe yaÅŸamak her türlü zorluÄŸu unutturuyor.

Işıklı Gölü’nün kıyısında fotoÄŸraf çekip, Gümüşsu kasabasında ÅŸelaleden akan suların yaydığı senfoni eÅŸliÄŸinde, piknik alanında geceden kalan tavuk butlarıyla karnımızı doyurduk. Yaklaşık iki saat süren yolculuÄŸun ardından Afyon’un depremde zarar görüp yeni binalar ile donatılmış ilçesi Dinar’ın içinde dolaÅŸtık. Denizli’yi de alt geçitlerinden geçerek kent trafiÄŸine bulaÅŸmadan terk ettik ve Acıgöl’ün yanından, Aydın’ın Köşk ilçesinde yol kenarındaki bir kahveye attık kendimizi. Yorgunluk çaylarını burada yudumladıktan sonra İzmir’e ulaÅŸtık.









Işık Teoman
isikteoman@gmail.com
"Işık Teoman" bütün yazıları için tıklayın...